Ulu Şehir Bursa’nın Taşları ve Başları – Mehmet Cemal ÇİFTÇİGÜZELİ
Ulu Şehir Bursa’nın Taşları ve Başları - Mehmet Cemal ÇİFTÇİGÜZELİ
İstanbul’da kışın en zor koşulları birden bire geçti, yerini yeniden pastırma yazına bıraktı. Sanırım havalar artık bir öyle, bir de böyle olacak. Sağanak yağmurlar İstanbul’da, hem hayatı ve hem de trafiği felç ediyor. Dolayısıyla her şey aksıyor günlük hayatta. Bursa’da gideceğimiz gün öyle olmadı. Korkmadım diyemem o gün ama trafik akıyordu. Lodos etkisini yavaş yavaş kaybediyor, hafifleyerek esiyordu, vapurlar çalışıyor, uçak seferleri normale dönmüştü. Ben yine de birkaç saat erken çıktım Şerifali’deki evimden 10.45 Mudanya Vapuru için.
Kabataş İskelesine vardığımda her şey süt limandı. Mustafakemalpaşa Belediyesi “Yarınki Türkiye” etkinliği için Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş, Emekli Büyükelçi, BM Başdanışmanı Üner Kırdar ve beni konuk edeceklerdi. Bir de Moskova’dan misafirimiz vardı, DUMA’nın Rusya-Türkiye Koordinatörlerinden Abdulmalik Kerimof. İstanbul’da ayrıca akademik çalışma yapıyordu. Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin karada, denizde ve havada işletmeleri vardı. Burulaş bunlardan biriydi. Gemimiz hazır bekliyordu. İçerdeki bekleme salonunda yiyecek ve içecek bulmak da mümkündü. Prof. Yalçıntaş yeni modern makinelerin başında para atarak çay almaya çalışıyordu. Nitekim başarılı da oldu. Makine sadece kahve ve çay değil, alkolsüz bütün meşrubatları da veriyordu. Fiyatla alta yazılmış, o kadar parayı siz makineye yükleyince tuşuna basarak tümüne ulaşıyorsunuz. Birbiri ardından hepsi geliyor; kolalar, gazozlar, sütler, meyve suları, sodalar, sular vs,
Burulaş lüks bir de dergi çıkartıyor. Aşırı lüks üstelik… Dergiyi incelerken Abdulmalik Kerimof girdi içeriye. Bir elinde muhafazalı elbisesi, diğerinde küçük çantası… Nevzat Gökalp günlük gazeteleri almak üzere bir ara dışarı çıkıp geldi. Zaten sohbetimiz koyulaşmıştı vakit hızla geçti. Anons yapıldı, gemiye binmemiz için. Peki, Büyükelçi Üner Kırdar yok! Kayınvalidesi vefat edince programı ister istemez değişmiş. Kayınvalidesi rahmetli Afet İnan ile akraba üstelik. Telefonla başsağlığı dileyerek vedalaştık. Gemimiz demir aldı ve yola çıktı. Geminin oturma yerleri otobüs, tren ve uçaklardaki gibi pulman koltuklarla dizayn edilmiş ve numaralar verilmiş. Arayıp buluyoruz.
PUTİN’E BATILI DEVLETLERİN TUZAĞI
Sohbet daha da oturuyor. Suriye’de hava sahamızı ihlal eden Rus askeri jetinin düşürülmesi olayı gündemini koruyor. Tartışıyoruz. Bir grup Rus’un, kendi genelkurmay yönetimini “Suriye’deki Rus savaş uçaklarının Türk sınırlarını ihlal emrini kim verdi, uçaklardan Rus arması niçin söküldü, Türkiye’den yapılan ikazlar Rus pilotlara niye ulaşamadı?” diye şikâyet ettikleri haberi ulaştı. Kriz çıkarmak için biri tuzak kurmuş ama dur bakalım kim?
Yalçıntaş yıllarca TBMM’nde Türkiye Rusya Parlamentolararası Dostluk Grubunun başkanlığını yaptı. Ayrıca kısa adı AGİT olan Avrupa Güvenliği İşbirliği Teşkilatı’nın da başkanıydı. Rusya’da verilmiş devlet nişanı vardı. Çünkü Ankara-Moskova dostluğu başta, ticari ilişkilere çok katkısı olmuş ve geliştirmişti. Adata iki ülke balayı yaşamıştı. Düne kadar da öyleydi. Rusya’da özelleştirmelere iştahı açılan batının tuzağını ortaya çıkarmıştı. Vladimir Putin devlet başkanlığına aday olunca AGİT Heyeti Moskova’daki KGB konuklarının bir zamanlar ağırlandığı Ukrayna Oteli’ne yerleşerek bu seçimi takip etmişti. İngiliz Parlamenter ve AGİT Başkanı Bruce George seçimden bir gün önce nihai bildiriyi yayınlayıp, seçimin demokratik olmadığını duyurmak istiyordu!. Bütün batılı ülkelerin AGİT temsilcileri, bir gün sonra yapılacak seçimin daha bugünden demokratik olmadığı konusunda yayınlanacak nihai bildiriye sıcak baktıklarını açıkladığı toplantıda Prof. Yalçıntaş, “Sayın Başkan George, seçim daha yarın olacak. AGİT çok itibarlı bir uluslararası bir kuruluştur. Bu bildirinin 24 saat sonra seçim olunca imzaya açılması daha doğru olur, yoksa itibarımız zedelenir!” diye hatırlatınca, bu tuzaktan batılılar vazgeçiyor. Çünkü Yalçıntaş’ın bu bildiriye imza atmayacağı ortaya çıkıyor. Putin de seçimi kazanıyor.
ÜÇ ESKİMEZ BAŞKAN VE…
Yeni bir gelişme oldu. Önce eski Sağlık ve Turizm Bakanı Bülent Akarcalı telefon etti. Hazırlanan bildiri hakkında bilgi verdi;
“Türk ve Rus Kamuoyunun takdirlerine sunulur.
Bin yılı aşkın komşuluk ilişkileri yürütmüş, son 25 yılda her açıdan yakınlaşmış, on binlerce evlilik gerçekleştirmiş, milyonlarca vatandaşı birbirini tanımış, dostluklar kurmuş, sosyal-sınaî-ticari-enerji-sanat ve kültür alanlarında geniş ve kapsamlı işbirlikleri yürüten, Devlet Başkanları arasında şahsi ve yoğun temaslar gerçekleştirmiş, iki büyük devlet arasında oluşan son gerginlik durumunun, her iki devletin kadim tarihinden kaynaklanan olgunluk ve serinkanlılıkla çözüleceğine inanmaktayız ve tarafların bir araya gelerek çok seri bir şekilde sonuçlandırılmasını umut ederiz.
Türk ve Rus halklarının birbirini tanıması ve yakınlaşması için uzun yıllar siyaseten mücadele vermiş ve gayret etmiş insanlar olarak, her iki ülkenin yararına olduğu kanaatine şahit olduğumuz için bu açıklamanın yapılmasını yararlı gördük.”
Nevzat Yalçıntaş bu girişime memnun oldu ve imzasını attı. Sonra da Salih Kapusuz. Bu isimlerin tümü de Türk-Rus Parlamenter Dostluk Grubu eski ve kurucu başkanlarıydı. Yeni parlamento yeni dönem için henüz çalışmalarına başladığı için bu grupta görev dağılımı olmamıştı.
Ben bu bildiriyi tuttum ve beğendim.
DUMA’da görevli Abdulmalik Kerimiof’un görüşünü sordum. O da düşündü ve cevabını verdi: “1995’ten bugüne kadar Türkiye Parlamentolararası Dostluk Grubu Koordinatörlüğünü yürütüyorum. 20 Yıla yakın Rusya devlet DUMA’sında (Parlamento) Türkiye lobisi yapıyorum. Yüzlerce sempozyum, konferans ve iş formlarında bulundum. Devamlı Rusya-Türkiye arasında dostluk, kardeşlik, kültür, turizm ve ekonomik ilişkilerin gelişmesine katkıda bulundum. İsteğimiz odur ki, Türkiye ile Rusya arasındaki köprünün temeli sağlam olsun. O köprüden barış içinde geçip gidilsin. Bu köprünün kurulması sonrasında üçyüzbine yakın Türk-Rus evliliği gerçekleşti, bir milyona yakın torun dünyaya geldi, on milyarlarca dolar ihracat ve 150 milyar $ ticaret hacmi için gayret edildi. Bir askeri Rus uçağının Türkiye-Suriye sınırı yakınında düşürülmesi bütün bu ilişkileri alt-üst etti. Değer miydi acaba?
Akıllı bir insan, çevresiyle münasebetleri bozulduğunda, aradaki hoşnutsuzluğu çarçabuk giderip, dostluğunu yenilemesini bilen insandır. Bundan daha akıllısı ise titizlik gösterip, dostlarıyla hiç bir zaman uyumsuzluğa düşmeyen kimsedir. Dostluğun bozulmaması için gerekeni yapmak bizlerin görevi ve borcudur. Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş, Bülent Akarcalı ve Salih Kapusuz’un açıklamalarını olumlu ve önemli buluyorum.”
TAZE BİLGİLER: MOSKOVA’NIN SICAK SUYU
Türkiye’de bugün için istatistiklere bakılırsa 300 bin Rus hanımla evlilik gerçekleşmiş, çocuklarıyla birlikte bu nüfus bir milyona yaklaşmış vaziyette. Ayrıca sadece Antalya’da 40 bin Rus ev almış, iş kurmuş. Bunu Alanya takip ediyor. İstanbul’da öyle. Yeni bilgilere ulaşıyoruz böylece.
Madalyonun öte yanında ise Türk müteşebbislerinin Rusya’da milyar dolarlık yatırımı var. O hale gelmiş ki paskalya yumurtaları gibi. İki yumurtadan hangisi hangisini kıracak değil, biri kırılır ama diğeri de yara alır mutlaka. Bizde de Nevruz şenliklerinde yapılır yumurta kırma yarışmaları. Orada da biri kırılır, diğeri yaralanır.
Hemen arkamızda oturan bir genç telefonla konuştuğu kimseye Rusya’daki yatırımlarından bahsediyordu. İlgimizi çekiyor. Tanışıyoruz. Anlatıyor Zorlu Holding’in Moskova’daki son yatırımını;
- Moskova’ya sıcak su veriyoruz. Başkentin bütün sıcak sularının organizesi bizim şirketçe yapılıyor. Alınan tedbirlerden nasıl etkileneceğiz, bilmiyoruz.
- Kaç Türk işçisi çalışıyor?
- Hiç… Tümü Rus işçilerinden oluşan 100 kişilik bir kadromuz var. Yönetici olarak ben dâhil 5 Türk vatandaşı bu sorumluluğu üslendik.
İşçilerin hepsi Rus, eğer Rus yönetiminin aldığı kararlar doğru uygulanırsa sorun aşılacak gibi, tam tersi olursa önce Rus işçiler işsiz kalacak evine aş ekmek götüremeyecek işsiz kalınca. Moskova da sıcak su sorunu yaşayacak.
Bir de bakmışız ki gemiden son inen biz oluyoruz. İşadamı Mustafakemalpaşalı Okan Özkan bizi dışarıda bekliyor. El sallıyoruz. Kapıya geliyor. Sarılıyoruz. Sonra Mercedes’ine doluyoruz. Muhteşem yollar ve tesisler yapılmış. Takdirle bakıyoruz hep birlikte. İnşaat sektörü her yerde olduğu gibi yine en önde… Gökdelenler, AVM’ler, dev apartmanlar, yenilenmiş kaldırımlar, cıvıl cıvıl kentler, koşuşturan insanlar. Ulusal karayolumuz bile artık yoğunluğa kafi gelmiyor gibi. İzmit Körfezine yapılan dev asmalı köprü bitti bitiyor, Çanakkale Boğazına ise geldi geliyor. Okan Özkan hem bilgi veriyor, hem de yorumluyor;
- Bölgede bin liralık yerler bu gelişmelerle birden bire 40 bin liraya yükseldi.
Karacabey Harası’ndan geçiyoruz. Devlet büyüklerinin yanında bir önceki Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehdi Eker’in dev bir posteri asılmış!… Atları görüyorum onlarca. Alanlar yemyeşil. Tarihi ağaçlar hemen yaşını belli ediyor kocaman cüssesiyle. Bölgeyi de güzelleştiriyor gövdesi, dalları ve yaprakları. Sanki çınar gibi…
TAVACI REFİK’E VAR MISINIZ?
Otobüsler ve TIR’lar bir biri ardından geçiyor. Kasabalar ve köyler arası minibüsler de hatırı sayılacak kadar çok. Dikkatimi çekiyor, meğer taşımalı eğitimin araçlarıymış bazıları.
- Burası Karacabey Devlet Hastanesi yeni yapıldı. 5 yıldızlı otel gibi. 150 kişilik.
Karacabey 80 bin nüfuslu bir ilçe. Özel hastaneler de var, lüks oteller de. Hastanenin tam karşısındaki yola sapıyoruz. Okan Özkan kebap kokuları gelen bir restoranın önünde park etti.
- Tavacı Refik… Sadece Karacabey’in değil bölgenin en iddialı yerlerinden biri… Sanırım beğeneceksiniz.
Bir dere kenarında nezih, temiz ve şık bir yer Tavacı Refik’in müessesesi. İçerisi hanım müşterilerle dolu. Hanımlar kabul günleri böyle de yapıyorlarmış meğer. Okan Özkan annesini gördü, gitti elini öptü. Demek rejim bile leziz yemeğe mani olamıyor. Fuat Ergün dostumuz geldi masaya onca yolu kat ederek, bizimle olmak için. Önce muhabbet ettik. Masaya oturur oturmaz masa mezelerle donatılıyor. Kaç çeşit salata, tereyağı, kabarmış tosun ekmekler, Denizli usulü tereyağında kızartılmış soğan halkaları, kırmızı etli biberler, az acılı domates ezmesi, kaymak gibi yoğurt, şıra, şalgam, ayran… Önce sıcak sıcak etli ekmek servis edildi. Sonra özel tavalarda tereyağında kavrulmuş kuşbaşı kuzu etleri. Benimki az olsun diyenler bile tavasını bitirdi. Tavacı Refik Usta gelip, beğenip beğenmediğimizi sordu. Aksi mümkün mü? 10 numara.
Galiba birkaç öğünlük yemek yedik. Hatta vakit de geçti. Saat 16.00’ya geliyordu. Artık “akşam yemeği yemeyiz” diye geçirdim aklımdan. Hareket ettik. Güneş hala batmamış, hava kararmamıştı.
KENTLER İYİ YÖNETİLİRSE…
Mustafakemalpaşa’ya giriş bir büyük şehir havasında. Bulvar çok güzel dizayn edilmiş yaz kış yeşil kalan bitkilerle dizayn edilmiş. Şekiller verilmiş birbirinden değişik ve güzel. Mustafakemalpaşa’ya 1992 yılından beri sürekli gelirim. Her gelişimde kentin büyüdüğüne, daha güzelleştiğine, yeni yollar açıldığına, temizliğine, canlılığına şahit oluyorum. Bu defa daha da cıvıl cıvıl… Sanki bütün insanlar sokaklarda, öylesine kalabalık. Herkes tebessüm ediyor, güler yüzlü; demek kimseyi hayat pahalılığı, işsizlik falan etkilemiyor. Herkes durumundan mutlu netice çıkarmaya çalışıyor. Otellerin sayısı da artmış. Çünkü nüfus olmuş 100 bin. 150’yi aşkın köyü var. Çoğu ilin nüfusu ve yüzölçümü buradan çok daha az. Merkezde Hotel İşçen’e gidiyoruz. Kapalı otoparkın tam karışında Mektep Sokakta… 5 katlı bir otel. Benim odam en üst katta. Hotel henüz bir yaşına girmiş, eşyaların yeniliği hemen belli oluyor. Yataklar boyu çok uzun olanlar için yüksek ama olsun. Reception’da güler yüzlü iki genç kız var. Kahve ve çayımızı söylüyorlar hemen. Sahipleri de orada refakat ediyorlar sohbetimize. Bu akşam belediyenin toplantı salonunda etkinliğe iştirak edeceğiz. Bir ayağı sürekli İstanbul’da olan Fuat Ergun dostumuz bizi şöyle bir kenti dolaştırıyor. Şehir merkezinden gıda bankasına kadar gidiyoruz. Geniş yeni bulvarlar açılmış. İlerde de Uludağ Üniversitesi’ne bağlı iki meslek yüksek okulu varmış. Yeni bir inşaat var kavşakta. Hemen soruyorum. Fuat Ergün arkadaşımız cevaplıyor.
- Burası çok lüks bir bina. Birkaç ay içinde oturmaya başlarlar. Sanırım 170 metrekare falan. 250 bine almak mümkün. Asansörlü, doğal gazlı…
- Kiralar ne kadar?
- Evler eski olunca 100 bin liraya almak da mümkün. Yeni binalar pahalı. Kiraya gelince 500 TL falan. Lüks olunca 700-750’ye bulmak mümkün.
Marketlerin önünden geçerken meyve sebze fiyatlarına baktım. İstanbul ile aynı. Ancak et ve süt ürünlerinde hem fiyat ve hem de kalite açısından iddialı. SÜTAŞ üretimiyle dikkat çekiyor, ihracatıyla da öyle. EKER kapanmış. Oysa EKER de çok iddialı bir firma idi. Sahibi vefat edince mirasçıları götürememişler. Kuveyt ve Katar’dan gelip de süt ve süt ürünlerine ortak olan firmalar da varmış.
Belediye Başkanı Sadi Kurtulan bir öğretmen… Medeni, sosyal, çağdaş ilişkileri açısından örnek biri… Dünyanın nasıl döndüğünü yakından takip eden bir entelektüel… Yurtdışı tecrübeleri ve temasları da dikkat çekecek kadar önde. Herkesi ve her kesimi kucaklayan bir şefkat abidesi, sevgi anıtı… Yorulmak bilmeyen bir enerjiye sahip… Çok geniş bir muhiti var ayrıca. Sanırım bunda yıllarca Aydınlar Ocağı Başkanlığı yapmasının da katkısı var. Evreni, ülkemizi ve toplumu daha reel tanımanın rahatlığı içinde… Ufku olan bir aydın. Mükrim bir insan ayrıca… Odasında soluklanıyoruz. Tam karşıda Yunus Emre’den bir beyit bize bakıyor:
Gelmeden maksat cihana, bir güzel iş görmektir,
Halka hizmet eyleyüp, ukbada devlet sürmektir.
YARINKİ TÜRKİYE’NİN ÖNÜNDEKİ SORUNLAR
İnsanı çarpıyor bu beyit. Galiba Sadi Kurtulan Başkan göreve geldiğinden bu yana daha önce edindiği tecrübeleri ve olması gerekeni aktarıyor. Annesi rahmetli ile karakalem bir resmini görünce fatiha verdik valide sultana. Makamındaki misafir koltuklarını beğenen, pazarlayan, alan sanırım çok kilolu biriydi, kendisine göre seçmiş. Ben içinde kayboldum. Sadece ben mi?
Toplantı salonunda doluluk oranı yüzde yüz. Şaşırmadım desem yalan olur. Büyükşehirlerde kültür, sanat, ülke sorunları vs gibi konulardaki etkinliklerde salonlar genelde boş veya az dolu oluyor. Kalabalık olanlar siyasetçilerin veya cemaatçilerin etkinliklerinde gerçekleşiyor. Diğerlerinde salon maalesef dolmuyor. Bunun için de sponsorlar bulunarak ya hediyeler dağıtılıyor kitap gibi, ya da yemek ikram ediliyor, ikramlarda bulunuluyor. Hediyesini alan ve yemeğini yiyenlerin de çoğu salonda toplantıya kalmıyor mazeret göstererek. Mustafakemalpaşa Toplantısında salon dolu… Hatta ek sandalyeler getirildi dışarıdan. İnsanların gözleri hem pırıl pırıl, hem fırıl fırıl… Ne konuşulacağını veya konuşulmayacağını anlamaya çalışıyorlar. Tanıdıklarımızla selamlaşıyorum: Mustafa Eren, Önder Balta, Murat Çubukçu, Halit Ersöz, Halit Türkkan, Halil İbrahim Özşekerci hemen gözüme çarpanlar.
Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş anlatmaya başlıyor. Buna göre Yarınki Türkiye’nin önündeki en önemli sorun ‘terör’. Terör sorunu artık çözümlenmeli. Sonra Türkiye’nin caydırıcılığı olabilecek bir savunma sanayi daha da büyümeli. Altay Tankları ülkemizde imal edildi. Çok iyi oldu. Bunu yenileri takip etmeli. Türk Silahlı Kuvvetleri güçlendirilmeli. Sonra etrafımızda İran, Rusya, İsrail ve Avrupa Birliği ülkelerinin çoğu nükleer silahlara ve enerjiye sahip… Türkiye de bu sorunu çözmeli ve nükleer güce sahip olmalı. Dünya Dili Türkçe ihmal edilmemeli. Türkiye’nin moral ve manevi değerleri öğretilmeli ve yaşatılmalı. Bu çalışma kitap olacak ilerde. Herkes gibi ben de merakla bekliyorum.
İNSANIMIZIN TEŞESSÜME İHTİYACI VAR
Oturumu Sadi Kurtulan başkan yönetiyor. Söz sırasını bana verdi. Ben de Yarınki Türkiye’de medyayı anlatacağım. Sürem az. Gecenin bir vakti olmuş. Ama hiç kimse kalkıp gitmiyor, tam tersi hala gelenler var toplantıyı izlemeye.
- Sizi biraz tebessüm ettireyim. Demokrat Parti zamanında herkes gazete çıkararak kendine iş buluyordu. Ancak meslekten anlamıyordu. Düzce’deki böyle bir gazeteye telefon geliyor:
- Ben Namık Kemal, Tekirdağ’dan arıyorum. Benim ölümümün 75. yıldönümünü haber yapmışsınız. Yahu ben ne zaman öldüm ki?
Patron cevap veriyor:
- Sinirlenmeyin Namık Kemal Bey, madem ölmediniz düzeltiriz. Çocuklara söylerim Namık Kemal ölmemiş diye yeni bir haber yaparız!
Bunu kıyas etmek için hatırlatmadım. Gülümseyin istedim. Bir başka tebessüm ettirilecek haber;
- 1967 yılında Kosigin Türkiye’ye gelmiş, Sultanahmet’i gezerken Milliyetçi MTTB’li gençlerin tepkisine neden olmuştu. O günkü şartlarda meyhane baskısına resim yetişemiyordu. Arşivden kullanmak gerekti. Bulunmayınca Arşiv Müdürü Cavit Ersen, asistanına sordu: “Çok acele Kosigin resmini bul. Biz bütün arşivi taradık bulamadık. Gazete baskıya girecek.” Asistanın cevabı ilginçti “Bulamazsınız. Çünkü ben bütün komünistleri toplayıp yaktım.” Varın gerisini siz düşünün.
- Tercüman’da Yahudi kelimesi yasaktı. Çünkü ortaklarından biri Yahudi’ydi. Yahudi kelimesinin yerine Musevi yazılırdı. İstanbul Festivali çerçevesinde ünlü Keman virtüözü ABD’li Yehudi Menuhin İstanbul’a gelmişti. Tercüman’ın musahhihi Yehudi ismini görünce patronun emri gereğince hemen “Benim gözümden kaçmaz” diye Yahudi ismini Musevi olarak değiştirmişti. Ortalık birbirine girdi. Musahhih arkadaşımızın maaşından ceza kesildi.
Aynı gazete sık sık elektrik kesintileri yaşayan Türkiye’de, ülke sorunları olan enerji konusunda sempozyum düzenleyerek kamunun yüküne ortak olmuştu. Ayrıca MTTB ile işbirliğine giderek üniversite giriş imtihanları konusunda öğrencilere katkı sunmuştu.
- Ülkemizde iktidar ve muhalefet gazeteleri vardır. Bunlar medya hizmeti yerine kendi ideolojilerini savunurlar. Ancak çoğu bugün yok, mevcutlar da ilerde öyle olacak. İstiklal Savaşımızı, milli mücadelemizi destekleyen gazeteler vardı, bir de tam tersi. Bugün hiç biri yok. CHP’nin Ulus, Tanin, Vatan, Hür Vatan; Demokrat Parti’nin Zafer, Tasvir, Kudret, Öncü gazeteleri tarih oldu. Adalet Partisi’nin Havadis’i, Son Havadis’i de öyle. Günümüzdeki taraf medya da bu sondan kaçamayacak. Gazete görevi yapan gazeteler ancak devam edecek.
ARAKAN’DAKİ EZİLEN MÜSLÜMANLAR ESKİ OSMANLI TORUNLARI
-Bir zamanlar Eşref Edip Fergan’ın sahip, Mehmet Akif Ersoy’un başyazarı olduğu Sıratımüstakim ve Sebilürreşat dergileri vardı. Onbinlerce basılır Kırım’a, Tataristan’a, Azerbaycan ve Hindistan, Balkanlar ile Mısır’a kadar dağılırdı. Ortak dili Osmanlı Türkçesiydi. Kazan’dan, Akmescit’den, Bakü’den, İslamabat ve Karaşi’den, Kahire’den, Saraybosna ve Priştina’dan yazarları vardı. Derginin Cağaloğlu’ndaki yazıhanesi bir aydınlar kulübü gibiydi. Yazarlar İstanbul’a geldiklerinde dergiye uğrar hem bilgilenir, hem de bilgilendirirdi. Bugün böyle bir dergimiz yok.
- Günümüz medyasında bir zamanlar Osmanlı Cihan Devleti toprakları olan Ortadoğu’dan İngilizlerin esir ederek kölelik için götürdüğü Uzakdoğu’daki Arakan (Myammar) Müslümanlarının sefaleti, katliamı; Filistin’deki vahşeti; Irak ve Suriye’deki gelişmeleri maalesef günümüzde Türk gazeteciler, hatta TRT ve Anadolu Ajansı dahil gidip de en doğru bilgileri aktaramıyor, maalesef batılı ajanslardan alıyoruz. Çünkü bizim savaş muhabirimiz yok. Gazeteler insana yatırım yapmıyor. İlan getirecek kişiye açmış sadece kapılarını.
- Medyadaki vahşet resimleri etik değildir. Öyle kanlı kavga ve ölüm resimleriyle filmlerinin yayınlanması basın ahlakı açısından mahsurludur. Buna maalesef uyan yok. Kadına şiddet haberleri bunun en bariz örneği.
- Libya Lideri Kaddafi linç edilirken bunu Arap kıyafeti giymiş Fransız İstihbarat Ajanlarının gerçekleştirdiğini hiç bir gazetemiz yazmadı. Oysa Kaddafi Türkiye’ye en sıkıntılı günlerde yardım eden biriydi. Bugün Libya, Suriye, Irak ve Mısır her şeye rağmen eski günlerini ve devlet adamlarını arıyor. Bu ülkelere demokrasi de gelmedi üstelik.
- Türkiye’nin yaptığı ikili ve uluslararası bazı anlaşmalarda zaman kaydı vardır. Bunlardan bazıları için 50, bazıları için de “75 yıl sonra” diye not düşülmüştür. Sevr’in ve Lozan Anlaşması’nın maalesef hala arka planındaki bilgi ve belgeler açıklanmadı. Nedeni de bilinmiyor. Bunu muhalefette iken eleştirenlerin eline daha sonra fırsat geçmesine, hükümet olmasına rağmen de hala öyledir.
- İngiltere bir zamanlar Ortadoğu’dan çıkmazdı. Ancak şimdi öyle görünmüyor. Çünkü ABD ile anlaşıp Süveyş’in doğusunu Washington’a bıraktı, kendisi batı ile alakadar oluyor. Amerika’nın İsrail’in genişlemesine sıcak bakması, bölgede bir Kürt devleti kurulması, başta PKK ve PYD gibi terör örgütlerinin eğitilmesi bu halkaya dâhildi.
Neden peki?
LOBİNİZ YOKSA DİRSEK TEMASINIZ DA MI YOK?
Çünkü Peyami Safa gibi gazeteciler yoktur da ondan. Peyami Safa 27 Mayıs Askeri darbesi olduğunda dünya çapında bir ilim adamı olan akademisyen Duvarger’in Diktatör isimli eseri basılır basılmaz Paris’ten getirtip okuyan bir gazeteciydi. Duvarger dünya diktatörlüğüne 27 Mayıs darbesini örnek gösteriyor ilmi açıdan.
Artık bir Mümtaz Faik Fenik de yok. Son Havadis Yazarı Mümtaz Faik Fenik Zafer Gazetesi adına gittiği Londra’da NATO görüşmelerini(1950) sütunlarına taşıyan yazardı. Buna göre İngilizler “Türkiye Müslüman bir ülke olduğu için NATO’ya alınmasının mahsurlu” olduğunu savunuyor. ABD ise özellikle Sovyet yayılmacılığına karşı tam tersi görüşte… Böyle gazetecilerin eksikliği medyada hemen belli oluyor. Mümtaz Faik Fenik olmasaydı, bu arka planı maalesef öğrenemeyecektik.
Moskova ile aramızda sınırımızı ihlal eden bir askeri Rus uçağının düşürülmesi üzerine başlayan gerilimi kendi medya mensuplarının dışında; Moskova Siyonist, Ermeni ve Rum lobilerinin temsilcisi gazetecileri ekranlarda, gazete sütunlarında ve radyolarda konuk ederek artırıyor, kendini haklı çıkarmaya çalışıyor. Ermeni lobisi Moskova’daki televizyonlarda ayrıca sözde Ermeni soykırımını, Siyonistler İslam’ın terörle birlikte anılması konusunu, Rum lobisi de Ege Denizi ve Fırt Hattı gibi hususları hatırlatarak ajite ediyorlar.
Oysa ülkemizde yazar, akademisyen ve fikir adamlarımızı hiç kimse gelişmeler konusunda bilgilendirmiyor. Düşün adamları kendi emekleri ve meraklarıyla bir şeyler elde etmeye çalışıyorlar. IŞİD’in bir batı programı olduğunu hala medyamız yeteri kadar belgelerle aktaramıyor. IŞİD’ten amaç İsrail’i rahatlatmak. Büyük Ermenistan hayali gerçekleştirilemedi hiç olmazsa Büyük İsrail’e katkı verecek bir Kürt devleti kurulması gözlerden ve akıllardan uzaklaştırılmaya çalışılıyor. Hem nalına ve hem de mıhına vuruyor batılılar. Bütün bu sorumluluklar da Londra’nın bir görev değişikliğiyle Washigton’a aktarılmış gibi gözüküyor.
MAVİ KÖŞEDE BAŞÇORBA
Konuşmalar bitince soru yağmuru başladı. Hem de yazılı olarak. Sözlü soru olsa gece yarısını bulacağız hiç kimse ayrılmadan. Bu şunu ortaya çıkarıyor. Soru sormak bir özelliktir. Çünkü hem konuyu bilmesi lazım ve hem de konuşmacıyı iyi takip etmesi gerekir. Toplantıya iştirak eden konukların hepsi birbirinden farklı özelliklere sahip olunca netice de böyle alınıyor. Üç haftalık gazetesi ve iki radyosu olan Mustafakemalpaşa aydınları yarınımız için umut verdi.
Resim çektirdik bol bol. Ayakta sohbet daha da arttı. Acıkmadığımıza da eminim ama yine hep birlikte Adnan Menderes Meydanı’nın girişindeki sabaha kadar açık 7/24 hizmet veren Mavi Köşe Lokantası’na gittik. Yoldakilerle selamlaştık. Kılavuzumuz da Sadi Kurtulan. Selamı ve muhabbeti bol bir kentteyiz. Suratlar asık ise sebebi genelde Bursaspor oluyor. O gece Kayseri’ye kendi sahasında 2-1 yenilmişti. Okan Özkan çok üzüldü bu mağlubiyete ve bir de taraftarın Ertuğrul Sağlam aleyhindeki tezahürata. Vedat Süngü karşıladı bizi. İç içe girmiş salonlardan meydana gelmiş Mavi Köşe. En sondaki ve en büyüğüne kurulan masaya oturduk. İşkembe çorbası da istesen, kelle paça da desen masaya gelen özel formüllü ‘başçorba’ dedikleri özel bir mutfak kültürü. Sarımsağını, biberini, tuzunu, sirkesini siz istediğiniz biçimde ekliyorsunuz. Ben hepsine varım. Çayların da demini burada veriyorlar. Ben sade kahve içtim.
Hotel İşçen’e gittiğimizde saat yarımı geçmişti. Haberleri dinleyip yüksek seviyedeki yatağıma uzandığımda yeni bir günden birkaç saat almıştım.
Dostlar sabah saat dokuzda oteldeydiler. Yağmurlu bir güne başladık. Dün ile bugünün alakası yok. Bizim heyetimiz de hazırdı doğrusu. İzmir istikametinde yola çıktık. Şehir büyüdükçe büyümüş. Yollar duble. Birkaç araç peş peşe çıktık yola. Bizim Kaptan Okan Özkan üst geçitten aşağı inerek bizi NGS Restoran’a indirdi. Yirmiye yakın dostla beraberiz sofrada. Müessese sahibi Ticaret Odasının eski başkanı Adnan Gültaş’ın konuğuyuz. NGS ismini açıyorum. İlk isim kurucu babanın ismi. Gültaş’ın G’si, sütün de S’si konulunca olay bitiyor. Duble yol üzerinde karşılıklı iki restoran NGS Kemal Paşa Tatlıcısı. Kurusunu da satılıyor üç günde tüketmek kaydıyla. Mükellef bir sabah kahvaltısı, bütün ürünler organik. Sohbet burada da derinleşiyor. Ülke meselesinden, dünya meselelerine kadar uzanıyoruz. Böyle bir aydınlar tink tenk’i keşke bütün kentlerimizde olsa. Aydın sorumluluğu da böyle bir şey zaten.
CAMI KIRILAN VAHİDE HANIM: KAYMAKAM OL EMİ ÇOCUK
Bugün Bursa’ya geçiyoruz. Dostlar divanı toplantısında hazır bulunacağız. Bir saat olmasa da yine de uzun bir yolumuz var. Mustafakemalpaşa’dan ayrılmak namümkün. Eski bir rahibe okulunu restore ederek kültür sarayı yapmış belediye. Üç katlı tarihi dokusunu koruyan bir bina… Türk süsleme sanatları dersi veriliyor. Atölyeleri gezdik. Ebru, resim ve değişik kabartma çalışmaları yapılıyor. Bir kamera geldi. Mustafakemalpaşa intibalarımızı istedi konuk heyetten. Anlattık dilimizin döndüğü kadar. Bir aydınlar şehri, bir canlı kent; Mustafakemalpaşa, sürekli ayakta olan bir insanlar topluluğu yaşıyor.
Önümüzde meydan var. Dostlarımız öğrenci iken burada top koşturmuşlar. Çünkü bitişiği de bir ilköğretim okulu. Peki, onun bitişiğinde ne var? Yeni restore edilmiş bir ev. Kimin evi? İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Burhan Özfatura ailesinin evi burası. Ailenin büyükleri Ahmet-Vahide hayırsever insanlar. Vahide Hanım adına bir de cami inşa edilmiş Mustafakemalpaşa’da. Burhan Özfatura evlerini Türkiye Diyanet Vakfı’na bağışlamış, Belediye de oradan icara almış. Ancak restore edilirken Anıtlar Kurulu burunlarından fitil fitil getirmiş. Onlar bilseler ki her yanda aynı sorun var, kendilerine özel değil. Ancak sonunda bina hizmete girmiş. Fuat Ergün anlatıyor;
- Şu önümüzdeki meydanda mektepte iken çok top oynadık. Topu atarken mahallenin tek evi olan Vahide Teyze’nin de çoğu zaman camı kırılırdı. Kaçardık. Ancak o bize yaklaşıp döveceğine veya beddua edeceğine bakın ne derdi?
- Ne derdi Vahide Hanım, yani Burhan Özfatura’nın annesi?
- Derdi ki: “Oğlum inşallah okuyup kaymakam olursun, avukat olursun, doktor olursun!”
- Beddua etmez, dövmez, arkanızdan koşmaz!
- Hayır, kırık camlı pencereden “kaymakam olasınız emi, avukat olasın e mi yahut doktor olasın e mi?” derdi.
Bu insanlar böyle işte. Emsalleri de sürekli azalıyor.
Mustafakemalpaşa Belediyesi’nin logosuna merak salıyorum “neyi ifade ediyor” diye. Biraz Ankara Büyükşehir Belediyesi’ninkine, biraz Mülkiyeliler Birliğine falan benziyor bana göre. Kentte iki minareli cami yokmuş. En üste Bursa Ulu Camii’nin minarelerini yerleştirmişler logoya. Altında şehrin içinden geçen köprü… Sonra kasabanın iddialı iki tarım ürünü biber ve domates, onun aşağısında da kara kalem çalışmalarında örneğini gördüğümüz Mustafa Kemal Paşa’nın silueti.
BU BÜROKRASİDEN BÜROKRATLAR DA ÇEKİYOR
Birkaç araba peş peşe Bursa’ya doğru yola çıkıyoruz. Yağmur var ama öyle aşırı soğuk yok. Olsa da heyetimiz hazırlıklı iklim değişikliğine. Duble yollar, köprüler, kavşaklar, koca koca inşaatlar, yeşilin her tonunun göz bebeklerinize oturduğu bu fiziki mekân muhteşem. Bir ara kendimi Almanya’da hissettiğimi söyledim arkadaşlara, hepsi bu görüşüme destek oldular. Tabelalara bakmayın “Burası Almanya” dersiniz rahatlıkla. İşaret levhaları ulaşımı kolaylaştırmış Allah’tan. Yanı başımızda Bursaspor’un yeni stadyumu var. Değişik bir mimarı ile inşa edilmiş. Ancak UEFA yeşil sahandaki otların boyunu kısa bulmuş, bir de seyirci koltuklarının dip dibe bulunmasına itiraz etmiş. Dolayısıyla Bursaspor’un yeni stadyumunun açılışı ertelenmiş.
Peki, eskisi ne olacak?
Arkadaşlarım buna cevabı hemen yetiştiriyorlar;
- Park, yeşil alan ve dinlenme, eğlence merkezi
- AVM, gökdelen, rezidans falan olmayacak mı?
- Defalarca böyle olmayacağının açıklanmasına rağmen muhalif meslek odaları açtıkları dava ile buna mani oluyorlar. Bazı mahkemeler de onların lehine karar verdi.
Demek artık bir güven zedelenmesi var. Tarafların açıklamalarına itidalli yaklaşılıyor, soluk mahkemelerde alınıyor. Sağlık olsun! Müteveffa Levent Kırca’nın “Sağlık Olsun” televizyon programına ne kadar da güzel giderdi konu.
Bursa Sheraton Oteli’nde kalacağız. Heyet olarak bu gökdelen otele giriyoruz. Her taraf otel, hem de uluslararası marka oteller. Bir zamanlar Bursa’nın görkemli tek oteli Çelik Palas tamirata girdiği zaman birçok ünlü yerli yabancı konuk ziyaretini ertelemişti. Çünkü onlara göre kalacak yer sorunu yaşanıyordu. Şimdi ise beğen beğendiğin kadar. Hatta Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe bu hatırlatmayla havasını da attı. Hakkı da bir bakıma!
Otelin dokuzuncu katındayım. Yeni Bursa’ya tepeden bakıyorum. Hep gökdelen, hep yeni yollar, yeni inşaatlar: hastaneler, üniversite ek binaları, AVM’ler yine. Tramvay yol ve durakları hemen dikkatimizi çekiyor. Bir de helikopter pisti. İstanbul başta her tarafa helikopter dolmuş seferleri başlamış. Uçak da var. Trabzon ve Erzurum dahil çoğu şehre artık otobüsle gitmek kadar uçak ve helikopterle de varabiliyorsunuz. Helikopter parkı da tam karşımızda… Deniz uçakları da Haliç’e iniyor Bursa’dan havalandıktan sonra. Yeni camiler de hemen kendini belli ediyor.
HA ŞÖYLE ULUSAL BİR MARKA
Sheraton Bursa’da odama çıkıyorum. Bir hatırlatma hemen “Odanızda sigara içmediğiniz için teşekkür ederiz. Sigara içildiği takdirde temizlik maliyeti olarak 70 Euro (250 TL) oda hesabınıza yatırılacaktır.” Bunu sevdim işte. Telafisini de gösteriyor “Sigara içen misafirlerimizi Narr Restaurant’a terasın keyfini çıkarmaya davet ediyoruz.” Medeni olmak böyle bir şey demek…
Otele bir aziz dostum geliyor: İşadamı Ahmet Ahıskalı. Yanında oğlu Mehmet Akif var. Sürücüsü Yılmaz da kardeşi gibi. “Hazırlanın yemeğe çıkıyoruz” diyor. Oysa akşam Başkan Recep Altepe’nin yemeğinde olacağız. İkisini de midemize indirecek halimiz yok! Akşam yemeyeceğiz demek. Bütün grup Bursa Botanik Parkı’na gidiyoruz. Ne güzel yerler yapılmış Bursa’da. Yeter ki paranız, pulunuz olsun. Sabit gelirli için hiç değil. Fakir fukara yaklaşamaz bile.
1867’da kebapçılığa başlayan Yavuz İskenderoğlu’nun yerine gittik. Logosunda da resimleri var kaytan bıyığı, saçsız başıyla. Harf inkılâbından önce dedelerine ait Osmanlı Türkçesi ile yazılmış “Kebapçı Mehmet oğlu İskender” levhasını da arşivlerine almışlar. Daha sonra gerçekleştirilen Latin harfler ile yazılan “Kebapçı Mehmet İskender” levhası önünde çekilen bir resim de aynı yerde. Fotoğraf Kaşhan Camii bitişiğindeki aynı adla olan çarşıda ilk yerleştikleri dükkân. Osmanlı renk ve motifleriyle süslü yer “Papatyalı Dükkân” diye biliniyor. Döner kebap lezzetini burada keşfetmişler. İlk döner ocağı kurulmuş, büyük dede İskender Efendi, oğlu Süleyman Efendi(dede), personel ve müşterileriyle Türkçe tabela altında fotoğrafçıya yakalanmışlar. Bir nevi İstanbul’un markası Şekerci Ali Muhittin Hacı Bekir’i gibi. Biri kebapçı, diğeri şekerci… Böylesi markalara Türkiye’nin acil ihtiyacı var.
Eski bir Bursa konağı biçiminde inşa edilmiş burası. Sonra nostaljik bir yerleştirme yapılmış. Bahçe tarafı da şık, kapalı yanı da… Antika eşyalarla da süslemişler. Büyük merasim ve yemek organizasyonları da yapılıyor. Çalışanlar kibar personel. Bir porsiyonu bile sizi doyuruyor. Ama bazı arkadaşlarımız porsiyonları tekrarlattı. Kaymaklı kabak tatlısı da müthiş bir lezzet veriyor damaklara. Sürekli dolup dolup boşalıyor. Bir de sürpriz vardı, gelin ile damat geldi, bittabi peşinden de konukları.
AÇMA KONUYU DELİRTME ADAMI
Biz sohbeti koyulaştırdık. Ahmet Ahıskalı Kafkasyalı. İsmi gibi Ahıska Türkü. Ata dedeleri Gürcistan’dan göçmüş yıllar önce. Kendisinin asıl mesleği iletişimci ama sanayici olmuş. Mükrim bir insan… Özellikleri olan bir aydın işadamı. Rusya’da fabrikaları var. Son gelişmelerden etkilendiği hemen kendini ele veriyor. İşçileri Rusya yasaları gereğince Rus, Özbek gibi bu ülkenin vatandaşı olanlar. Ama herkes işlerinden olacaklarmış gibi bir tedirginlik yaşıyor. Türkiye’deki gerilim de ister istemez işadamlarımıza yansıyor. Belli görüşleri olan müteşebbislerimiz maalesef gözaltına alınıyor. İşadamları kendi aralarında hep bu gözaltını görüşüyorlar, konuşuyorlar, değerlendiriyorlar.
Bunlardan biri de Uşak’ta battaniye üreticisi Hazım Sesli. Bütün dünyaya battaniye ihraç ediyor. Afrika’ya da öyle… Türkiye’ye çok ciddi döviz girdileri sağlıyor. Ayrıca hayırsever bir işadamı olduğundan Afrikalı fakir fukaraya da yardım elini uzatmış. “Sen Hoca Efendi’nin Afrika imamısın!” diye gözaltına alınmış. İzmir’e götürülerek tutuklanmış. Paralelci iddiasıyla Feto diye bilinen davaya sanık olarak dâhil edilerek Silivri’ye gönderilmiş. Bu gelişmeden ailesi çok sonra haberdar ediliyor. Şimdi bu mağdur işadamını görmek üzere ailesi her hafta Uşak’tan Silivri’ye gidip-geliyor. Aman Allah’ım.
- Hatırlar mısınız Bursalı işadamı Cavit Çağlar’a da yıllar önce kelepçe takılarak tutuklatılmıştı. Mahkeme edildi, aklandı. Bu olaylar yeni yaşanmıyor ama istiyoruz ki bu işadamları da yargılansın ama kelepçe takılmasın, tutuklanmasın, mahkemesi tutuksuz olarak görülsün. Bunlar maruf insanlar, yurtdışına kaçmazlar, kaçarsa tedbiri alınsın. Müteşebbislerin motivasyonu bozulmasın.
Ahmet Ahıskalı haklı. Gazeteciler de öyle yargılanmalı. Keşke Cumhuriyet’in genel yayın yönetmeni Can Dündar ve Ankara temsilcisi Erdem Gül de öyle tutuksuz yargılansalar ve ülkemiz uluslararası arenada sıkıntıya düşmese. Nokta Dergisi yöneticileri de. Ahmet Ahıskalı söylemiyor ama dostları biliyor Türkiye’deki böylesi sıkıntıları. Ahmet Ahıskalı Bursa’da bir çimento fabrikası kurmak istiyor. Müracaatını yapıyor. Dilekçesinde de 50 ila 200 milyon arasında bir yatırım yapabileceğini belirtiyor. İşadamlarına baskından sonra burası da maliyeciler tarafından basılıyor ve bütün evraklar götürülüyor. 7 milyon TL ceza kesiliyor. Maliyecilerle konuşuluyor. Onlar “Siz itiraz edin, ancak önce bu parayı ödeyin!” diyorlar. İddia da “neden 200 milyonluk yatırım yapmadın, söylediğin halde?!” Oysa Ahıskalı 50-200 milyon arasında diyor. Bu rakam 100 de, 150 de olabilir. Ancak kurt kuzuyu yemek istiyor, gerekçesi de “suyumu bulandırdın.”
GÜNEY AFRİKA’DA BİR TÜRK İMZASI
Rizeli İşadamı Ali Katırcıoğlu Güney Afrika’ya giderek yatırımlar yapıyor ve ülkemizi alnının akıyla temsil ediyor ve kul hakkına dikkat ediyor. Rabbim de imkân bahşediyor. Ali Katırcıoğlu Cape Town’daki şehre kuşbakışı bir mekânda muhteşem bir külliye yaptırıyor. Tur operatörleri külliyedeki camiyi, müzeyi, sergi salonlarını, tertiplenen etkinlikleri programına alıyor. Osmanlı eserleri etkinliği en fazla ilgi gören bir sergi imiş… Kent Rahibi bile gelerek kutlamış Güney Afrika’ya böyle bir eser kazandırdıkları için. Devlet Başkanı Mandela hayatta iken özellikle ziyarete gelerek tebrik etmiş. Bölgeye her gelen yabancı devlet adamları burayı ziyaret etmeden geçmiyormuş. Güney Afrika hükümeti bundan çok mutlu… Ali Katırcıoğlu Türkiye’ye gelmediği için diğer gönüldaşı gibi bazı müteşebbislerin çektiği sıkıntıları henüz çekmiyormuş. Duyduğumda çok üzüldüm. Oysa Türk işadamları bütün dünyada artık bir marka gibi mührümüzü vurarak bizi temsil ediyorlar.
Otele döndüğümüzde sohbet halkaları oluşmuştu. Selamlaştık dostlarla. Sonra bir sohbet halkası da biz oluşturduk. Yalova Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Niyazi Eruslu ve yardımcıları da sohbete katılıyor. Rektör Eruslu’dan bir eskimez dostumun telefonunu aldım. Belki 30-40 yıldır görüşmüyoruz Prof. Dr. Halit Göknil ile. O da yurtdışından emekli olunca Türkiye’ye dönmüş, İstanbul’a yerleşmiş. Telefonla da olsa hasret giderdik Prof. Göknil ile. Ancak görüşeceğiz. Ahmet Ahıskalı sordu sayın Prof. Dr. Niyazi Eruslu’ya “Yalova Üniversitesi’nde çiçekçilik bölümü var mı?” Yokmuş. Sonra devam etti:
- Etiyopya ile temaslarımız oluyor. Eski Habeşistan çok medeni bir ülke. Müslüman ve Hıristiyanlar aralarından sorun olmadan birlikte yaşıyorlar. Şimdi bütün dünyaya Etiyopya çiçek, gül, bitki ihraç ediyor. Bir yıllık çiçek ihracatı 500 milyon dolar. İhracatta Hollanda’yı geçtiler.
Çiçek üreticisi Türk İşadamları Etiyopya’ya giderek tarla, çiftlik almaya başlamışlar.
Bu da ne şık bir gelişme. Zaten böylesi birlikteliklerin en güzel yanı birbirimizi bilgilendirmek oluyor.
DOSTLAR DİVANI ve SAMİ ÖZEY
Dostlarımızın anlattığına göre, Bursa’ya göç iş dinamizmini artırıyor. Bu görüşe Ahmet Ahıskalı da destek veriyor. “Bursa’da sanayi çok hızlı gelişiyor. İnsan gücüne de çok ihtiyaç var. Burada mesela İnegöl’de işsizlik oranı eksi 3. Yani daha emekçiye ihtiyaç var!”
Ben hatırlatıyorum “Yakınınızda İzmir var Ahmet Bey!” Cevap ilginç geliyor bana: “İzmir her geçen gün emekli şehri oluyor. Mütekaitler İzmir’e yerleşiyor. Bursa ise iç göç ile dinamizm kazanıyor.”
Muhabbet ve sohbet hepimizi kuşatmış vaziyette. Ancak Dostlar Divanı için çağrı yapılıyor. Sheraton’un lük salonuna giriyoruz. Aşırı lüks bir salon… Masalar hemen donatılmış. Ancak benim ve bazı arkadaşlarımın yiyecek hali yok. Her gelen yemeyi geri gönderiyoruz. Sadece limonlu soda alıyoruz. Önce bir grup Klasik Türk Sanat Müziği söylüyor. Bizim masa da iştirak ediyor. Özel televizyon ve radyolar çoğaldıkça TRT de onlarla rekabet etmek için galiba Türk Sanat Müziğini olması gereken yere götüremiyor. Hayırlısı. Yüreğimizin pasını sildi söylenen parçalar. Sonra bir ilahı sanatçısı gelerek üç parça aktardı. En onunda da bir genç sanatçı Erdem Özgen yine Türk Sanat Müziği’nden yeni örnekler sundu. İyi de oldu. Dostlar Divanı yıllardır süren bir program. Değerli dostumuz Gazeteci Sami Özey’in yönettiği programa yöneticiler, müteşebbisler, akademisyenler, kanaat önderleri, yazarlar, siyasiler, sivil toplum temsilcileri başta olmak üzere çok sayıda aydınımız katılıyor. Bu divana Erzincan Valisi Süleyman Kahraman doğudan katılmıştı. Çok sayıda belediye başkanı gelmişti. Sami Özey konukların çoğunu tanıttı, herkese hoş geldiniz dedi.
Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe ilerlemiş saate rağmen güzel bir konuşma yaptı. Yoğunluğu sebebiyle de biraz geç iştirak etmişti toplantıya. Dedi ki Altepe:
- Bursa’mızda 1300 yabancı şirket var. Bursa yardımseverlikte dünyada ikinci sırada… Başta Balkanlar olmak üzere bölge halklarına yaptığımız hizmetlerin haddi hesabı yok. İşyerlerimizde 80 bin Suriyeli çalışıyor. Bursa’dan her yana artık uçak seferlerimiz var. Erzurum ve Trabzon seferleri de başladı. Kalabalıklaşıyor kentimiz. Araba sayımız artıyor. 4 ayda 15 bin araç çekildi yanlış parktan. Trafiği de disipline etmeye çalışıyoruz. Ancak bürokraside yetki kargaşası olduğundan sıkıntılar da çekiyoruz.
YEREL YÖNETİCİLERLE EKRANI İZLEMEK, SANAT SOHPETİ YAPMAK
Recep Altepe’nin anlattıkları gerçekten Türkiye’nin büyümesinin, dünya ile rekabetinin bir resmiydi. Gururlandım. Toplantı gece yarısı ancak tamamlanabildi. Öyle diyorum ama lobide de sohbet sürdü. Haliç Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Remzi Çetin ile bir süre dertleştik. Türkiye-Rusya arasındaki gerilimi değerlendirdik. Aykırı görüşlü Gazeteci Cem Küçük’ün Kanal 7 Televizyonunda dediği gibi 20 milyar dolarlık Rusya’dan giren döviz girdisi Afrika’dan kömür alarak telafi edilemez. Dert bizim dermanını da aramamız gerekecek, kusur değil.
Geç yattık ama erkenden sıcak, buharlı, sıhhi banyolara, havuza inen; sabah namazını Bursa Ulu Cami’de kılan çok sayıda arkadaşımız oldu. İstanbul’da Eyüp Sultan Camii ile Bursa’da Ulu Camii her sabah namazından dolup taşan, avlulara kadar yaz kış demeden ibadet edilen iki önemli medeniyet merkezimiz. Yola park eden arabalardan trafik aksıyor.
Sabah kahvaltısı için otelde buluştuk. Mustafakemalpaşa ve Osmangazi Belediye Başkanları Sadi Kurtulan ve Mustafa Dündar ile birlikte yaptık. Yine işadamları Ahmet Ahıskalı, Okan Özkan Beyler de vardı. TEK RUMELİ TELEVİZYONU’ndaki yapımcılığını üslendiğim Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş ile YAKIN TARİH SOHBETLERİ programımız yayınlanıyor. Hep birlikte izleyeceğiz yeni katılanlarla. Sheraton Oteli’nden ayrılarak Osmangazi’deki Ertuğrul Sağlam Tesislerine gittik. Sayımız da arttı. Programın bugünkü bir başka konuğu da Eski Büyükelçi ve BM Başdanışmanı, Yassıada’da yargılanırken vefat eden İstanbul Valisi Dr. Lütfi Kırdar’ın oğlu Üner Kırdar. Hemen sordum programı nasıl bulduklarını. Mustafa Dündar “Böyle programlara insanımızın ihtiyacı oluyor. Üstelik bir de duayen hocamız var ki Allah uzun ömür versin O’nun birikimlerini yeni nesil bilmeli. Tarihi öne çıkarmalıyız. Tebrikler” dedi. Sadi Kurtulan da öyle… Programın bir eksikliği giderdiğini ve devamının şart olduğunu hatırlattı. Her Pazar günü bu programın dostlarımızla birlikte tiryakisi olduklarını anlattı. Mustafa Dündar bir şeyin daha altını çizdi; “Bu televizyon ve program bölgede en fazla izlenenler arasında. Rakipsizdir.” Bu tespitten de ayrıca mutlu oldum. Mustafa Dündar Osmangazi Belediyesi olarak Hisar adlı itibar baskılı bir dergisi ile yine Gazete Hisar adlı aylık bir şehir dergisi yayınladıklarını belirterek şöyle dedi:
- Fikir, edebiyat ve sanat hayatımızı güçlendirmek için yarışmalar yapıyoruz. Son olarak Ahmet Hamdi Tanpınar adına bir roman yarışması tertip ettik. Çin ve İngiltere dâhil 9 değişik ülkeden de iştirakiler oldu. 250 roman katıldı. 21 eser finale kaldı. Birinciliği Ankara’dan Ercan Başer “İyi Bir Hikâye” adlı eseriyle kazandı. Bütün katılımcıların eserlerini yayınlıyoruz. Yarışmamız bütün edebi, ilmi ve sanat dallarında gerçekleşiyor.
Bu sevindirici bir gelişme benim açımdan. İslam’ın ilk emri “Oku”nun ne demek istediği algısı müthiş…
“KADININ DEĞERİNİ BİLMEK İNANCIMIZDA VAR”
- Kadına şiddet etkinlikleri dolayısıyla Birleşmiş Milletler Heyeti gelmişti. Ben onlara dedim ki: “Bizim inancımız kadını el üstünde tutar. Cennet bile anaların ayakları altındadır. Dolayısıyla kadına şiddeti biz batı gibi kınamıyor, hayatımızın bir parçası olarak her zaman diri tutuyoruz. Suriye’de mağdur edilen ve mülteci olan kadınlar da bu duyarlılığımıza dâhildir. Ama batı bu mağdur ve mazlum kadınları görmüyor” dedi Osmangazi Belediye Başkanı Mustafa Dündar.
- Sayın Başkan sizi kutlarım. Doğru olan da bu… Kendimizi batılılara galiba yeteri kadar tanıtamıyoruz.
- Balkanlara çok yardım götürüyoruz. Mesela Makedonya’nın başkenti Üsküp bunlardan biri… Çoğu yer bizim Osmangazi’nin bir kaç mahallesi gibi nüfusa sahip. Ben Batı Trakyalıyım. Gümülcineli Mustafa Dündar köyünden çıkmış, gelmiş bir milyon nüfuslu bir şehire Türkiye’de belediye başkanı olmuş. Bunun farkında herkes. Köyüme kızımla birlikte gitmek için Yunan Hududundan beni geri gönderdiler!. İçeri almadılar.
- Olamaz, ciddi misiniz?
- Evet çok ciddiyim. Ama biz Rum gazetecileri bile Bursa’ya davet ediyoruz. Gelip görüyorlar gelişmişliğimizi, modernliğimizi, çağdaşlığımızı, inancımızı. Onlara ve hiç kimseye ayırım yapmıyoruz. Son olarak Yunanistan’dan gazeteci grubu konuk ettik. Hem onlara boş zaman imkânı verdik, hem de programımızdaki her yeri gezip dolaştırdık. Sorularına cevap verdik, meraklarını giderdik. Bir tanesi bana bakın ne dedi?
- Ne dedi?
- Çok şaşırıyoruz. Size niçin vize uyguluyoruz?
DAHA DA GELİŞMİŞ AKILLI TEKNOLOJİYİ KİM İCAT EDECEK?
Bu sırada telefonuma Rus medyasında yayınlanan bir karikatür geldi. Açıp baktım. Bir Rus vatandaşı, tatil için Türkiye’ye gelmek üzere adeta kaçıyor, ama Rus polisi de onu eteğinden yakalamış bırakmıyor. Rus polise dönüp diyor ki “Burada artık nefes alamıyorum. Tatilimi Türkiye’de geçireceğim. Benim Putin gibi yatım falan yok. İstediğim yerde demir atıp dinlenme lüksüm de yok. En ucuz ve en iyi yer Türkiye.” Arkadaşlara gösteriyorum. Abdulmalik Kerimov doğruluğunu kabul ediyor tespitin “Türkiye en ucuza en lüks tatil yapılacak bir yer “ diyor. Ben de hatırlatıyorum:
- Bugünkü gazetelerde iki Rus askerinin Suriye’deki çatışmalarda öldüğünü yazıyor. Bu sayı artınca Rus anneler Kremlin’e yürürlerse hiç şaşmayın.
Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş beni destekliyor:
- Afganistan’daki Sovyet işgalinde ve Çeçenistan’daki çatışmalarda bu yaşandı. Rus Anneler yönetimi kınamak üzere Moskova’da yürüyüş düzenlediler.
Gerçekten öyle olmuştu.
Bölgemizin değil sadece, dünyamızın da barışa o kadar fazla ihtiyacı var ki tahminlerin üzerinde.
Vedalaşırken yeni davetler aldık. Sağ olsunlar. Sürücümüz Yılmaz bizi Yalova’dan feribota bindirdi, İstanbul’da evimize kadar da getirdi. Yolda anlattığı ilginçti;
- Çocuklarıma 2 lira harçlık veriyorum. Çünkü diğer ihtiyaçlarını karşılıyorum. Evimde bütün zorlamalara rağmen internet almadım. Televizyon programlarında ise maile karar vererek seçici olduk. Akıllı telefonu çocuklarım istemesine rağmen almıyorum. Çünkü yarınlarından korkuyorum. Onlara iyi bir istikbal içen sürekli kafa yorup duruyorum. Allah sonumuzu hayretsin.
Galiba her aile duyarlı olmak zorunda… Akıllı telefonların ötesini bizim yeni nesil icat etmeli ki Yarınki Türkiye’ye umutla bakalım. Elveda Bursa, merhaba İstanbul…
http://kentgazetesi.biz/ulu-sehir-bursanin-taslari-ve-baslari/ 02 Oca 2016
Leave a comment
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.