Ahsen Okyar Söylenmek yerine söylemek lazım… Şikayet edeceğine sen de alternatifini oluştur.

11Şub/120

Üniversitelerde Bilginin Demokratizasyonu / Prof.Dr Prof. Dr. Namık Açıkgöz

27_13 Üniversitelerde Bilginin Demokratizasyonu / Prof. Dr. Namık Açıkgöz

Çok değil, bundan 30 sene önce, yani bizim kuşak henüz üniversitede iken, şimdiki kadar kitap yayınlanmazdı. Yayınlanan kitaplar ise, taşraya 1-2 senede ancak giderdi.

Yazanı az, alıp okuyanı az, tartışanı ise pek olmayan bir şeydi kitap.

Şimdi öyle mi?… Kitap daha çıkar çıkmaz en ücra köşelere kadar ulaşıyor. Artık yazan da çok, okuyan da, tartışan da…

Eskiden ara sıra yayınlanan tercüme kitaplar, şimdi piyasayı kapladı. Her ne kadar piyasa test kitaplarıyla ayakta duruyor olsa da, özgün kitaplar da raflarda bulunuyor. Romanlar, hikâyeler, şiirler, eleştiri kitapları, bilimsel çalışmalar…

Benim dikkat çekmek istediğim husus, bilimsel kitaplar.

Eskiden, bilim adamı çok değildi ki, bilimsel kitaplar çok olsun. Şimdi bilim adamı sayısı arttı… Bu yüzden kitap sayısı da arttı.

Eskiden bilimsel kitapları üniversiteler ve bazı devlet kurumları yayınlardı, şimdi özel sektör de pek çok bilimsel kitap yayınlıyor. Buna bilimsel makaleleri de ekleyebilirsiniz.

Eskiden, üniversite hocaları bu kitapları alır, ders diye bu kitapları aktarırlardı. Hem de öğrenciye hiç göstermeden. Öğrenciye göstermeyecek ki, sözde sahip olduğu bilgi ile örenci üzerinde tahakküm kurabilsin. Kürsülerin önünde hafif bir çıkıntı da vardı ve hoca öğrenciye göstermeden ders anlattığını zannederek o kitapta yazanları “bilgi” diye aktarırdı.

Bir de “yenilik tazıları” vardır. Batıdan tercüme edilmiş kitapları kedi “yumuşak atığını” saklar gibi saklar, bilgi diye oradan okuduklarını kakalardı öğrenciye. Lafın arasına, yanlış telaffuz edilmiş İngilizce veya Fransızca kelime sıkıştırmaktan da geri durmazlardı haa!… Öyle yapınca “muteber bilim adamı” olduklarını zannederlerdi zavallılar. Bunlar, yeni üretilen bilgilerden nasipsiz oldukları için, hocalarının okuttuğu ve tedavülden kalkmış tercüme kitapları da bir hazineymiş gibi sunmazlar mı, ona çok gülüyorum işte.

1970-1980’lerde üniversite tahsili yapanların muhatap oldukları bilgiler, en iyimser bakışla, taa 1930’larda üretilen bilgilerdir. Çünkü onların hocalarının büyük bir kısmı, 1940-1950’lerde üniversite tahsili yapmışlar ve 1930’ların bilgileriyle “mücehhez” olmuşlardır.

Oysa dünya 1990-2000’lerden itibaren çok değişti. Artık, bilgi eskisi kadar yavaş hareket etmiyor. İstanbul’da basılan kitap bir iki gün sonra Muğla’da olabiliyor meselâ…

Hele 1995’lerden itibaren yaygınlaşmaya başlayan internet!…

İnternet öncesi bilgisayar döneminde, Kimya alanındaki bilgi 14 ayda, sosyal bilimler alanında 12 ayda, kümülatif olarak ikiye katlıyormuş. İnternet çağında bu katlamanın hafta hesabına dönüşmüş olduğunu tahmin etmek güç değil.

Şimdi internet çağı… Kitaplarda yazan bilgilerin tamamı, bir “tık” ötede. (“İnternetin güvenirliği” salatası yapmayın bana!…) İddia ediyorum, edebiyat alanında, hocaların dersliklerde anlattığı bilgilerin çoğu, internette var… Ve gençler için bir tık ötedeki bilgi, can sıkıcı derslik ortamında edinilen bilgiden daha cazip. Gençler dersliğe girince, “kapsama alanı dışına” çıkıyorlar artık.

Bilgiye internetten ulaşan genç, bilgilenme süreci kontrolünü kendisi yaptığı için, özgüveni gelişiyor. Ayrıca zaman kontrolü ve kullanımını da kendisi yapan öğrenci için öğrenme süreci daha da verimli hâle geliyor.

Ama yayınlanmış kitap veya makalelerle ama internette, istediği bilgi, elinin altında olan genç, üniversite dersliklerinde ne yapacak?

Vaktiyle oğlum ilkokulda “kerrat cetveli”ni öğrenirken, evdeki hesap makinasını kullanıp “Baba, hesap makinası çarpmaları, bölmeleri, çıkarmaları, toplamaları yapıyor. Biz niye çarpım tablosunu ezberliyoruz?” diye sormuştu. Şimdi, elinde bilgisayarıyla derse gelen genç, hocanın anlattığı bilgileri, internetten bulup “Hocam anlattıklarınız burada var. Niye bir de siz anlatıp zahmete giriyorsunuz ve hem kendinizi, hem de bizi yoruyorsunuz?” derse şaşmamak lazım.

Yeni üniversite anlayışı iki hususta yoğunlaşmalıdır:

1)    Bilgi üretme yöntemlerinin öğretilmesi
2)    Bilginin hayata geçirilmesi.

Saklanan kitaplarla öğrenciye tahakküm etmeler, öğrenci karşısında efelik taslamalar, “Siz ne bilirsiniz cahiller!” demeler dönemi bitti.

Yeni yüzyıl, bilgi hamalı ansiklopedist insanlar yüzyılı değildir. Gelecek yüz yıllarda da durum değişmeyecek. Bu yüzden, bilgi üretme yöntem ve yollarını öğretmeyen ve “bilgiyi hayata geçirme”yi başaramayan üniversiteler, sınıfta kalacaklardır. Bu da, okumasını bilene, bilgi demokratizasyonunun sağladığı bir imkândır.

http://www.gazeteboyut.com/universitelerde-bilginin-demokratizasyonu-prof-dr-namik-acikgoz

 

 

Bu yazıyı beğendiniz mi?

RSS Kaynağımıza abone olun!

Yorumlar (0) Geri izlemeler (0)

Yorum yapılmadı.


Leave a comment

Geri izleme yok.