Ahsen Okyar Söylenmek yerine söylemek lazım… Şikayet edeceğine sen de alternatifini oluştur.

12May/210

Zulmet ki Sonun Gelsin –II / Doç.Dr. Tekin YEKEN

SAM_8240_thumb

Zulmet ki Sonun Gelsin –II / Doç.Dr. Tekin YEKEN

İslam ülkelerinin bugünkü handikapları yüzyıl öncesinden bu yana denetlenebilen projelerdir. Asla bağımsız olamamışlar. Bu nedenle bu kavramın ne hârika bir yaşam tarzı olduğunu bilmeleri de beklenemez. Söz konusu handikaplar kısa dönemde telafi edilebilir değil. Birkaç kuşak sonrasında belki. Nasıl olsun ki. Bir yanda “bütün müminler ancak kardeştir” hakikati var, diğer yanda bir kardeş(!) ülke için dünyanın en amansız silah yığınağı yapan potansiyel düşmanlık. Bir yanda mezhep kargaşası, diğer yanda bölgesel çıkarlar. Ortadoğu’daki ABD askeri üsleri adeta müstemleke komiserliği havasındalar. Her bir üs’te binlerce asker konuşlanmıştır. Ortalama nüfus oranına göre her 223 kişi başına bir Amerikalı asker düşmektedir. Ne anlama geldiği açık ve net: Savunma karşılığı, kaynaklarını batı Avrupa ve ABD yararına ipotek etmek. Bu tip güdümlü yönetimlerin bu zulme katkısı inkâr edilebilir mi?

indirindir (1)

Ülkemizden de söz etmek gerekirse, evet ABD üsleri mevcuttur. Ancak bu ülke bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’dir. Geçmişte (1975) bir dış politika gereği başbakan Demirel 21 ABD üs ve tesislerini kapatılmıştır. Yine aynı dönemde ABD’nin silah ambargosuna Ecevit hükumeti üç yıl taviz vermeksizin direnmiştir. Ayrıca, 2003’teki 1 Mart tezkeresi TBMM’de reddedilmiş ve güneydoğuda konuşlanan binlerce ABD askeri bölgeyi terk etmiştir. İsrail bu zulmü Türkiye devletine cesaret edebilir mi, elbette hayır. Çünkü bütün kurumlarıyla biz bir cumhuriyetiz. Onu kuran iradeye rahmetler olsun.

Mezhep içtihatlarındaki kargaşa bir yana, nakil ve menkıbe odaklı kaynaklardaki dini yorumlarla her bir koldan ayrı hizipler doğmuştur. Hadisleri rivayet eden zincirin peygamberimizin vefatından iki yüz elli yıl sonra aktarılmasında da ciddi ve önemli tartışmalar doğurmuştur.

Gerek kuran tefsirinde, gerekse hadislerde mutlak evrensellik ya da günün anlayışına göre revize edilmesini ileri süren tarihselcilik anlayış ve yorumları kutuplanmış durumdadır. Bu akımlar gerek siyasal İslamcılık anlamında, gerekse ilahiyat bilimlerinde ülkemizi de etkilemektedir. Öyle ki, bir konuda görüş açıklayan iki ilahiyatçıdan -birisi ara zon olmak üzere- üç farklı görüş ortaya çıkmaktadır. Belli ki farklı kaynaklardan besleniyorlar ve bu durum kaçınılmazdır. Ya, “burada ne yazıyorsa o olmalıdır”    anlayışıyla yüz yüze olunuyor, ya da “o zamanın şartları bugün yok, öyleyse mensuhtur (yürürlükten kaldırılmıştır)” denilir. Bunun yanında radikal yorumlar da kuran ihtisası olmayanlarca yorumlandığı durumlarda daha çok şiddet içeriklidir (“..müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün.” Tevbe:1-6 gibi) gibi. Ya da “Mürtedin (dinden çıkanın) öldürülmesi. Bakara.217” gibi. Birbiri ile uyumlu olmayan çelişkili yorumlar bulunmaktadır.

Sonuçta görünen o ki; İslam ülkeleri bir büyük ihtisas şurası kurmadığı müddetçe bu acı ve bu iniltiler hiç durmayacaktır. Önce bağımsız olmalılar, işin esası budur. Buna samimi inanmak gerekir.

Despot ve dayatmacı yönetimlerden kurtularak demokratik seçim sistemiyle tanışmalı, istişare-danışma kavramı yerleştirmelidirler. Açıklık rejimine adım atmalıdırlar. Eleştiri ve denetlenme-hesap verme sistemini kurumsallaştırmalılar. Mezheplerin ayrılıkçı rüzgarından sıyrılıp temel esaslarda birleşmeliler.  Savunma sanayii sarmalından kurtulup kaynaklarını eğitim, sağlık, üretim ve teknoloji yönünde kullanmalılar.

Yüce kitabımızın asırlar önce gösterdiği yola yeniden dönmek zorundadırlar: “Veşavirhûm fil emr (Ali İmran,159)”,  “ve emruhum, şûra beynehûm(Şura,38)”  (İş hususunda onlarla müşavere et / Onlar işlerini birbirlerine danışarak yaparlar).  Arızaların gerçek sebebi; Müslüman coğrafyada fikir ve düşünce özgürlüğü olmamasındandır. Bilinmektedir ki; tartışma kültürü olmayan hiç bir alanda -asgari de olsa- birlik sağlanamaz. Bu keşmekeşlik devam ettikçe; Kudüs halkının da, Bağdat’ın da Şam’ın, Kâbil’in de canı daha çok yanacak.

Bir de oturduğu yerden İslam birliği konusunda (ittihadı İslam) ahkâm kesenler var. Yani ticari-ekonomik-siyasi anlamda bir pakt oluşturmak. Bugün de adı var olan, ancak emperyalizmin emrindeki kuruluşlar. Gerçekle yüzleşmek lazım.

Eğer bu birlik hayatta olsaydı; Yemen’deki çocuklara gönderilen humaniter gıda-ilaç yardımları kesilir miydi?.

Sivil ve yoksul halkının tepesine bombardıman sortileri olur muydu?.

Öyle olmasaydı;  Güney Afrika’da açlıkla-susuzlukla mücadelede Türkiye ve batılı “gayrimüslim” kuruluşların dışında hiç bir Müslüman ülkenin görünmemesi (Pakistan istisnadır)  olur muydu?.

Doğu Akdeniz enerji paylaşımında Filistin yönetiminin bile (Mahmud Abbas) Yunanistan lehine destek vereceği akla gelir miydi?. Bütün bunlar unutulmuyor.

Bunların geçmişi de uzunca listeler halindedir: Kıbrıs’ın tanınmasında, Azerbaycan-Ermenistan savaşında, PKK terörizmi ile mücadelede ve diğer uluslararası konularda kim kimin yanında ve kimlerle el ele. Buna iyi bakmak gerekir.

Gerçeklerle bir daha yüzleşmek gerekir.

Bu mevcut geri besleme yönetimlerle mi İslam birliği?

Geçiniz.

Her hafta cuma kutlama mesajlarının tadını çıkarmak daha iyi gelir.

Bu yazıyı beğendiniz mi?

RSS Kaynağımıza abone olun!

Yorumlar (0) Geri izlemeler (0)

Yorum yapılmadı.


Leave a comment

Geri izleme yok.