
KAMU GÜCÜNÜ KULLANANLARIN ÜSLUP SORUNU – Ruhittin SÖNMEZ
KAMU GÜCÜNÜ KULLANANLARIN ÜSLUP SORUNU - Ruhittin SÖNMEZ
Siyasetçiler ve atanmış bürokratların belli bir seviyenin üstünde nezaket, zarafet, ciddiyet ve ağırlıkta konuşmaları beklenir.
Çünkü “devlet adamı” olmak demek, kendilerine bir süreliğine emanet verilmiş olan kamu gücünü kullanabilme yetkisine sahip olmak demektir. Kamu gücünü kullananlara bu güç, şahsi emellerine hizmet etsin ve kaprislerini tatmin etsinler diye değil, millete hizmet etsinler diye verilir.
“Kaht-ı rical” yani devlet adamı yoksunluğu çektiğimiz dönemler çok oldu. Ancak devlet makamlarında görev yapan yetkililerin üsluplarında günümüzdeki kadar aşağı seviyelere düşüldüğü çok nadirdir.
Son dönemlere kadar, devlet gücünü kullanmasalar da iktidar olma çabası içinde olan siyasi partilerin genel başkanları ve üst düzey yöneticileri de devlet adamı ciddiyeti ve sorumluluğunda olmaya özen gösterirlerdi.
AP Genel Başkanı ve Başbakan Süleyman Demirel’in rakibi CHP lideri İsmet İnönü’ye saygılı üslubunu; İsmet İnönü’nün DP Genel Başkanı ve Başbakan Adnan Menderes’in metresi ile yaşadığı ilişkileri siyasi rekabet vasıtası yapmamasındaki inceliği özlüyoruz. O çok eleştirilen koalisyonlu yıllarda, sokaklarda çatışmaların olduğu ortamlarda bil birbirlerine “Sayın” sıfatı ile hitap eden liderleri arıyoruz.
S. Demirel’in, T. Özal’ın, Bülent Ecevit’in, A. Türkeş’in, N. Erbakan’ın kendilerini en sert şekilde eleştiren karikatüristler, tiyatro ve sinema sanatçıları, yazarlar ve gazetecilere hoşgörülerini özlemle anıyoruz.
DÜNYANIN ORTAK DİLİ SANAT – Seyfettin KARAMIZRAK
DÜNYANIN ORTAK DİLİ SANAT - Seyfettin KARAMIZRAK
Sanat, insanlığın en eski ve en güçlü ifade biçimlerinden biridir. İnsanlar içindeki duyguları, düşünceleri ve sosyal yapıları iletmek için sanat aracını kullanır. Bu durum, sanatı
yalnızca estetik bir değer olarak değil, aynı zamanda toplumsal bir dönüşüm aracı olarak da ön plana çıkarır.
Picasso, sanatın günlük hayatın ruhumuzda bıraktığı tozu yıkadığını söyler.
Sanat, bireylere kendilerini özgürce ifade etme fırsatı sunarken, ekip içinde iletişimi güçlendiren eşsiz bir araçtır. Medeniyetler arasında barışı ve diyaloğu sağlar.
28 Nisan 2025 tarihinde 31. resim sergimi açtım. Meslektaşlarımın, dostlarımın, sanatseverlerin ve basın mensuplarının katılımıyla bir güzel etkinliğe daha imza atmış olduk.
36 adet karakalem ve stabilo tekniğiyle yapılmış tablom sanatseverlerin beğenisine sunuldu. Katılımcılara yürekten teşekkür ediyorum.
Mutluluklar paylaşınca daha da artarmış. Katılımcıların tebessümü tabloların güzelliğine yansımıştı san ki. Benim de yüzümde çiçekler açtı doğrusu.
“Duygu ve düşüncelerin en güzel ve en estetik haliyle tablolarda vücut bulmuş” halini paylaşmaktan yürekler mutluydu.
AYM BAŞKANINDAN MAHŞERDEKİ YARGILAMA UYARISI – Ruhittin SÖNMEZ
AYM BAŞKANINDAN MAHŞERDEKİ YARGILAMA UYARISI - Ruhittin SÖNMEZ
Anayasa Mahkemesi’nin (AYM’nin) kuruluş yıldönümü töreninde, AYM Başkanı Kadir Özkaya CB Erdoğan’ın huzurunda bir konuşma yaptı. Özkaya konuşmasında Kur’an’dan ve diğer kadim kaynaklardan da alıntılar yaparak, “Mahşer ortamındaki yargılanma”yı hatırlattı.
“Hiçbirimiz ebedî değiliz. Gün gelecek hepimiz için ortaya bir terazi konulacaktır… Bir gün mutlaka mizan kurulacak, hesabı bizlerden sorulacak. Yapılan iyilik veya kötülüğün hardal tanesi ağırlığında bile olsa, bir kayanın içinde saklı da olsa, bir gün mutlaka karşımıza çıkacağı ve bizden bunun hesabının sorulacağı unutulmamalıdır” dedi.
Yargıya güven iyice azaldı. Hemen her güne, yargı eliyle yapılan siyasi sonuçlu operasyonlarla uyanıyoruz.
Bu ortamda Anayasa Mahkemesi Başkanının “Hakkın ayakta tutulması ve adaletin sağlanması bakımından en önemli sorumluluk hâkimlere düşmektedir. Hâkimler daima hak ve haklının yanında olmalıdır. Hiçbir neden, onları hakkı ayakta tutmaktan alıkoymamalı, adaletsiz davranmaya yöneltmemelidir. Herhangi bir dışsal etki altında kalmadan tarafsız bir tutumla özgürce karar vermelidirler” demesi önemlidir.
Ancak AYM Başkanının mahşer ortamına gelmeden de “hukuk devletinde” hiçbir hukuksuzluğun ve kötülüğün cezasız kalmayacağını, kanunlar karşısında herkesin eşit olduğu ve yargılamaya müdahale eden “dışsal etki” yaratanların da yargılanmaktan muaf olmayacağını vurgulaması yeterli olmalı idi.
Bunun yerine, benim de gönülden inandığım, “mahşer ortamındaki yargılamaya” atıf yapması mevcut sistem içinde yargının görevini yapamadığını görmekten kaynaklanmış olabilir.
Belki de AYM Başkanının dini referanslara başvurmasında muhataplarının başında “nas var, sana bana ne oluyor” diyen Cumhurbaşkanının orada olması etkili olmuştur.
KUTLAYANLAR ve HAVLAYANLAR – Adem ARI
KUTLAYANLAR ve HAVLAYANLAR – Adem ARI
“Ya Adem hoca sen nasıl tarihçisin hep gündemi kaçırıyorsun” diyebilirsiniz. Evet gündemi kaçırıyorum çünkü ben gazeteci değilim, tarihçiyim.
23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramımızı ülke olarak, Türk Dünyası olarak idrak ettik. İdrak sözcüğü; erişmek, ulaşmak, kavuşmak, anlamak, kavramak gibi sözcüklerle anlamlandırılmaktadır.
Bir sözcüğü en iyi anlam yükleme karşıtını göstermektir. Her şey zıddıyle kaimdir.(ayakta durur) İyiliğin değerini anlamak için kötülüğün ne olduğunu göstermek, vatanseverliği bilmek için ihaneti görmek gerekir gibi. Sosyal medyadan 23 Nisan kutlamalarını izliyorum.
Bir tarafta;
23 Nisan’ı bir bayram olarak bekleyip, ulaşanlar ve kutlayanlar,
Öbür tarafta;
Ataürk’e, Cumhuriyetimizin Kuruluş Değerlerine kinlerini kusanlar.
HÂKİMİYET MİLLETİN DİYEBİLİR MİYİZ? – Ruhittin SÖNMEZ
HÂKİMİYET MİLLETİN DİYEBİLİR MİYİZ? - Ruhittin SÖNMEZ
105. kuruluş yıldönümünü kutladığımız TBMM’nin Genel Kurul Salonunda “Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir” yazılıdır.
Kurucu iradenin “Hakimiyetin kayıtsız şartsız millete ait olduğunu” ifade eden anlayışı halen devam ediyor mu? Özellikle Cumhurbaşkanlığı Sistemine geçtiğimizden bu yana bu konuda yoğun tartışmalara şahit oluyoruz.
Bu sorunun cevabı için, 105. Yılda “milli hâkimiyeti” veya “ulusal egemenliği” sağlayan unsurları sorgulamamız gerekiyor.
· Milli egemenliğin merkezi olması gereken TBMM’nin günümüzde etkinliği kalmamıştır.
Özellikle Cumhurbaşkanlığı sistemine geçtikten sonra, ülkenin kaderini etkileyen bütün karar ve uygulamaların merkezi Meclis’ten Saray’a geçmiştir.
TBMM’de “seçilmiş kralların” yönettiği siyasi partilerin aday göstermesiyle ve milletin oy vererek seçtiği 600 milletvekilimiz var. Ancak YASAMA yetkisi fiilen partili Cumhurbaşkanının elinde.
Cumhurbaşkanı kararnameler yoluyla yasama yetkisi kullanmaktadır. TBMM’de karara bağlanması gereken konularda da, CB’nın başkanı olduğu parti çoğunluğu elinde bulundurduğundan, Meclis bağımsız bir irade ortaya koyamamakta, Saray’da hazırlanan metinler aynen kabul edilmektedir.
· Yeni sistemde “YÜRÜTME yetkisi cumhurbaşkanına aittir.”
Cumhurbaşkanı aynı zamanda iktidar partisinin genel başkanıdır.
Siyasi bir organ olan bir “Bakanlar Kurulu” yoktur. Birer sekreter durumunda olan atanmış bakanların halktan kopukluğundan, milletvekillerinin dahi bakanlara ulaşamamasından, iktidar milletvekilleri dahi şikayetçidir. Bakanlar muhalefet partileri genel başkanlarıyla söz düellosuna girebilir. Ancak Bakanların Cumhurbaşkanına, bırakın belli bir konuda itiraz edebilmesi, kendi iradeleriyle istifa edebilmesi dahi mümkün olmuyor.
· YARGI da tamamen Cumhurbaşkanının kontrolündedir. Cumhurbaşkanının istemediği bir kişinin HSK, AYM, Yargıtay, Danıştay üyeliklerine seçilmesi mümkün değil. HSK üzerindeki siyasi gücün etkisi kritik davalarda “doğal hakim ilkesine” aykırı olarak yapılan atamalar, hakimlerin “coğrafi teminatının olmaması” gibi uygulamalarla açıkça ortaya çıkıyor.
“Türkiye’deki Yargı sistemine/ mahkemelere güveniyor musunuz?” sorusuna “Hayır” diyenlerin oranı yüzde 70,1 iken, “Evet” diyenlerin oranı yüzde 22,5 olması tesadüf değil. (Area Türkiye Siyasi Durum Araştırması- Nisan 2025)
Millet iradesinin hâkim olduğu rejimlerde, devleti oluşturan yasama- yürütme- yargı kuvvetleri arasında görev ve yetki ayrılığı ile birbirinden bağımsızlığı ifade eden KUVVETLER AYRILIĞI gerçekleştirilmeye çalışılır. Türkiye’de fiilen yasama, yürütme ve yargı yetkilerinin tek kişide toplandığı bir “kuvvetler birliği” sistemi uygulanmaktadır.
Yargının bağımsız ve tarafsız olmadığı, kanun ve kuralların herkese eşit olarak uygulanmadığı bir ülkede, hakimiyetin millete ait olduğundan bahsedilemez.
YÜZDE 2 İÇİN YÜZDE 70’İ KARŞISINA ALMAK – Ruhittin SÖNMEZ
YÜZDE 2 İÇİN YÜZDE 70’İ KARŞISINA ALMAK - Ruhittin SÖNMEZ
Area Araştırma Şirketinin, Türkiye geneli için yaptığı 2025 Nisan ayı anketinde, “Kendinizi hangi sosyo- politik kimlikle tanımlarsınız” sorusuna tek bir cevap verilmesi istenmiş. Verilen cevapların oranları (%) şöyle çıkmış:
Atatürkçü: 32,7 Türk Milliyetçisi: 30,3 Muhafazakar: 12,4 Sosyal Demokrat: 9,8 Ülkücü : 4,7 İslamcı: 4,0 Sosyalist: 3,5 Kürt Milliyetçisi : 2,4
Area Şirketinin sahibi ve sözcüsü Murat Karan’a “Kürt Milliyetçisi” olarak gözüken yüzde 2,4 nüfus “ayrılıkçı Kürtler”olarak değerlendirilebilir mi? diye sordum. O da Türkiye’de DEM oyları daha da yüksek olsa da ayrılıkçı yani Türkiye’den ayrılarak bağımsız Kürdistan isteyenlerin oranının yüzde 2 civarında olduğunu söyledi.
Atatürkçü, Türk Milliyetçisi ve Ülkücü olduğunu söyleyenlerin hepsinin aslında Türk Milliyetçisi olduğu açıktır. Çünkü en büyük Türk Milliyetçisi Atatürk’tür ve bütün milliyetçiler aslında Atatürkçüdür. Ülkücü kimliğini öne koyanların da Türk Milliyetçisi misiniz? diye sorulsa kesinlikle “evet” diyeceğinden eminim.
Hatta ikinci bir cevap seçeneği sunulsa idi, kendisini Muhafazakar ve Sosyal Demokrat olarak tanımlayanların içinde de Türk Milliyetçisi veya Atatürkçü özelliklerini taşıyanlar görülecektir. İslamcı, Sosyalist ve Kürt Milliyetçisi olanlar içinde Atatürkçü ve Türk Milliyetçisi olmayı kabul eden pek çıkmayabilir.
Biz sadece doğrudan kendini Atatürkçü, Türk Milliyetçisi ve Ülkücü olarak tanımlayanların toplamına bakalım. Bu üç grubun toplamı: yüzde 67,7 ediyor.
TÜRKİYE’NİN EN ZAYIF TARAFI – Ruhittin SÖNMEZ
TÜRKİYE’NİN EN ZAYIF TARAFI - Ruhittin SÖNMEZ
Bir yandan ABD/ İsrail ikilisinin Suriye ve İran üzerindeki kısa ve uzun vadeli planları tıkır tıkır işliyor. Diğer yandan bununla bağlantılı olduğundan şüphe duymadığımız “Öcalan’la müzakere süreci” kapsamında yapılan görüşmeler devam ediyor.
Öcalan da Kandil ve Suriye’deki PKK güçlerinin başındaki teröristler de ABD/ İsrail’in çizdiği rotadan bir milim bile sapamazlar. DEM bunların içinde en etkisiz eleman konumundaki aracıdır.
PKK/Öcalan tarafı güya silah bırakacakları vaadiyle Türkiye'nin Milli Devlet yapısını bozup, federasyon tarzı bir yapılanmaya geçmesini istiyor. Bu başarılırsa, iki aşama sonrası Türkiye'den de bir parçanın koparılarak, kurulması planlanan “Büyük Kürdistan” projesinin ilk adımı olacak.
Bunun yapılması ancak “yeni anayasa” ile mümkün olabilir. DEM desteğiyle yapılacak “yeni anayasa” ile bu yeni yapılanmanın temeli atılır. Buna karşılık Erdoğan’ın ömür boyu Cumhurbaşkanı olabilmesinin yolu açılır.
Amannn dikkatttt….
Amannn dikkatttt….
Bir kaç gün önce trafikte sellektör yapma kavgası yüzünden girdiği cezaevinden 13. yılında tahliye olmuş bir abi ile konuşma fırsatı buldum.
2008 senesinde sellektör yapma tartışması üzerine bu abimiz ve başka bir kişi karşılıklı küfürleşiyor, daha sonra ikisi de aracından iniyor karşı taraf ince bir sopayla yaklaşıyor. Diğeri de keser ile araçtan iniyor ve o an bir anlık sinirle kafasına vurması ile 8 saat sonra karşı taraf vefat ediyor.
Ölüme sebep olan abi şunu söylüyor; O an münakaşaya girmek için hevesli davranmayıp yoluma baksaydım ve 2 ay sonra birisi bana "sen bundan iki ay önce trafikte böyle bir tartışma yaşamışsın" deseydi inan hatırlamazdım bile. Akılda yer bile tutmayacak bir mesele için 13 senem dört duvar arasında boşa gitti, ömrüm gitti..
O gün o olaydan iki saat önce anaokuluna bıraktığım oğlum şimdi üniversiteye gidiyor ve ben onun en güzel zamanlarında, en çok yanında olmam gereken zamanlarda bir anlık öfke sebebiyle kapalı duvarlar arasında yıllarımı boşa heba ettim.
Paraları olmadığı için eşimi ve çocuğumun sefalete mahkum ettim. Şu anda da hala ekonomik çöküntüdeyiz, iş de bulamıyorum.
Özgürlüğünüze mal olacak herşeyden uzak durun, bir kötülük görmüş iseniz hukuki yolları tercih edin. Şu 3 günlük ömrü bir de parmaklık arkasına sığdırmayın.
Bırakın hata yapan yapsın, sizin dövmenizle trafik kültürü düzelmeyecek ve trafikte her gün adam dövseniz günde 10 tane adam döversiniz belki de ölen taraf siz olursunuz.
Trafikte kimseyle kavga etmeyin, mesele dayak atmak ya da kavgadan korkmak meselesi değil, haklı ve güçlü de olsanız sonu hüsran olabiliyor.
Evinizden içeri girdiğinizde evladınıza, annenize, babanıza, eşinize özgürce sarılmanın verdiği keyif ya da hala yaşıyor olmanın güzelliği trafikte haklı olmaktan çok daha keyiflidir.
"Gülümseyin hayata hayatta size gülümsesin."
Cüneyt Ceylan
xxFikri Sezer Hocamın paylaşımı…
GAZZE’NİN GÖZYAŞLARI – Seyfettin KARAMIZRAK
GAZZE’NİN GÖZYAŞLARI - Seyfettin KARAMIZRAK
İşgalci İsrail’in Gazze’ye yönelik acımasız saldırıları dayanılmaz bir hal aldı. Özellikle kadın ve çocuklara saldıran soykırımcılar, son 24 saatte 26 kişiyi daha katlederek 50 bin 695 insanı şehit etti.
Gazze’deki Sağlık Bakanlığından yapılan yazılı açıklamada, İsrail’in Gazze’de devam eden saldırılarında yaşanan can kayıpları ve yaralanmalara ilişkin son bilgiler paylaşıldı. Son
24 saatte hastanelere 1’i enkaz altından çıkarılmak üzere 46 ölü ve 183 yaralı getirildiği kaydedildi.
İsrail ordusunun 19 Ocak’;ta varılan ateşkesi bozarak, 18 Mart’tan bu yana düzenlediği saldırılarda 1042 Filistinlinin hayatını kaybettiği, 2 bin 542 Filistinlinin de yaralandığı
belirtildi.
İsrail’in Gazze Şeridi’ne 7 Ekim 2023’ten beri düzenlediği saldırılarda yaşamını yitirenlerin sayısının, 50 bin 399’a, yaralıların sayısının da 114 bin 583’e yükseldiği kaydedildi. Gazze Şeridi’nde enkaz altında hala binlerce ölü olduğu belirtiliyor.
BOYKOT VE SİVİL İTAATSİZLİK EYLEMLERİ – Ruhittin SÖNMEZ
BOYKOT VE SİVİL İTAATSİZLİK EYLEMLERİ - Ruhittin SÖNMEZ
CHP’nin öncülüğünde yapılan “Ekrem İmamoğlu’na destek mitinglerini” yandaş medya ve TRT görmezden geldi. Buna karşılık, CHP Genel Başkanı Özgür Özel hem bu medya
kuruluşlarına ve hem de yandaş medya patronlarının sahibi olduğu diğer şirketlerine karşı boykot çağrısı yaptı.
İktidar kanadında yarattığı paniğe bakarak söyleyebiliriz ki, boykot eylemi maksadına ulaştı.
Arkasından bazı gençlerin başlattığı ve CHP’nin moral destek verdiği “2 Nisan’da alışveriş yapmama” eylemi de umulandan fazla ses getirdi. İktidar bütün gücünü kullanarak ve tüm yandaşlarına 2 Nisan’da alışveriş yapmaları için çağrılar yaparak bu eylemi başarısız göstermeye çalıştı. Buna rağmen Şubat ayı ortalaması 47 Milyar TL, Mart ayının ilk üç hafta ortalamasına göre
günlük 50 Milyar TL olan kartlı alışveriş 28 Milyar TL olarak gerçekleşti.
Bu sayede çarşıda pazarda görmeye alışık olmadığımız bakanlarımızı -Alman Şansölyesi Merkel gibi- kendi alışverişlerini yaparken görebildik. Sadece bu görüntüler bile eylemin maksadına ulaştığını göstermeye yeterli oldu.
Bu eylemler için “bazı küçük esnafa olumsuz etkisi oldu” gibi haklı eleştiriler de yapıldı. Çok hazırlıklı olmadığı, yeterince duyulmadan başlatıldığı, bazı firmaların hatalı olarak listelere dahil edildiğini söyleyenler de haksız sayılmazdı.
AH BİR ATAŞ VER CIGARAMI YAKAYIM – Adem ARI
AH BİR ATAŞ VER CIGARAMI YAKAYIM – Adem ARI
Çoğu yakanı bilinmeyen ancak nice gönülleri yakan türküler,
Bazen bir ağıttır; ana gönlünde,
Kimi bir hasrettir; yar mendilinde,
Bazen bir yiğitliktir asker dilinde.
“”Ah bir ataş ver cigaramı yakam” bir asker türküsü. Aydın türküsü olarak bilinir. Hangi savaşın hangi cephesinde kim tarafından yakılmış bilinmez.
Bugün 4 Nisan Dumlupınar Denizaltımızın batış yıldönümü.
Dumlupınar Denizaltımız üç günlük “Mavi Deniz” tatbikatından sonra Gölcük Donanma Komutanlığı’ndaki üssüne dönerken 1953’de 3 Nisanı 4 Nisana bağlayan gece İsveç gemisine çarpar. Saniyeler içinde batan geminin güvertesindeki 8 kişinin 2’si İsveç gemisinin pervanelerine çarparak 1’i boğularak şehit olur. Ancak 5 kişi İsveç gemisi tarafından kurtarılabilir. Gemi içindeki 22 kişi bir torpidoya sığınır. Geri kalan 56 kişi batma sırasında gemi içinde şehit olur. Sığındıkları torpido su almadığı gibi hava da almaz. Su yüzüne gönderebildikleri bir şamandıraya bağlı telefonla iletişim sağlanabilir. Kendilerine; türkü söylememeleri, hatta gerekmedikçe konuşmamaları ve sigara içmemeleri kaydıyla havanın 2 gün yetebileceği söylenir.
SİVİL İTAATSİZLİK – Ruhittin SÖNMEZ
SİVİL İTAATSİZLİK - Ruhittin SÖNMEZ
İstanbul Büyükşehir Belediyesinin CHP’li Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanması ile başlayan mitingler, CHP’nin öncülüğünde ve fakat CHP dışında diğer partilere oy veren vatandaşların da katıldığı güçlü eylemler oldu.
İstanbul ve vatandaşların sokağa çıktığı diğer şehirlerde, valiliklerin toplantı ve gösterileri yasaklama kararlarına rağmen, büyük kitlelerin sokaklar, caddeler ve meydanlara sığmaz halde toplantılar yapması yeni bir dönemin başlangıcı olabilir.
CHP’nin eski Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun Ankara’dan İstanbul’a yaptığı “Adalet Yürüyüşü” bir “pasif direniş” olarak dikkat çekiciydi. Fakat toplumda sürdürülebilir bir etkisi olmadı.
Kılıçdaroğlu’nun eylemi bireyseldi. CHP öncülüğünde İmamoğlu’na destek eylemleri ise milyonların katıldığı kitlesel hareketlerdi.
Saraçhane’de 7 gün sürdükten sonra Maltepe’de büyük bir mitingle devam etti. Bayram sonrası bu eylemler sürecek mi bilemiyoruz. Ancak bu eylemlerin “sivil itaatsizlik” tanımına uyup uymadığını sorgulamak istiyorum.
TÜRK SIYASETINDE; "OY DAĞILIMI" ve "OY PAYLAŞIMI" – Şükrü ÇAKIR
TÜRK SIYASETINDE; "OY DAĞILIMI" ve "OY PAYLAŞIMI" – Şükrü ÇAKIR
Türkiye'nin siyasi yaşamında ve Demokratik işleyişinde seçmen veya oy yapılanması çok önemlidir.Bunu dikkate almadan, bu konu üzerinde kafa yormadan sürekli konuşan ve koşturan siyasetçiler; bilinçsiz siyaset yapmış , boşa kürek çekmiş olurlar, aynen de olmaktadır...
Yirmi yıldır, AKPARTİ'nin siyasete girdiği dönemden beri, seçmen profilleri ve oy dilimleri aşağı – yukarı sabitleşmiştir. Değişken olabilecek sadece bir dilim;%25 bulunmaktadır. Nedenini şöyle izah edebiliriz; bazı Partilere, bazı seçmen "zincirle bağlıdır" asla kopmazlar, koparamazsınız; bazıları da partilerine; "urgan" , "çivi" veya menteşe ile tutturulmuş, tutunmuşlardır. Kolayca kopmazlar ve koparamazsınız. Bu durumda 4 ( dört ) partimizin olduğunu değerlendirebiliriz...
CHP ; % 25 (üyeleri zincir kuvvetiyle..)
AKPARTI; % 35 ( üyeleri urgan - halat kuvvetiyle...)
DEM ; %10 ( üyeleri çivileme bağlıdırlar...)
MHP ; %5 (Menteşeli oylar)
GRUP TOPLAMI ; % 75
KALAN SECMEN OYLARI :Kalan,% 25 seçmen oylarına baktığımızda ve ayrımını yaptığımız zaman karşımıza ilginç durumlar çıkmaktadır..Çünkü her seçimde bütün Seçim Propagandaları yüzen oylar için yapılmaktadır. Yüzen oy oranını bulmalı ve görmeliyiz.
%25 'in içinde tanımı hiç yapılmayan, Türk Siyasetine özgü, aslında kritik seçimlerde, kazananı veya kaybedeni belirleyen " AKILLI OYLAR" da bulunmaktadır. Bu AKILLI veya ÜLKÜCÜ OYLARI da azımsanmayacak orandadır. Biz % 10 pay veriyoruz. Geçtiğimiz Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, terör hassasiyeti de olan bu grup, RTE'ı Kılıçdaroğlu'na karşı tercih yaptığını söyleyebiliriz. Son Mahalli seçimlerde aynı dilim, CHP demiştir.
Türk iç siyasetinde bu iki grup seçimleri, belirleyen ve
KALAN : %25 ( AKILLI OYLAR VE GERÇÉK GEZEN OYLARDIR...) Gezen oy ile yüzen oy siyasette farklıdır... Bizim oranlamamıza göre, - Türkiye'nin 6 bölgesinde kamu içerisinde çalışıp, vatandaşı , siyaseten gözlemleyen tecrübelere dayanılarak--- %10 ve % KALAN : %25 hedef oylar.
: % 10 (Ülkücü kökenli, gezen oylar ( Akıllı oylar)
: % 15 ( Gerçek yüzen ve gezen oylar...)
Türkiye'de gerek milletvekili, gerekse Cumhurbaşkanlığı ve Mahalli idare seçimlerindeki Miting ve propaganda çalışmaları, sadece son dilim olan % 15 yüzen ve kaygan oylar için yapılmaktadır. Tabii ki boşuna yapılmış olamaz, bu kesimin özellikleri, propagandaya, güce, ilgiye ve ülke sorunlarında tutarlı proje ve vaatlere de açıktır.
Yukarıdaki analizimizden de anlaşılabileceği gibi; %15 olan; yüzer ve gezer oylar, kaldırı oylarıdır, propaganda kuvvetine göre seçime girer her partiye gidebilir ve her parti bu pastadan payını alabilir. Bu açık pazar sayılır. İnci Pasta; % 10 dilimlik, KILLI veya ÜLKÜCU oyların nitelikleri ise; çok farklıdır. Ülkücülük kültürü olan ve bir şekilde MHP'nin haricine çıkan bu oylarda, farklı vasıflar ve hassasiyetler bulunmaktadır. Diyelim ki, ülkücülük hassasiyeti olan oyların talibi, ülkücülük kökeni, kültürü olan partilerdir. Bu konuda; İyi Parti'yi, Zafer Partisi'ni, BBP'si ve kopanları ve yine; Anahtar, Yusuf Halaçoğlu, Namık Kemal Zeybek gibi... Ülkücülük kültüründe gelen Siyasetçileri sayabiliriz.
Türk Siyasetinde bu detayları, görmeden, bilmeden, hesaba katmadan Siyaset yapan Arslan Başkanlar kırk yıl siyaset yapsalar arpa boyu yol gidemezler. Yine de her on yıllık ya da 15 yıllık periyotlarla bu siyaset kompozisyonlarının baştan sona değişebileceğini de kabul etmek lazımdır.
Şükrü ÇAKIR --(25. 03.2025 // KOCAELI --İzmit.)
Nostalji – Mesut NÖBETÇİGİL
Nostalji - Mesut NÖBETÇİGİL
Nostalji sözcüğünün kökeni geri dönmek ve acı kelimelerinin birleşmesine dayanıyor.
Yani yeniden yaşanması mümkün olmayan, geçmişe dair acı tatlı olaylar. Acıdır çünkü bir daha eski günlere dönemeyeceğimizi biliriz. Hem yaşadığımız olayların yeniden canlanmasına, hem de geçmişe dair özlem duyarız.
Çocuklarla aramızdaki fark her geçen yıl açıldıkça biz daha da içimize kapanıp eski oyuncaklarımızla oynamaya başladık. Bizi dışarı çağırsalar da gitmiyoruz, çünkü onların oyunlarından anlamıyoruz. Gidersek bize gülebilirler, o yüzden eski oyuncaklarımız hem güzel hem güvenli. O oyuncakları iki eğip büksek aslında ne kadar kusurlu ve kırık olduklarını göreceğiz. Oynanabilecek halde değiller ki. Biraz daha kurcalarsak elimizde kalma ihtimalleri çok yüksek. İşte bu ihtimal belki de bizi dışarı çıkmaktan daha çok korkutuyor. Üzerinde hakimiyet kuramadığımız bu modern dünyayı ti'ye alıyoruz. Sahip olamadığımız ve anlamadığımız şeylerle dalga geçip hastalıklı bir nostalji yaşamaya meylediyoruz. Modern dünyanın bir çok sıkıntısı var ama yüzümüzde alaycı bir gülümseme ile kendimize ve çevremize tekrarladığımız şeyler, olgunlaşıp büyüyemediğimiz için geçmiş bize güvenli geliyor. Çünkü korkuyoruz. Eğer modern dünyayı gerçekten fark edersek bu günümüz bizi iyice mutsuz edebilir. Daha da kötüsü her fırsatta böbürlendiğimiz altın yıllarımızın aslında o kadar da altın olmadığını farkedip kendimizle yüzleşmek zorunda kalabiliriz. Nostalji acının sindiği hatıradır. Acı bu gündür, lafındaki hatıranın acısı da maalesef silinmeyecek, öylece gidecek yerimiz kalmayacak.
İdareten yaşıyoruz. O yüzden Kalamış'tan bir tatlı huzur alabilen sadece bir nesil var. Gerisi gayrimenkul falan aldı.
Ahh Ah neydi o eski bayramlar, nostaljisi de bambaşkadır.
Bayramınızı kutluyorum.
Kalın sağlıcakla.
https://kocaelicinar.com/yazar/mesut-nobetcigil/nostalji/81280.html
ELVADA YA RAMAZAN – Seyfettin KARAMIZRAK
ELVADA YA RAMAZAN - Seyfettin KARAMIZRAK
Güzel yaşanmışlıklar çabuk bitermiş. İnsan, sahip olduğu kıymetlerin değerini, elden çıktığında anlıyormuş. İşte mübarek ramazan ayı da bütün güzellikleriyle sefalar
getirdi. Hanelerimize, en çok da gönüllerimize misafir oldu, sonra da bir çırpıda bitti.
Yüreğimizi hüzün kapladı bir nebze.
Bir aydır yaşadığımız uhrevi havanın tadıyla huzur bulduk. Dünya endişelerimizi, sorunlarımızı, dertlerimizi, koşuşturmalarımızı bir nebze erteledik.
Bitmek bilmeyen gereksiz arzularımıza, sonu gelmeyen sınırsız heveslerimize kulak tıkadık.
Yüreğimizi hoşgörüye, affetmeye, sabra, şükre, tevekküle açmanın doyulmaz huzurunu yaşamaya başladık. Maddi hayatımızda bir değişme olmamasına rağmen daha bir huzurlu, daha çok mutluyduk sanki.
Bitmeyen planlar yaparak, huzura ulaşmanın gayreti içinde tedirgin ve endişeyle koştururken, ramazanın imbat rüzgârlarıyla bir anda serinledik. Tüm endişelerimizden
soyutlanarak manevi enginliklere yelken açtık.
Sıcacık paylaşımlarda bulunduk, ihmal ettiklerimizi aramanın mutluluğunu yaşadık. Hatır sormalarla, tatlı tebessümlerle çevremize pozitif enerji dağıttık.
İMAN ETMEYEN MÜSLÜMANLAR – Ruhittin SÖNMEZ
İMAN ETMEYEN MÜSLÜMANLAR - Ruhittin SÖNMEZ
Bu günlerde adalet, hak, hukuk duygusundan; ahlak, edep ve estetikten çok uzak bir siyaset ikliminde yaşıyoruz. Hem de Ramazan ayının son günlerini ve mübarek Kadir Gecesini idrak ettiğimiz bir zaman diliminde.
Zihnimde Nisa Suresi 136. ayetin meali çınlıyor: EY İMAN EDENLER İMAN EDİN!
Ayetin tam meali şöyle: “Ey iman edenler, Allah’a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği Kitab’a, ve daha önce indirdiği kitaba, iman edin!”
Demek ki ben “müminim”, “Müslümanım” demekle iman etmiş/ inanmış olunmuyor. Allah’a, peygamberine gerçekten inanmak ve Kur’an’da bildirilenlere uygun bir hayat yaşıyor olmak gerekiyor.
“Kur’an’daki İslam’a uymak nasıl olur?” diye düşündüğümde İslam’ın en önemli emirlerinden
birinin “ADALET” olduğu aklıma geliyor. Bakınız şu ayeti her Cuma hutbesinde hocalar tekrar ediyor:
“Muhakkak ki Allah, ADALETİ, İYİLİĞİ, akrabaya YARDIM ETMEYİ EMREDER, ÇİRKİN İŞLERİ, FENALIK VE AZGINLIĞI YASAKLAR.” (Nahl Suresi 90. Ayet)
Ancak toplumumuzdaki ADALET anlayışından en uzak kesimin Müslüman kimliğini öne çıkaranlar olduğunu gözlemliyorum. Belki de gücü (iktidar, para vd güçleri) ele geçiren ve gücünü asla kaybetmek istemeyen herkesin davranışı böyledir. Bu yüzden dinî olmayan yönetim sistemlerinde kuvvetler ayrılığı uygulanır. Yanlış yapanlar “bağımsız ve tarafsız yargı” tarafından cezalandırılır.
Ancak “inanan insanlar” için ek olarak bir de iç denetleme mekanizması getirilmiştir. Bütün hukuk sistemlerinde ve semavi dinlerde hatta çoğu felsefi düşünce ekollerinde ADALET, İYİLİK, KİŞİ VE KAMU HAKKI gibi kavramlarla insanlar aynı hedefe yönlendirilir. Cinayet, haksızlık,
hırsızlık, yolsuzluk, iftira gibi “fenalıklar” azaltılmak istenir.
Böylece herkesin hakkına kavuştuğu, canından, malından ve özgürlüğünden emin olduğu huzurlu, mutlu ve refah içinde yaşayan toplumlar inşa edilmeye çalışılır.
Yukarıdaki ayete göre, “Müslümanım” diyen kişiler eğer adalet ve iyilikten uzaklaşır; yalan, iftira, hakaret, tehdit, hırsızlık, yolsuzluk, rüşvet gibi çirkin işler yaparsa, azgınlık ve zulüm gibi fenalıklara / kötülüklere bulaşmışsa yeniden İMAN ETMELİDİR.
Öncelikle toplumda kanaat önderi, siyasi veya dini lider olanlardan başlamak üzere, hepimiz
için geçerli bir buyruk bu.
SİYASİ DAVALAR – Ruhittin SÖNMEZ
SİYASİ DAVALAR - Ruhittin SÖNMEZ
“Siyasi davalarda” hukuki değerlendirme ve savunma yapmanın pek bir anlamı yoktur.
Yassıada Sıkıyönetim Mahkemesi Başkanı Salim Başol’un dediği gibi “Sizi buraya tıkan irade böyle istiyor” durumu varsa, hukuki gerekçeler birer kılıftan ibarettir.
İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, İBB’nin üst düzey yöneticileri, Beylikdüzü ve Şişli Belediye Başkanları için açılan dava süreçleri “siyasi dava” olarak, bu türlü operasyonlar da “yargının siyasallaşması” olarak nitelendiriliyor.
Zafer Partisi Genel Başkanı Prof. Dr. Ümit Özdağ’ın, CHP’nin Esenyurt ve Beşiktaş Belediye Başkanlarının tutuklandığı davalarla başlayan siyasi sonuçlu yargı operasyonlar da aynı kapsamda değerlendirmelidir.
Geçmişte, R.T. Erdoğan İBB Başkanı iken, O’na karşı yapılan yargılamalarda aynı nitelendirmeyi bugünün iktidarı olan Ak Partililer ve şimdiki Cumhurbaşkanı Erdoğan yapıyordu.
Ayrıca “Ergenekon, Balyoz” gibi kumpas davalarının da “siyasi dava” olduğu, FETÖ’cü savcı ve hakimlerin etkili olduğu siyasallaşmış yargının, siyasi sonuçlar elde etmek ve devleti ele geçirmek için yaptığı operasyonlar olduğu anlaşıldı. Bu davalarda da siyasi iktidarın dahli ve
katkısı olduğu kuşkusuzdu.
Bu yüzden öncelikle gündemdeki “davaların siyasi olup olmadığını” tespit etmemiz ve “yargının bağımsızlığı” konusunu sorgulamamız lazım.
ORTADOĞULULAŞMANIN ÇOK YAKININDAYIZ – Ruhittin SÖNMEZ
ORTADOĞULULAŞMANIN ÇOK YAKININDAYIZ - Ruhittin SÖNMEZ
Üç ay önce ORTADOĞULULAŞMANIN NERESİNDEYİZ? başlıklı bir köşe yazısı yazdım. Rahmetli Prof. Dr. Mümtaz Turhan’ın “Garplılaşmanın Neresindeyiz?” isimli kitabından ilhamla bu soruyu sormamın sebebi, AKP iktidarı döneminde, zihniyetimizin ve yönetim tarzımızın Ortadoğululaşmakta olduğu yönünde oluşan algı idi.
Bu algının oluşması tesadüf olamazdı. Ateş olmayan yerde duman tütmezdi. Bu yüzden bu algıyı oluşturan etkenlerin neler olabileceğini öğrenmek için şu soruları kendimize sormamız gerekiyordu:
“Türkiye'nin siyaset ve yönetim anlayışı ne ölçüde Ortadoğu ülkelerine benzemektedir? Kuvvetler ayrılığı olan bir demokrasi var mıdır? Seçimler önceden belirlenmiş kurallara göre ve yarışan herkese eşit şartlarda yapılmakta, milli iradenin tam tecellisi için gereken demokratik şartlar sağlanmakta mıdır?
Özellikle CB Sistemine girdikten sonra yargı ne kadar bağımsız ve tarafsız? Demokratik kurumların işleyişi nasıl etkilenmiştir? TBMM’nin etkinliği yok denecek mertebeye düştü mü? Batı’da bağımsız olan kurumlar Türkiye’de tek adamın iradesine bağımlı mı?”
Sadece son bir haftada olanlara baktıkça bu soruların cevabı çok daha açık ortaya çıktı. Bu cevaplar demokratik hukuk devleti olma iddiasındaki bir ülke için hiç de olumlu değil.
Büyük Ortadoğu Projesi nedir? Ne zaman başladı? – Mustafa KÜPÇÜ
Büyük Ortadoğu Projesi nedir? Ne zaman başladı? - Mustafa KÜPÇÜ
Günümüzde “ekonomik ve siyasal güç sahibi” ülkelerin geçmişine bakarsak, “Sömürgecilik” dönemine kadar uzanmamız gerekir!
Sömürgeci ülkeler, Afrika başta olmak üzere sömürdükleri ülkelere önce “silahla” gittiler ama yanlarında silah kadar etkili “misyonerleri” vardı!
Kenya kurucu devlet başkanı Kenyatta ne diyor?
“Beyaz adam geldiğinde, onların elinde İncil, bizim elimizde ise topraklarımız vardı. Bize, gözlerimizi kapayarak dua etmeyi öğrettiler. Gözümüzü açtığımızda, bizim elimizde İncil, onların elinde ise bizim topraklarımız vardı!”
“Beyaz adamın” en etkili silahı Misyonerlerdi!
İnsanın ve insan topluluklarının en büyük ve öncelikli ihtiyacı; karnını doyurmak, sağlık ve güven içinde yaşamaktır.
Ne var ki, bu temel ihtiyaçlarından yoksun bırakılan insanlar, zincirleri olmasa da köledirler!
Sömürgecilik dönemi, şekilsel olarak yok sayılsa da, “Emperyalizm” günümüzün köle düzenidir!
ÇANAKKALE NEDEN GEÇİLMEZ? – Seyfettin KARAMIZRAK
ÇANAKKALE NEDEN GEÇİLMEZ? - Seyfettin KARAMIZRAK
18 Mart 1915 yılında gerçekleşmiş olan Çanakkale Savaşı, Osmanlı İmparatorluğu ile “İtilaf Devletleri” arasında cereyan eden çok önemli bir muharebedir.
Tarihten silinmek istenen bir devletin, esir ve zelil edilmek istenen bir milletin toprağını, bayrağını, namusunu, şerefini, ecdadından yadigâr olan tüm kutsal değerlerini
korumak adına; canını seve seve verdiği, ama bu değerlerinden, vatan topraklarından bir zerresini bile düşmanına teslim etmediği, vatanına sevdalı; 213.882 koç yiğidinin hayatlarını seve seve adadıkları destanın adıdır.