Ahsen Okyar Söylenmek yerine söylemek lazım… Şikayet edeceğine sen de alternatifini oluştur.

14Oca/210

TÜRKÇÜLÜK ve TURANCILIĞIN FİKRİ TEMELLERİ – Doç.Dr. Kazım YILDIRIM

unnamed (2)

TÜRKÇÜLÜK ve TURANCILIĞIN FİKRİ TEMELLERİ - Doç.Dr. Kazım YILDIRIM 13.01.2021 (SUBÜ Hendek Meslek Yüksekokulu Yönetim ve Organizasyon Bölümü Öğretim Üyesi)

Osmanlı İmparatorluğunun bunalımlı dönemlerinde farklı siyasi akımların tartışması yapılmıştır. O dönemde Türk ve Türklük kavramlarının telaffuzu dahi zordu. Türk kimdi, millet ne demekti, Türk Milleti ne demekti bunlar içi doldurulması gereken kavramlardı. Türk Dünyası, Turan kavramları ise boş bir hayalden ötesi değildi. Mehmet Emin Yurdakul (1869-1944) “CENGE GİDERKEN” şiirinin ilk kıtasında:
“Ben bir Türk'üm dinim, cinsim uludur
Sinem, özüm ateş ile doludur
İnsan olan vatanının kuludur
Türk evlâdı evde durmaz, giderim” şeklinde haykırmış ve Türklüğüne vurgu yapmıştır.

TURAN VE TURANCILIK DÜŞÜNCESİ
Belgelerde Turan, Turancılık kavramını ilk defa Avesta ve Firdevsi’nin Şehnamesi’nde geçtiği belirtilir. Karahanlılar devri eserlerinde, Yusuf Has Hacib (Yusuf Balasagun; 1017,1019-1077)'in Kutadgu Bilig eserinde de geçer. Farklı görüş ve düşünceler olmakla birlikte bu ve benzeri eserlerde Tanrı dağı dolayına Turan adı verilmiştir. Turan'da Türkler yaşamaktadır. Ural-Altay kavimlerinin birliğini savunan siyasi görüş olduğunu belirten kaynaklar da vardır. İlk olarak Macarlar, Finler, Estonlar ve Rusya içindeki Fin-Ugor kavimleri ile Tunguzlar, Moğollar ve Türklerin bir araya getirilmesi olarak ortaya çıktığı belirtilmiştir. Ziya Gökalp (1876-1924) Türkçülüğün Esasları isimli eserinde bu tezi reddetse de bugün Turancılık ve Turan toplantılarının yapılmış olduğu ülkenin Macaristan olduğunu belirtmiş olalım.
Bazı kaynaklarda Türk ifadesinin kısaltması olan Tur hecesinin -an ekinin çoğul hale getirilmesi ile bütün Türkler ifadesinin kazanmış şekli olduğu belirtilir. Esasen Türkan ifadesi de aynı anlama gelir, fakat telaffuzun daha zarif ve özgün olması amacıyla Turan ifadesi tercih edilmiştir. Bu ifade uluslararası literatürde, batılı yazarlarca Asya'da ki Semitik ve Ari (Kuzeyli Beyaz İnsanlar) olmayan tüm unsurlar için kullanılmaktadır. Elbette söz konusu olan Tarihi vakalar olduğu için, Turan ifadesinin geçtiği kayıtların çoğunluğu da bu ifadeyi Türklere ait olarak değerlendirmiştir. Rusya'da 1905 yıllarında Azeri ve Tatar aydınları tarafından ortaya atılmış, 1908'de II. Meşrutiyet'in ilanından sonra Türkiye'de de geniş yankı bulmuştur. İttihat ve Terakki yönetimi içinde Ziya Gökalp'in başını çektiği Turancı görüşler egemen olmuştur. Enver Paşa (1881-1922) 1918-1922 yıllarında, karışıklık içinde olan Rusya'da Turancılık fikrini canlandırmaya çalışırken şehit edilmiştir. Ziya Gökalp’in Selanik’te Genç Kalemler’de yazdığı “Turan” isimli şiir bu konuda milli duyguları yükseltmiştir. Şiirin son iki hecesi
“Vatan ne Türkiyedir Türklere ne Türkistan
Vatan, büyük ve müebbet bir ülkedir: Turan.” Şeklindedir. Bu şiir ve şiirin son iki hecesi Türkiye’de Türkçü ve Turancı çevrelerden çok sık atıf almıştır.

Turan, Turancılık, kelime anlamının dışında bir mefkûre (ülkü) olarak Turan ve Turancılık adını almıştır. Turancılığın genel olarak iki anlamda kullanılmış olduğunu belirte biriz: Birincisi bütün Türklerin birleşerek tek bir devlet ve idare altında toplanması fikridir. Bu fikir 150 yıl öncesine kadar özel ve özgün bir isimle telaffuz edilmiyordu ancak fikir itibariyle Türk tarihinin en eski evrelerinde bile sosyolojik ve siyasi bir düşünce olarak karşımıza çıkmıştır. İkincisi başını Gaspıralı İsmail Bey (1851-1914)’in çektiği “dilde fikirde iş de birlik” düşüncesiydi. İsmail Gaspıralı (Gaspıralı İsmail)nın yüzyılın başında çıkardığı haftalık Tercüman Gazetesi (1883), İstanbul Türkçesiyle ve “dilde, fikirde, işte birlik” sloganı ile yayımlanmıştı. Gazete, başta İstanbul olmak üzere bütün Türk dünyasında okunabiliyordu. Zaten Gaspıralı’nın amacı da buydu. Öncelikle Türk dünyasındaki bütün Türklerin konuştuğu dildeki lehçe farklılıklarını ortadan kaldırıp herkesin birbirini rahatlıkla anlayabildiği dil birliğini oluşturmaktı. Bunun için uygun lehçe İstanbul Türkçesi (lehçesi) idi. Kazan, Kırım, Ufa ve Türkiye Türkçüleri on dokuzuncu yüzyılın sonu, yirminci yüzyılın başında bu düşüncede birleşmişlerdi. Böylece Gaspıralı, yayımladığı gazetesiyle sadece Türkistan, Azerbaycan, İdil-Ural gibi esir Türk illerinde değil, Osmanlı İmparatorluğunda da Türkçülük düşüncesini uyandırmış ve 25 Mart 1912 yılında TÜRK OCAKLARININ kurulmasında dolaylı olarak etken olmuştur. İttihat ve Terakki üyelerini Türkçülük idealine çevirmiş, Ziya Gökalp’in yetişmesinde dahi rol oynamış, fikirleri ve yazıları ile Atatürk’ü bile etkilemiştir. Ayrıca İstanbul Türkçesinin kabulü ile “dilde birlik” düşüncesi gerçekleşmiş oluyordu. “Türk milletinin dili Türkçedir. Türk dili dünyada en güzel, en zengin ve en kolay olabilecek bir dildir. Her kavramı ifade kabiliyeti vardır. Yalnız onun bütün varlıklarını aramak, bulmak, toplamak, onlar üzerinde çalışmak lazımdır” (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, 1959, s.110).

Türkçe’nin Türk Milleti tarafından tek dil olarak konuşulması gerektiğini belirtiyordu. Çünkü “Türk demek, dil demektir. Türklüğün en temel taşı Türkçedir. Türk dilini, milli kurumların en başta geleni sayıyor, milli duygu, düşünce ve yönelişin, milli benlik ve şuurun Türk diline bağlı olduğunu belirtiyordu. Atatürk, tarih ve coğrafyaya da önem vermiştir. Zira “milli bilincin ayakta kalabilmesi ve uyanık bulunması için dil ve tarih uğrunda çalışmaya mecburuz” diyordu (Söylev ve Demeçler, 108). Coğrafyayı ise hem vatan hem de stratejik bakımdan önemsiyordu.

Bu yazıyı beğendiniz mi?

RSS Kaynağımıza abone olun!

Yorumlar (0) Geri izlemeler (0)

Yorum yapılmadı.


Leave a comment

Geri izleme yok.