Ahsen Okyar Söylenmek yerine söylemek lazım…

22Ağu/140

SAMİMİ İNANÇ – GERÇEK DİN – Feyzullah BUDAK

SAMİMİ İNANÇ – GERÇEK DİN - Feyzullah BUDAK

Günümüzün İslam coğrafyasında yaşanan en büyük problem; hakiki ve samimi inanca dayalı gerçek  din anlayışından uzaklaşılarak, anlamına erilmemiş bazı kuru ritüellerde tatmin bulunması ve böylelikle dinin tamam olduğunun sanılmasıdır. Bu problem tüm İslam coğrafyasında olduğu gibi Türkiye’de de ayniyle yaşanıyor. Hem de asırlardan beri…İş anlamına erişilmemiş kuru ritüellere binince temel amaç gözden kaçırılıyor, insanın yüceliğine has ahlaki ve insani değerlerin önemi kalmıyor.  Problem tam da buradan başlıyor.

Bizim inanç tarihimizde bir Alevi – Bektaşi  gerçekliği var ama ne yazık ki toplumun büyük çoğunluğu bunun özünden habersiz. Bu mesele derin bir bilgisizlik içerisinde yapılan ileri derecede yorumlara ve hükümlere konu oluyor. Hatta bu hükümler çeşitli siyasi çekişmelerin ve kararların temelini oluşturuyor. Ortada öylesine acınası bir cehalet var ki; bu ülkede ordu komutanlığı yapmış, genel kurmay başkanı olmasına ramak kalmış, kendince aydın geçinen bir zat, İslam inancına duyduğu husumeti örtmek için hiç alakası olmadığı halde kendisini “alevi” olarak tanıtma gafletini sergiliyor ve böyle tanınmanın inanç zafiyetini örteceğini zannediyor.  Ne büyük bir gaflet…

Sayın Namık Kemal ZEYBEK’in bu konuyu işleyen bir yazısı şu anda AYBEK GAZETE’de yayında. Bu yazıda konu öylesine çarpıcı bir şekilde ortaya konulmuş ki, insana “Türkiye’de bu yazıyı okumayan kimse kalmamalı” dedirtiyor. İşte bunun için, yani o yazının sadece AYBEK GAZETE okuyucusuna ulaşmakla sınırlı kalmaması için bu hafta yazılarımın yayınlandığı tüm zeminlerde bundan bahsetmek istiyorum. Ama hemen burada bir unutmaya meydan vermeden Değerli Bakanımıza böyle bir konuyu gündeme getirerek toplumun bilgisine sunma hizmeti ve bilinci için en yürekten teşekkürlerimi : kısabir süre önce Türkiye’de ortak Cumhurbaşkanı Adayı ararken gözleri ve yürekleri onu görmeye yetmeyen liderlere de en derin teessüflerimi sunuyorum.

Yazının başlığı “HAMDULLAH ÇELEBİ SAVUNMASI”. Yazıda Hacıbektaş Dergahı Şeyhi Hamdullah Çelebi’nin bundan yaklaşık olarak iki asır önce Osmanlı Devletinin Şeriat Mahkemesinde yaptığı Savunma anlatılıyor ve resmi mahkeme tutanaklarından, o dönemdebresmi Sünniliği temsil eden kadı ve müftü gibi kimselerin din anlayışı ile onun karşısında bulunan Bektaşilik anlayışı açık bir şekilde ortaya konuluyor.

Olay Sultan 2. Mahmud’un1826 yılında bir ferman ile Yeniçeri Ocağını resmen kapatmasından sonra yaşanıyor. Yaşanan olayların temelinde ise 2. Mahmud’unsöz konusu fermanında yer alan şu hükümler yatıyor; “İş bu Yeniçeri taifesi şeriata aykırı ve küfre götürecek haramları helal saymaya, oruç ve namazı terk ve Hülefa-i Raşidin hazretlerine sövüp küfretme gibi hakaretlere cesaret ederek birtakım saf iman sahiplerinin bilgisizliklerinden yararlanmak suretiyle doğru yoldan saptırarak delalet yoluna sevk etmişlerdir” İşte Sultan’ın bu hükmü, daha sonra şeriat mahkemelerinde kadıların sergileyeceği vahşete esas teşkil ediyor.

Hacıbektaş Dergahı Piri Çelebi Feyzullah efendi İstanbul’a getirilerek  yargılanıyor ve asılıyor. Son Hacıbektaş Şeyhi Hamdullah efendi, Kırşehir’de kurulan şeriat mahkemesinde yargılanıyor, idama mahkum ediliyor ama vicdanı çok da rahat olmayan Sultan’ın son anda yetişen fermanıyla cezası Amasya’da sürgüne dönüştürülüyor.

Siz bahsettiğim yazıyı AYGAZETE’den mutlaka okumalısınız. Hatta digital ortamda okuyanlar için burada linkini de vereyim, geçiş kolaylığı olsun; http://aybekgazete.com/yazarlar/namik-kemal-zeybek/hamdullah-celebi-savunmasi/29/

Ama ben de bu yazıda Mahkeme kadısı ile Hamdullah Çelebi arasında geçen diyaloglardan birkaç örneği burada vermek istiyorum. Okuyup görelim ki; samimi inanç ve gerçek din neymiş. Bu millet, kendisi için değil toplumu ve geleceği için samimi inancı ve gerçek dini savunmak uğruna ölümü göze alabilen, Mahkeme Kadısının her lafa girerken “kanı helal Şeyh” diye başlayarak peşin idam hükmünü açıklamasına rağmen bir adım geri atmayan ne yiğit evlatlar yetiştirmiş.

Şeriat Mahkemesi Tutanaklarından;

“-Kadı: Kanı helal şeyh. Senin ve mensubuyun kanı helaldir. Sapkın bidat mezhebin mensubu olduğuna Mahkemeyi Şeriayı Muhammediyenin önünde pişmanlığını tevbe ederek dile getirdikten sonra sorularıma cevap verirsin. Şu anda birkaç saat birkaç dakikalık zamanın var. Tevbe et pişmanlığını dile getir. İslam dininde bu Aleviliği Bektaşiliği nerden çıkardınız. Ehli Sünnet vel Cemaat yolundan ayrıldığınıza tevbe et bakıyım. İfadeni ona göre değerlendireceğim.

-Cevap: Efendim Kadı hazretleri. Senin Ehli Sünnet vel Cemaat dediğin mezhep sapkın ve bidattır. Can hayfı olmadan doğruyu söylediğimin tutanaklara geçmesini istiyorum. Mahkemenizin ve şu andaki devletinizin İslâm diniyle yakından uzaktan ilginiz alakanız yoktur. İslam Peygamberi’nin öldüğü gün Beyt-i Ali’de yas ve matem vardır. Hz. Fatıma’ya ve ailesine taziye baş sağlığı istemeye gelenler olmuştur. Bevt-i Ali basılmıştır, İslâm dini ayakaltına alınarak hiçe sayılmıştır. Beyt-i Ali, Ali evi demektir. Bu evde Hz. Peygamberin torunları, kuzenleri vardır. Selman, Ebuzer, Miktat, Ammar, Yaser vardır. Üç halife tarafından Beyt-i Ali adamlarının nasıl itilip kakıldıkları tarih kitaplarında yazılıdır. Malik Nümeyri ve tarafları katledilmiş; karıları, kızları, köle gibi Medine’de satılmıştır. Ebuzer’e işkence yapan Halife Osman, “yazık, ihtiyardır bağışla” diyenlere, “Beyt-i Ali adamlarına acınmaz” demiştir. Emeviler zamanında Hz. Ali’ye Hasaneyn’e, Malik Ejdar’a, Ammar Yaser’e lanet etmek din icabı sayılıp camil başsağlığı taziye için toplanan kişilere Beyt-i Ali adı verilmiştir. Beyt-i Ali Alevi demek olur. Abbasiler zamanında da, Bevti Ali taraftarı, adamları, hem Ali evlatları katledilmiştir. On iki İmamları beşini Emeviler, yedisini Abbasiler şehit etmişlerdir. Zorla dine el konularak Sünnilik icat edilmiştir. Zamanımıza kadar, Aleviler katledilmiştir. Benim sizden can için bidat mezhebinize İslâm diyeceğimi mi sanıyorsunuz?

Öğleden sonra- Soru: Kanı helal sapık Şeyh Efendi anladık anlamasına, amma öyle kebir-i mühime bir mevkiin reisi iken niçin senin adamların Şeriat-ı Muhammediye’ye aykırı ve inkarcı küfür ve kafirlik durumlarına mani olmadın? Ayrıca beldeyi fesada verdin. İslam yolundan çıktın. Müslüman askeri Sekban-ı Cedid’i hazmedemedin Din-i İslam olan bizim adamlarımızın getirdiği şeriat yolunun müdavimlerinin izlerini takdirle karşılıyor musun? Onu anlat. Şeyh Efendi, sen şu mezhebini anlat. Kanı helal şeyh.

-Cevap: Efendim Kadı hazretleri, Elhamdülillah Müslüman’ım, Ehl-i İslam, Cemaat-ı Ali Resul mezhebimdir.

-Soru: Sus be dinsiz! Sen ehl-i Sünnet vel cemaat İmam Azam Ebu Hanife Küfi Numan İbni Sabit mezhebini kabul etmiyor musun? Bu Hanife mezhebinin dışında olanların dini bidat, kendileri kafir, kanları helaldir. Katli vaciptir. Sen kanı helal dinsizsin, sorularıma cevabını açık söyle.

-Cevap: Efendim Kadı Hazretleri, Ehli Sünnet mezhebi yalnız Hanifi mezhebi demek değildir. Maliki mezhebi vardır, Hanbeli mezhebi vardır, Şafii mezhebi vardır. Onların kanı helal olmuyor, katledilmeleri sevap olmuyor da Hazret-i Ekrem, nebi-i Muhterem Muhammed Mustafa Peygamber Ali Resul mezhebi mensubu olanların kanı helal, katledilmeleri neden gerekli oluyor. Ben ve mensuplarımız beldeyi fesada vermedik, …  adamlarım dediğiniz Oğuz Türkmenlerimizdir, çoklukla köylerde yaşamaktadırlar. Konar-göçer olanları da vardır. Onların Şeriat-ı Muhammediye’yi inkarları ve ona aykırı halleri yoktur. Sen zan ve şüphe ile söylüyorsun mahkemeye Kadı Efendi. Bu zan senin için de küfür ve günahtır.

-Soru: Şeyh Efendi, senin dediğin Ümmeyeoğulları hükümetini geçelim. Dört hak mezhep üzere Abbasoğulları gibi ve dört hak mezhep üzere Selçuklular gibi ve Halife-i Raşiddin nasıl şeriyayı Muhammediye’yi adaletle İslam’a yakışır bir adaletle götürmüşlerse, bu devlet-i İslam, Halife-yi Müslüman içinde bulunduğumuz dini şeriayı da dinin emirleri üzere götürmekteyiz. Şüphe eden kafirdir, itirazın var mı? Cevap ver.

-Cevap: Kadı Efendi Hazretleri, birincisi dört hak mezhep de hak olmaz. Hak birdir, iki de denmez, dört de denilmez. Semavi. Dinlere mezhep diyeceksiniz Hz. Musa’nın Tevrat’ında ahkam vardır. Hz. Davud’un Zebur’unda  ahkam vardır. Kur’an-ı Keriminde İslam ahkamı vardır. Dört semavi kitapta üç mezhep vardır. Allah’ın vahyettiği ecdadım Hz. Muhammed’in bizlere tebliğ ettiği İslam’ın bir tek mezhebi vardır. O da İslam ve Müslüman ahkamıdır. Hz. Peygamber’in Ali’nin evladına işlenen cinayetlerle kanını döken katilleri asla Müslüman kabul edemeyiz. Suçsuz yere kan dökenler İslam olamazlar.

Senin dört mezhep dediğin ne Peygamber’in yüzünü görmüştür, ne meclisinde bulunmuştur, ne soyu sopu sulbünden gelmişlerdir. Dinimizde bir mezhep vardır, o da İslam’dır. Mensubu olduğum Güruh-u Naci toplumu olan bizler İslam umdelerini yerine kusursuz olarak getiriyoruz.

Hz. Peygamber’in Ali’nin evladının, Ehl-i Beyti’nin kanını döküp katil olan kişiler kendilerine İslam adını, Müslüman adını bile yakıştıramamışlar da biz Sünni’yiz demişlerdir. Efendim bu da gerçektir. Suçsuz yere ahalinin kanını dökmek İslamiyet’le ilişkisini kesmek demektir. Benim savunmam budur. Kabul etmek etmemek siz efendime aittir.

-Kadı: kes, kes Şeyh Efendi, bu kadar mantıksız, kaynaksız kitaba mezhebe uymayan kelimeleri söyledin ki, kendi dilin ile idam ipini boynuna takmak mı istiyorsun?

-Cevap: Efendim Kadı Hazretleri, benim idamdan korkum yoktur. Doğru Müslümanlık yolundayım doğruyu söylüyorum.

-Kadı: Şeyh Efendi, dört halifenin izinden giden Emeviler olsun, Abbasiler olsun, Selçuklu Sultanları olsun, Osmanlı sultanları olsun Sünnetten senetten ayrılmamışlardır. Bunlara dil uzatmak küllühümkafirliktir. Bunların izinden gitmeyen zındıktır. Bunların doğru yolda olduklarını kabul edip dille beyan etmen gerekir.

-Cevap: Efendim Kadı Hazretleri, kan döken zalim kimler olsa asla Müslüman diyemem. İslam kanını hükümdar tahtı için bu saydığın devletlerin hükmettiği yerlerde, Gürüh-ü Naci olan biz Müslüman Oğuzların kanları o topraklarda hiç kurumamıştır. Kan döken zalim için bana Müslüman dedirtmek mi istiyorsun? Bizde hiç kimse bunlara Müslüman diyemez! Sünni diyebiliriz.”

Mahkeme zabıtlarından günlerce sürdüğü anlaşılan bu tüyler ürpertici yargılamanın sadece ilk gününden ve sadece birkaç diyalog sundum. Bunlara ek olarak mahkemenin son günlerinde Mahkeme Heyeti ile Hamdullah Çelebi arasında kader inancına dair (günümüze de ışık tutan) şöylesine ilginç bir diyalog geçiyor;

“-Kadı: Şeyh Efendi, hem Allah’a inanıyoruz diyorsun, hem Hayrın, şerrin Allah’tan geldiğine niçin inanmıyorsun? Bu sapıklık değil mi? Bu küfürlük değil mi?

-Cevap: Efendim Kadı Hazretleri, Allah hayrı yaratır, çünkü bizim yaradılışımız fıtrat-ı ilahı hayırdır. Görmemiz, duymamız, söylememiz, içmemiz, gözümüz, kulağımız, hayırdır. Elimiz, ayağımız, hayır için yaratılmıştır. Kişi bunlarla yaptığı kötülükten mesuldür. Allah’ın adı ve sıfatları içinde acıyan, bağışlayan, esirgeyen, seven, af eden, nimet veren adları olduğu halde şer veren şeyler, kötü, kötülük, şer adı yoktur, kötü olayın faili fiildir. Suçlu o fiili işleyendir. Mücrim mahkemeye, mahkemenizde Kadı cezayı mücrime verir. Allah’tan geldi, şeytandan geldi diye başka fail aranmaz.

Niğde’den Gelen Müftü: Şeyh Efendi, Allah’tan kork, Peygamberden utan! Her şeyi yaratan Allah’ın kuvvet ve kudretine kafirlik yapıyorsun. Hayrı şerri, kazayı, kaderi yaratan Allah’tır. Küllü şeyin halikın ayetini inkarın var senin.

-Cevap: Efendim Müftü Hazretleri, insan hayra da şerre de bizzat kendisi vesiledir. Hayrı da kendi yaratır. Şerri de kendi yaratır.Hayrı yaratıp hayırlı hayır iş yapana Allah ecri lütuf verir, hayırdan faydalanan kullardan dua alır. Mükafat, devlet maaşı, taltif alır. Şerri yaratan şer iş yapar. Şerri işleyen Allah’tan günahın cezasını alır.

Kişi kazayı da kendi yaratır. Mesul kendisi tutulur. Biz Müslümanlar kadere inanmayız. Eskiden beri kaderci değiliz. Bize böyle yerleşmiş böyle devam ediyor.Biz Müslümanlar her işimizde Allah adını anarak, Allah adına hayır işler yaparız. Şer iş ise Allah adına Allah namı hesabına yapılmaz. Bu da biline.”

Hamdullah Çelebi’nin günlerce süren baskıya, aşağılamaya, ölüm ile korkutmaya rağmen dim dik duruşu, sonuna kadar tavizsiz bir şekilde kendilerinden bahsederken “biz Müslümanlar” ifadesini kullanması ve kendisini yargılayanların ise “İslam dışı olduklarını” sonuna kadar ısrarla haykırması çok dikkat çekicidir. Nitekim Mahkemenin son gününde Hamdullah Çelebi’nin bazı dervişleri de huzura celp edilerek aynı şekilde ölümle tehdit edilmek suretiyle konuşturulmak isteniyor. Bu dervişlerden yine sadece birkaçının mahkemedeki asil tavırlarını ve sözlerini burada vererek, tüm bunlardan alınması gereken dersleri de bu dersi alması gerekenlere bırakalım:

“-Kadı: Son sözünü söyle. İslam’ın meşru Halifesi Ebu Bekir’i, Hz. Ömer’i, Hz. Osman’ı seveceğine İslam’ın umdelerine bağlı kalacağına idam edilecek olan Şeyh Hamdullah’ın kaç gündür mahkemede yediği herzeleri, söylediklerini duydun, dinledin, onun sözlerini tensip etmeyeceğine, onun izinden gitmeyeceğine tövbeler olsun mu?

-İbrahim Selamet Efendi: Ağam Şeyh Hamdullah’tan sonra bana bu dünyada yaşamak haram olsun. Onu darağacında görüp sağ dönersem Allah’ın kulu olmayayım. Yaşarsam onun izinde, ölürsem onun yolunda öleyim. Son sözüm budur.

-Kadı: Sen söyle, dergahınız Şeyh’inin mahkeme-yişerie’de kaç gündür söylediklerini, ifadelerini duydun, dinledin. Muhalefet-ül  İslam’dır. Katılmadığını söyleyeceğin var mı? İslam dinine ve Devlet-i İslam Halife-i Müslüman olan Padişahımızın İdareyi icraatına muhalif almayacağınıza, pişman olup tövbe ve yemin edersen ifadene devam edelim mi?

Habib İbn-i Memiş: Dergahımız Şeyhi Seyyid Hamdullah Efendi’nin izinden gideceğime ölümde dirimde, onun mübarek fikirleriyle olacağıma yemin ederim.

-Kadı: Sen söyle. Kanın şimdi senin boynuna! Ya bu vebali kendi üstüne alırsın, kaderini tayin edersin. Ya da Din-i İslam’a dönmeyi kabul edersin, tövbe edersin. Şeyhin ifadesini tensip etmediğini söylersin ya da kaç gündür düşündüklerinin kararını bildirirsin.

-Koçaroğlu Halil İbrahim: Hz. Hüseyin Kerbela’daYezid medet beklemedi. Onun mübarek şehit kanıyla İslam dini yolunu karanlıklardan ağarttı ise senden ve mahkemenizden medet ve merhamet beklenemez. Şeyhimiz yolunda, izinde hiç hain görmemekteyiz. Aynı akıbetin aydınlık olduğuna inanıyorum. Son sözüm budur.

-Kadı: Sen son sözünü söyle.

Derviş Hüseyin İbn-i Resul: Ben Hak-Muhammed-Ali yolundan sapmadım. Sizden ve mahkemenizden medet mürüvvet beklemem Şeyh Hamdullah Efendi’nin bütün ifadelerine aynen katılıyorum. O, ahrette Cehennem’e giderse bana Cennet haram olsun.

-Kadı: Hüseyin Balım, sen son sözünü söyle.

-Hüseyin Balım: Kadı Kadı, benim son sözüm, Çelebi Hamdullah’tan sonra bu dünyada yaşamak bana haram olsun. Allah dünyada, ahrette bizleri ayırmasın.

-Kadı: Bektaş Resul, sen son sözünü söyle.

-Bektaş Resul: Kadı Kadı, bize kalmayan bu dünya, size de kalmaz. Çelebi Hamdullah Efendi’nin kaç gündür verdiği ifadeyi aynen tensip ediyorum. Diyeceğim yoktur.

-Kadı: Derviş Yusuf sen son sözünü söyle.

-Derviş Yusuf: Çelebi Hamdullah asılınca bana bu dünyada yaşamak haram olsun. Onun nurlu yoluna aynen katılıyorum. Zerre kadar ne bir kusuru var, ne kabahati var. Günahsızdır. Ben de onun ifadesini tensip ediyorum. İzinden gidiyorum. Ben de günahsızım.

-Kadı: “temmati mahkeme – mahkeme tamamlandı” dedi ve ilave ederek, “Katip Mevlana İsmail Efendi, El cevab idamı; temme. Erkânın isimlerini, imzalarını yaz” dedi.

</DIV></DIV

Bu yazıyı beğendiniz mi?

RSS Kaynağımıza abone olun!

Yorumlar (0) Geri izlemeler (0)

Yorum yapılmadı.


Leave a comment

Geri izleme yok.