Ahsen Okyar Söylenmek yerine söylemek lazım… Şikayet edeceğine sen de alternatifini oluştur.

26Nis/210

Meşrutiyet’ten Cumhuriyet’e Bir Fikir Adamı Tahsin Banguoğlu – Oğuz ÇETİNOĞLU

oğuz çetinoğlu 2

Meşrutiyet’ten Cumhuriyet’e Bir Fikir Adamı T a h s i n B a n g u o ğ l u - Oğuz ÇETİNOĞLU

Prof.Dr. Hasan Tahsin Banguoğlu’nun üç kızından biri olan Ülker Banguoğlu Bilgin tarafından hazırlanan eser, 16,8 X 24 santim ölçülerinde, 371 sayfadır.

Dr. Metin Eriş’in teşviki ve katkılarıyla hazırlandığı belirtilen kitap, Banguoğlu ailesinin hikâyesi, ‘Evlâd-ı Fâtihân’ olarak andığımız Balkan ve Rumeli Türklerinin göç trajedisi ile başlıyor. Tahsil hayatı özetlendikten sonra Ankara Gazi Terbiye Enstitüsü’nde edebiyat öğretmenliği, Almanya’da doktora öğrenciliği, Türkiye’ye döndükten sonra hocalıktaki hızlı yükselişi, Profesörlüğü siyâsete girişi, ilmî çalışmaları ile iki dönem hâlindeki siyâsî hayatı, sonra tekrar ilmî çalışmaları, sohbetleri, radyo konuşmaları ve Türk dili ve edebiyatına hizmetleri anlatılıyor. Bu yorucu ve hareketli hayat içerisinde aile fertleri ve edebiyat çevreleriyle ilişkileri, nesillere örnek teşkil edecek hizmet anlayışı, teferruatlı bir şekilde okuyucuya yansıtılıyor. 

Tahsin Banguoğlu; Mehmet Fuat Köprülü, Tevfik İleri, Mehmet Turgut gibi ender yetişen kültür, siyâset ve devlet adamlarımızdan biriydi. Anadolu insanının gıpta ve gururla müşâhede ettiği husûsiyetleri ile ideal siyâsetçi, eşine ender rastlanan aile reisi, kibirden uzak asâleti ile şahsiyet âbidesiydi.

Portre yazarlarımızın seçkinlerinden Altan Deliorman, Prof. Banguoğlu hakkında şunları yazıyor:

‘Dil bilgini, politikacı, fikir adamı… Haysiyetli bir imza, kıvrak bir kalem, cesur bir mücâdeleci… Hayatının, uzun sürmüş sonbaharını yaşarken, Vaniköy kıyılarından sanki bütün bir târihi seyrediyor. Hükümlerinde, kültür birikiminden süzülmüş netlik ve açıklık var. Bütün bunlar O’na, bir nevi ‘dokunulmazlık’ sağlıyor.

O’nun dokunulmazlığı, kanunlardan değil, kanunları da aşarak, şahsiyetinden ve isminden geliyordu. Bunu kabul etmesine tevazuu mâni oluyordu. ’ (Sessiz Bir Ses. s: 96, 134. Bayrak Basım Yayım, İstanbul 1997)

Eser, saygı ile sevginin ideal karışımı olan duyguların, kelimelerle inşa edilmiş bir Banguoğlu âbidisidir. Ülker Banguoğlu Bilgin Hanımefendi, babasından tevârüs ettiği edebî zevk ve harikulêde ifâde gücünü ustalıkla satırlara aktarıyor.

***

Tahsin Banguoğlu; edebiyatla alakalı çalışmalarına 1937 yılında, Dil ve Târih - Coğrafya Fakültesi’nde doçentken Tan Dergisi’nde yayınlanan kitap tenkitleriyle başladı. 1943 yılında Ülkü Mecmûası’nda devam etti.

İhtisası dil bilgisi / gramer olmakla birlikte edebiyatla da ilgileniyordu. Halk edebiyatı ise gözdesiydi. Durumu şöyle açıklıyordu: ‘Halk edebiyatı benim dolayısıyla alakalı olduğum bir mevzudur (…) Ancak bu güzel eserlerle devamlı surette meşgul olan bir adam için onların güzelliklerini duymamak, onların renklerine ve kokularına hayran olmamak mümkün müdür? Çiçekleri târif ve tasnif etmek için gece gündüz onlarca uğraşan bir nebatatçıyı elvan elvan güllere, evlek evlek karanfillere, lâlelere, çiğdemlere meftun olmaktan menedebilir misiniz? İşte ben halk edebiyatının bu türlü bir mensubu ve bu türlü bir âşıkıyım.’ (s: 49)

Devlet Konservatuvarı’nda fonetik dersleri verirken, Türk çocuklarını Türk mûsıkîsinden uzaklaştırıp batı müziğine yaklaştırmak isteyen ecnebi hocalara ders verircesine söylediği sözler, O’nun Türk’e ait her değere nasıl içten ve kopmaz bağlarla bağlı olduğunu göstermektedir: ‘Millî hayat nedir? Siz bilirsiniz. İşte o bizde de öyledir. Bizde çocuğa ad konurken kulağına ezan okunur. O ninnilerle uyutulur, türkülerle büyütülür. Ev onunla uyanır, sokak onunla çalkanır. Millî musiki dil ile birlikte öğrenilir ve ikinci bir millî dil olur. Kaldı ki bizim bir sanat musikimiz, bir klâsik musikimiz de vardır. Şimdi nasıl düşünürsünüz ki çocuklarımıza ikinci bir anadilleri, duygu dilleri olan yerli musikiyi öğretmeyelim, dinletmeyelim? O zaman Türkçeyi de bırakıp Almanca konuşalım.’

Günümüzde dilci veya edebiyatçı olmamakla birlikte ‘dil hassasiyeti’ bulunanlar, Türkçenin problemli bir dil olduğunu ifâde ederler. Prof. Banguoğlu, bu ifâdeleri haklı kılan düşüncelerini, ‘Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Doçenti’ imzasıyla 1941 yılında açıklamıştır. Bu açıklama 80 yıl sonrasını görebilen, dehâ denilecek bir aklın isâbetli teşhisidir:

‘Bizde (...) imlâ meselesi [Batı dillerinde olduğu gibi] ne esaslı bir reform işi, ne de sırası gelmiş bir revizyon işidir. Bizde imlâ meselesi yeni yazı sisteminin dile tatbiki işinin tamamlanmamış olmasından, yâni Lâtin alfabesinin kabulü sırasında Türk imlâsının hakkile tedvin edilmemiş bulunmasından [toparlanıp kitap haline getirilmemiş olmasından] ibarettir. (...)

     ... Kelimelerimiz yeni yazı sistemine bir defaya mahsus olmak üzere tatbik edilecekler ve aldıkları sâbit veya gramer kaidelerine göre mütahavvil [değişen, değişken] şekilleri dâimi olarak muhâfaza edeceklerdir. (...)

     ... Kabul edilen sistemin fonetik bir esasa istinat ettirilmiş olması, bizi imlâ meselesini bir yazı sistemi meselesi zannetmek hatâsına düşürmüştür. Türkçenin konuşulduğu gibi yazılacağı hakkındaki umumi hükme kapılarak 29 harften ibâret pratik bir alfabenin konuşmayı aynen vermek hususundaki kifâyetsizliğini ve yazı dili için esas ittihaz ettiğimiz [saydığımız] İstanbul şivesinin fevkalade tecanüssüz [uyumsuz, tutarsız] bir konuşma olduğunu âdeta unutmuşuzdur. (...)

     İmlâ lügatinin yeniden basılması düşünüldüğü bir sırada, Türk Dil Kurumu’nca imlâ meselesinin şümul [kapsam] ve ehemmiyeti hakkında daha esaslı bir fikir edinilmiş bulunması temenniye şayandı [arzu edilirdi]. Tanzim edilen imlâ kılavuzu bütün imlâ meselesini ele almak şöyle dursun sadece imlâ lügatini yeniden basmak için lüzumlu esasları toplamış olmaktan da uzaktır. (...)

     ... İmlâ meselesinin bütün şumulile vazedilmesini ve ciddî bir tetkike tâbi tutulmasını zaruri buluyorum. Bu hususta bir veya birkaç mütehassısın hazırlayacağı bir proje salâhiyetli bir komisyonun çalışmalarına esas olabilir. Kanaatimce TDK tarafından yüksek vekilliğe takdim olunan imlâ kılavuzu, bu kıymette bir proje değildir. (27 Kasım 1940)

Tanzim edilen imlâ kılavuzunun Prof. Banguoğlu’nun düşündüğü ölçüde kapsamlı olmayışı sebebiyle bu gün; Ay adı ‘Kasım’ ile erkek ismi ‘Kasım’ı aynı imlâ ile yazıyoruz.

İmlâ Kılavuzu’nun birincisi 1928 yılında olmak üzere 2020 yılına gelinceye kadar; ‘İmlâ Lügati’, ‘İmlâ Kılavuzu’, ‘Yeni İmlâ Kılavuzu’, ‘Yeni Yazım (İmlâ) Kılavuzu’ ve  ‘Yeni Yazım Kılavuzu’ gibi, 5 ayrı isimle; 27 defa basılıp yayınlandı. Kapsam keyfiyeti bir tarafa, hemen her basımda kelimelerin açıklamaları ile birlikte kaideler de değişti. Özellikle birleşik kelimeler konusunda, ‘kaidesizlik’ ‘kaide’ hâline getirildi.

‘Karafatma’ değil de ‘kara fatma’ şeklinde ayrı yazılmalıymış.  ‘Kırkayak’ niçin bitişik yazılıyor? ‘Hemfikir’ bitişik yazılırken, ‘başyazı’ ve ‘başyazar’ hangi sebeple ayrı yazılıyor?

‘Kara fatma’ ayrı yazılırken, nasıl oluyor da ‘karagöz’ bitişik yazılıyor? ‘Göz’ ve ‘yaş’ fiiliyatta birbirinden ayrılmazken, yazıda neden ayrılıyor?

Şaşırtıcı olanlar da var: Meselâ; ‘bir kaç’ dememişler de, doğrusunu ‘birkaç’ diye yazmışlar! ‘önsöz’ dememişler de ‘ön söz’ demişler. Meselâ; ‘sıkı yönetim’ dememişler de, doğrusunu ‘sıkıyönetim’ şeklinde yazmışlar! Meselâ; ‘her hangi’ dememişler de, doğrusunu yazmışlar, ‘herhangi’ demişler!

Meselâ, niçin, ‘bilgisayar’ ve ‘buzhâne’ bitişiktir de, ‘buz dolabı’ neden ayrı yazılmıştır?

Kaidesizlik, kılavuzların isimlerine de sirâyet etti. Gerekçe olarak ‘imla’ kelimesinin Türkçe olmadığı iddia edildi. ‘Yazım’ kelimesi de Türk dil bilgisi kaidelerine uygun olarak türetilmiş bir kelime değil. Mânâ bakımından da yanlıştır. Üstelik Nurullah Ataç,   ‘yazım’ kelimesinin, ‘metin’ karşılığı olarak bulunduğunu belirtiyor. Kim veya kimler tarafından ‘imlâ’ kelimesinin yerine yerleştirildi, belli değil.

TDK’da elbette Tahsin Banguoğlu’nun ilmî seviyesinde kişiler de görev yapmışlardır. Muhtemelen siyâsî ve aydın geçinen çevrelerin baskılarına karşı direnemediklerinden başarılı olamamışlardır.

***

Tahsin Bangoğlu’nun hayatının uzun süren sonbaharı, denilebilir ki aktif siyâsette ve makamlarda bulunduğu dönemlerdeki kadar verimli geçmiştir. Gazete ve dergilerde yayınlanan makaleleri, ‘Kendimize Geleceğiz’, ‘Devlet Dili Türkçe Üzerine’ ve  ‘Dil Bahisleri’ isimli kitapları; ‘Ana Hatları ile Türk Grameri’ (Kılavuz Kitap,1940) ve ilk baskısı 1959’da, onuncu baskısı 2015 yılında yapılan ‘Türkçenin Grameri’ isimli eserleri kadar ilmî değer taşımaktadır. Daha önemlisi de Kubbealtı Vakfı’nda, Aydınlar Ocağı’nda, Türk Edebiyatı Vakfı’nda ve ‘Boğaziçi Sohbetleri’ adı altında tertip edilen toplantılarda verdiği konferanslar, katıldığı diğer toplantılardaki sohbetleri ve dil meraklılarının her fırsatta sorduğu sorulara verdiği cevaplarla bir açık öğretim fakültesi hizmeti vermiştir.  Şüphesiz en büyük hizmeti de, yetiştirdiği seçkin evlâtları ve yeni nesilden aile fertleridir. Onlar devraldıkları Türk diline hizmet bayrağını yine yükseklerde tutarak Banguoğlu mektebini devam ettiriyorlar. 

G YAYIN GRUBU:

Ferit Tek Sokağı Nu: 48/2 Moda, Kadıköy – İstanbul. Telefon: 0.216-337 15 59 e-posta: bilgi@gyayingrubu.com  //  www.gayingrubu.com

Eser, BOĞAZİÇİ YAYINLARI’ndan da temin edilebilir.

Alemdar Mahallesi Çatalçeşme Sokağı Nu: 44 Kat: 3 Cağaloğlu, İstanbul Telefon: 0.212-520 70 76 Belgegeçer: 0.212-526 09 77  e-posta: bogazici@bogaziciyayinlari.com //   www.bogaziciyayinlari.com.tr

Prof. Dr. HASAN TAHSİN BANGUOĞLU                                                                                                            

     21 Nisan 1904’te hâlen Yunan Makedonya’sı sınırları içerisinde bulunan Drama şehrinde doğdu. Babası buranın eşrafından tütün tüccarı Ahmed Cevdet Bey, annesi Rukiye Hanım’dır.

     İlkokula Selânik’te Fransızca öğretim yapan bir okulda başladı ve Drama’da devam etti. Ailesi Balkan Savaşı sırasında Türkiye’ye göç edip Balıkesir’e yerleştiği için tahsilini burada tamamladı. Daha sonra İstanbul Sultânîsi’ne (İstanbul Erkek Lisesi) devam ederek 1926’da buradan mezun oldu. Aynı yıl girdiği Dârülfünun Edebiyat Fakültesi Edebiyat Zümresi’nde Orhan Şaik (Gökyay), Hüseyin Nihal (Atsız), Nihad Sâmi (Banarlı) gibi her biri daha sonraları Türk dili, târihi ve edebiyatının otoriteleri olacak kişilerle birlikte okudu. İyi Fransızca bildiği için bu yıllarda yardımcı iş olarak Vakit Gazetesi’nin Beyoğlu muhabirliğini de yaptı. 1930’da Edebiyat Fakültesi’nden mezun oldu.

     1930-1932 yılları arasında Ankara’da Gazi Terbiye Enstitüsü’nde edebiyat hocalığı yaptı. Mart 1931’de Vakit gazetesinin eki olan aylık Vakit Dergisi’nde yayımlldığı “Nedim Nasıl Ölmüştü?” ve aynı yerde Nisan 1931’de yayınladığı “Safvet Tezkiresi” adlı iki yazısı ile ilim âleminin dikkatini çekti. Faruk Nafiz (Çamlıbel), Ahmet Hamdi (Tanpınar), Necip Fazıl (Kısakürek), Ömer Bedrettin (Uşaklı) gibi şâir ve yazarlarla birlikte 15 Mayıs 1931-15 Temmuz 1931 târihleri arasında  ‘Hız’ adlı bir kültür ve edebiyat dergisi çıkardı.

     Gazi Terbiye Enstitüsü’nde iken 1932 yılında ihtisas yapmak üzere Berlin’e gitti. Almanca öğrendikten sonra Berlin’de 1936 yılında ‘Dr’ unvanı aldı.   

     Yurda döndükten bir ay sonra ‘Doç. Dr.’ unvanı ile 1936-1943 yılları arasında Dil ve Târih-Coğrafya Fakültesi’nde ders verdi. Ayrıca 1937-1939 yıllarında Devlet Konservatuvarı’nda fonetik dersleri okuttu.

     1941 yılında Dil Bahisleri 1, 1942 yılında Dil Bahisleri 2 ve Devlet Dili Türkçe Üzerine isimli eserleri yayınlandı.

     1943’te Bingöl’den Cumhuriyet Halk Partisi milletvekili seçildi ve bu görevi 1950’ye kadar devam etti. 10 Haziran 1948’de Millî Eğitim Bakanlığı’na getirildi ve 22 Mayıs 1950’de Şemseddin Günaltay kabinesinin istifasına kadar bu görevde kaldı. Millî Eğitim Bakanlığı sırasında Türk Dil Kurumu (TDK)’nın başkanlığını da yaptı.

     1950-1955 yılları arasında politikayı bırakarak Ayvalık’ta çiftçilikle meşgul oldu. 1955’te Londra Üniversitesi’nden aldığı dâvet üzerine 1959 yılına kadar burada mukayeseli Türk lehçeleri dersini okuttu, ayrıca tasarladığı Batı Türkçesi gramerinin ilk cildi olan Sesbilgisi isimli kitabını hazırladı. 1959’da yurda dönünce Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi’nde ihdas edilen Türkçe Dinî Metinler Kürsüsü’nde ders verdi; altı ay kadar da aynı fakültenin dekanlığını yaptı. Daha sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde kurulan Orta Türkçe Kürsüsü’nde çalıştı, ayrıca Robert College’da Türk dili târihi dersleri verdi. 1961’de tekrar politikaya atıldı ve Cumhuriyet Halk Partisi’nden Edirne senatörü seçilerek Cumhuriyet Senatosu’na girdi. Bu görevi 1968 yılına kadar devam etti. (1960-1963 yılları arasında ikinci defa TDK başkanlığı yaptı.

     “Ortanın solu” görüşü İsmet İnönü tarafından kabul edilince Banguoğlu bu politikaya karşı çıktığı için 1966’da Cumhuriyet Halk Partisi’nden ihraç edildi. Bir süre sonra girdiği Yeni Türkiye Partisi’nde Ekrem Alican’ın genel başkanlıktan ayrılması üzerine 1970 yılında genel başkan oldu. 1971’de Yeni Türkiye Partisi’ni Güven Partisi ile birleştirdi ve aktif politikayı tamamıyla bırakarak tekrar ilmî ve fikrî çalışmalarına döndü.

     1983’te kurulan Atatürk Kültür Dil ve Târih Yüksek Kurumu’nun bağlı kuruluşu olan TDK aslî üyeliğine seçildi. Türk Dil Kurumu’nda Terim Bilim ve Uygulama Kolu başkanlığına getirildi. 1985’te İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türkiyat Araştırma Merkezi tarafından tertiplenen Beşinci Milletlerarası Türkoloji Kongresi’nde ‘Türkoloji’ye Üstün Hizmet Armağanı’nı kazanan ilk Türkolog oldu. Aydınlar Ocağı, Türkiye Millî Kültür Vakfı, Boğaziçi Yayınevi, Kubbealtı Akademisi gibi kuruluşlardan da çeşitli şilt ve hizmet armağanları aldı. 3 Mart 1989’da İstanbul’da vefat etti ve Edirnekapı Şehitliği’ne defnedildi.

Diğer eserleri:

1-Altosmanische Sprachstudien zu Süheyl ü Nevbahar

2-Ana Hatlarıyle Türk Grameri (1979 yılında ikinci baskısı yayınlandı.                                                                                                    

3-Türkçenin Grameri (2015 yılında 10. Baskısı yayınlandı.

4-Dil Bahisleri 1, 2, 3. (1940, 1941 ve 1987)                                                                                                          

5-5Kendimize Geleceğiz (1984)

Prof.Dr. Osman Fikri Sertkaya tarafından hazırlanan bu hayat hikâyesi, Diyânet İslâm Ansiklopedisi’nden kısaltılarak iktibas edilmiştir.

ÜLKER BANGUOĞLU BİLGİN:

     İstanbul’da doğdu. İlk ve orta öğrenimini Ankara, İstanbul ve Londra’da çeşitli okullarda yaptı. Kandilli Kız Lisesi’nden mezun oldu. 1969 yılında Robert Kolej Yüksek Okulu (bugünkü Boğaziçi Üniversitesi) Fen- Edebiyat Fakültesi’nin Karşılaştırmalı Edebiyat bölümünü bitirdi. 1979’da aynı okulun Eğitim Fakültesi’nde İngilizce öğretmenliği eğitimini tamamladı. 1972- 2010 yılları arasında Yalova Lisesi, Üsküdar Amerikan Kız Lisesi ve son 28. yıl Boğaziçi Üniversitesi Yabancı Diller Yüksek Okulunda İngilizce öğretmenliği yaptı. Buradaki son sekiz yılında İleri İngilizce Birimi’nde ‘araştırma ve yazma teknikleri’ üzerine ders verdi.

     Meşrutiyet’ten Cumhuriyet’e Bir Fikir Adamı; Tahsin Banguoğlu isimli eserinin dışında  İngilizceden Türkçeye çevirdiği 2, telif ettiği 2 kitabı yayımlanmıştır. İhtiyar: (Uycan Yayınları 1973); Batı Çıkmazı: Puşkin Üzerine Konuşma: (Dergâh Yayınları 1973); İki Devir İki Kadın Münevver ile Perizat’ın Romanı: (Remzi Kitabevi 2018); Feride ve Kızları: Remzi Kitabevi, 2020)

     Ülker Banguoğlu Bilgin hâlen İstanbul’da yaşamakta ve kitap çalışmalarına devam etmektedir.

Bu yazıyı beğendiniz mi?

RSS Kaynağımıza abone olun!

Yorumlar (0) Geri izlemeler (0)

Yorum yapılmadı.


Leave a comment

Geri izleme yok.