AYASOFYA NAMLUDAKİ SON KURŞUN MU / Mehmet MAHMUT YILDIZ
AYASOFYA NAMLUDAKİ SON KURŞUN MU / Mehmet MAHMUT YILDIZ - ŞAHLANIŞ HAREKETİ GENEL BAŞKANI
Saygıdeğer vatandaşlarım.
Bu haftanın yoğun gündemi içinde birkaç adım öne çıkan bir konu var. Ayasofya’nın ibadete açılması.
AYASOFYA kararını yorumlamadan önce bir açıklama yapmam gerek.
Ayasofya’da zaten namaz kılınıyordu. Minarelerinden yedi tepeye ezan sesi yayılıyordu. Dolayısıyla konudan söz ederken “İbadete açıldı., yeniden ezan sesleri semaya yükselecek.” diyenler doğruyu söylemiyorlar. Bu ifadeler, konuyu bilmeyen vatandaşa dönük bir algı operasyonudur. Verilen karar, kullanımla değil, statü ile ilgilidir. Ayasofya’nın hukuki statüsü artık müze değil, camidir.
Pek çok siyaset meraklısı gibi ben de Erdoğan’ın şu anki ortamda Ayasofya’nın açılmasını gönülden istemediğini, bu yüzden de DANIŞTAY ipine un serdiğini düşünmüştüm.
Kabul etmeliyim ki benim gibi düşünenleri yanıltmayı başardı. Üstelik muhtemel vebali de siyasete değil de mahkemeye yükleyerek başarılı bir manevra yaptı. Danıştay’ın sayın Erdoğan’ın iradesine aykırı karar verdiğine elbette inanmıyorum. Ama Erdoğan iç-dış eleştirilere karşısında, hep yaptığı gibi bu kez de olmayan yargı bağımsızlığına sığınacaktır. “Bağımsız yargı karar verdi. Yargı kararına uymamazlık edemeyiz.” diyecektir. Onun daha önceleri işine gelmeyen yargı kararları hakkındaki saygı dolu ifadeleri, arşivlerde yer alsa da vatandaşın zihninden uçup gitmiştir.
Daha önce Danıştay üç kez reddetmişti bu yoldaki davaları. Bizzat Erdoğan da defalarca bu yoldaki taleplere karşı çıkmış ve tahrik olarak değerlendirmişti. Ayasofya’nın cami olarak açılması" için slogan atan gruba seslenmiş; “Şimdi, kardeşlerim, yan tarafından Sultanahmet’i bir dolduralım bakalım. Ondan sonra gerisi gelir önce onu bir halledelim.” diyerek ayar çekmişti.
Bu kez farklı irade beyan etmesi, civardaki camilerin tıkabasa dolmasının değil; siyaseten çok sıkıştığının ve elindeki son kurşunu namluya sürdüğünün göstergesidir.
Danıştay, İdari Yargılama Usul Kanunu gereği, normalde daha önce üç kez yaptığı gibi hem yetkisizlik, hem de kesin hüküm nedeniyle davayı esasa girmeden reddetmeliydi. Çünkü 1934 tarihli kararnameyle kurulan müzeye çevirme işlemi usulen yine kararname ile eski haline getirilir. Danıştay -bizce aldığı talimat uyarınca-bunu yapmayıp esasa girdi, hüküm kurdu.
Bizce mahkemenin esas hakkındaki yorumu doğrudur. Konu vasiyetse, vakıfsa ne mahkeme, ne de idare, vasiyet edenin; vakfedenin iradesine aykırı bir düzenleme yapamaz. Dolayısıyla ne kadar haklı gerekçelere dayandırılsa da 1934 sayılı kararname hukuka uygun değildi.
BURADA BIR PARANTEZ AÇMAM GEREK: İşlemin usulü ile ilgili yorumumuzda ısrarlı olsam da Ayasofya’nın açılışı yolunda atılan adımları uygun buluyor ve destekliyoruz. Bu konuda emeği geçenlere teşekkür ediyoruz. Ancak biz, bazılarının yaptığı gibi bu olaya çok büyük bir misyon yükleyecek, meydanlara dökülecek kadar da kendimizi kaybetmiş değiliz.
AYASOFYA bir semboldür. Kararın da SEMBOLİK değeri yüksektir. Yoksa bu kararla Müslümanlık şaha kalkmayacak, İslâm alemi bu günü bayram ilan etmeyecektir. Milletin, memleketin gidişatında bir değişiklik olmayacaktır. Enflasyon, işsizlik son bulmayacak, toplumsal huzura varılmayacaktır. Ayasofya cami oldu diye ne Türkiye daha dindarlaşacak, daha namuslu olacak, ne de siyaset dili edep dairesine oturacaktır.
Karar, bu günü iple çeken büyük bir kesimin talebine cevap vermiştir. Onlar bir süre çok mutlu olacaklardır. Siyasi gazla çalışan vatandaş kesimi, kısa süreliğine de olsa aç karnının gurultusunu unutacak rahatlayacaktır. iktidar bir süre daha bu gazla yoluna devam edecektir. Bu bakımdan ben karara çok büyük anlamlar yüklemiyor, abartmıyorum. “Niye açıldı” diyenler de “Oh iyi oldu!” diyenler de haklı gerekçeler ileri sürebilirler. Ancak herkesin bilmesi gereken gerçek şudur: Ayasofya kararı ibadet ihtiyacı için değil, toplumsal motivasyon için alınmıştır. Siyaseten gerek duyulduğu için alınmıştır. Dün ihtiyaç duyulmadığı için karşı çıkılan; bugünse konjöktürel olarak ihtiyaç duyulduğu için alınan bir karardır.
Sayın Erdoğan, o günün şartlarına göre değerlendirilmesi gereken 1934 tarihli kararı, ihanet diye damgalamıştır. Burada ilk toplu namazın tarihini de 24 Temmuz 2020 olarak açıklamıştır. Bu, o mahallenin bir türlü kabullenemediği Lozan Anlaşması’nın yıldönümüdür.
Yani Erdoğan ayakta durabilmek için yine tarihle kavga etmeyi, ötekileştirdiği mahallenin duygularını umursamamayı tercih etmiştir. Onun birleştirmek gibi, biz olmak gibi bir derdi olmadığı açıktır.
Ayasofya, dindar vatandaş için çok önemli bir değer olsa da Erdoğan için hedefe varmak için bir süreliğine binilecek bir trenden öte anlam taşımaz. Dini siyasete yamamak, çıkarlara alet etmek, hem dine hem siyasete hem de topluma yapılacak en büyük kötülüktür. Bu kötülüğü yapanlar, vebalini de çok geçmeden ödeyecektir.
Rüzgâr eken fırtına biçti diye karalar bağlayacak halimiz yoktur da memlekete ve millet yazık olmaktadır. Ruhlarda açılan yaralar kolay iyileşmez ve bedende umulmadık yer ve zamanlarda hastalıklara yol açar.
Bu noktadan sonra Ayasofya hakkındaki her yorum boşa kürek çekmektir. Siyaseten de fonksiyonel bir tartışma konusu değildir. Tam aksine iktidarın ekmeğine yağ sürmektir.
Toplumun uzun vadede Ayasofya diye bir derdi olduğu kanısında değilim. Aç insan Ayasofya ile doymaz. Ayasofya, ancak üçbeş dilenciye daha iş sahası, iktidara ise bir süre daha rahat nefes alma imkanı sağlar, o kadar.
Siyaset yapmak isteyenlerin, iktidarın belirlediği gündemin kuyruğuna takılmak, durmadan iktidarı eleştirmek yerine sokakta, halkla omuz omuza olmaları, neleri daha iyi yapacaklarına onları inandırmaları gerekir.
EN KALBİ SAYGILARIMIZLA…
Leave a comment
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.