AHMAKTAN KAÇIYORUM!
Mevlânâ Hazretleri, kâinatta sergilenen ilâhî kudret ve azametin sayısız tecellîleri karşısında alık, abus ve duygusuz kalan, Allâh’ın nîmetlerini yiyip içtiği hâlde o nîmetlerin asıl sahibini ve âhiret gününü unutan gafilleri “ahmak” olarak niteler.
Ahmaklığın, tedavisi olmayan bir kahr-ı ilâhî olduğunu söyler.
Çünkü ahmak, gönlünü dünyaya kaptırmıştır. Tıpkı kuzunun kurda sevdâlanması gibi.
Ahmak, kendisini ebedî felâkete sürükleyen nefsânî arzularının esiri olmuştur.
Mevlânâ Hazretleri, kahr-ı ilâhîye dûçâr olan ahmaklardan menfî bir in’ikâs gelmemesi, bir hâl sirâyeti olmaması için, onlardan nasıl uzak durmak gerektiğini, Mesnevî’sinde şöyle hikâye eder:
AHMAKTAN KAÇIYORUM!
Hazret-i Îsâ, sanki kendisini bir aslan kovalıyormuş gibi canhıraş bir şekilde kaçmaktadır. Adamın biri, bu hâle hayret ederek ardından koşar ve seslenir:
“–Hayrola, ürkütülmüş bir kuş gibi çırpına çırpına niçin ve nereye kaçıyorsun? Arkanda kimse yok ki!” der.
Îsâ -aleyhisselâm- o kadar hızlı koşmaktadır ki, acelesinden adamın suâline cevap bile veremez. Onun bu şekilde kaçışının sebebini merak eden adam, nihayet ona yaklaşır ve tekrar sorar:
“–Ey Rûhullah! Senin bu kaçışın, benim için bir muammâ oldu! Kimden kaçıyorsun?”
Bunun üzerine Hazret-i Îsâ;
“–Ahmaktan kaçıyorum ahmaktan!.. Git bana mânî olma ki, kendimi kurtarayım!..” diye karşılık verir.
Bu sefer adam;
“–Sen, nefesi ile körlerin ve sağırların şifâ bulduğu «Mesîh» değil misin?” diye ona mûcizelerini hatırlatır ve bu kaçışın hikmetini sorar. Îsâ -aleyhisselâm- der ki;
“–Evet, ben İsm-i Âzam’ı sağır ve köre okudum; onlar iyileştiler. Ölüye okudum, dirildi. Fakat o duâyı bir ahmağın kalbine şefkat ve merhametle defalarca okuduğum hâlde yine de fayda vermedi. O ahmak, âdeta katı bir taş kesildi; lâkin ahmaklığından vazgeçmedi. Çorak bir kum oldu da, ondan bir ot bile bitmedi!” der.
Bu sözleri duyan adamın hayreti daha da artar ve merakla Hazret-i Îsâ’ya sorar:
“–İsm-i Âzam bu kadar şeye tesir edip şifâ verdiği hâlde niçin ahmaklığa tesir etmiyor? Hâlbuki diğerleri de bir hastalıktır; onlara devâ olup da buna olmayışının sebeb-i hikmeti nedir?”
Hazret-i Îsâ -aleyhisselâm- cevap verir:
“–Ahmaklık, kahr-ı ilâhî olan bir hastalıktır. Diğerleri ise körlük gibi kahr-ı ilâhîye uğramayan iptilâlardır. İptilâ da bir hastalıktır; ancak sadece onun müptelâsına acınır. Ahmaklığa gelince o da bir hastalıktır, lâkin ekseriyâ başkasını yaralar ve zarar verir.”
Hakîkaten ahmaklık; âhireti bırakıp dünyayı tercih etmek, yani deryâyı bırakıp damlayı almaktır. Böylesine körce bir tercih yaptıran ahmaklık, aslında kalbin âmâ olmasıdır. Bunca ilâhî azamet tecellîlerine rağmen, kalbin bunları görememesidir. Nasıl ki, gözlerin önüne iki parmak konulduğunda insan hiçbir şey göremez ise, ahmak da Allâh’ın sayısız kudret ve azamet tecellîlerine nâdanca bakar da hiçbir şey göremez.
Onun hâli şuna benzer:
Bir kedinin önüne en leziz kebaplar konsa, lâkin o esnada oradan bir fare geçse, o ahmak kedi, güzelim kebapları bırakır da rezil bir farenin peşinde kendinden geçer. Nefsânî arzularına esir olarak ebedî saâdetini sonsuz bir felâket faslına çevirmek de bunun gibidir.
Bu itibarla ahmaklardan bir hâl sirâyetine mâruz kalmamak için, onlardan aslandan kaçar gibi kaçmak gerekir.
Nitekim Cenâb-ı Hak âyet-i kerîmede:
“…Zâlimler topluluğu ile oturma!” (el-En‘âm, 68) buyurmaktadır.
Leave a comment
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.