Ahsen Okyar Söylenmek yerine söylemek lazım…

17Haz/200

İM BU KAHRAMAN? – Mehmet Cemal ÇİFTÇİGÜZELİ

mehmetcemal-iftigzeli2KİM BU KAHRAMAN? - Mehmet Cemal ÇİFTÇİGÜZELİ

Beş sene önce kaleme aldığım bir yazı bu. Doğu Türkistan’ın yiğit evladı Hamit Göktürk buldu çıkardı bu makaleyi. Minnettarım kendisine. Şöyle diyorum bu sohbetimde;

Evden çıkarken gazete haberlerinde turizm operatörleri Çin’in işgali altındaki Doğu Türkistan’a çok ucuz turlar düzenlediğini okudum! Haber internette en fazla tıklanan bir gelişmeymiş. Benim hiç postaneye uğradığım, mektup falan attığım yok ama geçen bir gittim özellikle “Vefatının 50. Ölüm Yıldönümü’nde Mehmet Emin Buğra” pulu aldım!. Öyle bir sevindim ki sormayın?!.

Zaten evden çıkarken yaprağını kopardığım günlük takvimden aklımda kalmıştı “Bugün Vefat Eden Ünlüler”in ilk sırasında “Bağımsız Doğu Türkistan Devleti’nin  ilk Cumhurbaşkanı Mehmet Emin Buğra bugün Ankara’da vefat etti-1965” böyle bir tarihi not vardı!…

Hemen biraz ilerde AVM’deki büyük kitapçıya uğradım torunumun tatil kitapları için. Aklıma geldi sonra “Mehmet Emin Buğra’nın şiir veya diğer çalışmalarından herhangi bir kitap var mıdır?” demeye kalmadan İngilizce olarak, “Hangi Dilde istersiniz?” diye sordu tezgâhtar bayan. Beni herhalde yabancı zannetti. Hiç bozmadım. “Fransızca ve Almanca” deyiverdim. Baskılarının tükendiğini belirtti! Fakat Rusça ve Çince arzu edersem verebileceğini belirtti tebessüm ederek. Ben de hem Türkiye Türkçesi, hem de Osmanlıcasını istedim. Çünkü en fazla konuşulan bütün dünya dillerine meğer tercüme edilmiş Mehmet Emin Buğra’nın eserleri!… Sevindim. Tezgâhtar bir de “Merhum Mehmet Emin Buğra’nın Türkiye’de yayınladığı Doğu Türkistan Dergisi ve Türkistan’ın Sesi Dergilerinin tıpkıbasımını isterseniz size takdim edebilirim!” deyince sevincim artarak devam etti. “Olur” dedim heyecanla. Onları da aldım. Bir de “Mehmet Emin Buğra Albümü” yayınlanmış, itibar baskılı, büyük boy bir kitap olmuş. Bunlara bir tane de Uygur Türkçesi Opera eseri ekledim. Hepsi kocaman bir paket oldu. İnşallah taşıyabilirim.

SİZ HİÇ OPERAYA GİTTİNİZ Mİ?

Akşam TRT Avaz’da zaten Mehmet Emin Buğra’nın hayatını ve mücadelesini anlatan bir film izleyeceğim!… Bir özel kanal da hayatı çile, ıstırap, parasızlık, açlık ve imkansızlık içinde geçerek istiklal mücadelesi veren bu kahramanın 14 bölüm olarak dramasını çekmiş, ilki bu akşam yayınlanacak!… Allah’tan yayın saatleri farklı da ikisini birden izleyeceğim.

Doğu Türkistan Anıtı’nın tam önüne gelmiştim ki bu sırada karım telefon etti. “Sakın Cumartesi akşamı kimseye söz verme, Devlet Tiyatrosu’ndan bilet aldım. “Kime?” diye sakın sorma sürpriz olacak.” Dedi. Sonra “Çocuklar ve torun da gelecek” diye de ekledi. Hiç benden kaçar mı? Hemen sordum “Kutluk Turkan Opereti’ne mi?” Şaşırdı. “Nereden bildiğimi sordu. Anlattım. “Ancak torun sıkılmasın 7 perde 17 sahneden, daha öyle yaşı büyük falan değil” diyecektim, söyleyeceklerimi aklımda bıraktırdı, bana hazır cevap veren karım “Gençlere Uygur Türk Devletinin nasıl ortaya çıktığını en güzel bu eser anlatıyor. Biz aktaramıyoruz hiç olmazsa çağdaş sanatlardan ve sahneden öğrensinler mağdur ve mazlum Türk milletinin mücadelesini! Ankara ve Kültür Turizm Bakanlığımız da sağ olsun böylesi etkinliklere masraftan kaçınmıyor! Muhteşem bir operet olmuş” deyince sustum. Biz yaşlılar kitap okuyabiliyoruz ama gençlerimizin işi gücü var, onlar bizim gibi değil! Hiç olmazsa bir operetten aklında kalanlarla yarına taşınabilirler. “Tamam hanım, müsaidim, programı senin istediğin gibi yaparız, çıkışta da size bir cağ kebabı yatık döner yedireyim, üzerine de bir kadayıf dolması.” Bizim hanım Sivastopol Türküsü söylemeye başladı telefonda ve keyifle ayrıldı böyle bir etkinliğe. Telefonu kapattı. Zaten konuşmamız da tamamlanmıştı.

RÜYA GİBİ HÜLYA GİBİ BİR ŞEYDİ!

Siz bütün bunların doğru olduğunu mu sandınız yoksa? Sakın öyle düşünmeyin çok gücenirim. Bizim, fezada falan mı yaşadığımızı sanıyorsunuz? Biz Türkiye’de yaşıyoruz. Bütün İslam coğrafyası, Türk Dünyası ve bütün dünya kamuoyunun gözleri üzerimizde olan bir Türkiye’de… Bunları yapacak irade toplumda var, yönetimlerde yok maalesef. Ancak isteyince yapıyorlar.

Başkent Ankara’da Çayyolu’ndaki Devlet Tiyatrosu’nda Yunanistan iç savaşını (1943-1949) anlatan ”Rembetiko” adlı bir oyun izlemiştim. Çok da eski değil 10 yıl önce (2005). Sahnede çok kalabalık bir sanatçı topluluğu vardı. Kostümler söz konusu yıla aitti. Işık ve müzik muhteşemdi. Herkes ayakta alkışladı. Programı izleyen herkese “Rembetiko” müziği CD’si de hediye ettiler. Rembetiko batıda delikanlı, devrimci, başıboş gezen kimse anlamında kullanılıyor. Yunan toplumu kent hayatını benimsemeye başladığı Atina, Pire ve Siroz’da bu müzik tutuldu önce. Uyuşturucu ve yeraltı dünyasının teması var sözlerinde Rembetiko’nun. 500 bin Yunanlı Birinci ve İkinci Dünya Savaşı sonrası Amerika’ya göç edince müziklerini de birlikte götürüp, bu müziği moda yaptılar. Hakiki lobi böyle bir şey zaten. Bizimkiler bir asır sonra da olsa bu modayı Ankara’ya taşıdılar! Mehmet Emin Buğra’nın opereti siyasi iradenin ve kültür yetkilileriyle, diğer kimselerin aklına gelmez. Çünkü daha sahnelerimizde Türk insanının “İstiklal Savaşı” bile sahnelenmedi. Ancak Yunanistan iç savaşını anlatan “Rembetiko” ciddi bir kaynak ve kadro ile yer aldı!

FİKİR HAYATINDA YARIM ASIR ÖNCESİ

Kilis Ortamektep talebesiydim (1955) Sınıf arkadaşım İsmail İlmi Kıdeyş’ın şair babası Hafız Kamil Kıdeyş bize abone olduğu Sebilürreşat dergisini okutturur, kendisi de dinlerdi.  Doğu Türkistan’ın ismini ilk defa burada duydum ve okudum.

Salih Özcan’ın Hilal Dergisi ve Mahir İz Bey’in (sonra Mehmet Şevket Eygi) Yeni İstiklal Dergisi’ne abone olmuştum. Zaman zaman Doğu Türkistan sorunu yazılırdı, röportajlar verilirdi. Yerini de haritadan bakıp öğrenmiştim. Günlük siyasi gazete Yeni İstanbul’da da bu konuda haberlere rastlamak mümkündü.

Sait Bilgiç Beyin çıkardığı Milli Yol da öyleydi. Gençliğimizde demek, kitapsız ve rehbersiz olmuyordu, yeni bilgilerle besleniyorduk.

MTTB’de görevim sırasında Doğu Türkistan ile alakalı çok sayıda kitap ve dergi gönderilirdi, hem okur hem de üniversite gençliğine dağıtırdı bu talebe teşkilatımız. Doğu Türkistan artık avucumdaki çizgiler gibi netti hafızamda.

Doğu Türkistan’ın lideri İsa Yusuf Alptekin’i sık sık görüyordum Cağaloğlu’nda, ama Mehmet Emin Buğra’yı bir kere. Başında Uygur takkesi vardı. Kitaplardaki Uygur resminin tarifine uyuyordu. Mezar taşı diye bilinen bir de bıyığı vardı. Hatırımda kalanlar sadece bunlardı.

Ne zaman aziz dostum Uygur Türkü Hamit Göktürk hatırlattı: “Doğu Türkistan Vakfı olarak Mehmet Emin Buğra’yı 50. Ölüm Yıldönümünde İstanbul’da Anıyoruz. Sizi de aramızda görmek istiyoruz” dedi. Koşarak gittim Fındıkzade’deki Anka Oteli’ne. Karşısında da Sezai Karakoç Üstadın Diriliş Gazete ve Yayınevi bulunuyor. Genç soydaşlarımız karşıladı. Yuvarlak masa toplantısı şeklinden bir program düşünülmüş. Bütün salon al ve gök bayraklarımızla donatılmıştı. Çok sayıda davetli vardı protokolde. Açılışı Hafız Enver Karakaş Kuran-ı Kerim okuyarak yaptı. Hepsinin konuşması mümkün değil. Ardından da bir mini panel; Prof. Dr. Abdülkadir Donuk hocamızın yönettiği, Gümüşhane Üniversitesi’nden Yrd. Doç. Dr. Nurahmet Kurban ve Rahmetli Buğra’nın akrabası Araştırmacı Muhammet Ali Alioğlu’nun katıldığı bir etkinlik. Konuşmalarda bilmediklerimi öğrendim, bildiklerimi iyice pekiştirdim. Bakın neler konuşuldu panelde?…

BİR ÖMRE BUNLAR SIĞAR MI Kİ?

Mehmet Emin Buğra (1901-1965). Siyasetçi, alim, şuurlu bir eylem adamı, yazar, tarihçi, mücahit, başkomutan, Uygur Türklerinin öncüsü, Yaş Kaşgar Komitesi ve Milli İnkılap Partisi kurucusu, Doğu Türkistan’ın ilk Cumhurbaşkanı. Ömrü endişe, yoksulluk ve imkânsızlık içinde geçen bir inanmış adam. Sivil toplum ile bağını hiç bir zaman eksiltmiyor, artırarak götürüyor.

Türkiye Cumhuriyeti kurulurken Buğra eğitimini tamamlıyor (1922-1930). Bölge dillerini öğreniyor. Hem de kaç tane? Daha sonra bunu iltica ettiği veya göçtüğü ülkelerde faydasını görüyor. Hemen Çin işgaline karşı direniş başlatıyor. Kardeşi Nur Muhammet Şehit düşüyor öteki mücahitlerle birlikte. Zaten 12 çocuklu aileden üçü sağ kalabilmişti. Bilimi öne çıkaran bir İslam âlimi, yenilikçi bir müellif, değişim ve dönüşümün farkında bir politikacı oluveriyor daha gençken. Eleştiriler de ta o zaman başlıyor kendisine. Doğu Türkistan’ın işgalden kurtulması için para ve kaynak bulmaya çalışıyor. Silah temin ediyor soydaşlarına. Nihayetinde Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti’ni kurarak ilk cumhur reisi oluyor. İpek kâğıda para bastırarak ülkesi adına tesçil ettiriyor. Bu paranın örnekleri İstanbul’da bazı arkadaşlarımızın arşivinde bulunuyor. İlk işi anayasa yapmak oluyor. Erkin adında bir gazete ve İstiklal isminde de bir mecmua yayınlıyor davasını anlatan. Eğitimi yeniden düzenleyerek halkını öne çıkartıyor. Çin zulmü ve katliamı devam edince Hindistan’a hicret (1934) ediyor.

Mücadelesini kaldığı yerden sürdürüyor. Afganistan ve Keşmir’de bağımsızlık savaşının programını yaparak hayata geçiriyor. Bu faaliyetlerden bölgeyi işgal etmiş olan İngilizler rahatsız oluyor ve Peşaver’de 6 ay tutuklu kalıyor. Serbest bırakılınca Afganistan’a sığınıyor ve Kabil’de Türk Büyükelçisi hikâyeci Memduh Şevket Esendal ile tanışıyor. Uygur gençlerinin eğitimi ve askerlik tecrübesi için Türkiye’ye gitmesini sağlıyor. Ayrıca 1850 Uygur Ailesinin Anavatan Türkiye’ye muhacir olarak gelmelerine ön ayak oluyor. Barınma, geçinme ve ikametlerini hallediyor. Bunların tümü Çin mezaliminden kaçmıştır. Bu gençlerin içinde daha sonra general olacak Rıza Bekin Paşa da vardır. Kabil’de bir başka yeni tanıdığı mücahit ise İsa Yusuf Alptekin’dir. Ortak eylem planlıyorlar. Dikkat çekmesin diye adını Abdullah Yarkenti olarak değiştiriyor. Bütün emeli Doğu Türkistan’ı hür ve müstakil bir devlet yapmak… Batı Türkistan özgürlüğünü elde etti ama, Doğu Türkistan halkı hala işkence görüyor.

DÜNYA MAĞDURLARININ SIĞINAĞI TÜRKİYE

Çin’e dönüyor. “Doğu Türkistan Türk’tür” diyor uğradığı işkenc ve zulme rağmen Şincan’da. Zaten doğrusu da bu. Yurtta Cemiyetini kuruyor Dr. Mesut Sabri Baykazi, İsa Yusuf Alptekin ve Kadir Efendi gibi mücahit arkadaşlarıyla. Doğu Türkistan’da zulüm çekilmez bir hal alınca mücadelesini Türkiye’den hatırlatmak üzere İstanbul’a geliyor (1951). MTTB gençliği kendisini büyük bir tezahüratla karşılıyorlar. Burada Türkistan Dergisi’ni yayınlıyor. Boş, bir dakikası bile yok. Siyasetin Ankara’dan yönetildiğini görünce Başkent’e taşınıyor(1954). Başbakan Adnan Menderes, TBMM Başkanı Refik Koraltan ve Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ile dostluk kuruyor. 27 Mayıs Askeri Darbesi sonrasında Devlet Başkanı Cemal Gürsel’in yaveri tarafından kendisine götürülen “senatörlük” teklifini lisanı münasiple reddediyor. Aylık bir dergi olarak Türkistan’ın Sesi’ni yayın hayatına sokuyor. Türkistan’ın Dünü Bugünü adlı çalışması neşredilerek kitap haline geliyor. Vatan Kaygısı adlı şiir kitabı da raflarda yerini alıyor.  Uygur Devletinin ortaya çıkışını anlatan 7 perde, 17 sahneden oluşan Kutluk Turkan Opereti’ni yazıyor.  Çin yönetimi ve medyası ise Mehmet Emin Buğra’ya “ayrılıkçı” veya yeni tabirle “terorist”demekten bir türlü vazgeçmiyor, bu yakıştırmayı hala sürdürüyor.

Hicaz’a gidiyor. Doğu Türkistan Kurultayı’nı topluyor Suudi Arabistan’da. İslam Konferansı Teşkilatı’nda gözlemci statüsü kazanıyor. Milliyetçi Çin diye bilinen ülke ile temas kuruyor, Doğu Türkistan’ın özgürlük mücadelesine katkı istiyor, verilmeyince ilişkisini kesiyor. Oysa Çinli aydınlar bir hususu itiraf ediyorlar. O da şöyle “Biz ata binmeyi, giyinmeyi, yemek yapmayı ve yemeyi Türklerden öğrendik. Bizler sıkışınca, siyasi kavgalara düşünce Türklerden yardım istemişizdir.” Bu söz konusu vesikalarda Türkistanlı liderler de Çinliler için “Onlar bize Allahın emaneti” diyerek hukuklarını koruyorlar.

HAYATINI DAVASINA VERMEK

“Benim Davam yerel siyasetin üstündedir” diyen Mehmet Emin Buğra nereden bakılırsa bakılsın eserleriyle hala 35 milyon Uygur Türkü’nün mücadelesini veriyor. Vefat ettiğinde 64 yaşında idi. Mezar taşında Türkistanlılar adına Prof. Dr. Tahir Çağatay’ın yazdırdıkları şöyle:

“Aziz Dostum Mehmet Emin Buğra. Bugün ay yıldızlı bayrakla kucaklaştın. Tabutunu ay yıldızlı gök bayrağın süslüyor. Yurdunun semalarına,  dağlarına varıncaya kadar Türkistan Kurtuluş Savaşımız durmayacaktır. Mefküre arkadaşların, hayatını uğruna vakfettiğin bu ulu davayı gerçekleştirmek için bütün gayret ve samimiyetle çalışacaklardır. Bundan emin ol ve rahat uyu.”

Kızı Fatma Hanımın eşi yeğeni Yunus Buğra önemli katkı verip ve kolaylık sağlayarak “Mehmet Emin Buğra Eserlerinden Seçmeler” adıyla yayınlattı. Hazırlığını ise Abdülcelil Turan yaptı, Siyer Yayınları neşretretti. Kitabın başında az da olsa bir albüm eklenivermiş. İyi de olmuş. O gece bütün konuklara dağıtıldı bu eser. Okuyana ne mutlu… Hem de dumanı üzerindeydi ve o günün tarihi vardı baskısında: 14 Haziran 2015… Dilerim bütün eserleri dünya dillerine tercüme edilir, opereti sahnelenir, Anadolu Ateşi gibi Doğu Türkistan Ateşi olarak bütün dünyada gösterime girer, Türkistan anıtları yaptırılır, Doğu Türkistan Diasporası ve gelişmeler dünya medyasında yer alır, bölgeye gidip gelmeler artar, Mehmet Emin Buğra’nın belgeseli ve dramaları yapılır.

Uygurlar bütün işkencelere rağmen gösterilerinde Çin bayrağını yakmıyor, hakaretlerde bulunmuyor, “doğruya doğru eğriye eğri” diyorlar. Pekin de Doğu Türkistan’da sadece insan haklarına saygı gösterse, demokratik ve hukuki haklarının kullanmasına müsaade etse, asimile politikasından vazgeçse, din ve vicdan hürriyeti verse bile şimdilik yeter. Çünkü böyle gelmiş, böyle gitmeyecek.

Bu yazıyı beğendiniz mi?

RSS Kaynağımıza abone olun!

Yorumlar (0) Geri izlemeler (0)

Yorum yapılmadı.


Leave a comment

Geri izleme yok.