ANILARIN ANLATTIKLARI – Cafer GENÇ
ANILARIN ANLATTIKLARI – Cafer GENÇ
Eğitim işi, öğretmenlik çok hassas bir konudur. Ham maddesi insan olduğu için diğer mesleklerden farklıdır. Mühendis, beğenilmeyen binayı yıkar yerine yenisini yapar. Meyve vermeyen ağacı söker yerine yeni ağaç diker. Eğitimde böyle bir telafi mümkün olmadığı için, yanlış yapma lüksünüz yoktur. Olumsuz bir söz, yanlış bir tavır ve tepki, bir hayatın, bir istikbalin kaybına sebep olabilmektedir. Olumlu ve olumsuz durumlar (iyiler ve kötüler) hayat tecrübesi için örnek teşkil etmesi ve ders alınması bakımından önemlidir.
Öğretmenlikte, elinizdeki malzemenizin (bilgi, donanım, tecrübe...vs.) iyi olmasının yanında, bunların pazarlanması ve satılması konusunda sıkıntı yaşanırsa malzeme bir anlam ifade etmeyecektir.
Bunları söylerken aklıma gelen bir anımı sizlerle paylaşmak istiyorum.
1984-1987 yılları arasında Çorum, Alaca, Şehit Nedim Tuğaltay Lisesi’nde 4 yıl görev yaptım. Memleketim Yozgat'a da yakın olduğu için, bölgenin insanı olmanın rahatlığını da yaşadım. Meslekte beş, altı yıllık genç bir öğretmen olmama rağmen hevesli, istekli ve idealisttim. Okul müdürü, ortaokuldaki oğlunun ve lisedeki kızının derslerini bana vermişti. Sosyal faaliyetleri ben gerçekleştiriyordum. Şu an Trabzon Karadeniz Üniversitesi Müzik Bölümü Öğretim Görevlisi olan Özdemir Hafızoğlu’nu iftardan sonra sahura kadar tiyatro çalıştırırdım, o da müzik programını hazırlardı. Çok iyi öğretmen kadrosuna sahip olan okulumuz, üniversiteye yerleştirmede dereceler yaparak en parlak dönemini yaşamıştı.
Şu an en küçüğü 40 yaşlarında olan o dönemdeki öğrencilerimizden pek çoğunun, tıpta, mühendisliklerde okumuş olmaları gurur kaynağımız olmuştu. Okuttuğum, mezun ettiğim öğrencilerimle, aradan 30 yıldan fazla zaman geçmiş olmasına rağmen hala görüştüğümü, arayıp sorduklarını, ailece görüştüklerimin olduğunu, Bursa'ya geldiklerinde mutlaka aradıklarını ve misafirim olduklarını söylemek isterim. Bu güçlü bağ, eğitim adına verdiğimiz emeklerin unutulmamasının ifadesiydi. Sevmişlerdi ve sahiplenmişlerdi.
1987 yılının sonlarında, Bursa'ya tayinim çıktığında, okul bahçesinde öğretmenlerle ve öğrencilerimle vedalaşırken, “Bu okulun bahçesine senin heykelini dikeceğiz” demişlerdi. Bazı öğrencilerime, “Benim heykel ne oldu, dikildi mi, açılış yapacak mıyım?” diye espri yaptığım oluyordu. 2017 yılının ağustos ayında Alaca'ya uğradım. Okula gittim. Anılarımı tazeledim. Çok duygusal anlar yaşadım. Müdür Yardımcısı Mustafa Bey'le sıcak ve samimi sohbetimiz esnasında, “nerede benim heykelim, görmeye geldim” diye söylendim, şaka yollu sitem ettim.
25 yılı müdürlük olmak üzere yaklaşık 40 yıllık meslek hayatımda, Bakanlık müfettişlerince ilk ve tek teftişimi de bu okulda yaşamıştım. Enteresandır, Bakanlık müfettişleri, hemen hemen her yıl Bursa'ya gelirler, okulları teftiş ederler ve müdürlüğünü yaptığım okullarıma uğramadan giderlerdi. Bunun sebebini soran öğretmenlerime, “Sizler gibi iyi öğretmeni ve okulunu teftişe gerek duymuyorlardır herhalde” diye espriyle karışık onore ederdim.
Mesleğin cilvesine bakın ki, 2009 yılında, İl Milli Eğitim Müdürlüğü’nden gelen iki muhakkik, devamsızlıktan sınıfta kalması gereken, lise son sınıf öğrencilerimizden, sınıf geçirdiklerimiz olduğu gerekçesiyle, beni ve iki müdür yardımcımı görevden almışlardı. Açtığımız davaları geç de olsa kazanmıştık ama bunun bir kadrolaşma entrikası, okulu ele geçirme operasyonu olduğunu anlatamamıştık.
Basın, “Olmaz böyle şey, ödül yerine ceza” diye haber yapmıştı ve TBMM'de soru önergesi verilecek kadar kamuoyu tepki göstermişti. Bakanlık müfettişleri hiç gelmedi demiştim ya, ben 2009 yılının temmuz ayı sonunda görevden ayrıldıktan 4 ay sonra Bakanlık müfettişleri, -ve nihayet- denetleme amacıyla okula gelmişler, muhakkiklerin suçladığı konuların hiç birine raporlarında yer vermemişlerdir. Başarılı bularak özverili çalışmalar ifadesini kullanmışlar ve okuldaki durumun iyi olduğunu belirtmişlerdir.
Alaca Lisesi’ndeki ilk ve tek dediğim teftişimi de, unutamadığımı ve güzel bir hatıram olarak hafızamda yer aldığını belirtmiş olayım. Kısaca bu anımı da anlatayım: Bakanlık müfettişleri, öğretmenlerin derslerine girdikten sonra odalarına çağırarak değerlendiriyorlardı. Resim öğretmeni arkadaşımıza, “Sen nasıl resim dersi öğretmenisin, lacivert takım elbiseyle bu ders yapılır mı, senin elinde, yüzünde boya olmalıydı” dediklerini çok anlamlı bulmuştum.
Lise kısmının Edebiyat derslerine de girmeme rağmen Türkçe öğretmeni olduğum için Ortaokuldaki bir sınıfımda dersime giren müfettiş, ders planımı ve dosyamı alarak en arkadaki sıraya oturdu. Ben, derse başladım. Kelimelerin anlam özellikleri konusunu anlatıyordum. Örnekler veriyordum, yanımda getirdiğim eşyalarla, araçlarla gösteriyordum. Müfettiş beni takip ediyor, arada bir, günlük planıma, dosyama bakıyordu. Ben de heyecanlanmamak için göz göze gelmemeye çalışıyordum. Çok iyi bir sınıf olmasına rağmen sınıfın yarısı parmak kaldırıp sorularıma cevap veriyor, yarısı da çekindiği için olmalı, sessiz kalıyordu.
Bir ara “satır” kelimesinin “sesteş (eş sesli)” olduğunu,”kasabın et doğrama aleti” ve tahtaya yazdıklarımdan göstererek “bu yazının her sırası” dedikten sonra öğrencilerin de örnekler vermesini istedim, sınıfın tamamına yakını parmak kaldırdı. Ben coşmuştum, bir saniye bile boş geçmemişti. Ders bitti, sınıftan çıktık, 5 dakika sonra yanına gelmemi istedi. Odasına girdim. Elindeki notlarına baktıktan sonra bana, “sen ne öğretmenisin?” dedi. İçimden, “az önce dersime girdi, nasıl bilmez, eyvah” dedim. “Türkçe öğretmeniyim, efendim” dedikten sonra, “İyi, güzel de, benim bildiğim Türkçe öğretmeni, 40 dakikalık dersin 10 dakikasında kendi konuşur, 30 dakikasında da öğrencileri konuşturur. Sen tam tersini yaptın” dedi. “Sayın müfettişim, ben de genelde sizin dediğiniz gibi yapıyorum ama kendimi size göstermek istedim “ dedim.
Bu samimi itirafım hoşuna gitmiş olmalı ki, güldü ve “aferin, öyle yap” dedi. Arkasından, “satır örneğini verdikten sonra sınıfın, neredeyse tamamı parmak kaldırdı, farkında mısın?” dedi. “Verilecek çok örnek var, o anda aklıma gelenleri de söyledim” diye cevap verdim. “Planına bu kelimeyi yazmamışsın” dedi. “Bu örnek o anda aklıma geldi, söyledim” sözüme karşılık, “Bak, bu kelime çok etkili oldu, anlaşılmasını sağladı. Hadi aklına gelmeseydi, ne olacaktı, planına yazmış olmalıydın” dedi. Her iki konuda da haklıydı. Bir hafta sonra, Kaymakamlık görevlendirmesiyle ilkokul öğretmenlerine, Türkçe dersinin işlenmesi konusuna eğitim semineri vermiştim ve mesleğimin ilk takdirnamesini almıştım.
Umarım beni yanlış anlamamışsınızdır. Ben, kendimi değil, örnek olması ve ders alınması amacıyla eğitimi anlattım. Anılar, çok şeyler anlatırlar. Yaşamak ve paylaşmak gerekir.
SÖZÜN ÖZÜ: Eğitimde unutmamak ve unutulmamak adına, geride ölümsüz eserler bırakmak gerekir. Ne iş yaparsanız yapın, yaptığınız işte huzurlu ve rahat olun, memnun ve mutlu olun, ruhen ve vicdanen rahat olun. Bilmeyenler olsa da, aldırış etmeyin. Hayat, bana, “ben” olmayı öğretti, siz de sevdikleriniz ve kendiniz için “siz” olun...
Leave a comment
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.