Doç. Dr. Azime Telli Politika’nın Sorularını Yanıtladı
Doç. Dr. Azime Telli Politika’nın Sorularını Yanıtladı
Günümüzde Türk dış politikasının en önemli gündem maddesini Doğu Akdeniz merkezli gelişmeler oluşturuyor. Bölgedeki gelişmeleri enerji jeopolitiği açısından yorumlar mısınız?
Günümüzde dünya enerji jeopolitiğinde ciddi bir dönüşüm yaşanıyor. Bu dönüşüm, 2000’li yılların ilk on yılında yaşanılan gelişmelerden beslenmektedir. Kaya gaz devriminin gerçekleşmesi ve başta Avrupa olmak üzere yenilenebilir enerji kaynaklarına talebin artması söz konusu dönüşümün ana dinamikleridir. Tüm bunların tetiklediği “enerji bolluğu” döneminde Doğu Akdeniz bölgesinde yeni rezerv keşfi yapılmıştır. Ancak bu rezervler, dünya enerji piyasasını etkileyecek boyutta olmamakla birlikte, bölgesel dengeleri ve oldukça kırılgan olarak dinamikleri etkilemektedir.
Coğrafi açıdan bölgeye sınırı olan Türkiye, İsrail, Mısır, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC), Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY), Yunanistan, Lübnan, Suriye ve Libya’nın dışında bölge üzerinde çıkarları bulunan küresel güçler de bu rekabete dahil olmuştur. Bölgeye sınırı olmamasına rağmen ABD, Rusya, İngiltere, Fransa ve İtalya; Akdeniz’deki enerji denkleminde ağırlığını korumak istiyor. ABD Jeolojik Araştırmalar Merkezi verilerine göre, Doğu Akdeniz’de yaklaşık 3,5 trilyon metreküp doğal gaz ve 1,7 milyar varil civarında petrol rezervi bulunuyor. Bu miktar, dünya pazarı açısından önemli olmasa da bölgesel pazarın iştahını kabartmaktadır. Arz bolluğu, ekonomik kriz ve son olarak COVİD-19 salgınına bağlı olarak petrol fiyatında ciddi düşüş yaşanması, bölge rezervlerin geliştirilmesi sürecini yavaşlatmış durumdadır. Buna rağmen bölgedeki jeopolitik gerilim, münhasır ekonomik bölge ilanları üzerinden devam etmektedir. Bölge ülkelerinin hak iddiaları birbirleriyle çakışmakta olup; özellikle de Türkiye, bölgede yalnız bırakılmış durumdadır. GKRY’nin maksimalist politika izlemesi, sorunu enerji kaynaklarının ötesinde egemenlik ihlali boyutuna taşımış durumdadır. Buna bağlı olarak taraflar arasında sıcak çatışmaya giden süreçlerin yaşanması Doğu Akdeniz’i, küresel mücadelenin yeni düğüm noktası haline getirmiştir.
Halihazırda Doğu Akdeniz’de faaliyet gösteren başlıca enerji şirketleri arasında Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı (TPAO), ABD’li Exxon Mobil ve Noble, Fransız Total, İtalyan Eni, Güney Koreli Kogas, Katar Petroleum, İngiliz BG ile İsrailli Delek ve Avner firmaları yer alıyor. Milli şirketlerinin menfaatlerini korumak isteyen ülkelerin bölgeye yakın ilgi göstermesi de dikkat çekicidir.
Ayrıca Türkiye’nin dışlandığı East-Med boru hattı projesi, bölgenin jeolojik yapısının kırılganlığı ve hat uzunluğu göz önünde bulundurulduğunda fizibil olmamasına rağmen gündemde tutulmaktadır. Türkiye’nin aktör olarak yok sayılmasına yönelik verdiği mücadelede AB’nin Yunanistan ve GKRY ile hareket etmesi, Doğu Akdeniz’de enerjinin iş birliği değil; çatışmaya yol açmasında etkili olmaktadır.
Kısa vadede bölge rezervleri başta ekonomik nedenler olmak üzere, jeopolitik çatışma yüzünden ancak iç piyasaya yönelik olarak geliştirilebilecek durumdadır. Fakat buna rağmen bölgedeki gerilimin düşmesini beklemek fazlaca iyimser olacaktır.
Geçtiğimiz ay Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, önemli bir doğalgaz rezervi bulunduğunu açıklamıştı. Söz konusu rezervin keşfinin Türkiye açısından önemi nedir?
Karadeniz’de bulunan Sakarya sahasında keşfedilen doğal gaz rezervinin Türkiye açısından öncelikle sembolik bir önemi bulunmaktadır. Doğalgaz talebinin 99’unu ithal eden Türkiye, ilk kez kendi sahasında dev olarak nitelendirilen bir rezerv bulmuştur. Söz konusu miktar ülke tarihindeki en büyük fosil rezervi keşfidir. Karadeniz’de bulunan 405 milyar metreküp (bcm) rezerv Türkiye’nin iç talebini yaklaşık 8 yıl karşılama potansiyeline sahiptir. Ancak bu noktada kesinleşmiş rezerv miktarının henüz belirli olmadığı unutulmamalıdır. Söz konusu sahadan çıkartabilecek miktar açıklanan ilk miktardan düşük olmakla birlikte Türkiye’nin elini güçlendirecektir. Ayrıca bölgede yeni keşifler yapılması potansiyelini bulunmaktadır. Doğu Akdeniz’den farklı olarak Karadeniz’de münhasır ekonomik bölge konusunda taraflar arasında çatışma olmaması buradaki rezervin geliştirilmesi açısından olumlu bir göstergedir. Türkiye, son zamanlarda denizlerde yaptığı arama geliştirme çalışmaları sayesinde artık arama-geliştirme yapan ülke tecrübesine sahip olmuştur. Bu da ülkenin enerji oyununda konumunu güçlendirmektedir.
Karadeniz’de keşfedilen rezerv Türkiye’nin süresi dolacak olan doğal gaz alım sözleşmelerinin yenilenmesi sürecinde pazarlık payını artıracaktır. Bu kapsamda fiyat indiriminin yanı sıra al ya da öde klozlarının devre dışı olması da gündeme gelebilir.
Güncel krizlerden biri ise Dağlık Karabağ’da yaşanıyor. Dağlık Karabağ’ın enerji jeopolitiği bakımından önemi nedir? Süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?
Dağlık Karabağ sorununun yeniden ısınmasının enerji jeopolitiği üzerinde dolaylı etkisi bulunmaktadır. Çatışmaların enerji hatlarının geçtiği Gazah, Tovuz gibi alanlara sıçraması tedirginliği yükseltmiştir. Bu bölgede sınırın hemen doğusunda dar bir koridorda ciddi miktarda Azeri petrol ve doğal gazı Türkiye’ye ve dünya piyasalarına taşınıyor. Buradan Bakü-Tiflis-Ceyhan Ham Petrol Boru Hattı, Bakü-Tiflis-Erzurum Gaz Boru Hattı ve Türkiye tarafındaki parçasını Trans Anadolu Doğalgaz Boru Hattı Projesi’nin (TANAP) oluşturduğu Güney Gaz Koridoru hattı geçmektedir.
Bu koridor, Türkiye’nin Orta Asya’ya açıldığı, Hazar petrol ve doğal gazını Türkiye’ye ve dünyaya taşıyan enerji ve taşımacılık hattıdır. Ermenistan’ın dışlandığı bu projeler bir taraftan Azerbaycan-Gürcistan-Türkiye’yi birleştiren ve Güney Kafkasya’nın dünyaya çıkış projeleridir. Diğer taraftan da Azerbaycan ekonomisinin can damarıdır. Bu nedenle projelere yönelik bir saldırı enerji güvenliğine zarar vererek sorunun daha da büyümesine yol açacaktır. Ermenistan bu noktada Azerbaycan’ın ilerlemesini durdurmak için enerji kartını oynayabileceği blöfü yapmış olmakla birlikte, başta İngiltere olmak üzere ABD, AB ve hatta Rusya bile böylesi bir saldırı durumunda Ermenistan’a ciddi tepki gösterecektir.
Tüm bu denklemlerde Türkiye ile Rusya’nın farklı taraflarda yer aldığı görülüyor. Fakat Türkiye, Rusya’nın katkılarıyla Akkuyu’da nükleer santral inşa ediyor. Bu bağlamda yaşanan diğer gelişmelerin Akkuyu’daki sürece olumsuz yansıma ihtimali var mıdır? Akkuyu’daki projenin Türkiye açısından nasıl bir önem arz ettiğini açıklar mısınız?
Türkiye’nin enerji karmasında halen nükleer enerji yer almamaktadır. Dünya enerji karmasında nükleerin pay yüzde 5 olup; aşırı derecede fosil yakıtlara bağımlı olan Türkiye açısından kaynak çeşitlendirmesi yapmak bir zorunluluk olarak ortaya çıkmaktadır.
Akkuyu projesinde çalışmalar devam etmektedir. Mersin’de yaşayan biri olarak bölgedeki çalışmalar fiilen de gözlemleme şansımız oluyor. Jet krizi sonrasında duran inşaat çalışmalar iki ülke ilişkilerinin normalleşmesiyle birlikte hız kazanmış durumda. Ancak hem jet krizi hem de projeye karşı başlatılan hukuki süreç gibi nedenlerle sözleşmedeki takvimden geriye düşülmüştür. Tüm bunların üstüne COVİD-19 krizi gelmiştir. Bu krizin de projenin bitişini etkilemesi muhtemeldir. Sözleşmeye göre santralinin dört fazının 2023 yılında devreye alınması gerekirken yeni durumda 2023’te sadece ilk fazın devreye alınması planlanmaktadır.
Akkuyu, Rusya açıdan ekonomik olmanın yanı sıra siyasi olarak da önem taşımaktadır. Türkiye’nin nükleer güç olmaya yönelik prestij politikası izlemesi, Rusya’nın Doğu Akdeniz’deki varlığını güçlendirmiştir. Sözleşme gereğince santralin mülkiyeti ve işletme hakkı tamamen Ruslara ait olup; Doğu Akdeniz’deki gelişmeler santralin geleceği açısından etkili olacaktır.
NATO üyesi Türkiye’nin Ruslarla anlaşarak nükleer santral inşa etmesinin yankıları devam ederken son olarak ABD de Polonya’da iki nükleer santral inşa edileceğine dair bir sözleşme imzalamıştır. Ekim 2020’de imzalana sözleşme, Rusya’nın yayılmacı politikasına çevreleme ile karşılık verilmesi olarak değerlendirilebilir.
Söz konusu enerji olduğunda Türkiye ve Rusya arasındaki ilişkinin çatışmadan öte iş birliği odaklı olduğu görülmektedir. Her iki aktör de pragmatist bir dış politika izledikleri için tarihsel sorunlara ve çoğunlukla karşıt bloklarda yer almalarına rağmen enerjide iş birliği yapabilmektedir. Türkiye’nin Rus gazına olan bağımlılığı iki ülke arasındaki ilişkilerde aşil topuğu olup; bunun üzerine bir de Akkuyu için Ruslarla anlaşma yapılması karşılıklı bağımlılık ilişkisinde Türkiye’yi daha kırılgan konuma getirmiştir.
Suriye ve Irak’ın kuzeylerinde yaşanan gelişmeler ve Fransa’nın son dönemde Ortadoğu’da artan etkinliği çerçevesinde Fransa’nın enerji politikaları bakımından ne gibi hedeflerinin bulunduğunu anlatır mısınız? Bunun Türkiye’ye olası yansımaları hakkında bilgi verir misiniz?
Fransa bölgede revizyonist politikalar izleyerek sadece rakiplerini değil; müttefiklerini de karşısına almaktadır. Doğu Akdeniz’e yönelik müdahaleci ve agresif politikası Fransa’nın AB içindeki siyasi liderlik iddiasının yanı sıra Macron’un siyaset tarzıyla yakından ilgilidir. Başta Libya olmak üzere, Suriye, Lübnan ve Kıbrıs gibi bölge sorunlarıyla yakından ilgilenen Fransa, bu çerçevede Yunanistan, GKRY ve Mısır gibi bölgesel aktörlerin yanında Rusya, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Suudi Arabistan gibi müttefikler edinmiştir. Öte yandan Libya’da darbeci General Halife Hafter’i desteklemektedir. Fransız Total’in Libya iç savaşı sırasında bu ülkenin önemli sahalarındaki üretimini ve hisse oranlarını artırması bölgeye yönelik Fransız ilgisinin artmasına neden olmuştur.
Fransa’nın bu politikası Libya, Suriye, Kıbrıs ve Doğu Akdeniz’deki deniz yetki alanları meselelerinde Ankara ile karşı karşıya gelmiştir. İki NATO üyesi ülke arasında yükselen gerilim Fransa’nın çabalarıyla AB gündemine de taşınmıştır. GKRY’nin hak iddia ettiği çatışmalı sahalarda Total’in ruhsat satın alması, iki ülke ilişkilerini daha da olumsuz etkilemiştir. Doğu Akdeniz’e kıyısı olmamakla birlikte tarihi sömürgecilik politikalarını sürdüren Fransa, bölgeye askeri unsur da göndermiştir. Libya ve Suriye’deki iç savaş ortamından faydalanmak isteyen Fransa, bölgede en çok Türkiye’nin tepkisiyle karşılaşmaktadır. Enerji arz güvenliğini sağlamak isteyen Fransa bu anlamda bölge kaynaklarının kontrolünde söz sahibi olmak için saldırgan bir yaklaşım sergilemektedir.
Bildiğiniz gibi 3 Kasım 2020 tarihinde ABD Başkanlık Seçimleri gerçekleşecek. Sizce ABD seçimleri, Rusya ve Avrupa Birliği arasındaki enerji ilişkilerine nasıl yansır?
Muhtemelen röportaj yayınlandığında, ABD seçimleri sonuçlanmış olacaktır. Bununla birlikte seçim sürecinin sonuna gelinmesi, ABD’deki seçim sisteminin yapısından dolayı resmi sonuçların belli olması anlamına gelmemektedir. Başkan Trump’ın enerji sektörüne olan ilgisi ve sektörle arasındaki çıkar ilişkisi tüm dünyaca bilinmektedir. Trump, Amerikan enerji şirketlerinin çıkarlarını savunmanın yanı sıra Rusya’nın AB’ye yönelik yeni enerji yatırımlarının önünü kesmeye öncelik vermektedir. Rus enerji projelerine yönelik yaptırım kararlarının yanı sıra Avrupa ülkelerine Rusya ile iş birliği yapmama konusunda da baskı yapılmaktadır. Avrupa’yı LNG pazarı olarak gören ABD, AB üyelerinin Rus gazına olan bağımlılığını tehdit olarak kabul etmektedir. Trump’ın yeniden seçilmesi durumunda, enerji politikasında önemli bir değişim söz konusu olmayacaktır. Biden’ın seçimleri kazanmasının da ABD enerji politikasında radikal değişiklik yaratması beklenmemektedir. Amerikan enerji şirketlerinin ABD siyaseti üzerindeki etkisi bu şirketlerin çıkarlarının korunması ve öncelikli olması açısından farklı bir politika izlenmesine izin vermeyecektir. Ancak Biden döneminde ABD’nin Orta Doğu politikasında meydana gelecek değişimlerin enerji politikası üzerinde çeşitli etkileri olacaktır.
Leave a comment
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.