“Eğitim – Keşif”, “Başarı – Sevgi” Paradoksu – Kadir DURGUN
“Eğitim – Keşif”, “Başarı – Sevgi” Paradoksu – Kadir DURGUN
Kırk yıl öğretme işini yaptım, öğretmen; eğitme işini yaptım, eğitmen dediler.
Eğitim-öğretim eylemini, hep bir sıkıntılı süreç olarak yaşadı, yaşıyor velinimetimiz öğrencilerimiz, onları yetiştiren ebeveynler, güzel ülkemizin insanları.
Kendisine değer verdiğim ve kendisinden değer gördüğüm, bir zamanların eğitimcisi, şimdilerin biraz siyasetçisi biraz da bürokratı bir arkadaşım bana gecenin ilerlemiş vaktinde, telefonda “Bir tanıdığımın oğlu yarın Sınav’a girecek, çocuk perişan, aile perişan, sınav kaygısı sebebiyle evlerinde huzur yok. Ne tavsiye edersin?” diyorsa, sınava oğlunu götüren anne, “Ben oğlumdan daha heyecanlıyım, içeride ne yapıyordur acaba? Falan okula gitmesi için tam puan alması lazım.” cümleleriyle kendisinden medet umduğu gazeteciye hırs ve heyecanını dillendiriyorsa burada bir sorun var, demektir. Bu, yalnız bir eğitim-öğretim sorunu değil, bir memleket sorunudur.
Eğitim faaliyeti insan merkezli, insana endeksli. Bu eylemin öznesi de nesnesi de insan. “İnsan, insanın müşkülüdür.” sözünü çok anlamlı bulurum. Eğitim faaliyetini zorlaştıran, çile haline getiren; insanoğlunun kendini ve hemcinsini nesneleştirmesidir, diye düşünüyorum. “Eğitim” sözcüğünün kendisi anlam yönüyle problemli. Kelimenin kökü “eğmek”. Temel anlamıyla düşündüğümüzde eğmek eylemi nesneler üzerinde yapılar ve bu nesnenin temel karakteri direnç göstermesidir. Özne de bu nesne üzerinde ancak şiddet ve güç uygulayarak sonuç alır. Ağaç eğilir, aslı odundur. Demir eğilir, bina eğilir; bunların tamamı kendilerinden daha dirençli bu baskı karşısında mukavemet gösterememeleridir. Eğmek eylemi, nedense özünde bir olumsuzluğu çağrıştırır. Direnme, şiddet, karşı koyma, isyan, istenmezlik vardır. Eğmek fiilinden türetilen eğitim kelimesinde de aynı olumsuz ruhu hissetmemek mümkün değildir.
Öncelikle yapılması gereken, insanı nesne olarak görmekten, algılamaktan vazgeçmektir. İnsan eğilip bükülmeye değil, keşfedilmeye, içindeki bin bir cevherle yüceltilmeye layık yüce yaratıktır. İnsan, yeryüzünün halifesi, yaratılmışların en şereflisi, bütün evrenin kuruluş sebebidir. Ona nasıl nesne gözüyle bakılabilir, nesne muamelesi nasıl yapılabilir? Her insan evrenin içinde bir evren, dünyanın içinde bir dünyadır. Bin bir derinlik ve inceliğe sahiptir. İnsan, keşfedilmesi gereken, keşfedilmeyi bekleyen en mükemmel varlıktır. Adına eğitim denilen bu faaliyette insanı eğitmekten vazgeçilmeli, insanı keşfetmeye yönelik radikal yöntemler geliştirilmelidir. İnsan, böylece keşfetmenin ve keşfedilmenin sevincini duyacak, nesne görülmenin kompleksinden kurulacak, kazanacağı izzetin ayrıcalığını hissedecek, dünyada var olmayı bir angarya değil, bir kazanç ve Yaratan’ın lütfu olarak görecektir. Gelin, yeni bir perspektifle merkeze aldığımız insan üzerinde yaptığımız eyleme özgü yeni bir kelime türetelim, bulacağımız bu kelimenin çağrıştırdığı manaya göre yeni bir yol haritası çizelim.
İnsanı nesneleştirmek, ondan beklentilerimizi de sıkıntılı hale getiriyor. Bu sıkıntının adı, “başarı”. Aldığın puan, kazandığın okul kadar değerli olmak, ne acı bir gerçek, ne kaldırılmaz bir yük! Aldığın puan kadar iltifat, aldığın puan kadar itibar, aldığın puan kadar hediye… Biz, üretim kapasitesi yüksek makine ile evrenin varlık sebebi insanı karıştırıyoruz.
Başarıya endeksli eğitim anlayışından, sisteminden derhal vazgeçilmelidir. İnsan gerçeğini inkişafa yönelik bir eğitim sistemi uygulanırsa başarı temel kıstas olmaktan çıkacak, sadece keşfedilen cevherimizi parlatan bir cila olacaktır. Aslında “başarı” kelimesi de anlam itibariyle problemlidir. “Başarı”; başa çıkmak, bir şeyi yenmek, egale etmektir. Kelime; bir kavgayı, bir mücadeleyi, gayretin yanında bir galibiyeti ve mağlubiyeti de çağrıştırmaktadır. Kelimenin dolaylı manasında ter kadar, gözyaşı ve kan da vardır. Daha sevecen bir kelime bulmak lazım.
Başarmakla değer kazanılacağını öğrenen bir çocuktan, yarınlarda büyüklerine aynı gözle bakmamasını bekleyemezsiniz. Yaşlandığında başarma yeteneğini kaybeden, üretime katkı sağlayamayan her insan, o çocuk için, artık değersiz olacaktır. “Başarın kadar değerlisin veya adamsın” algısını veren bu sistemin kurucularının ve yürütücülerinin, kendilerine dönecek bu oklardan şikâyet etme hakları olmayacaktır, olmamalıdır. Hayatımız, “insan sevgisi” perspektifiyle inşa edilseydi, eğitim süreci buna göre yürütülseydi toplumun hiçbir yaş grubu birbirini değersizleştirmez, dışlamazdı.
Milli Eğitim’de anlayış değişikliğine hararetle, acilen ihtiyaç var. İnsanımızı öğütüyoruz, telef ediyoruz. Özellikle Sınav dönemlerinde depreşen yaralar, ne kadar çürüdüğümüzü göstermektedir.
Bilinen bir sözdür: “Eski hal muhal, ya yeni hal ya izmihlal!”
Leave a comment
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.