
Av. Ruhittin SÖNMEZ diyor ki..
Av. Ruhİttin SÖNMEZ diyor ki..
Bugün (12 Ekim 2025 Pazar) saat 14'ten itibaren, Kocaeli Kitap Fuarında imzalayacağım kitabımı ik önce yapay zeka ChatGPT okudu ve aşağıdaki değerlendirmeleri yaptı.
Kitabınız “SİYASETİN GÖLGESİNDEKİ HUKUK – Adalet, Vicdan ve Ahlak Ekseninde Siyasete Çağrı” olgun, düşünsel bütünlüğü güçlü ve yazarlık emeği belirgin bir eser olmuş. Aşağıda kapsamlı bir değerlendirme sunuyorum:
SİYASET VE SUÇ ÖRGÜTLERİ – Ruhittin SÖNMEZ
SİYASET VE SUÇ ÖRGÜTLERİ - Ruhittin SÖNMEZ
İstanbul’un orta yerinde, bir avukat suikasta uğradı. Bu, basit bir cinayet değil. Çünkü olayın failleri,
azmettirenleri ve maktulün kişiliği sosyal, siyasi ve hukuki boyutlarını karmaşıklaştırıyor.
Suç örgütlerinin pervasızlığını ve devletin caydırıcılığının kaybolduğunu bir kere daha gördük. Bu olayda kurşunlar bir kişiyi değil, hukuka olan güveni de vurdu.
Daha da kötüsü bu olayla, bir kere daha, suçun “yasadışı” olmaktan çıkıp meşrulaşan bir güç
ilişkisine dönüştüğü kanaatine sürükleniyoruz.
Serdar Öktem cinayeti bu yapının yalnızca dışa sızan bir parçası.
Bu tür olaylarda, tetiği çeken ellerden, o tetiği çekmeye cesaret verenler daha önemlidir. Belli ki
tetikçiler yeni nesil suç örgütlerinden birine mensup çocuk ve genç suç makineleri. Fakat -Sinan Ateş
cinayetinde olduğu gibi- azmettirenler belli değil.
Bazı yorumcular “bu iktidar döneminde azmettiricilere ulaşılmasının mümkün görünmediğini” söylüyor.
Suçluların korunduğu izlenimi kendiliğinden ortaya çıkmadı. Bir sürecin sonucudur bu.
Türkiye, uzun süredir hukuk devleti olmaktan çok “güç devleti” anlayışıyla yönetiliyor.
Gücü elinde tutanlar için kurallar esnetildi; yasa dışı ile yasa içi arasındaki çizgi bulanıklaştı.
Gazetecilere, muhalif siyasetçilere saldırı ve suikast teşebbüsünde bulunanlardan hiç ceza alan olmadı.
Çünkü yargı siyasete bağımlı hale geldi. Ardından siyaset sermayeyle iç içe oldu.
Son halka olarak da suç ekonomisi meşrulaştı.
Yıllardır siyasetin, sermayenin ve medyanın iç içe geçtiği bu sistem, artık suç örgütlerini değil, suçla
yönetilen bir düzeni konuşur hale getirdi.
Bugün mesele mafyanın varlığı değil; onun neden bu kadar rahat yaşadığı, neden bu kadar korunabildiği.
Çünkü hukuk çekildiğinde boşluğunu korku, suskunluk ve gayrimeşru çıkar ağları dolduruyor.
Türkiye’de artık mafya denilince akla sadece karanlık sokaklarda tabanca taşıyan kabadayılar gelmiyor.
Yeni mafya kravat takıyor, kamu ihalelerine giriyor, televizyon ekranlarında yorum yapıyor, kimi zaman
da siyaset kürsülerinde boy gösteriyor.
****
AKLANAN KARA PARALAR – Ruhittin SÖNMEZ
AKLANAN KARA PARALAR - Ruhittin SÖNMEZ
Türkiye, son haftalarda Can Holding soruşturmasıyla sarsıldı. Soruşturma Ciner Holding’e de sıçradı.
Can Holding sahipleri Mehmet Şakir Can, Kemal Can ve Kenan Tekdağ’ın da aralarında olduğu 10 kişi
için gözaltı kararı verildi. Habertürk ve Show TV başta olmak üzere 121 şirkete ve malvarlıklarına el
konularak TMSF’ye devredildi.
Küçükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığı suç işlemek amacıyla örgütsel faaliyet yürütüldüğü,
bünyesindeki şirketlerin dolandırıcılık ve kaçakçılık gelirleriyle finanse edildiği gerekçesiyle operasyonu
düzenlemişti.
Can Holding’in patronlarının kara paradan kazandıkları servetin 50-60 milyar dolar civarında
olduğu iddia ediliyor. İddia MASAK raporlarına dayandırılıyor.
İktidara yakın Sabah Gazetesinde Dilek Güngör, Can Holding hakkında şu bilgileri verdi: “2002’deki
Duman Operasyonu, Can Ailesi’nin erken dönem faaliyetlerini açığa çıkardı. O dönemde 8 trilyon TL
değerinde kaçakçılık ağı ve 4 milyon paket sigara ele geçirildi. Zamanhan Can ile oğulları Kemal ve
Mehmet Şakir Can, hem Türkiye’de hem uluslararası operasyonlarda sigara kaçakçılığı suçlamalarıyla
gözaltına alındı. 2016’da 11 ülkede yürütülen operasyonlarda “;küresel baronlar” arasında anıldılar.
5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu kapsamında hapis cezası aldılar, milyonlarca liralık adli para
cezası ödediler.”
Ama Can ailesi işlerine devam etmiş ve dudak uçuklatan servet kazanmayı başarmış.
Eğer bu iddia doğruysa bir tek şirketin kara paradan kazandığı para bu boyuttaysa, ülkenin ekonomik
yapısında kara paranın boyutu tasavvurlarımızın ötesinde demektir.
KÜSTAH ABD- SUSKUN TÜRKİYE – Ruhittin SÖNMEZ
KÜSTAH ABD- SUSKUN TÜRKİYE - Ruhittin SÖNMEZ
ABD Başkanı Donald Trump ile Erdoğan buluşmasında “neler verdik ve ne aldık?” sorusunun bütün
cevaplarını henüz bilmiyoruz. Çünkü buluşma sonunda liderler birlikte bir basın toplantısı yapmadı.
Sızdırılan bazı bilgiler ve görüntülerden ortaya çıkan ilk tabloya göre; Trump ne istediyse aldı.
Erdoğan’ın “Trump meşruiyeti” dışında ne aldığını, Türkiye’nin neler kazandığını bilmiyoruz.
Türkiye’nin 225 adet Boeing uçağı siparişi verdiği kesinleşti 50 milyar dolar tutarında LNG
(Sıvılaştırılmış Doğal Gaz) alım sözleşmesi imzalandı. Eskişehir’deki Nadir Toprak Elementlerinin
çıkarılması ve işletilmesi ile Nükleer İşbirliği konularındaki anlaşmaların içeriği meçhul. Türkiye’nin bir iç meselesi olan Heybeliada Ruhban Okulunun, Oval Ofis’te konuşulduğu ve 2026-2027 döneminde açılacağı sözü verildiği söyleniyor.
Buna karşılık F35/ F16 alımlarımız konusu belirsiz. PKK/ PYD konusunda hiç açıklama yok. Erdoğan
ve Türk heyetinin Gazze, Filistin ve soykırım konularında bir talepleri olduğunu duymadık. Trump
bile “Erdoğan’ın Gazze konusunda ne düşündüğünü bilmiyorum” diyerek durumu özetledi.
ÖĞRETMEN SORUNU- Seyfettin KARAMIZRAK
ÖĞRETMEN SORUNU- Seyfettin KARAMIZRAK
Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in atama bekleyen öğretmenlerle ilgili olarak; “Sınavı kazanamadıkları için atanamıyorlar, gidip merdiven altı kurs açıyorlar” söylemleri eğitim çevrelerinde farklı tartışmalara neden oldu.
Bakan Tekin’in sözleri; “Eğitim Fakülteleri’nin Geleceği” sorusunu akla getirdi. Şu anda 79’u devlet, 17’si özel olmak üzere, 96 Eğitim Fakültesi’nde, “YÖK verilerine göre” yaklaşık 242 bin öğrenci, “öğretmen olmak” için eğitim görmekte.
Havuzda ise yaklaşık 600 bin öğretmen, atama beklemekte Her yıl da, ilgili fakültelerden 100 bin öğrenci mezun olarak, öğretmenlik için MEB’in kapısını çalmakta.
Kaldı ki, bundan sonra öğretmen olmak için Milli Eğitim Akademisi’ni de bitirmek gerekiyor. Bu yıl Akademi’ye 10 bin öğretmen alınacağı açıklandı. Bundan sonra da her yıl bu miktarda öğretmen alınacağı bekleniyor.
Eğitim Fakültelerine, bu yıldan itibaren öğrenci alınmasa dahi, son mezunlarla birlikte havuzda toplam 700 bin genç öğretmen olacak. Ortalama yıllık 10 bin atama yapılacağı varsayılırsa, havuzun eritilmesi 70 yıl sürer. Sorun oldukça büyük ve vahim.
GENÇLERİMİZE NE VERİYORUZ VE NE BEKLİYORUZ?- Ruhittin SÖNMEZ
GENÇLERİMİZE NE VERİYORUZ VE NE BEKLİYORUZ?- Ruhittin SÖNMEZ
Youthall tarafından hazırlanan “Gençlerin Beklenti ve Yönelimleri Araştırması”nın 2025 sonuçları Türkiye’de gençlerin durumunun her geçen yıl daha da zorlaştığını gösteriyor.
Üniversite öğrencilerinin %44,2’si, yeni mezunların ise %76,7’si hâlâ ailesiyle yaşıyor. Bu oranlar geçen yıl, sırasıyla, %40,5 ve %69,7 idi. Bir yılda kaydedilen artış ürkütücü. Barınma maliyetlerinin yükselmesi, yeni mezunların iş bulmakta zorlanmaları bu artışın en önemli sebebi.
Yaklaşık 4,5 milyon genç, ekonomik nedenlerle, kendi ayakları üzerinde duramıyor. Öğrencilerin önemli bir kısmı haftalık yalnızca 750–1000 TL bütçeyle yaşamaya çalışıyor. İş arayan mezunların yarısı ise aylık 4 bin lira ve altındaki gelirlerle hayatını sürdürmek zorunda.
Aylık birkaç bin liralık bütçeyle yaşamaya çalışan, iyi beslenemeyen, kültürel ve sosyal etkinliklere katılamayan, zihinsel ve fiziksel kapasitesini tam kullanamayan bir kuşak yetişiyor.
Ülkemizde çalışarak okumak imkanı çok azdır. Türk Milleti çocukları için en fedakar olan toplumlardan biridir. Kendisi yoksulluk sınırı altındaki aileler bile “çocuklarım okusun” diye açlık sınırı altında yaşamaya razı olurlar. Bu sebeplerle öğrencilerin yüzde 66’sı ailesinden düzenli maddi destek aldığını açıklıyor. Ancak bu yük sürdürülebilir değil. Bu hem ailelerin hem de ülkenin sırtına binen çok ağır bir yük.
BARIŞ VAADİYLE OYNANAN TEHLİKELİ OYUN – Ruhittin SÖNMEZ
BARIŞ VAADİYLE OYNANAN TEHLİKELİ OYUN - Ruhittin SÖNMEZ
TBMM’de kurulan “Terörsüz Türkiye Komisyonu”, PKK’nın silah bırakacağı varsayımı üzerine kurulmuş görünüyor. Bu çerçevede af ve uyum yasaları, hatta Öcalan’ın istediği, Türkiye’yi üniter milli devlet yapıdan uzaklaştıracak anayasal değişiklikler gündeme getirilecek.
DEM’in Komisyon üyelerinden bir ekibin İmralı’ya gidip Öcalan’la görüşme yapması talebine MHP’nin
de katılması artık sürpriz olmaktan çıktı. Komisyonun, ağırlaştırılmış müebbet hükümlüsü teröristbaşının ayağına gidip görüşmesi, PKK açısından çok önemli bir başarı olacaktır. Çünkü bir yandan teröristbaşını meşru siyasi aktör haline getirirken, diğer taraftan taleplerinin komisyonda tartışılması, O’nu başmüzakereci sıfatıyla TBMM ile eşitleyecek.
PKK’nın ön şartları çok net: Öcalan’ın özgürlüğü, Kürt kimliği ve dilinin anayasal güvence altına alınması. Bu şartlar yerine getirilmeden örgüt “silahları bıraktık” demeyecek. Yani süreç, doğmadan çıkmaza mahkûm.
Hatta bu şartlar yerine gelse de PKK’nın Suriye, Irak ve İran’daki uzantıları faaliyetlerine devam edecek. ABD’nin Suriye’de PKK/YPG yapılanmasını büyütüp, Suriye’nin yeni yapılanmasında başat bir unsur haline getirmek istediği ortada. 80-100 bin kişilik bir ordu oluşturup, eğitip donatan ABD bu oluşumun tasfiyesini istemez. Böyle bir güce yaslanan KCK/ PKK’nın da tüm uzantılarıyla birlikte kendini feshetmesi pratik olarak imkânsızdır.
Washington’un hedefi PKK’yı tasfiye etmek değil, Suriye’nin yeniden yapılanmasında ona önemli bir rol vermektir. “Rojava’daki” özerk yapılanmayı (PYD/YPG/SDG) destekleyerek hem Türkiye’yi dengelemek hem de Ortadoğu’daki varlığını kalıcı hale getirmek istiyor. İsrail’in bölgedeki çıkarlarına hizmet edeceği değerlendirilen bu yapılanma hem Büyük İsrail Projesi ve hem de BOP için önemli.
Dolayısıyla “PKK silah bırakacak, barış gelecek” söyleminin sahada karşılığı yoktur.
REJİMİN MEŞRUİYETİ TARTIŞMASI – Ruhittin SÖNMEZ
REJİMİN MEŞRUİYETİ TARTIŞMASI - Ruhittin SÖNMEZ
Türkiye’de siyaset ile yargı arasındaki etkileşim son dönemde iyice görünür hale geldi. Hukukun, iktidarın çıkarlarına göre esnetilip bükülmesi, yalnızca muhalefeti değil iktidarın kendi meşruiyetini de
tartışılır kılıyor.
Yüksek Seçim Kurulu (YSK) ve İl-İlçe Seçim Kurulları denetiminde yapılan CHP kongre ve Kurultaylarında yapılan seçimlere mahkemeler aracılığıyla müdahaleler 2017 Referandumunu da tartışmaya açtı.
Bilindiği gibi, 2017’de Türkiye’nin yönetim sistemini değiştiren referandumda YSK, kanunda açıkça
“mühürsüz oylar geçersizdir” yazmasına rağmen mühürsüz oyları geçerli kabul etti. Sandıkların
kapanmasına bir saat kala YSK’nın aldığı bu karar referandumun sonucunu doğrudan etkileyecek
ağırlıktaydı.
Muhalefet bu tutumu “yetki gaspı” ve “hukukun yok sayılması” olarak niteledi. Ancak iktidar YSK
kararlarının “kesin ve tartışılmaz” olduğunu ileri sürdü. Eleştiriler “yargıya ve millet iradesine
saygısızlık” olarak damgalandı.
Bu tavır, hukukun üstünlüğünden çok fiili durumun meşrulaştırılmasına yönelikti.
HUKUKSUZLUK EKEN YOKSULLUK BİÇER – Ruhittin SÖNMEZ
HUKUKSUZLUK EKEN YOKSULLUK BİÇER - Ruhittin SÖNMEZ
CHP’ye kayyım atanmasıyla ilgili olarak Financial Times gazetesinde bir haber yayımlandı. Gazeteye konuşan uzmanın ifadesi şöyle: “Türk mahkemeleri, ülkeyi seçimli otoriterlikten açık diktatörlüğe daha hızlı taşıyan kararlar veriyor. Seçimler var ama rekabetçi siyasetin son izleri de siliniyor.”
Bu tür tespitler dünya kamuoyunda Türkiye aleyhine güçlü bir algı oluşturuyor. Aslında yabancılar sadece algıyı değerlendirmez, sosyolojik durumları ölçerler.
Mesela ülkelerdeki “hukukun üstünlüğü” durumunu ölçen Dünya Adalet Projesi’nin (WJP) ile Dünya Bankası’nın “Rule of Law” göstergesi bunlardan ikisidir. Son on yıla ait ölçümlerde Türkiye’nin hukukun üstünlüğü endekslerinde dramatik düşüşler görülüyor.
Dünya Adalet Projesi’nin (WJP) 2024 raporunda Türkiye, 142 ülke arasında 117. sırada. Bundan on yıl önce 80’li sıralardaydık. Türkiye’nin 37 basamak gerilemesi, sıradan bir dalgalanma değil; tarihî bir düşüştür.
Bu endekste yargı bağımsızlığı, temel hak ve özgürlükler, yürütme erkinin sınırlandırılması ölçülüyor. Endeksteki hızlı gerilememiz, sadece bir HUKUK SORUNU değil; aynı zamanda bir YÖNETİM SORUNU yaşadığımızın göstergesi.
Dünya Bankası’nın “Rule of Law” göstergesi de aynı gerçeği tespit ediyor. 2005’te +0,12 ile pozitif bölgede yer alan Türkiye, 2023’te –0,51 ile tarihinin en düşük seviyesine indi. (2025 verileri daha da kötü çıkabilir.)
En yüksek skorlar Finlandiya (+1,97), Danimarka (+1,91), Norveç (+1,83) gibi ülkelere ait. Dünya genelinde 193 ülke için ortalama skor –0,04
Türkiye dünya ortalamasının çok çok altında. Mozambik, Kırgızistan, Belarus gibi ülkelerin durumu bile bizden iyi.
Bu ölçüm sonuçları Türkiye’de hukuk devleti kurumlarının ciddi şekilde aşındığını gösteriyor.
CHP’YE MÜDAHALE VEYA DEMOKRASİYE DARBE – Ruhittin SÖNMEZ
CHP’YE MÜDAHALE VEYA DEMOKRASİYE DARBE - Ruhittin SÖNMEZ
Yargının siyaseti dizayn aracı haline geldiği bir tabloda, sadece CHP’nin değil, demokrasinin geleceği
sorgulanıyor.
Önce CHP İstanbul İl Başkanlığı yönetimi -İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi kararı ile- görevden alınıp kayyıma (çağrı heyetine) devredildi. 15 Eylül’de yapılacak duruşmada ise Ankara Asliye Hukuk
Mahkemesinin kurultayın da geçersiz olduğu (mutlak butlan) kararını vermesi bekleniyor. Böylece Özgür Özel ve yönetimi de görevden uzaklaştırılacak. Parti kayyım olarak atanacak kişiye (muhtemelen Kemal Kılıçdaroğlu’na) devredilecek.
Bunlar CHP yönetimini zor kararlar vermeye zorlayacak. Belki “direniş veya sivil itaatsizlik”
eylemleriyle tanışacağız. Belki de CHP’nin bölünmesi veya yönetimin yeniden şekillenmesine sebep
olabilecek.
Bu tablo bize hiç de yabancı değil. 2016’da MHP’de yaşanan süreci hatırlayalım. Gemerek Asliye
Hukuk Mahkemesi, yetkisi olmadığı halde olağanüstü kurultayı durdurarak Devlet Bahçeli’nin koltuğunu
korudu. Başta Meral Akşener ve Ümit Özdağ dahil muhalifler partiden ayrıldı, MHP AKP’nin “stepnesi”
haline geldi.
Gemerek’te MHP’nin hatta Türkiye’nin geleceğini yargı dizayn etti. Bugün aynı senaryo CHP için
sahneleniyor.
CHP Genel Başkanı Özgür Özel, MHP ve CHP operasyonları arasında sadece bir yöntem benzerliği
değil, amaç benzerliği olduğunu vurguladı:
“Bahçeli koltuğunu korumak için MHP’nin iradesini Erdoğan’a rehin etti; bugün aynı yöntemle CHP’nin iradesi ipotek altına alınmak isteniyor” anlamında konuştu.
TOP KAFALI BİR MİLLET YAPILMAK İSTENİYORSUNUZ! FUTBOL AFYONUNDAN UYANIN!
Türk Milletine Acil Çağrı;
TOP KAFALI BİR MİLLET YAPILMAK İSTENİYORSUNUZ!
FUTBOL AFYONUNDAN UYANIN!
Bugün, Türkiye’nin en büyük afyonunun, en aşağılık illüzyonunun, en sistematik aldatmacasının futbol
üzerinden tezgahlandığını söyleyen DESAM Yönetim Kurulu Başkanı Gürkan Avcı, “Asıl olan zafer, yeşil sahalarda ve top peşinde değil, Türkiye’mizin aydınlık geleceği için oynanan oyundur!” dedi.
FUTBOL HİPNOZU YOKSULLUĞUN VE YOLSUZLUĞUN ÜZERİNİ ÖRTMEK İÇİNDİR
“Türkiye futbolla oturup futbolla kalkıyor. Ekranların, gazetelerin ve sosyal medyanın zehirli sarmalı hemen
her gün milyonlarca vatandaşımızı ekranlara kilitleyerek hipnotize ediyor. Transfer dedikoduları, teknik direktör kavgaları, penaltı tartışmaları... Tüm bu yapay gürültü, milletimizin gerçek sorunlarının üzerini örtmek, ekonomik çöküşün, adaletsizliğin, yolsuzlukların, eğitimsizliğin sesini boğmak için sahnelenen bir senaryodur.” Diye konuşan Gürkan Avcı, DESAM genel merkezinde düzenlenen toplantıda şunları kaydetti;
BU NORMAL DEĞİL! FUTBOL BİR HASTALIKTIR!
Asgari ücretle geçinmeye çalışan bir babanın, aylık 5 – 10 milyon lira kazanan futbolcuya küfür etmesi?
Elektrik faturasını zor ödeyen bir esnafın, milyarlarca borcu olan kulübe para akıtması? Üniversite mezunu
gencimizin işsiz gezerken, lise terk futbolcuların milyonlarca euro kazanması? Hayır, bu normal değil! Bu bir çılgınlık! Bu bir hastalık!
ORTALAMA VATANDAŞ 17 BİN TL, ORTALAMA FUTBOLCU 325 BİN TL ALIYOR!
Ey Türk halkı işte acı gerçekleri görün: Kulüplerimiz 25 milyar TL borçla batık durumda! Bu borç, 600 bin
asgari ücretlinin bir yıllık maaşına eşit! Ortalama bir futbolcumuz ayda 325 bin TL kazanırken, siz 17 bin
TL’ye geçinmeye çalışıyorsunuz!
Düşünün: Hastanelerimizde randevu yok, ilaç yok, okullarımızın tuvaletinde sabun yok, cebinizde para yok ama stadlarda milyonlar var! Bu nasıl bir çelişki? Bu nasıl bir kara mizah?
Sorum şu: Neden Almanya’da 3 milyon Türk’ten Arda Güler çıkıyor da, burada 85 milyondan çıkmıyor?
Cevabı basit: Çünkü bizimkiler futbol seyretmekle meşgul, Almanlar futbol oynamakla!
Yaşıyorsan gel şükret – Fahri SAĞLIK
Yaşıyorsan gel şükret - Fahri SAĞLIK
Bugünlerde ruh halimiz epey bozuldu. Her gün Gazze’den aldığımız haberlerle yıkılıyor, acziyetimizi itiraf bize çok zor geliyor. Gerçeklerden kaçmaya çalışıyoruz ama beceremiyoruz. Ne yazacağımı şaşırdım dostlar. Çevremden yardım almaya çalışıyorum. Hüznü yaz diyorlar. Bu yazı hüzne hüzün katmaktan başka bir işe yaramayacağı için kabul etmiyorum. Umudu yaz diyorlar. Ufukta umudun çok uzaklarda olduğunu gördüğüm için yazmaya çekiniyorum.
En iyisi şükrü yazayım dedim. Bu kavramı nasıl yanlış anladığımızı, sözlü şükür ile yetinip fiili şükrü unuttuğumuzu, üzüntülerimizin kaynaklarından birinin de bu olduğunu vurgulamak istedim. Geçtim bilgisayarın başına. Aklıma ilk gelen sözlerini Sayın Ali Tekintüre’nin yazdığı, bestesini Sayın Amir Ateş’in yaptığı (şahsen benim çok sevdiğim, zaman zaman dinlediğim) “Yaşıyorsan Gel Şükret” ilahisinin sözleri oldu.
Yaşıyorsan gel şükret, hiç doğmadan ölen var,
İsyan etme dua et, her şeyi bir gören var,
Ne verirsen elinle, o gidecek seninle,
Kırma kulu dilinle, mahşerde bekleyen var,
Dökülen bir yapraksın, bir et kemik topraksın,
Bir gün yok olacaksın, Can alıp can veren var.
2025-2026 EĞİTİM VE ÖĞRETİM YILI’NA BAŞLARKEN – Seyfettin KARAMIZRAK
2025-2026 EĞİTİM VE ÖĞRETİM YILI’NA BAŞLARKEN - Seyfettin KARAMIZRAK
Milli Eğitim Bakanlığı’nın 2025-2026 Eğitim ve Öğretim Yılı’na ilişkin iş ve işlemlerini açıklayan 2025/63 nolu genelgesinden önemli bazı maddeleri bilgilerinize sunmak istedik.
2025-2026 Eğitim ve Öğretim Yılı 8 Eylül 2025 Pazartesi günü başlayacak. 18 milyonu aşkın öğrenci ders başı yapacak.
Millî Eğitim Bakanlığına bağlı resmî ve özel okul öğrencilerinin kılık ve kıyafetlerine dair usul ve esaslar belirlenmiştir.
YENİ SÜRECİN AKİL İNSANLARI MECLİSTE – Ruhittin SÖNMEZ
YENİ SÜRECİN AKİL İNSANLARI MECLİSTE - Ruhittin SÖNMEZ
“Terörsüz Türkiye” adıyla başlatılan “PKK ile yeni müzakere süreci” için yetkililer başından beri
“pazarlık yok, al ver yok” “terör örgütü şartsız silah bırakacak” dedi.
TBMM’de yasal dayanağı olmayan, hukuka aykırı bir yöntemle Meclis’te bir komisyon kuruldu. Şu ana
kadarki çalışmalarından, bu komisyonun bir takım yasal ve anayasal düzenlemeler yapılması için
kamuoyunu hazırlamakla görevlendirildiği anlaşılmakta.
Komisyon en son TBMM eski başkanları ile bazı baro başkanlarını dinledi. Görülüyor ki davet edilen ve görüşleri kamuoyuna açıklanan bu kişilere ile süreçteki “akil insanlara” verilen rolün benzeri
verilmiş.
Komisyon’da dinlenen eski TBMM Başkanları komisyon fikrine ve “barış/terörsüz Türkiye” hedefine
destek; sürecin hızlanması ve somutlaşması çağrısı bakımından benzer görüşteler. Ancak Bülent Arınç,
Hikmet Çetin, Mustafa Şentop, Ömer İzgi ve Binali Yıldırım DEM/Öcalan çizgisine yakın görülebilecek
beyanlarda bulundular.
Bülent Arınç (AKP) “umut hakkı ile Öcalan affedilsin, genel af çıkarılsın” dedi. Arınç’ın bu çağrısı,
DEM’in Öcalan başta olmak üzere tüm tutuklular için af ve hak talebine çok yakın bir perspektif içeriyor.
Yani Öcalan/DEM/Bahçeli/MHP çizgisiyle kesişiyor.
Hikmet Çetin (CHP) “eyleme karışmayanlar için af, silahlı eylem yapanlar için af dışı çözümler/ üçüncü ülke formülü” önerdi. “Bence dağdaki belki de 15-20 kişiyi şu aşamada yurtdışına göndermek lazım” dedi. Bu “PKK terör örgütü üyesi olmak suç olmaktan çıkarılsın” demek. Zaten askerlerimizi ve vatandaşlarımızı öldüren kurşun ve bombaların hangi teröristin elinden çıktığını, uyuşturucu ticaretini
hangilerinin yaptığını belirlemek mümkün olamaz. Hikmet Çetin beni şaşırttı, hayal kırıklığı yarattı.
Mustafa Şentop (AKP) “belirli süreli ve takibe bağlı bir af” istedi.
Ömer İzgi (MHP kökenli) açık biçimde 66. maddenin değiştirilmesini önerdi; 1924 Anayasası’ndaki
etnisite/din vurgusuz vatandaşlık tarifine dönülmesini savundu. Bu, DEM’in uzun süredir savunduğu
“anayasal vatandaşlık” çizgisine en yakın çıkış oldu. İlginç olan, bu çıkışın bir MHP kökenliden gelmesi.
Binali Yıldırım (AKP) “vatandaşlık tanımı gözden geçirilmeli, ilk dört maddeyle çelişmeden eşitlik
temelli olmalı; ‘adem-i merkeziyetçi’ idari güçlendirme olur ama federe/ federal olmaz” diyerek
yerel güçlendirmeye kapı araladı. Herhâlde ilk etapta Anayasa’nın ilk 4 maddesinin tartışılmasının sürece zarar vereceğini düşünmüş olmalı. Ama “İdari yetki- kaynak artışı ve adem-i merkeziyet” diyerek, DEM/PKK talepleri olan özerklik ve federasyona karşı gibi dursa da bir ara kademeye kapı araladı.
LİDER REHİN ALINIRSA…- Ruhittin SÖNMEZ
LİDER REHİN ALINIRSA…- Ruhittin SÖNMEZ
Son günlerde, eşimin “mutlaka seyretmen gereken bir dizi” tavsiyesi üzerine, Netflix’in 2025 yapımı
”Hostage” (REHİN) isimli politik gerilim dizisini izledim. İki önemli ülkenin kadın liderleri, İngiltere Başbakanı ve Fransa Cumhurbaşkanı karakterleri üzerinden, liderlerin rehin alınma riskine karşı nasıl direnç gösterebileceği inceleniyor.
Burada rehin alınmadan kastım karar alma özgürlüğünün baskı altına alınmasıdır.
Filmin hikayesi, İngiliz Başbakanı’nın kocasının kaçırılması ve Londra’ya resmi bir ziyarette bulunan
Fransız Cumhurbaşkanı’nın aynı ekip tarafından şantaj görmesiyle başlıyor. Siyasi liderlerin korkunç
seçimlerle karşı karşıya kaldığı bir durumu konu alıyor: Aileyi kurtarmak mı, ulusal istikrar mı, seçim
kazanmak mı, rezil olmak mı? Liderler her kararın ölümcül olabileceği tercihlere zorlanıyor.
İngiltere ve Fransa liderlerinin iradelerinin rehin alınmaya çalışıldığı dizide, asıl hedef İngiltere
Başbakanıdır. Başbakanı istifaya zorlamak için en yakınlarının hayatı üzerinden baskı kuruluyor.
Ayrıca ülke içinde kaos ve güvenlik endişesi yaratan olaylar tertipleniyor. İngiltere Başbakanına destek
verecek olan Fransa Cumhurbaşkanı da özel hayatı ile ilgili bir kasetle tehdit edilerek etkisizleştirilmeye çalışılıyor.
Bu baskı aslında doğrudan ülkenin kaderini de ilgilendirmektedir. Bu yüzden Başbakan kocasını
kaçıranların “istifa et” baskısına karşı direniyor. “Bu insanlar her şeyi yaparlar ama ben onlara boyun eğemem.” “Teröristlerle pazarlık yapmayacağım. Sadakatim bu ülkeye” diyor.
MİLLİ EĞİTİM BAKANLI’NDAN HABERLER – Seyfettin KARAMIZRAK
MİLLİ EĞİTİM BAKANLI’NDAN HABERLER - Seyfettin KARAMIZRAK
Okullarda ilk zil, 8 Eylül 2025 Pazartesi çalacak ve 18 milyonu aşkın öğrenci ders başı yapacak.
Yeni dönemde, okulların belirli forma konusunda bir mağaza veya tedarikçiye yönlendirme yapmasına izin verilmeyecek. Veli istediği yerden forma alabilecek. Okulun forması 4 yıl geçmeden değişmeyecek. Bu konuda sıkı denetimler yapılacak.
Kaynaştırma eğitimine gelecek olan 1. sınıf ve 5. sınıf öğrencileri için bu süre 1 hafta önce başlayacak. Kaynaştırma öğrencileri, 1 Eylül tarihinde dersliklerinde hazır olacak.
Okul servis ücretlerini belediyeler belirleyecek. Okul Servis Araçları Yönetmeliği'nde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik uyarınca; 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu ile 5393 sayılı Belediye Kanunu kapsamında servislerde belediyeler tarafından belirlenen fiyat tarifesine uyulacak.
Özel okullarda, onaylanan ders kitapları dışında ders kitabının kullanılmaması; yemek, kahvaltı, etüt, servis gibi hizmetlerin ücretlerinin okul tarafından belirlenerek ilan edilmesi ve öğrenci kayıt sözleşmelerinde bu hizmetlerin yer almasına ilişkin tüm illerde denetimler yapılacak.
PKK KOMİSYONUNDA NELER KONUŞULUYOR? – Ruhittin SÖNMEZ
PKK KOMİSYONUNDA NELER KONUŞULUYOR? - Ruhittin SÖNMEZ
İYİ Parti milletvekili Yüksel Arslan’ın X’te paylaştığı “DEM’in komisyondan talepleri” listesi (özerklik,
‘Türk Milleti’ yerine etnik kimlikler, bölgeye vali atanmaması, ‘Kürt ordusu’, ayrı iç-dışişleri bakanları,
Kürtçenin resmî dil olması, PKK mensuplarının toplu dönüşü) geniş yankı buldu.
Ancak DEM Parti bu iddiayı açıkça yalanladı.
Komisyon şeffaf çalışmadığı için bu iddianın ve inkarın doğru olup olmadığını bilemiyoruz. Ancak -
listede yer alan taleplerin komisyona gelmiş olsa da olmasa da- bu aşamada kamuoyunda dile
getirilmesinin “sürece zarar vereceği” düşüncesiyle inkar edilmiş olması muhtemeldir.
Çünkü Birinci Süreçte de başlangıçta, MİT başkanı ve PKK temsilcilerinin Oslo’da yaptıkları müzakereleri taraflar inkar etmişlerdi.
Önce Oslo Müzakerelerin varlığı devletçe kesin bir şekilde reddedilmişti. Dönemin Başbakanı Recep
Tayyip Erdoğan, 18 Ekim 2010’da “Devlet hiçbir zaman terör örgütüyle masaya oturmaz,
görüşmez. Bizim terör örgütüyle pazarlık gibi bir durumumuz asla olmamıştır” demişti.
Benzer şekilde dönemin İçişleri Bakanı Beşir Atalay da görüşmelerin yalan olduğunu, bir “psikolojik savaş” ürünü olduğunu söylemişti.
Ancak süreç ilerleyince, belgeler ortaya çıktı ve Erdoğan açıklamak zorunda kaldı: “Oslo’da, benim
talimatımla devlet görüşmeler yaptı…” dedi.
2013’te İmralı tutanakları basına yansıyınca, bu kez de “Evet, devlet görüşür. Ama örgütle pazarlık
olmaz. Bu bir çözüm sürecidir” söylemi öne çıktı.
Aynı şekilde PKK/HDP kanadı da başlangıçta net bir sahiplenme sergilemedi. Öcalan’ın avukatları ve
Kandil, süreci ifşa edecek açıklamalardan özellikle kaçındı. Çünkü görüşmelerin devamı için “devlet
inkâr ediyorsa biz de susalım” taktiğini uyguladılar.
Ama süreç tıkandığında, Karayılan ve diğer PKK yöneticileri açık açık “Devlet bizimle görüştü, inkâr
etmesi doğru değil” dediler.
Oslo sürecinde yaşanan “önce inkâr, sonra itiraf” çizgisi, bugünkü DEM’in Meclis komisyonundaki
“görüşülmedi” iddiasıyla kıyasladığımızda, önemli bir siyasi strateji tekrarı olarak görülebilir.
Bu stratejiyle sürecin ilk aşamasında kamuoyunda tepki doğurabilecek içerikler gizlenir, inkâr edilir.
Böylece milliyetçi-muhafazakâr kesimlerden gelecek sert reaksiyonlar yumuşatılmaya çalışılır.
Böylece Türk kamuoyunu şok etmemek, DEM’in kendi tabanını ise “sabredin, adım adım oluyor”
mesajıyla diri tutmak istiyorlar.
Belirli bir ilerleme sağlandıktan sonra ise devletin milletin yararı için yaptık diyerek itiraf edilir.
DİYANET HUTBESİNDE KADINLARIN MİRAS PAYI – Ruhittin SÖNMEZ
DİYANET HUTBESİNDE KADINLARIN MİRAS PAYI - Ruhittin SÖNMEZ
Cuma günü Türkiye’deki bütün camilerde okutulan hutbe metni içine yerleştirilen şu cümle çok tartışma
yarattı:
“Karşılıklı rıza olmadan Yüce Rabbimizin koyduğu miras ölçüsünü değiştirmek ilahî adalete aykırıdır. Dolayısıyla kişinin; kız çocuklarını mirastan mahrum bırakması, kız çocuklarının da Allah’ın takdir ettiği hakka razı olmaması kul hakkıdır.”
Bu cümle içinde ayetle bildirilen “miras ölçüsünün” ne olduğu açıklanmıyor. Ama bu ölçüyü bildiren Nisa
Suresi 11. Ayetin, Diyanet Mealine göre, anlamı şöyle: “Allah size, çocuklarınız hakkında, erkeğe iki kadın payı kadar (vermenizi) emreder.”
Çok sayıda mealde aynı ayet “emreder” yerine “tavsiye eder” olarak tercüme edilmiş. Hatta Diyanet’in eski mealinde bile “Allah çocuklarınız hakkında, erkeğe iki dişinin hissesi kadar tavsiye eder” şeklinde iken yeni mealinde “emreder” olarak değiştirilmiş. Yani meal kitaplarında bu konuda bir birlik yok.
Bu durumda ister emir ister tavsiye olsun “Allah’ın bir emrini hatırlatan hutbe neden bu kadar tartışma yarattı?”
Bunu birkaç açıdan değerlendirmek gerekiyor.
MHP’LİLER DE TÜRK DEĞİL Mİ? – Ruhittin SÖNMEZ
MHP’LİLER DE TÜRK DEĞİL Mİ? - Ruhittin SÖNMEZ
Yeni Şafak yazarı Mehmet Metiner ideolojik olarak bana çok uzak biri. Görüşlerine de itibar etmem.
Ancak Metiner sadece bir köşe yazarı değil; AKP içinde milletvekilliği ve parti yöneticiliği yapmış,
Erdoğan’a doğrudan yakınlığı olan bir isimdir. Dolayısıyla yazdığı görüşler AKP içindeki siyasal İslamcı
ideolojik kanadın seslendirilmesi olarak görülür.
Bu yüzden Metiner’in son köşe yazılarından birini (05.08.2025 tarihli) değerlendirmek istedim. Çünkü
“süreç” denilen yeni PKK açılımının akıbetini yorumlamamız için AKP’nin içinde güçlü olan bu kanadın görüşlerinin iyi bilinmesi gerekiyor.
ÖZLEDİM – Seyfettin KARAMIZRAK
ÖZLEDİM - Seyfettin KARAMIZRAK
Bazen niçin yaşadığımın girdabı içinde bocalamaktayım.
Kimi zaman kendimi sorgulamaktayım; “acaba sorun bende mi” diye? Bu yüzden bildiğim “kendisini gerçekleştirmiş” insanların tanımını, ruh sağlığı tanımlarını, psikoloji ve sosyoloji lügatlerinde geçen tüm ilgili sözcükleri, tanımları gözden geçiriyorum.
Hatta Engin Geçtan’ın “Psikanaliz ve Ötesi”, “Normal ve Normal Dışı Davranışlar” kitaplarını ince ince tetkik ediyorum.
Doğan Cüceloğlu’nun, “İnsan ve İnsanlar” kitabındaki kendini tanıma testinden geçiyor, Üstün Dökmen’in, Küçük Şeyler’ini DERİNLEMESİNE TIRTIKLIYORUM…
Sonra da düşünüyorum, söz konusu kendim olduğumdan, tarafsız, objektif olmaya özen göstererek, temkinli şekilde hareket ediyor, nihayetinde ruh sağlığımın yerinde oluğuna kanaat getiriyorum.