DİYANET İŞLERİ BAŞKANINA ARZUHAL – Fazlı KÖKSAL
DİYANET İŞLERİ BAŞKANINA ARZUHAL – Fazlı KÖKSAL
Medyada yer alan haberlerden ve internette yayımlanan videolardan, anladığımıza göre, Gaziantep İli İyinacar Camii'nin imamı, Fadıl Yılan'ın 04.06.2019 Günü Ramazan Bayram Namazı Sırasında Hutbe okurken, Başkanlığınızın web sitesinde yayımlayarak bir örneğini Müftülükler aracılığı ile tüm imamlara gönderdiğiniz hutbede[i] yer almayan şu cümleleri sarf etmiştir; “Kurtuluş mücadelesinde bizi kandırdılar. 1.İnönü’de şöyle zafer kazandılar, 2.İnönü’de şöyle zafer kazandılar. Sakarya’da şöyle zafer kazandılar. Şöyle kahramanlık yapılmış, böyle kahramanlık yapılmış. Yunanlıları denize döktüler. Nerde döktüler. Hepsi yalan. Yunanlıların hepsi yaşıyor işte. Keşke o gün savaşı kaybetseydik, belki Osmanlı’yı daha sonra yeniden kurabilirdik ”
Bayramın 1. Gününden itibaren bir mensubunuzun söylediği bu “densiz”, “terbiyesiz”, “milliyetsiz”, “cahil” sözler nedeni ile; imamları gereği gibi eğitemediğiniz ve bu tür millet düşmanlarını eleyemediğiniz için Türk Milletinden kurumsal anlamda özür dilemenizi bekledim. Yalnızca özür değil, “Bu gerçek dışı, tarih bilimine aykırı, millet düşmanı, deli saçması, hatta ancak bir hainin ağzından çıkabilecek sözleri ilk söyleyen Kadir Mısıroğlu’nu hastanede ziyaret ederek, imamın bu konuşmasını teşvik etmiş olabilirim” diye özeleştiri yapacağınız umudunu da hep muhafaza ettim. Ama ne özür geldi ne özeleştiri… Gerçi özür ve özeleştiri bizim geleneğimizde olmadığı için, sessiz kalmanızı da anlayışla karşılamaya hazırdım.
Ama siz twitter hesabınızdan, bu konulara hiç değinmemekle kalmayıp, Müslümanların başka sorunu yokmuş gibi “Ramazan Bayramı'nın Şeker Bayramı diye ifade edilmesi yanlıştır. Şeker Bayramı diye bir bayram yoktur. Bu bayram, Ramazan Bayramı'dır ve bir ibadettir. Böyle bir ifade Ramazan'ın kutsiyetine hafiflik getiriyor. Bu şekilde kullananlar bundan vazgeçsinler.” Şeklinde Müslümanların hiçbir sorununa merhem olmayacak, dini bir referansı da olmayan, ancak yeni bir polemik konusu yaratacak twitt attınız.
Yeri gelmişken söyleyeyim “Şeker Bayramı” Cumhuriyetten sonra uydurulmuş bir kavram değildir. Şemsettin Sami'nin 1318 (1902) Baskılı Kamus-i Türki'sindeki; Ahmet Vefik Paşa'nın 1882 yılında hazırlanan Lehçe-i Osmani'sindeki ve 1890 Baskılı Redhouse Türkçe İngilizce Lügattaki (Lexion) Bayram maddelerine baktığımızda iki bayramdan söz edildiğini görürüz; Kurban Bayramı ve Şeker Bayramı… Sizin bu tavrınızın bir dini temeli olmadığı gibi, etimolojik bir dayanağı da yoktur. Bu yaklaşım sadece dilimizin kelime haznesini zayıflatmaktan başka bir işe yaramaz. Aynı; Merhaba, Günaydın, İyi Sabahlar, İyi Günler, Tünaydın, Hayırlı Günler, İyi Akşamlar, Allaha Ismarladık, Gülegüle, Sabahınız Hayrolsun gibi onlarca kelime yerine toplumu “Selamün Aleyküm” demeye zorlamak gibi…
Sayın Başkan; Şeker Bayramı demek sorun olsa bile; Türkiye’nin, İslam’ın yanlış anlaşılmasından, yanlış uygulamasından kaynaklanan o kadar sorunu var ki; Dinin temel kurallarına ters fetvalar (!) veren, insanların kafasını karıştıran tarikat şeyhleri, cemaat liderleri ortalarda arz-ı endam ediyorlar. Mesela, bunlardan birisi yayımladığı “Hikmetli Sözler” kitabında;
“Ben kadınların dükkan açmasını asla helal görmüyorum”
“Kadından memur olmaz, kadın mektebe gitmez. Duymadık demeyin.”
“Bu düzen içinde kızınızı doktor yapmak Allah’a harp açmaktır.”
“Bir hanım tek başına taksiye binip bir yere gidemez”
“Zaruret olmadan alışverişe çıkan kadınlar direksiz kubbeleri yıkacaklar.”
“Kız çocuğunun orta mektepte lisede işi yoktur” diyebiliyor.
Sizden veya başka bir Diyanet yetkilisinden bunların yanlış olduğu yolunda bir açıklama gelmeyince de Müslümanlar “din bu” diye bu tarikat şeylerinin buyruklarına uyuyorlar.
Adım başı Tarikat adı altında ortaya çıkmış “İslamı Engelleme Barikatları” dinin temellerine balta vuruyorlar…
Aklın almayacağı hurafeler, sapkınlıklar, din adına söyleniyor, yayılıyor… Neredeyse tüm cemaat ve tarikatler “Kuran’ı anlamamak, anlatmamak, anlaşılmasını engellemek” amacına göre dizayn edilmiş gibi…
Sayın Başkan, Diyanet İşleri Başkanının görevi; bütün bunları eleştirmek, bu konularda Müslümanları aydınlatmak mı olmalı, yoksa dinin esası ile ilgisi olmayan polemiklerle gündem belirlemek mi olmalı…
Bir grup Müslüman bilim adamı 2010 yılından bu yana, dünya devletlerinin ekonomi, hukuk, yönetim, siyasi haklar ve insan hakları bakımından islami kriterlere ne kadar uygun hareket ettiklerini ölçümleyerek her yıl ülkelerin “İslami yaşam endeksini” hesaplıyorlar. Ne acıdır ki bu ölçümlemelerde ilk 50 sırada herhangi bir Müslüman ülke yer almıyor. Türkiye 2018 yılı değerlendirmesinde Türkiye 95. sırada. Bu tablo beni çok üzüyor. Bir Diyanet İşleri Başkanı olarak sanıyorum sizi de çok üzüyor…
Aynı ölçüm ve kıyaslama, ülke içinde İslami duyarlılığı az olan insanlarla mütedeyyin Müslümanlar arasında, temizlik, kurallara riayet, karşısındakine saygı gibi alanlarda yapılsa, İslami Duyarlılığı az olan insanların İslami Yaşam endeksleri Mütedeyyin Müslümanlardan yüksek çıkardı. Bu bayram tatilinde mütedeyyin Müslümanların çoğunlukta olduğu 5 yıldızlı bir oteldeydim. Şekil olarak daha “Müslüman” gözüken insanların, dini duyarlılıkları daha az olduğu izlenimi veren insanlara nazaran; çalışanlara karşı daha kaba davrandıklarına, temizlik kurallarına daha az riayet ettiklerine ve açık büfe yiyeceklerde aşırı israfa neden olduklarına, sıraya girme, kurallara uyma gibi hususlara hiç dikkat etmediklerine şahit oldum. Yani Müslümanlığı şekli kurallarına uyan ama İslami özden bihaber bir “Müslüman” kitle ile karşı karşıyayız. Diyanet İşleri Başkanlığının görevi bu çarpıklıklarla mücadele etmek mi olmalı, yoksa özünü bırakarak Kuran okumayı bir müzik yarışmasına çeviren programlara destek vermek mi olmalı?
Her büyük İslam Devleti mimarileri ile kendi devletleri ve dönemleri ile ilgili bir estetik anlayışı ortaya koymuşlardır. Emevi, Abbasi, Magrip, Selçuklu, Endülüs, Babürlü, İran ve Osmanlı Mimari ve estetiğinden bahsetmek mümkün. Şimdi Allaha çok şükür çok sayıda camimiz var. Ama ne yazık ki camilerimizin çok büyük bölümünde estetik kaygıdan bahsetmek mümkün değil. Yine çoğunda mimari gereklilikler dikkate alınmamış. Çoğunda ışık, akustik, iklimlendirme gibi özelliklere hiç dikkat edilmemiştir… Selçuklu camilerinde taş ve ahşap oymacılığı, Osmanlı camilerinde zarafet ve renkler sizin estetik duygularınızı okşar. Camilerde huzur bulursunuz. Ama son yıllarda yapılan camilerin büyük bölümü kötü birer Sinan taklidi. Çok çiğ renklere boyanmış kubbeler ve alemler. Maalesef mimari tahribat yeni cami binaları ile de sınırlı kalmamaktadır. Tarihi camilerindeki ahşap oyma kapı ve pencerelerin yeniliyoruz gerekçesi ile değiştirildiğine, oyma kapıların yağlı boya ile boyanıp orijinalliklerinin yok edildiğine, tarihi camilerdeki el yazması eserlerin ve tarihi halıların yağmalandığına şahit olmaktayız. Diyanet İşleri Başkanlığını Kuruluş ve Görevleri Hakkındaki Kanun Camilerin ibadete açılması ve yönetilmesi yetkisini Diyanet İşleri Başkanlığına bırakmıştır. Bu nedenle cami mimarilerindeki ve estetik görünümündeki hataların sorumlusu da başkanlığınızdır. Sayın Başkan sizin bu konuda herhangi bir girişiminize hatta açıklamanıza şahit olmadık. Ama siz, ilahiyatçı bir iktidar milletvekilinin “Beni nasıl namaz kılıyor görüyorsanız siz de namazı öylece kılın" buyuran Peygamber ümmetini 'saray tarzlarından' uzak tutmuştur. Enderun Teravihi çöküş çağında mana yerine lafzı önceleyen, Kur'an'ı musikiye konu kılan bir bid'at olarak icat edildi.” Eleştirisine konu olan, namazda protokol ile halkı ayırdığınız “Enderun Teravihi”ni gündeme taşıdınız.
Şekli önceleyen, özü yok sayan İslam anlayışı, cemaat ve tarikatların birbirini düşman gören, hatta kendileri dışındakileri İslam dışı gören çarpık anlayışlar, yaygınlaşan hurafe, kadın cinayetleri, çocuk gelinler-çocuk damatlar, kadını 2. Sınıf gören anlayış, yolsuzluklar, uyuşturucu kullanımındaki artış, lüks ve gösteriş, gelir dağılımındaki adaletsizlik, unutulan ibadet: zekat, gençler arasında hızla yayılan deizm ve ateizm… Gibi yüzlerce temel sorunumuz varken, çarpık tarih algısı ile yetişen-yetiştirilen bazı din adamlarının bu devletin kurucusuna, kurucu kadrolarına, tarih, bayrak, istiklal marşı, dil, coğrafya gibi ortak değerlerine, Anayasamızın başlangıç ilkelerine ve ilk dört maddesine karşı takındıkları düşmanca tavrı anlamakta gerçekten güçlük çekiyorum.
“İslam'ı sevdirmek, iyi bir Müslüman olmak en büyük ibadetlerden birisidir. Yaşayışımız, sözümüzden daha etkili olacaktır.” Dediğinizde sizi yürekten alkışlamıştım. Ama Allah aşkına başta siz olmak üzere, yaşayışımızla insanlığa örnek olacak durumda mıyız? Sevgiyi unutmuşuz. Nefret yüreğimiz kaplamış. Toplumsal kutuplaşma had safhada, bizim gibi düşünmeyeni neredeyse “kafir” ilan edeceğiz. Sevgi, barış, hoşgörüde örnek olması gereken din adamları, topluma düşmanlık, nefret aşılayan söylemler sarf ediyorlar. Ramazan bayramı hutbesinde, bir imam; 19 Mayıs’tan başlayıp 9 Eylül'e kadar Sarışın Bir Kurt’un peşinde gerçekleştirdiğimiz Türklüğün Ergenekon’dan 2. çıkışı olan Kurtuluş Savaşına saldırabiliyor. Bu çıkış gerçekleşmeseydi, Nasıl 900 senelik hâkimiyetten sonra Endülüs'te tek bir Müslüman kalmadıysa Anadolu'daki 850 senelik Müslüman Türk hâkimiyetinden sonra hiç Müslüman-Türk kalmaması mukadderdi. Bu imamın davranışı üzücüdür, kahredicidir. Ama ondan daha üzücü olan Diyanet İşleri teşkilatının bu konuda bir tepki vermemesidir. Evet, “Yaşayışımız, sözümüzden daha etkili olacaktır.” Derken çok haklısınız.
Sayın Başkan, Büyük Atatürk tarafından kurulan, "İstanbul Fetvası"na karşı "Ankara Fetvası"nı kaleme alarak İstiklal Savaşına en büyük manevi desteklerden birisini sunan, kendisinin ve eşinin kefen parası dahil tüm servetini Ankara Hükumetine bağışlayan merhum Rıfat Börekçi’nin ilk başkanı olduğu, Ahmet Hamdi Akseki, Ömer Nasuhi Bilmen, Süleyman Ateş, Said Yazıcıoğlu, Ali Bardakoğlu gibi gerçek din alimlerinin oturduğu bir koltuğu işgal ediyorsunuz. O koltuğa layık olmanızı beklemek hepimizin hakkı…
O makamda kim oturursa otursun, işgal ettiği makam saygıya layık olduğu için, saygı sunmak boynumuza borç…
Saygılarımı arz ederim…
Leave a comment
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.