TERÖR SALDIRILARINI NİYE ENGELLEYEMİYORUZ? – Av. Ruhittin SÖNMEZ
TERÖR SALDIRILARINI NİYE ENGELLEYEMİYORUZ? – Av. Ruhittin SÖNMEZ
Beşiktaş’taki, 37’si polis, 44 şehit verdiğimiz bombalı saldırılardan sonra, Kayseri’de 14 askerimizi şehit eden bombalı saldırı içimizi yaktı. Toplumdaki tepkiler öfke ve infial ile kanıksama arasında gezinmekte.
Türkiye’yi gazete ve televizyon haberlerinden izleyen herkes iç savaş yaşayan bir ülke izlenimi ediniyor.
19 Temmuzdan bu yana 20 büyük bombalı saldırıya muhatap olduk. Ülke çapında teröre karşı verdiğimiz şehit sayısı 300’ü geçti. Yaralı deyip geçtiklerimizin sayısı şehit sayısından birkaç kat fazla. Bunların ne kadarının hayatına yaşamak denir bilemiyorum.
Peki, niye bu saldırıları engelleyemiyoruz?
Polis babası şehit olan 5,5 yaşındaki Duru’nun, babasının içinde bulunduğu tabuta bakarak sorduğu, can yakıcı soruyu bütün şehitlerimiz için soralım: Bu insanlarımız neden bu tabutların içindeler?
Elbette dünyanın en kalleş, en hain terör örgütleri ve onları maşa olarak kullanan devletlerle mücadele ediyoruz. Bunun zorluklarını ve “kaçınılmaz” olarak verilebilecek kayıpları biliyorum.
Ama kayıplar ve hasar “kaçınılmazlık” boyutunun çok üzerinde.
*********************************************
KAYIPLARIN SİYASİ SORUMLULUĞU
Saldırıları önleyemeyişimizin ve zayiatın fazlalığının sebepleri herkesin bildiği sırlar:
Ø Her bombalı saldırıdan sonra “önleyici istihbarat zafiyetinden” bahsedilince aklıma İçişleri E. Bakanı Efkan Ala’nın açıklaması gelir: "Emniyet İstihbarat Daire Başkanlığı'nda 17-25 Aralık'tan önce yaklaşık 7 bin çalışandan 6 bin 500'ü FETÖ mensubuydu. 81 ilin 74'ünün emniyet müdürü de FETÖ'cü idi.”
Hadi bunlar Emniyetten temizlendi diyelim. Yüz istihbaratçıdan 93’ünün temizlenmesiyle ortaya çıkan boşluk müthiş olmaz mı? Yerlerine gelenlerin yetişmesi, bir sistem kurmaları ve istihbarî bilgileri değerlendirme becerisi kazanmaları için bir zamana ihtiyaç olduğu ortada.
Ø Devlet, PKK terör örgütü elebaşlarıyla önce Oslo’da pazarlık ederken şehirlerimiz silah ve patlayıcı ile dolduruldu. Sonra “Çözüm Süreci” denilen dönemde İmralı- Kandil arasında Meclis’teki uzantıları vasıtasıyla kurulan hat ile ortak bir devlet yapılanması tasarlarken, PKK tonlarca patlayıcı ve gelişmiş silahları stokladı. Devletin bunlardan haberi vardı. Vali ve Emniyet Müdürlerine “size saldırmayanlara dokunmayın” talimatı verildi.
Ø Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş’un ifadesiyle, “Türkiye’nin bugün başına gelen birçok şeyin Suriye’deki durum ve Suriye politikasının bir sonucu olduğu” açık.
“Birkaç gün içinde Şam’da Emevi Camiinde namaz kılacağız” hayalinden sonra geldiğimiz noktada, artık Emevi Camisi yok, 3,5 milyon Suriyeli sığınmacı Türkiye’de. Sığınmacıların içinde ne kadarı terörist, ne kadarı ajan bilinmiyor.
Bu sebeplerle bir iki hafta önceden kiralanan/ çalınan araçlara ülkenin herhangi bir şehrinde daha önceden stoklanmış yüzlerce kiloluk patlayıcılar yüklenebiliyor. Bomba yüklendikten sonra kilometrelerce seyahat ederken ve eylem mahallindeki keşif dâhil sürecin hiçbir aşamasında istihbaratımız haberdar olamıyor.
“Canım şimdi geçmişi karıştırmanın lüzumu yok. Devleti yönetenler gerçeği gördü, artık doğru politikaya döndü” deyip geçemeyiz.
Bütün bunların (FETÖ, PKK ve Suriye Politikasındaki yanlışların) bir siyasi sorumluluğu olmalıydı. En azından demokratik ülkelerde “istifa” denilen bir müessese işletilirdi.
Bizde ise işin sorumluları “Allah ve millet bizi affetsin, aldatıldık” dediler.
Türk adını kullanamadıkları için, adını dahi söyleyemedikleri “bu milletin” yarısı siyasi sorumluları affettiği gibi bu zat-ı muhteremleri “kurtarıcı” gibi görmeye devam etti.
Şimdi bunca şehit, gazi vermemize sebep olan hataları işleyen ve ülkenin içinde bulunduğu ekonomik, hukuk ve demokrasi problemlerini yaratanları “Başkanlık Sistemi” ile taltif etmeye hazırlanıyor.
Hatta Devlet Bahçeli ve MHP yönetimi bile devleti yönetenlerin “bir daha aldanmayacaklarına” o kadar inanmış olmalı ki, “denge ve denetim” tedbirlerini de almadan tek adama ülkenin yönetimini ve Türk Milletinin kaderini teslim etmek için çabalıyor.
Bakın “Kayseri şehitleri” de iki gün içinde unutulacak ve bugünden itibaren (20.12.2016) Meclis “tek adam yönetimini” meşrulaştıracak Anayasa değişiklik paketini görüşmeye başlayacak.
Biliyoruz ki, “Her Millet layık olduğu şekilde yönetilir.”
O halde “sistem değişikliği” konusunda, Meclis’te milletvekillerinin -ve olursa-referandumda halkımızın verdiği oylar nasıl bir yönetime layık olduğumuzu gösterecek.
********************************************
ÖĞRENCİ KONSEYİNİ ELE GEÇİRMESEN NE OLUR?
Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) döneminin özellikle ikinci yarısında, önceki dönemlerde emsali görülmemiş bir particilik anlayışı hâkim.
Bu anlayışın bence AKP’ye de bir faydası yok, toplumun geneline de.
Bu görüşümü AKP’den üç dönem milletvekilliği yapmış bir arkadaşımla da paylaşmıştım: “AKP döneminden önce mesela Adalet Partisi ve Anavatan Partisi tek başına iktidar oldular. Bu dönemlerde her partiden insan devlet dairelerinde bir işi olsa adamını bulup yaptırabilirdi. Devletin her kademedeki kadrolarında çeşitli siyasi partilerden memurlar olurdu. Tayin ve terfiler konusunda hukuk kuralları böylesine göz ardı edilmezdi. Devlet ihalelerinin büyükleri iktidar partililere verilse bile başka partiden olanlar da ihaleleri alabilirdi.
Şimdi devlette de, ticarette de hatta sivil toplum faaliyetlerinde bile AKP’li olmayana hayat hakkı yok.”
Sonra şöyle bir değerlendirme yaptım: “Demokrasilerde devleti yönetmeye talip olanlar herkesin mutluluğunu gözetmek zorundadır. Bizim geleneğimizde bir miktar partizanlık vardır. Ama muhalefet partilerine gönül veren vatandaşların da rahat nefes alabilecekleri bir alan yaratmak gerekir. Muhalefete oy veren vatandaşların nefes alacağı, hak, hukuk, adalet kavramlarına güvenebileceği bir ortam yaratmazsanız ileride sokağa çıkamaz hale gelebilirsiniz. Kedi bile duvara bu kadar sıkıştırılmaz, üzerinize atlayabilir.”
Bu milletvekili arkadaşım da bana hak vermiş, “mahalle spor kulübü başkanlığı konusunda bile Tayyip Bey’den yardım isteyen partililer oluyor. Bu kadarı gerçekten fazla” demişti.
***
Üniversitelerimizde “Öğrenci Konseyi Başkanlığı” seçimleri yapıldı. Ak Partili öğrenciler adına aday olanlar seçimleri kaybedince seçimlere itiraz ediyor, işin içine karışmadık siyasetçi kalmıyor, bazılarında da seçimlerin iptali yoluna gidiliyor.
Kocaeli Üniversitesi’nde de benzer bir durum yaşanmakta. Yapılan seçimlerde Mühendislik Fakültesi Kulübü Başkanı Fahrettin Porsuk kazanmış. “Ak Partili” adayı geçerek Başkan seçilen bu gencimiz de Türk Milliyetçisi, vatanın, milletin, bayrağın tekliği idealine sahip, donanımlı ve çalışkan bir öğrenci.
Kendisini seçildikten sonra tanıdığım Fahrettin Porsuk, “belli bir zümrenin değil, bütün öğrencilerin başkanı olacağım” diyen birleştirici, bütünleştirici, lider özellikleri olan bir genç.
Seçimler tamamen kendi kuralları içinde ve demokratik bir olgunlukla yapılmış olduğu halde seçimi kaybeden taraf itiraz etmiş. Şimdi Rektörlük bünyesinde kurulan komisyon itirazı değerlendirmekte imiş. Çok sayıda siyasetçinin de kararı etkileme gayretinde olduğunu duyuyoruz.
Bunlar iyi şeyler değil.
“Milli birlik ve beraberlik… Kardeş olmak… Yeniden Türkiye olmak…” Kuralları zorlayarak, bütün kurumları ele geçirerek olmaz.
Bırakın Üniversite Öğrenci Konseyi seçimlerinde demokratik kurallar işlesin, seçmen iradesine saygı gösterin. Kaybeden de gelecek seçime daha iyi hazırlansın.
19.12.2016
Leave a comment
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.