Habil ile Kabil – Fikret ALKAN
Habil ile Kabil - Fikret ALKAN
Bugün size tarihte bilinmeyen, anlaşılmayan, sır ya da öğretilerden bahsetmeyeceğim. Sadece hafızalarımızı yeniden tazeleyerek, yeniden hatırlayacağız.
Hepimizin bildiği üzere ilk kardeş kavgası Hz. Adem’in oğulları Habil ile Kabil arasında yaşanmıştır. Tarih boyunca bu kavga, çeşitli sebeplerden bugüne uzayan bir dava halini almıştır. En büyük imparatorlukların, en güçlü ailelerin, en varlıklı kişilerin yok olup gitmesindeki yegane sebep hep daha fazlasına sahip olmayı isteyen nefsi duygulardır.
Eski Türk devletleri, bu kavgayı durdurmak için ülkeyi hakan hayattayken kardeşler arasında paylaştırmayı seçti. Ülüş sistemi de denilen bu uygulama, kardeş kavgasını durdurmak yerine, dış etmenlerin de baskısıyla devletin parçalanmasına yol açıyordu.
İlk Türk devletlerinden Osmanlı’ya değin var olan inanç sistemi ise ‘kut anlayışı’dır. Buna göre hakan ve devlet yönetiminde olan aile Tanrı tarafından seçilmiş, Tanrının yeryüzündeki gölgesi olmuştur. Bilge Kağan’ın kitabesinde “Tanrı irade ettiği için ve kendi talihim olduğu için Hakan mevkiine oturdum” ifadesi yer alır.
Ülüş sistemi ile yönetilen ilk Türk-İslam devleti ise Karahanlılar olmuştur. Anadolu Selçuklu Devleti’nin 1243 Kösedağ Savaşı ile parçalanmasından sonra Moğol istilası Anadolu’nun acı kaderi oldu. Takip eden yıllar içinde irili ufaklı Anadolu Beylikleri kuruldu.
İşte bu durumu 400 çadırlık bir yörük beyliğinden 600 yıllık bir cihan imparatorluğuna çevirmeyi başaran Osmanoğulları, devlet için de Sasani ve Roma İmparatorlukları gibi eyalet sistemine dayalı merkezi yönetim anlayışını benimsiyordu.
İlk hükümdar Osman Bey’in gördüğü rüyayı hayra yoran Edebali, Osman Bey bağımsızlık işaretlerini aldıktan sonra da desteğine devam etti. Osman Bey, beyliğini büyütürken devlet yönetmenin İslami gereklerini, adaletli yönetimin temel esaslarını ve halkın beklentilerini karşılamayı Abdalan-ı Rum, Ahiyan-ı Rum, Gaziyan-ı Rum, Fakılar ve kadın destekçileri Bacıyan-ı Rum olarak adlandırılan, halk içinde muteber konumdaki bu insanlar veya insan gruplarından öğrenmiştir.
Osmanlı devlet esası geleneksel Türk Devletlerindeki ‘kut anlayışı’nı da içine alıyor, bunu İslami kuralların da öngördüğü biçimde sürdürüyordu. Yani İslami devlet yönetiminde de devletin başına geçen, ‘imam’, Tanrı’nın yeryüzündeki temsilcisi olarak, devleti, soyu, milleti hatta ümmeti temsil eder. Bununla birlikte bu inanış, Türk geleneği ile iç içe geçerek tek bir kişiyi değil, bir aileyi, soy ağacını, kan bağını kutsallaştırmaktaydı.
Ertuğrul Bey’in vefatından sonra yukarıda zikrettiğimiz toplumu yönlendiren insan grupları Ertuğrul Bey’in kardeşi Dündar yerine oğlu Osman’ın ‘bey’ olmasında görüş birliğine vardılar. Tarihler 1298’i gösterdiğinde Dündar Bey’in kendisine Bizans tekfurları tarafından kurulacak tuzakla ilgisi olduğu dolayısıyla yay kirişi ile boğarak öldürttü. (Bazı kaynaklarda başına yay kirişi ile vurduğu ve kasten öldürmeye teşebbüs etmeyip, kazara ölümüne yol açtığı yazmaktadır.)
Oğuz soyundan gelenlerin hanlık mertebesinde ölümüne ferman verilmesi halinde kan akıtılmadan öldürülmesi (önceleri yay kirişi ile sonraki dönemlerde de ipek mendillerle boğulması )bir Türk geleneğidir.
Tahta geçme usullerinde büyük kardeş ‘ekber’ olanın başa geçmesi kuralı kesin olmamakla birlikte yaygındı. Kendisinden sonra sultan olacak kişi ahilerin, beylerin onayı ile başa getiriliyordu. Saltanat adayları tecrübe kazanmaları için devletin çeşitli merkezlerinde sancak görevine gönderilerek yönetim becerileri kazanmaları sağlanıyordu. Manisa, (ki şehzade şehri olarak anılacak kadar ünlenmiştir. Tahta giden en önemli yollardan birinin Manisa’dan geçtiğine inanılıyordu.) Amasya, Trabzon, Konya-Karaman, Kütahya bu sancaklardandı.
Osman Gazi’nin ardından büyük oğlu Alaaddin Bey’in sultan olmaktan kendi rızasıyla vazgeçmesi nedeniyle Orhan hükümdar oldu. Orhan’ın oğlu Murat Hüdavendigar ise ahilerin yardımı ile tahta oturduktan sonra kendisine karşı çıkan kardeşleri İbrahim ve Halil’i öldürdü.
Murat oğullarını sancaklara göndererek tecrübe kazanmalarını istiyordu. Yalnızca Savcı’yı Bursa’da bırakarak yerine vekil tayin etti. Beyazıt, taht kazanma ve kıskançlık hisleriyle Savcı ile ters düşüyordu. Hüdavendigar’ın oğullarından Savcı, vaktinden önce taht hayali ile yanıp Bizans İmparatoru’nun oğlu Andronikos ile anlaşma yaptı. Her iki veliahtın da amacı babalarının yerine geçmekti. Bayezid, Savcı’yı babasına ihbar ederek ölümüne neden oldu ve taht mücadelesinden saf dışı etti.
Murat Hüdavendigar savaş alanında bir Sırplı tarafından şehit edildi. Devlet başsız kalamazdı. Zira ‘ya devlet başa ya kuzgun leşeydi’; yani devletin başsız kalması demek yıkım ve dağılma tehlikesi ile karşı karşıya kalınması demekti. Bu da devlet kurumunun, dolayısıyla bertaraf olacak milletin, yok olacak halkın öngörülmesi demekti. Dolayısıyla Tanrı’nın yeryüzündeki gölgesi; bu derece önemlidir. İlber Ortaylı’nın görüşüne göre ‘ya devlet başa, ya kuzgun leşe’ sözümüz; tam da bunu vurgulamak için söylenmiştir.
Devlet ileri gelenleri, Murat Hüdavendigar’ın da vasiyetine uyarak Rum bir anneden doğan Bayezid’in tahta geçmesinde birleştiler. Yakup ise öldürüldü.
Bayezid I, Niğbolu’ya kısa süre içinde ulaşarak ‘Yıldırım’ ünvanını kazandı kazanmasına ama Timur’u yenmeyi başaramayınca Osmanoğlu’nun Devlet-i Aliye’si zor bir dönemece girdi. Çelebi Mehmet kardeşlerini yenerek tahtı aldı ve birliği yeniden sağladı. 1379’da Edirne’de beyin kanamasından öldü.
II. Murat, babasının vasiyeti üzerine tahta otursa da, kardeşlerinin tahta göz koymalarından kurtulamadı. Babasının kardeş katlini ve kardeş kavgasını önlemek için Bizans’a bıraktığı amcası Mustafa, (gerçek olup olmadığı kesin olmadığından tarihte ‘Düzmece Mustafa’ olarak geçer) ve kardeşi Mustafa ile mücadele etti. Diğer kardeşleri Mahmut ve Yusuf’un da gözlerine mil çektirmek suretiyle saltanat haklarından vazgeçirilmiş oldular.
Bu kardeş kavgasını, yasal bir düzenlemeye bağlayacak ilk kişi, çocuk yaşta tahta geçen ve çağ açıp kapayan Fatih Sultan Mehmet ve Kanunnamesi olacaktı. Öncelikle üst satırlarda da yazdığım üzere, Osmanlı tahtı, padişah olacak kişiye Allah’ın bir lütfudur. Fatih Sultan Mehmet ise bunu ‘ her kimseye evladımdan saltanat müyesser ola’ cümlesiyle betimlemiştir.
Aynı cümle, ‘ karındaşlarını nizam-ı alem için katl etmek münasibdir.’ diye sonlanır. İşte burada ‘nizam-ı alem’ devletin birliğinin sağlamak (Osman soyundan bir şehzadenin canı dahi olsa) için uygun görülmekle birlikte, kesinlik anlamı yüklenmemiştir.
Fatih bu düzenlemeyi devletin bölünmesine tedbir olarak hazırlamıştır. Bu, devletin bütünlüğüne, padişahın saltanatına yapılan saldırıları gayrı meşru kılmakla birlikte her krallıkta olduğu gibi idam cezası ile sonuçlandırılması layıktır. İslam hukukunda bu durum ‘bağy’ suçu olarak nitelendirilmektedir. İslam devletlerinde, devlet başkanına itaat ve başkaldırıların cezalandırılması Hucurat Suresi 9. Ayet ve Nisa Suresi 59. Ayetle belirtilmiştir.
Ancak, tahta aday bir erkek evlat taht mücadelesinin de adayıdır ve bir tehlikedir; bu da devlet içinde bir fitne sebebi olarak görülmüştür. Fitnenin altından da hükmünün sona ermesini istemeyen padişah anaları ve şehzadenin yanında yer alan, gelecek garantisi, mevki bekleyen lala ve paşalar çıkmaktadır. Kangren olan kolun kesilmesi bütün vücudu kurtarmak için zaruridir. Nitekim Yavuz Sultan Selim’in kardeşi Korkut’u önce öldürmeyip kardeşinin isyan mektubunu ele geçirdikten sonra bunu yapması, bu tip heveslerin geçici olmadığının delilidir.
17. yüzyılda kardeşin kardeşe ölüme varan hüznünü I. Ahmet değiştirmiş; ‘ekber olanın’ yani yaş ve akılca üstün olanın başa geçmesini öngörmüştür. Bu tarihten sonra şehzadeler saray içindeki eğitimlerini sürdürmüş; sancağa çıkmamışlardır. Bu da büyük bir tecrübeden yoksun kalmalarının en büyük payıdır. Devlet otoritesinde paşa, bey, ağa ve hanım sultanların etkisinin hissedilmesi daha fazla olmuştur. Genç Osman, III. Selim gibi yenilikçi padişahların katledilmesi de içte yaşanan çalkantı ve saltanattan daha fazla pay alabilme hırsının kurbanıdır.
1839’daki Tanzimat Fermanı ile veraset sistemi yasallaşmış, 1876’da ise Kanun-i Esasi ile anayasaya girmiştir.
Osmanlı İmparatorluğu’nun var olduğu müddette doğan 265 i erkek 245 i kız toplam 510 çocuktan toplam 61 şehzade öldürülmüştür. Konuya ilişkin en büyük toplu öldürülme, III. Mehmet (toplamda 130 çocuğu olduğu rivayet edilen) tarafından 19 kardeşinin aynı gece boğulmasıyla yapılmıştır.
İnsanın en büyük hırsı yine kendisidir. En büyük zaferi de kendine karşı kazandığıdır.
Kaynaklar:
– İNALCIK, Halil; ‘Osmanlılar’ da Saltanat Veraseti Usulü ve Türk Hakimiyet Telakkisiyle İlgili’ Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt 14, Sayı 1, Ankara 1959
– ERGENÇ, Özer; ‘Osman Gazi’nin Liderliğinin ve Karizmasının Ortaya Çıkışı’ ‘Osmanlı Tarihini Yeniden Yazmak: Kuruluş’</I> Editör: Halil İnalcık, Hayy Kitap, İstanbul 2012.
– ATALAR, Münir; Osmanlı Padişahları, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Ensitüsü Dergileri Arşivi, Erişim Tarihi : 03.08.2013 http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/37/769/9766.pdf
– ÖZCAN, Abdülkadir; ‘Kanunname-i Al-i Osman(Tahlil ve Karşılaştırmalı Metin)’ Kitabevi Yayıncılık, Tarihsiz.
– EKİNCİ, Ekrem Buğra; ‘Osmanlı Hukukunda Kardeş Katli Meselesi’, Prof. Dr. Fikret Eren’e
Armağan; Erişim Tarihi : 03.08.2013 http://www.ekrembugraekinci.com/pdfs/kardeskatli.pdf
– ŞiMŞİRGİL, Ahmet; ‘Kardeş Katli’; Erişim Tarihi : 03.08.2013 http://www.ahmetsimsirgil.com/makaleleri/71.html
– ACARER, Erk; "‘%100 İstanbul- Tarih, Mekan ve Sırlar’ İnkılap Yayınları, İstanbul, 2009.
– MAZLUM, Müzeyyen; ‘Osmanlı Kaynaklarına Göre II. Bayezid- Cem Mücadelesi ve Osmanlı Devleti’nin Dış Politikalarına Etkisi’ Gazi Üniversitesi Tarih ABD Yüksek Lisans Tezi, Ankara 2006.
– ORTAYLI, İlber; ‘Payitaht Bursa’ , ‘Son İmparatorluk Osmanlı/Osmanlıyı Yeniden Keşfetmek 2’ Timaş Yayınları, İstanbul 2013
http://www.fikirbizim.net/habil-ile-kabil/
Leave a comment
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.