Aydınlar Ocağı Genel Merkezinin Anayasa Değişiklikleriyle İlgili Görüşleri*
Aydınlar Ocağı Genel Merkezinin Anayasa Değişiklikleriyle İlgili Görüşleri*
Genel Esaslar
1982 Anayasası birçok defa değiştirilmiş ve bazen ihtiyaçlara uygun hale getirilmeye çalışılmış; bazen de siyasi iradenin baskısıyla değişmelere uğramıştır. Anayasa değişikliği ise “yeni Türkiye” için “yeni Anayasa” oluşturmak üzere yapılmakta; yani ihtiyaçlar dolayısıyla yapılmamaktadır. Asıl gaye ve konunun arka planı; bize uymayan yeni bir elbise giydirmek ve Türkiye’yi küresel gücün istekleri doğrultusunda dönüştürmektir. Asıl resmi görmeden, ilkeler ve maddeler üzerinde tartışma açmak, esastan uzaklaşmaktır.
Suriye, Irak, Türkiye ve İran’dan belirli parçalar alınarak ABD kontrolünde ve onun karakolu olabilecek federe bir Kürt devleti kurulmaya çalışılmaktadır. Bugüne kadar seslendirilen ister BOP, ister diğer uluslararası projeler olsun, amaç, Ortadoğu’da sınırların ve ülkelerin küresel gücün isteklerine göre şekillendirilmesidir.
Son dönemde Türkiye emperyal bir devlet olmaya zorlanmaktadır. Bize milli devlet ve üniter yapıdan uzaklaşmamız, çokkültürlü bir yapı kazanmamız, Anayasamızı buna göre yaparak Ortadoğu’da ve İslam âleminde yeni imkânlar kazanabileceğimiz telkin edilmektedir. Yeni Osmanlı ağabeyliği çok değişik tuzaklarla doludur. Suriye ve Libya politikasındaki değişme, terör örgütüyle mücadele yerine müzakereye girişme, Ortadoğu’daki rejimlerin muhaliflerine sahip çıkma gibi gelişmeler, sebepsiz değildir. Dış politikada çok ciddi bir eksen değişikliği dikkat çekmektedir.
Bir Anayasanın içeriği kadar, yapılış usulü de önemlidir. Eğer Anayasanın bir toplumsal sözleşme niteliğinde olmasını istiyorsak, T.C devletinin temel kuruluş felsefesi, kurucu irade ve varoluş gerekçeleriyle ters düşmemeliyiz.
Anayasa olabildiğince gereksiz ayrıntılardan uzak, açık ve net hükümler içermelidir. Terim ve kavram bütünlüğü sağlanmalıdır. Yasalarda bulunması gereken madde ve esaslar Anayasada yer almayabilir. Partiler arası uzlaşma komisyonu baskılardan uzak işletilebilmeli ve iş aceleye hele takvime bağlanmamalıdır. Bazı Anayasa değişikliklerinin yanı sıra, yaklaşık 26 dolayında yasada da değişiklikler yapılmalıdır. Bunlar olmadığı sürece Anayasa değişiklikleri temelsiz ve havada kalır.
Anayasa, toplumdaki marjinal grupların sesi olmamalıdır. Yapılan bütün araştırmalarda % 5 ile % 8 arasında değişen etnik taassup sahibi bir grubun veya çevrenin terör baskısıyla isteklerini topluma kabul ettirmesi demokratikleşme olamaz.
Başlangıç
1982 Anayasasının en tartışmalı konularından birisi, Anayasanın Başlangıç kısmıdır. Bu kısma “milli devlet ve üniter yapının korunması” şeklinde kısa bir ilâve yapılabilir. Bu kısmın daha fazla tartışılacak bir tarafı olduğuna inanmıyoruz.
Devletin Adı ve Temel Nitelikleri
Devletin adı, Türkiye Cumhuriyetidir. Anayasanın ilk üç maddesi aynen ve mutlaka korunmalıdır.
“Ülkenin bölünmez bütünlük ilkesi”nden değişik sebeplerle rahatsız olup bunu farklılıkları dışlama, ya da bastırma olarak görmek anlaşılabilir değildir. Böyle bir yaklaşım patolojik izler taşır. Anayasa değişiklikleri, devletin ülkesi ve milleti ile bölünmesi ve sonlandırılması amacıyla yapılmaz.
Türk toplumunu milletleşme sürecinden geriye döndürme ve sosyolojik anlamda onu bir kalabalık gibi değerlendirme anlayışı, birliktelikleri dışlama, farklılıkları kutsallaştırma, ileride ayrı bir devlet kurmak için şimdilik bölgesel özerklik elde etme, Anayasa hazırlıklarında bazı çevrelerin temel hedefidir.
Milletleşme, biyolojik bir tasnif değildir. Milli seviyede ortak bir yaşama tarzına kavuşulması, milli mutabakatların geliştirilmesi, milli seviyede ortak kabul ve retlerin, ortak paydaların ortaya çıkmasıdır. Bundan dolayı demokrasi, sosyolojik anlamda basit kalabalıkların değil; neden ve niçin bir arada bulunduklarını fark eden milletleşmiş toplumların rejimidir. Milli birliğini kuramamış, mutabakatları gelişmemiş, milli devlet olma özelliğini kazanamamış toplumlar demokrasiyi sadece tartışırlar; ama yaşatamazlar. Milletleşme; her türlü etnik, mezhep, aşiret, boy ve bölge taassubunun aşılarak milli seviyede “biz” duygusunun hissedilmesidir. Milletleşme ile demokrasi arasında doğru bir ilişki vardır. Demokrasi, milletleşme üzerinde yükselir. Demokrasi ile etnik ırkçılık ve taassup uzlaşmaz. Etnik ırkçılığa teslim olacak bir Anayasa hazırlık çalışması demokratik kabul edilemez. Farklılıklar bütünü zedelemediği ölçüde demokrasi yürüyebilir. Sosyal bütünleşmenin olmadığı yerde demokrasi çok teorik kalır.
Milli devlete, milli kimliğe ve milliyete karşı alternatif kimlik ve mahalli egemenlik alanları açmak, demokratikleşme değil; hiçbir ciddi devletin kabul edemeyeceği egemenliğe ortak aramak ve egemenlik devridir. Bu sebeple, Anayasanın egemenliğin Türk milletine ait olduğunu belirten 6. maddesi mutlaka korunmalıdır. Farklılıklar bütünü tamamladığı oranda anlam kazanır. Bir ülkede hâkim kültür ve milli kimliği reddederek farklılıkların bütünü zenginleştireceğinden bahsedemeyiz.
Milli kimlik bir ülkede mevcut etnisiteleri de kapsar. Etnisiteler ile milliyet çelişmez ve rakip değillerdir. Türk kimliği Türkiye’de etnisite kapsamında değil ki, etnik çağrışım yapabilsin. Farklılıkları kutsallaştırarak, vatandaşlığı ve devletin varlığını reddederek etnik ırkçılığa varan sapmaları teşvik ederek, silah bırakmamış terör örgütü ile müzakereye girişerek, hatta uzlaşarak, insanları birbirine ötekileştirerek ve garip açılımlarla demokratik bir Anayasa yapılamaz. Böyle bir yol, sosyal bütünleşme ile de çelişir. Hiçbir ciddi devlette çözülme ve etnik bölünme, demokratikleşme ve özgürleştirme olarak kabul edilemez. Bunun hiçbir ciddi devlette yaşanmış bir örneği yoktur.
Türkiye Cumhuriyeti “demokratikleşme ve özgürleşme” adı altında tarihinde görülmemiş örtülü bir ihanetle karşı karşıyadır. Kendisine dış güçlerin uygun bulduğu bir elbise giydirilmek istenmektedir. Buna “Yeni Türkiye” denmektedir. Halbuki, Türkiye’nin, Türkiye olmaktan çıkarılıp, makas değiştirilerek tanınmaz hale getirilmesinde, Anayasa bir araç olarak kullanılmaktadır. Anayasada ve yasalarda ülkenin ihtiyaçları ve yapılması gereken gerekli değiştirmeler değil; dıştan kumandalı bir dönüştürme planı uygulanmaktadır. Şu halde, konuya bütüncü ve geniş bir ufuktan bakmalı; sorunu sadece hukuk tekniği ve madde değişiklikleri olarak görmemeliyiz.
Terör konusunda ülkemizin özel şartları, diğer birçok ülkeden farklıdır. Devletin egemenlik haklarını, toprak bütünlüğünü, milli varlığını hedef alan bölücü ve ırkçı terörün, vatandaşlarımızın en önemli insan hakkı olan yaşama hakkına yönelen tehdit ve saldırılarının hızını arttırdığı bir ortamda Anayasa çalışmalarının yapıldığı göz ardı edilmemelidir.
Anayasa düzenlemelerinde fert mi, devlet mi kısır tercihleri aşılmalıdır. Devletsiz ve milletsiz fert de; fertsiz devlet ve millet de birer ütopyadır.
Anayasa değişikliklerinde milli güvenlik ve hürriyetler arasındaki anlamlı denge korunmalıdır.
Milli hukuk dışlanarak sadece evrensel hukukun ele alınması, sosyal yapımızın ve ülke gerçeklerinin hesaba katılmaması, uygulamada boşluklar ve çelişkiler doğurabilir.
1982 Anayasasının 41. Maddesinde yer alan “Aile Türk toplumunun temelidir” ifadesi aynen korunmalı, milletimizin kimliğiyle uğraşılmamalıdır. Manevi ve ahlâki değerleri yıpratıcı ve bozucu aşırı liberal düzenlemelerden kaçınılmalıdır. Gelişmiş Batı toplumlarının da artık şikâyetçi oldukları sapmalar, insanımıza ideal ve özgürlük diye takdim edilmemelidir.
Bir ülkenin milli birlik ve bütünlüğünün tartışmaya açılmaması, insan hakları konusunda bir eksiklik değildir. Hiçbir ciddi ve demokratik ülkenin buna izin vermemesi, o devletin meşruiyetini zayıflattığı şeklinde yorumlanamaz. Nitekim, milletlerarası birçok sözleşmede milli devletin toprak bütünlüğünün korunması esas alınmakta; etnik, dini, ırki esaslara ve düşmanlık duygularına göre örgütlenmeye sınırlar konmaktadır. Bizdeki eğilimin aksine, teröre ve etnik ırkçılığa özgürlük tanınmamaktadır. Türk, tarihinde ırkçılık yapmadı. Türkiye’de Türk’e karşı da ırkçılık yapılmamalıdır.
Temel Hak ve Hürriyetler
Anayasanın başlangıcında, ferdi ihmal etmeyen, toplumu da dışlamayan bir anlayış çerçevesinde insan haklarına dayanan devlet anlayışı benimsenmelidir. Temel hak ve hürriyetlerin, Anayasadaki düzenlemelerle sınırlı olmadığı vurgulanmalıdır.
Anayasada temel hak ve hürriyetler konusunda “ödev” boyutunun yer almaması gerekir. Çünkü 1982 Anayasasında ödeve bağlı bir hak anlayışı mevcuttur. Kişinin ailesine ve topluma karşı ödevleri olabilir. Ancak ödevler çerçevesinde gerçekleştirilecek bir hak anlayışı doğal hukuka dayanan temel hak ve hürriyetler anlayışı ile bağdaşmaz. Bunun yerine, herkesin hak ve özgürlüklerini kullanırken başkalarının haklarına saygı gösterme yükümlülüğü bulunduğu ifade edilmelidir. Bu anlayış ferdin sosyal nitelikleri ile de örtüşmektedir.
Temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılması konusunda Anayasada genel sınırlama nedenlerine yer verilmemeli, hak ve hürriyetler sadece ilgili maddede öngörülen özel sebeplerle sınırlandırılabilmelidir. Özel sınırlama nedenleri belirlenirken evrensel düzenlemeler dikkate alınmalıdır.
Anayasada ilke olarak, hak ve hürriyetlerin varlığını kural sınırlandırılmasının istisna olduğu ilkesinin benimsenmesi ve insan haklarının Anayasada güvenceleriyle birlikte yer alması gerekir. Sınırlama, istisnai bir tedbir olarak, sadece zorunlu olması durumunda ve gerektiği ölçüde yapılması gerektiği belirtilmelidir. Bu bakımdan, ölçülülük ilkesinin alt unsurları ile birlikte sınırlama rejiminin de göz önünde tutulmasının; ayrıca sınırlayıcı tedbirlerin demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı olmamasının ve bu sınırlamaların hakkın özüne dokunmayacak biçimde yapılmasının insan hakları açısından önemli bir güvence olacağı vurgulanmalıdır.
Temel hak ve hürriyetler klasik üçlü ayrıma gidilmeden maddeler halinde düzenlenmelidir. Bu yapılırken devlete olumlu edim yüklemeyen haklar önce düzenlenmelidir. En son olumlu edimler yükleyen haklara yer verilmelidir. Eşitlik ve ayrımcılık, temel hak ve hürriyetler kısmında ele alınmalıdır.
1982 Anayasasında yer alan, gençliğin korunması, sporun geliştirilmesi, sanatın ve sanatçının korunması gibi, program hüküm niteliğinde olan düzenlemelerin tekrar Anayasada yer almaması uygun olabilir.
Temel hak ve hürriyetler alanında; bizzat çokkültürlü Batılı ülkelerde yürümeyen, yürütülemeyen, uzun yıllar uygulanmış olan sömürgeci politikaların bir sonucu olarak gündeme getirilmek zorunda kalınan, günümüzde bu ülkeler için milli güvenlik bakımından tehdit oluşturan çokkültürlülüğü çağrıştıran ifadelere, kolektif ve grup haklarına yer verilmemelidir. Türk Milleti, ne çokkültürlülük tanımlarına uygun, ne de tesadüfen bir araya gelmiş bir topluluktur. Milli Mücadele’yi başarıp Cumhuriyeti kuranlar da tesadüfen bir araya gelmediler. Oldukça homojen yapılarda çokkültürlülük uygulamaları güç kaynağı değil, çatışma kaynağı olabilir.
Vatandaşlık tanımı ile ilgili 1982 Anayasasının 66. Maddesindeki ayrımcılığı ve etnik taassubu, etnosantirizmi reddeden, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını bütünüyle kucaklayan mevcut düzenlemenin aynen muhafaza edilmesi gerekir. “Türkiyelilik” aynı coğrafyayı, mekânı paylaşmanın ötesinde bir kültürel kimlik olamaz. “Anayasal vatandaşlık” da ismi konmamış bir çocuk gibidir. Vatandaşlar arasında kültürel ve ırki farklılıkların bulunduğunun Anayasa’da yer alması, hiçbir zaman bir eksikliğin giderilmesi değildir. Anayasa yoluyla insanları birbirine ötekileştirerek daha ileri bir demokrasi kurulamaz.Türk sıfatı ve kimliği ne 1923’te Cumhuriyetle, ne de 1982 Anayasasıyla ortaya çıkmış bir milli kimlik değildir. Genel bir ifadeyle Türk, sadece Türkçe konuşan değil, Türk kültürünü yaşayan ve paylaşandır.
Son zamanlarda gündeme sokulan “Anayasal vatandaşlık”, “çokkültürlülük” ve “Türkiyelilik” kavramları milli, devlet olarak örgütlenmiş Türkiye Cumhuriyeti’nin temel niteliklerinin kökten değiştirilmesi çabasıdır.
Temel hak ve hürriyetlere ilişkin uluslararası sözleşmeler ile kanunların çatışması halinde, hak ve hürriyetleri daha geniş ölçüde düzenleyen hükmün esas alınması gerekir. Uluslararası sözleşmeler ile ilgili ön denetim sistemi getirilmelidir. Bu denetim, Anayasa Mahkemesi’ne verilebilir.
Anayasada kavram anarşisinden uzaklaşma adına, ruhani despotizmi ve İslam’da tefrikayı önleyen laiklik ilkesinden ne anlaşılması gerektiği önemlidir. Laiklik ilkesi, özgürlük boyutu ile ele alınmalı, din ve devlet işlerinin ayrılığının yanısıra, din hürriyeti boyutu da Anayasa ile korunmalıdır. Ayrıca devletin dinler ve inançlar karşısında tarafsızlığı da garanti altına alınmalıdır.
Din eğitimi ve öğretiminin, devletin vatandaşa karşı yerine getirmesi gereken bir yükümlülük olduğu unutulmamalıdır.
Temel hak ve hürriyetler düzenlenirken birbiriyle çok yakından bağlantılı hak ve hürriyetler aynı madde içerisinde düzenlenmelidir.
Eğitim hakkı ile ilgili maddede, kılık kıyafetinden dolayı kimsenin yükseköğretim hakkından mahrum bırakılamayacağı açıkça öngörülmelidir.
Anayasada sokuşturulmak istenen hususlardan biri de, ana dilde eğitim konusudur. Devlet, Türkçeden başka bir dilde eğitim ve öğretim yapamaz. Türkçeden başka bir dil, Türk vatandaşlarına anadil olarak öğretilemez. Türkçe eğitim ve öğretim, milli egemenlik kapsamında düşünülmelidir. Ayrıca, resmi dilin milli birliği oluşturan en önemli unsur olduğu unutulmamalıdır. Bu yüzden, Anayasada anadilde eğitim konusuna kesinlik yer verilmemelidir. Osmanlı’da da eğitim ve öğretim dili, Türkçe idi. Türkiye’de Dünya dili olan Türkçe birleştirici ortak bir paydadır. Aksi bir eğilim, çalışma hayatı dâhil birçok alanda fırsat eşitsizliklerine sebep olabilir. ABD ve İngiltere’de İngilizcenin farklılıkları birleştirici, farklılıklar üstü özelliği vurgulanırken, Türkiye’de Türkçeye farklı bir anlayışla yaklaşmak önemli bir çelişkidir.
Anayasada basın hürriyetinin iletişim özgürlüğü olarak benimsenmesi gerekir. Özel hayatın gizliliği de korunmalı; bu ve diğer alanlarda bazı yasalarda Anayasa düzenlenmesiyle eş zamanlı değişiklikler yapılmalıdır.
Anayasada siyasi partilere üye olma hakkının kapsamı genişletilmelidir. Hâkim ve savcılar, kolluk kuvveti ile silahlı kuvvetler mensupları hariç, herkes siyasi partilere üye olabilmelidir.
Seçme hakkına getirilen sınırlamaların kapsamı daraltılmalıdır. Er ve erbaşlar ile askeri öğrencilere oy hakkı tanınmalıdır.
Temel hak ve özgürlüklerin anayasa yargısı yoluyla etkin bir şekilde korunmasını sağlamak amacıyla Anayasa mahkemesini bireysel başvuru yoluyla tanınmalıdır. Bireysel başvuruya konu olacak hak ve özgürlükler belirlenirken uluslararası sözleşmelere atıf yapılmamalı, doğrudan ilgili Anayasa maddelerine atıf yapılmalıdır.
1982 Anayasasının 65. Maddesindeki devletin ekonomik ödevlerinin sınırına ilişkin düzenlemenin devlete olumlu edim yüklemeyen sendika kurma hakkı ve grev hakkı gibi sosyal hakları kapsamaması gerekir. Ayrıca sağlık, eğitim ve sosyal güvenlik hakkı gibi hakların da bu sınırlamaya tabi olmaması gerekir.
Anayasada grev hakkının kamu-özel ayrımı yapmaksızın tüm çalışanlara (Hakim ve savcılar, kolluk kuvveti ile silahlı kuvvetler mensupları hariç), örgütlenme hakkı çerçevesinde eşit olarak tanınması gerekir. Ayrıca memurlar bakımından toplu sözleşmenin kapsamı, sadece mali konularla sınırlandırılmamalı, diğer özlük haklarının da toplu sözleşme kapsamında değerlendirilmesi sağlanmalıdır.
Devlet Yönetimi ve Teşkilatı
Kuvvetler ayrılığı prensibi kesinlikle korunmalı, saha ihlali yapılmamalıdır.
Yargıyı siyasallaştıran ve yürütmenin emrine veren, bağımsızlığını ve tarafsızlığını kaybetmesine sebep olan yasa vb. ilgili mevzuat düzeltilmeli, Hâkim ve Savcılar Yüksek Kurulu, ikiye ayrılarak Hâkimler Yüksek Kurulu ve Savcılar Yüksek Kurulu haline getirilmelidir. Bakan ve Müşteşar, bu kurulların üyesi olmamalıdır.
Diyanet İşleri Başkanlığı, devlet-millet kaynaşmasında önemli bir kurum olup, siyasi vesayetten mutlaka kurtarılmalıdır. Bütçe dışı faaliyetleri. gelirleri ve ticari faaliyetleri mutlaka YÖK gibi kurulacak bir yüksek denetim organı tarafından denetlenmelidir.
Cumhurbaşkanının yetkileri sınırlandırılmalı, istismar edilmeye müsait başkanlık sistemi yerine parlamenter sistem daha iyi işler hale sokulmalıdır.
Seçimlerdeki % 10 barajı indirilebilir. “Türkiye milletvekilliği” veya ülke çevresi milletvekilliği sistemi daha uygun ve adaletli bir temsile yol açabilir.
Siyasi partilerin kapatılması zorlaştırılmalı, ancak kapanma gerekçelerini doğuran yetkililerin iki, üç dönem veya sürekli seçimlere katılmamaları sağlanmalıdır.
Milletvekili dokunulmazlığı, kürsü dokunulmazlığı ile sınırlandırılmalıdır.
Partilerin denetimi siyasi baskılardan uzak bir organ tarafından ele alınabilir. Parti kapatma yerine, hazine yardımından süreli mahrumiyet veya süreli olarak seçimlere katılma yasağı getirilebilir.
Partiler yasası, parti içi demokrasiyi sağlayacak ve ülke şartlarına uygun bir şekle sokulabilir. Hakim kontrolü altında ön seçim yapılması zorunlu hale getirilmelidir.
Olağanüstü yönetim uygulaması kalmalıdır. Fakat, olağanüstü yönetim kararlarına karşı yargı yolu açık olmalıdır.
Anayasanın 127. Maddesi kullanılarak, bölgesel özerklik sonucunu doğurabilecek madde değişikliklerine gidilmemelidir.
Kanun Hükmünde Kararname(KHK)ler, TBMM tatilde olmadığı sürede ¾ çoğunlukla çıkarılabilmeli, tatilde olması halinde ise normal salt çoğunluk esas alınmalıdır.
Devlet yönetiminde süreklilik ve istikrarın sağlanması, kargaşaya yol açılmaması, birlik ve beraberliğin sürdürülebilmesi için, Devletin kuruluş amacı ve felsefesi daima göz önünde tutulmalıdır. Devletin yönetim anlayışı, geleneksel değerlerini kaybetmemeli, vatandaşa müşteri gözüyle bakılmamalı, sosyal fonksiyonlar eksiksiz yerine getirilmelidir.
Sonuç olarak; Anayasa ülkenin ihtiyaçlarına cevap verebilmeli, ısmarlama ve dış dayatmalı bir nitelik taşımamalıdır. Ülkenin sorunu, küresel etkilerle bazılarında Türk Milletine mensubiyet şuurunun zayıflamasıdır. Kendi kendini ötekileştirme, sorunları çözemez. Bölücü ve ırkçı terörü hak elde etmede doğal bir yöntem olarak kabul eden, terörle beslenen, TBMM’nde uzantısı olan bir terör örgütünün tehdidi altında, onun taleplerini karşılayarak ve şiddeti yatıştırmak için Anayasa yapmak, çözüm olmaktan uzaktır. Ülkemizdeki asıl sorun; ne gariptir ki, siyasi iradenin ve kamuoyunun bir kısmının, terör ve teröristin haklarını teslim etmek üzerinden sözde bir çözüme zorlanmasıdır. Demokrasi, teröre yenik düşürülmemelidir. Milli bağımsızlığı ve egemenliği konusunda hassas olan bir devlet, uluslararası kuruluşların kapsamını belirlediği ve dayattığı ilkeleri Anayasa diye halkına dayatamaz.
Uluslaşma sürecinde kimlik arayan, mensup olduğu devleti, milleti ve vatandaşlığı reddeden, etnik manada temsil kabiliyeti de olmayan bir grubu tanıma adına Anayasada yer vermek ve milli kimliği bunun için etniklik seviyesine indirmek toplumsal bir intihardır.
Ülkemizin asıl sorunlarının sebebi olarak Anayasa gösterilemez. Anayasa ve yasaların uygulanmaması, çiğnenmesi, keyfi tutumlar, partizanlık ve kısır kamplaşma örnekleri, asıl sorunlar arasındadır. Cumhuriyetin bizden sonraki nesillerine, birbirinden rövanş alma peşindeki güç mücadelelerini, ülkenin asıl sorunlarını tartışamayan kısır kamplaşmaları miras olarak bırakamayız. Bu yanlış süreç Anayasa tarihimizde maalesef tepki Anayasacılığını ortaya çıkarmıştır.
Anayasalar dönemlik ve mevsimlik değil; kalıcı belgelerdir. Bu bakımdan, bugüne ve yarınlara ışık tutabilmelidir. Sadece mevcut siyasi ortamın etkisinde kalarak, bu fikir akımlarının güdümüne girerek Anayasa yapılamaz.
Yeni Anayasa hazırlama çalışmalarının, bu gerçekler ve ilkeler ışığında yürütülerek, Türkiye Cumhuriyeti devletinin kuruluş felsefesi, varoluş gerekçeleri ve temel nitelikleri korunarak sürdürülmesi ve sonuçlandırılması gerekmektedir. Aksi takdirde, bir defa daha dış güçlerin tuzağına düşerek milli varlığımıza büyük zararlar vermiş oluruz.
-------------------------------------------------
* Bu metin Ankara’da toplanan ve Aydınlar Ocağı Genel Merkezi’nin de aktif olarak katıldığı Türk Dayanışma Konseyi’nin iki ayı aşkın çalışmaları sonucunda oluşan ilkelerden de istifade edilerek hazırlanmıştır.
Leave a comment
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.