Ahsen Okyar Söylenmek yerine söylemek lazım… Şikayet edeceğine sen de alternatifini oluştur.

ahsen okyar
14Kas/230

DEMİREL, ÖZAL VE ERDOĞAN’LI YILLARDA DIŞ BORÇLAR SORUNU – Ruhittin SÖNMEZ

ruhittin s

DEMİREL, ÖZAL VE ERDOĞAN’LI YILLARDA DIŞ BORÇLAR SORUNU - Ruhittin SÖNMEZ

1950’li yılların ekonomik sorunlarının günümüzdekilerin bir kuluçka dönemi gibi veya benzeri olduğunu söyleyebiliriz.

Demokrat Parti döneminden sonra da Süleyman Demirel’li, Turgut Özal’lı ve koalisyonlu yıllarda da Türkiye ekonomisi dış ticaret açığı veren, bunu turizm gelirleriyle de kapatamayan ve cari açık hastalığına sahip bir yapıdadır.

Bu hastalıklı yapı son 22 yılda Recep Tayyip Erdoğan’ın tek yetkili olduğu AKP hükümetleri döneminde de artarak devam etti.

Cari açık sürekli dış borçla kapatılmaya çalışıldı ve her on yılda bir yaşanan ekonomik krizlerle ekonomik dengelerde sancılı düzeltmeler yapılmak zorunda kalındı.

Bu dönemlerde bir dizi ekonomik ve mali yardım karşılığı, Türkiye kendisine dayatılan önlemleri hayata geçirmek zorunda kaldı.

10Kas/230

DEMOKRAT PARTİ DÖNEMİNDE DIŞ BORÇLAR SORUNU – Ruhittin SÖNMEZ

ruhittin sDEMOKRAT PARTİ DÖNEMİNDE DIŞ BORÇLAR SORUNU - Ruhittin SÖNMEZ
Demokrat Parti (DP) halkın oylarıyla iktidara gelmiş ilk partidir. Bu sebeple tek parti
döneminde gündemde olmayan “seçim kazanmak” ve bunun için “halkın desteğini
sağlamak” gibi bir zaruret ortaya çıkmıştır.
Celal Bayar’ın ifadesiyle “iktidarda kalmak için halkın günlük yaşantısında kolaylıklar
sağlanması gerekmektedir.”
“Kolaylığı” sağlamanın en kestirme yolu “dış borçlanmaya gitmek” ve “yabancı
sermayeyi ülkeye davet etmek” olarak görüldü.
Bunun için DP ilk olarak NATO’ya girmek konusunda çok istekli oldu. Bir yandan
SSCB’nin tehdidine karşı Batı’yı yanına almak ve diğer taraftan dış borç bulabilmek
için 1950’de patlak veren Kore Savaşı’nı değerlendirdi.

7Kas/230

DIŞ BORÇLARA ÇARE ARAMA DÖNEMİ – Ruhittin SÖNMEZ

ruhittin s

DIŞ BORÇLARA ÇARE ARAMA DÖNEMİ – Ruhittin SÖNMEZ

Osmanlı Devleti’nde dış borçların ödenmesini zorlaştıran, sadece alınan borçların verimsiz yatırımlara, israfa ve şatafata harcanması değildi.

Osmanlı’da gayrimüslim nüfusun büyük bölümü ticaret ve finans işiyle uğraşıyordu. Bu kesimler imparatorluğun dünya ekonomisi ile bütünleşmesini sağlamış ve yabancı sermayenin Osmanlı’daki uzantılarını oluşturmuştu. Zamanla gayrimüslim aracılar kapitülasyonlarla yabancıların yararlandıkları ayrıcalıklardan yararlanır olmuştu.

Giderlerini azaltamayan Osmanlı’nın, içerideki yabancılar ve yerli uzantılarından vergi alınamayınca (dış ticaret vergi alanı dışında kalınca) gelirleri azaldı. Bütçe açıkları büyüdü ve devletin mali krizi arttı.

Meşrutiyet Döneminde devleti yönetenler sorunun sebebini teşhis etmişti. 1910 Bütçe sunuş konuşmasında Maliye Nazırı Cavit Bey’in sözleri ibret vericidir:

“Bu devletin sürekli istikrazlar (borçlanmalar) yaparak yaşamasının sonucu daha önce bir kere gördüğümüz ve bir daha görmek istemediğimiz bir mali iflastır. Mali iflas ise en büyük çöküntüdür. Savaş zararı üç beş senede giderilebilir ancak mali iflasın etkilerini silmek için 30-40 sene bile yetmez.”

Bunun için çözüm olarak “mevcut şartlarda borçlanmanın sürdürülmesi ancak ülkenin bağımsızlığını tehlikeye sokmadan her yıl azalan bir şekilde borçlanılması” ilkesi benimsendi.

Ama uygulama böyle olmadı, borçlanma azalan oranda değil, artan oranda yapıldı, bütçe açıkları hızla arttı.

Ayrıca 1911’den sonra birbirini izleyen savaşların (Trablusgarp, Balkan Harbi ve 1. Dünya Savaşı) etkisiyle bütçe açıkları giderek büyüdü.

Birinci Dünya Savaşı’ndan mağlup çıkan Osmanlı Devleti 1918 yılında yapılan Mondros Mütarekesi ile işgale uğradı.

1920’de imzalanan Sevr Antlaşması ile müttefik kuvvetler Osmanlı Devleti’ni mali denetim altına aldı. Geçmişte alınan kapitülasyonlar ve imtiyazların alanı genişletildi. Yabancılar vergi alanı dışına çıkarıldı.

Osmanlı Devleti’nin mali ve iktisadi alanda ve akabinde siyasi alanda bağımsızlığı tamamen sona erdi.

  

3Kas/230

OSMANLI DEVLETİ’NİN DIŞ BORÇLAR MACERASI – Ruhittin SÖNMEZ

ruhittin sOSMANLI DEVLETİ’NİN DIŞ BORÇLAR MACERASI - Ruhittin SÖNMEZ

Osmanlı Devleti, ilk dış borçlanmasını 1854’te yaptı. 1874 yılına kadar, 15 ayrı dış borçlanma (istikraz) ile Toplam 239 milyon lira borçlandı. Ama ağır faiz yükü nedeniyle hükümetin eline yalnızca 127 milyon Osmanlı Lirası geçti.
1865 borçlanması ile onu takip edenler, hep eski borçlanmaların taksitlerini ödemeye ve bütçe açığını kapatmaya tahsis olunduğundan, Hükümeti mali bir
uçuruma doğru sürüklüyordu. (İ. Hakkı Yeniay)
Alınan her borç için devletin asıl gelirlerini oluşturan muhtelif vergi gelirleri teminat olarak gösteriliyordu. Zamanla daha fazla borç ihtiyacı için ülkenin geri kalan kaynaklarının teminat gösterilmesi bile yetmiyordu.
Daha sonra devam eden borçlanma ihtiyacının daha düzenli karşılanabilmesi için Osmanlı Bankası’nın kurulması gündeme geldi. Bu banka Osmanlı Devleti’nin Merkez Bankası olacaktı. 1863’te Bankanın imtiyaz hakkı sermayedarları İngiliz ve
Fransız olan banka ve bankerlerden oluşan bir gruba verildi.
“Kartopuna benzeyen bir durum meydana gelmişti. Avrupa’dan daha fazla borç sağlandıkça Türkiye’de harcamalar artıyordu.”
1870’lere gelindiğinde dış borçlanma artık müzmin bir hal almıştı (Suvla,1940). Dış borçlanma Osmanlı bütçelerinin kısa vadeli nakit ihtiyacını karşılamakta kullanılmış, ancak yapısal gelir yetersizliği sorununa bir çare üretilememişti.
“Geçici bir araç olan dış borçlanmaya sürekli başvurulması, alınan borçların verimli alanlarda değil de cari giderlere harcanması ve israfa gitmesi, borçlanmaların hesapsız yüksek faizler ve yüksek aracı payları ile yapılmasının” Osmanlı’ya maliyeti ağır oldu.

31Eki/230

TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NİN DIŞ BORÇLAR SORUNU – Ruhittin SÖNMEZ

ruhittin s

TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NİN DIŞ BORÇLAR SORUNU - Ruhittin SÖNMEZ

1800’lü yılların başından itibaren İngiltere ve Fransa’nın başını çektiği batı ülkeleri sanayi devrimini gerçekleştirdi. Bu devletler gelişen endüstrileri için bir yandan hammadde bulmaya çalışırken, ürettiklerini satabilecekleri pazarlar da arıyorlardı.
Bunun için sanayileşmiş ülkeler, ilişkide bulundukları geri kalmış ülkeleri ayakta tutacak kadar borç vermek, onları yaşatıp verdiklerinin çok fazlasını başka yollarla geri almak gibi bir yöntem geliştirdiler.
Sanayileşme devrimini tamamlayan diğer gelişmiş ülkeler de bu yöntemi uygulamaya devam ettiler.
Her yıl sanayileşmiş ülkelerden geri kalmışlara “borç” ve “bağış” adı altında belli miktar para gelmekte, bu borçların yarısı eski borçların taksit ve faizi olarak verene geri dönmektedir. Öyle ki, “3. Dünya ülkelerinin yıllık faiz ödemeleri borç toplamının üzerindedir. Yıllık faiz ödemeleri tüm 3. Dünya ülkelerinin sağlık ve eğitim harcamaları
toplamından fazladır.”
Üstelik bu borçlar çoğu zaman şartlı verilmektedir. Böylece borcu veren ülkeye faiz gelirinin yanında başka ekonomik kazançlar da sağlanmaktadır. Mesela bu paranın borcu veren ülkenin şirketlerinin yapacağı belli yatırımlarda kullanılabileceği, bu ülkenin sermayesiyle rekabet eden bir alanda kullanılamayacağı gibi şartlarla verilebilmektedir.
Diğer taraftan sanayileşmiş ülkeler kendilerine yakın iktidarları desteklemek amacıyla da borç vermektedir. Verdikleri borçlar sayesinde bir yandan yüksek faiz gelirleri elde etmekte, bir yandan da bu ülkelerden ihtiyaçları olan hammaddeleri ucuza almak, sanayi üretimlerinin fazlasını bu pazarlarda satmak imkanını bulmaktadır.
Ülke yönetiminin seçimle değiştiği bazı geri kalmış ülkelerde, iktidarın elini rahatlatmak için verilen dış borçlar seçim dönemlerinde sahte bolluk ve refah yaratarak seçim sonuçlarını belirleyici olmaktadır.

27Eki/230

KÖPRÜ VE OTOYOL GEÇİŞ ÜCRETİ ZAMMI – Ruhittin SÖNMEZ

ruhittin sKÖPRÜ VE OTOYOL GEÇİŞ ÜCRETİ ZAMMI - Ruhittin SÖNMEZ
Otoyol ve köprü geçiş ücretlerine yüzde 43,9 ila yüzde 76,5 oranında zam yapılmıştı. 25 Ekim’den itibaren yapılan düzenlemenin, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın talimatlarıyla Ocak 2024’e ertelendiğini açıklandı.
Zamlara alıştığımız için, ha 2 ay önce yapılmış, ha 2 ay sonra, bizim için fark etmezdi. Fakat Ocak ayında Cumhurbaşkanı Erdoğan 2023 yılı içinde köprüler ve otoyollardan geçiş ücretlerine başka zam yapılmayacağını müjdelemişti. Bu yüzden iki soru kafamı kurcalıyordu: Reis’in verdiği söz kayıtlarda dururken O’nu sözünü tutmayan bir devlet başkanı durumuna düşüren kararı kim, hangi cesaretle alabilmişti? Bu zam kararı Cumhurbaşkanını takmama olarak algılanmaz mıydı?
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kesin sözüne rağmen zam kararı alındığına göre Hazine tamtakır ve maliye çok zorda olmalıydı.
Neyse ki, devreye Reis girdi ve sözünü tutacağını gösterdi. Alınan zam kararını yılbaşından sonrasına erteledi. Hatta 25 Ekim günü geçişlerinden zamlı tarifeye göre para kesildiğinden aradaki farkın geçiş yapan vatandaşlara geri ödeneceği de müjdelendi. Böylece “Hazine tamtakır” algısına da izin verilmemiş oldu.
Ama bu olanlar “bir devlet böyle mi yönetilir?” diye düşünmemize yol açtı.

24Eki/230

SAVAŞ SUÇU İŞLENİYOR AMA CEZALANDIRILAMAZ – Ruhittin SÖNMEZ

ruhittin sSAVAŞ SUÇU İŞLENİYOR AMA CEZALANDIRILAMAZ - Ruhittin SÖNMEZ
Hamas’ın 07 Ekim’de İsrail’e karşı yaptığı saldırı sonrası, İsrail’in Gazze’yi bitirmeye yönelik eylemleri bir devletin yapacağı şeyler değil.
E. Büyükelçi Tugay Uluçevik’in ifadesiyle “Terör örgütleri saldırılarında hedef bakımından asker sivil ayırımı yapmaz, amacına uygun olan hedefi vurur.
Devletler ise terörizmle mücadelede sadece teröristi ve teröristlerin kullandığı malları, silâhları, yapıları kullandığı vasıtaları hedef alırlar. Devletler terörizmle mücadelede esas itibariyle Uluslararası İnsancıl Hukuka uygun hareket ederler.
İsrail, ABD ve AB Hamas’ı terör örgütü kabul etmişlerdir. Bu durumda bir devlet olarak İsrail’in de Hamas ile mücadelesinde sırf Hamas unsurlarını hedef alması gerekirdi.
Oysa İsrail, on yıllardır yaptığı uygulamaları bir yana bıraksak da, sırf 7 Ekim sabahından bu yana Hamas’ın saldırısına gösterdiği mukabeleyi dikkate aldığımız zaman, sivil halkı da hedef almaktan kaçınmadığını görmekteyiz. İsrail BM Yasası’nın temel ilkelerini ve Uluslararası İnsancıl Hukuku
pervasızca çiğnemektedir. Bu tutumuyla İsrail bir ‘terör Devleti’ hüviyetine bürünmektedir.”

20Eki/230

BÜYÜK İSRAİL PROJESİ – Ruhittin SÖNMEZ

ruhittin sBÜYÜK İSRAİL PROJESİ - Ruhittin SÖNMEZ

Hamas’ın İsrail’e yaptığı operasyonla başlayıp, İsrail’in insanlık dışı ve uluslararası hukuka aykırı olarak Gazze’de giriştiği katliamın adına “İsrail- Filistin Savaşı” demeyi pek doğru bulmuyorum.

Bu hareketiyle Hamas, Gazze’de yaşayan Filistin halkını, İsrail’in zulüm ve vahşetinin önüne atmakla kalmadı. Bu bölgede ABD+İsrail’in ortak projeleri olan Büyük İsrail Projesinin bir etabını gerçekleştirmesi için fırsat yarattı.

Bugün İsrail’in orantısız saldırıları ile ona destek veren ABD’nin Gazze açıklarına 2 büyük uçak gemisi ve 300 modern savaş uçağı ile konuşlanmasını anlamak için üç projeyi hatırlamamız gerekli.

Bu sayıda ve nitelikte hava gücü bölgedeki hiçbir devlette yok. ABD bu uçak filosunu Hamas’ın olmayan hava ve kara kuvvetlerine karşı kullanmayacağına göre başka maksadı olmalı.

17Eki/230

SİYASETE İLGİ AZALDI – Ruhittin SÖNMEZ

ruhittin sSİYASETE İLGİ AZALDI - Ruhittin SÖNMEZ
Bir haftalık Orta Avrupa gezimizin ilk durağı Budapeşte’de, rehberimiz Macaristan halkının siyasete alakasının Türkiye’deki gibi olmadığını anlattı. Kendisi bir Macar hanımla evli olan ve 12 senedir Budapeşte’de yaşayan birinin tespiti benim için önemliydi.
Yine rehberimiz Macaristan TV’lerinde siyasi haberlerin en fazla 3 dakika sürdüğü, bu haberlerin de ülkeyi ziyaret eden yabancı bir devlet başkanının gelmesi gibi konulardan oluştuğu, TV’lerde siyasi tartışma programlarının olmadığı ve seçimlere katılma oranının yüzde 70’in altında kaldığı
bilgilerini de verdi.
Sevgili Türkiye’mde ise seçimlere katılma oranı yüzde 90’a yakındır. TV kanallarında haberlerin dörtte üçünü siyasi haberler oluşturur. Cumhurbaşkanının ve siyasi parti liderlerinin konuşmaları, gerekirse en çok izlenen TV programları bile kesilerek canlı verilir. Sonra da saatlerce yorumlanır.
“Macaristan’da siyasete ilgi neden bu kadar az?” diye anlamaya çalıştım.
Çünkü, Türkiye’de de -Mayıs 2023’te yapılan Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekili genel seçimlerinden
sonra- siyaseti takip eden vatandaşların önemli bir kısmında bir bezginlik, kırgınlık ve siyasi gelişmelere karşı bir ilgisizlik gözlemliyorum. Bu ilgisizlik siyasi tartışma programlarının izlenirliğini, köşe yazılarındaki siyasi içerikli yorumların okunurluğunu azalttığını düşünüyorum.
Türkiye’nin geleneksel yapısına pek uygun olmayan bir toplumsal değişim yaşıyoruz kanaatindeyim.
Acaba bu ilgisizlik devam edecek mi, ederse bunun siyasi gelişmelere etkisi nasıl olacak bilemiyoruz.

13Eki/230

YÜZ YILDAN ÇOK YAŞAMAK İSTER MİSİNİZ? – Ruhittin SÖNMEZ

ruhittin s

YÜZ YILDAN ÇOK YAŞAMAK İSTER MİSİNİZ? - Ruhittin SÖNMEZ

Türkiye geçmiş yıllara göre daha yaşlı bir ülke haline geliyor. Çünkü bir yandan doğum oranları düşerken diğer tarafta ortalama ömür süresi artıyor.

Yeni doğmuş bir bireyin yaşaması beklenen ortalama yıl sayısına "doğuşta beklenen yaşam süresi" deniyor. Türkiye'de bu süre 2018-2020 döneminde 78,3 yıl oldu.

Bu bütün nüfusu kapsayan ortalama değer. Kadınlar erkeklerden ortalama 5,5 yıl fazla yaşıyor. Yani "doğuşta beklenen yaşam süresi" erkeklerde 75,6 yıl, kadınlarda 81,1 yıl.

TÜİK verilerine göre, halen 30 yaşında olanların beklenen hayat süresi ortalama 49,7 yıl. Halen 50 yaşında olanların beklenen hayat süresi ortalama 30,5 yıl ve halen 65 yaşında olanların beklenen hayat süresi ortalama 17,8 yıl olarak hesaplanmış.

Bu ortalama ömürlerin çok altında iken hayatını kaybedenler olduğu gibi veya epey üstünde yaşayanların da olması normal. Ancak 80’li yaşları geçmek beklentinin üstünde yaşamak demek.

10Eki/230

GERİLLA SAVAŞI – Ruhittin SÖNMEZ

ruhittin sGERİLLA SAVAŞI - Ruhittin SÖNMEZ
Hamas’n İsrail’e karşı başlattığı “Aksa Tufanı” operasyonunun ardından İsrail’in “topyekûn savaş” kararı alarak başlattığı büyük askeri eylemlerin çok önemli sonuçları olacak.
Hamas’ın bu operasyonu hem büyüklük ve hem sonuçları açısından o kadar büyük ve beklenmedik ki, “İsrail’in 11 Eylül’ü” olarak adlandırılmakta. İsrail’in şimdiden 700 ölü ve askeri yöneticiler dahil çok sayıda esir verdiği bildiriliyor. İstihbaratı ve yüksek teknolojili koruma sistemleriyle ünlü İsrail için bunlar açıklanabilir, kabul edilebilir zafiyetler değil.
Hamas’a lojistik desteği İran’ın verdiği iddiası var. Öyleyse sebebini anlamak zor.
Ama sonuçlarını da düşünce, “bu işin arkasında uzun vadeli çıkarları doğrultusunda İsrail/ABD’nin stratejik bir planı da olabilir” diyenler haklı çıkabilir.
İsrail’in vereceği cevapla Filistinli can kayıplarının kat be kat fazla olacağı öngörülüyor.
Orantısız iki düzenli gücün çatışması durumunda alınacak ve verilecek zayiatın büyüklüğü öngörülebilir. Fakat taraflardan biri gerilla savaşı uyguluyorsa bu öngörülerin isabet oranı düşük olur.
Vikipedi’de Gerilla Savaşı, “küçük ve gizli birliklerin düzensiz harp tekniklerini kullanarak, düzenli bir orduya karşı yürüttükleri yıpratma savaşı taktiği, zayıf kuvvetlerin güçlüye karşı uyguladığı direniş savaşının unsurudur” diye tanımlanmakta.
İsrail küçük bir devlet ama çok zengin, yüksek teknoloji kullanan, dünyadaki sayılı nükleer güçlerden biri.
Üstelik ABD yönetiminde Yahudi ağırlığı iyi bilinir. ABD ve müttefiklerinin İsrail’e desteği kayıtsız şartsız ve sınırsızdır. İsrail’in sanki ihtiyacı varmış gibi, ABD’den İsrail’e “güvenlik destek paketi” yola çıktı bile.
Bunun karşılığında yoksul Filistin halkının, tam bir hapishane olan Gazze’de, ne kadar lojistik birikimi olduğunu, savaşın gerektirdiği teçhizatı nasıl ikmal edeceğini bilemiyoruz. Kaldı ki, zaten yaşamak için zaruri ihtiyaçlarını dahi ikmal etmekte sıkıntı yaşamaktalar. Su ve kanalizasyon problemi olan bölgenin elektriğini de kesen İsrail hedef aldığı binaları bombalamaya devam ediyor.
“Orantısız güçler” kavramı bu durumu açıklamakta yetersiz kalıyor.
Hamas’ın “Aksa Tufanı” operasyonu çok başarılı bir gerilla savaşı uygulaması gibi gözüküyor. Ama Hamas’ın bu “başarısının” devamını getirmesi hiç kolay değil.
Bu konuda yorum yapmak için vakit çok erken. Dileğim Ortadoğu ve özellikle ülkemizi etkileyecek olumsuz gelişmelere yol açmaması. Ama endişeliyim.

29Eyl/230

SIĞINMACILAR ÜZERİNDEN TEHLİKELİ OYUN – Ruhittin SÖNMEZ

ruhittin sSIĞINMACILAR ÜZERİNDEN TEHLİKELİ OYUN - Ruhittin SÖNMEZ

İyi Parti Ekonomi Politikaları Başkanı Prof. Dr. Bilge Yılmaz “Hükûmet kaçak göçmenler ve sığınmacılar üzerinden tehlikeli bir oyun oynuyor” iddiasında.
Çoğumuz Türkiye’ye kaçak ve sığınmacı olarak giren yabancıların 10 milyonu aşmasının dış güçlerin uzun vadeli bir planının uygulaması olduğunu düşünüyoruz. Bu planın ilk uygulaması olarak Suriyelilerin iç savaş olduğu için Türkiye’ye gelmediği, Türkiye’ye itilmeleri için iç savaşın kullanıldığı
kanaatindeyiz.
Prof. Dr. Ümit Özdağ‘ın görüşü ise, “Suriyelileri Türkiye’de tutmak istemelerinin nedeni onları iç savaştan korumak değil, Türkiye’de çıkarılması planlanan iç savaşta kullanmak için.”
Ama “yerli ve milli” olma iddiasındakilerin iktidarında ve kendisini “Türk Milliyetçilerinin partisi” olarak tanımlayan MHP’nin desteğinde sürdürülen bu proje, Prof. Dr. Bilge Yılmaz’a göre, Hükümetin tehlikeli bir oyunu.
Bilge Yılmaz’ın iyi bir ekonomist olduğu konusunda herkes hemfikirdir. Yılmaz “İktidarın itinayla tasarlanmış ve nüfus hareketleri üzerine kurulmuş bir ekonomi politikası” olduğu kanaatinde.
Yani bizim siyasi yönü üzerinden değerlendirdiğimiz, sosyal ve güvenlik açısından riskli bulduğumuz sığınmacı politikasının bir diğer yönü ekonomi ekseni imiş.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Bize sığınan Allah’ın kullarını biz katillerin kucağına atmayız” söyleminin geri planında ekonomi politikası da varmış.
Bilge Yılmaz’ın tezine göre “nitelikli insanlarımızı hükümet bilinçli bir şekilde yurtdışına itiyor.
Gidenlerin oluşturduğu boşluğu yeterliliği olmayan, Cumhuriyetimiz’in değerlerini benimsememiş ve ülkemizi bir vatan olarak görmeyen insanlar ile dolduruyor.”
3 gün önce çok ağır suçlamayı yaptığı sosyal medya (X eski adıyla Twitter) paylaşımına iktidarın bir cevap verdiğini görmedim.

26Eyl/230

GELİŞMİŞ ÜLKE OLMANIN SIRRI – Ruhittin SÖNMEZ

ruhittin sGELİŞMİŞ ÜLKE OLMANIN SIRRI - Ruhittin SÖNMEZ

Prof. Dr. İskender Öksüz Karar Gazetesinde, Ege Cansen ise Sözcü Gazetesinde yazmaktalar. Bu iki üstat düşünür/yazar son yazılarında aynı temel soruya cevap aramışlar.

İskender Öksüz Niçin gelişmiş Ülke Değiliz?” ve devamında “Toplum Sermayesi, Takım Sermayesi” başlıklı yazılarında gelişmiş ülke olmanın sırrı olarak “İnsan Sermayesi ve Toplum Sermayesini” göstermiş.

Ege Cansen “Geri Kalmış Her Toplum Ahlaksızdır” başlıklı yazısında Ahlak kavramını öne çıkarmış. Bu iki değerli yazar aynı soruya farklı cevaplar vermiş gibi.

Acaba öyle mi?

****

Önce İskender Öksüz’ün tezini özetleyelim:

“Türkiye ve Almanya’nın nüfusu aynı. İkisinin de tabii kaynakları, üç aşağı beş yukarı eşit gibi. “Üstelik Almanya 2. Dünya Savaşında harbe girip kaybetmiş, yakılıp yıkılmış buna rağmen kısa zamanda toparlıyor. Türkiye ise ne harp görmüş ne tahribat. Fakat Almanya’nın hep gerisinde.”

İskender Öksüz, madem böyle, “Almanya gelişmiş ülkelerden biri iken Türkiye neden geri kalmış bir ülke?” sorusunun cevabını arıyor.

“Cevap şuydu. Bizim İnsan Sermayemiz, Almanya’nın epey gerisindeydi.”

İskender Öksüz önce bu kavramın tanımını yapıyor: “İnsan sermayesi tek tek insanlarınızın bilgi ve becerilerinin toplamıdır. İnsanlarınızın diplomalarıdır ama aynı zamanda o diplomalarının kalitesidir de. Çalıştıkları meslekteki tecrübeleri, kaç yıldır o işte ustalaştıklarıdır.”

Türkiye’nin bu tanım içindeki iyi yaptığı tek şey diploma sayısının artırılmış olmasıdır. Her ilçede üniversite adı altında açılmış kurumların diploma verdiği ama bilgi ve beceri veremediği, yani diplomaların kalitesinin olmadığı gibi bir gerçeğimiz var. Üstelik “Eğittiklerimizi ve ustalaşanları da elimizde tutamıyoruz.”

22Eyl/230

BAKANLARI ERDOĞAN’A KARŞI – Ruhittin SÖNMEZ

ruhittin sBAKANLARI ERDOĞAN’A KARŞI - Ruhittin SÖNMEZ
Mayıs seçimlerinden sonra Cumhurbaşkanının atadığı Bakanların bir kısmının fikirleri Erdoğan’ın görüşlerine zıt. Bu durum “devletin tepesinde bir uyumsuzluk mu var?” sorusuna yol açıyor.
Ekonominin kaptanı Mehmet Şimşek ile Erdoğan’ın görüşleri daha önce de çok farklıydı. Ama önceden farklı olan fikirlerine rağmen, mademki Şimşek göreve getirildi artık Bakan ile CB arasında zıt görüşler beyan edilmemesi gerekirdi.
Mademki “ekonominin rasyonel bir zemine dönmek dışında bir seçeneği kalmamıştır” ve “kurala dayalı bir ekonomi”, “şeffaflık, öngörülebilirlik ve uluslararası normlara uygunluk” konularında bir ilke kararı alınmıştır, bunları Erdoğan’ın beyanlarında da görmemiz gerekirdi.
Seçim öncesi uygulanan ve rasyonel olmadığı kabul edilen (faizi emirle düşürmek, döviz kurlarını KKM
belasıyla ve döviz satarak sabit tutmaya çalışmak gibi) uygulamalar için “doğruydu” dememesi beklenirdi.

19Eyl/230

DİYANET İŞLERİ BAŞKANI ALİ ERBAŞ’LA UĞRAŞANLAR – Ruhittin SÖNMEZ

ruhittin sDİYANET İŞLERİ BAŞKANI ALİ ERBAŞ’LA UĞRAŞANLAR - Ruhittin SÖNMEZ
Prof. Dr. Ali Erbaş çok eleştirilen bir Diyanet İşleri Başkanı. Ancak Başkan olarak Ak Parti iktidarının uyguladığı politikaların en önemli ayaklarından birini oluşturduğu için koltuğunda çok rahat
oturmakta.
Ali Erbaş’a yönelik eleştirilerin temelinde O’nun Diyanet teşkilatını, Cami ve Kur’an kurslarını
siyasileştirmesi, Atatürk’e ve Cumhuriyetimizin kurucu büyüklerine saygısızlığı gibi sebepler
var.
Milli bayramlarda ve İstanbul, İzmir gibi şehirlerimizin kurtuluş günlerinde Mustafa Kemal Atatürk’ün adını dahi anmayan hutbeler okutturması Milliyetçi ve Atatürkçü kesimlerin öfkesine yol açıyor.
Erbaş’ın, Cumhuriyet ve Atatürk düşmanı olduğu bilinen, “Keşke Yunan galip gelseydi” sözlerini
söyleyen fesli Kadir Mısıroğlu’nu (cübbesini de giyerek) ziyaret etmesi unutulmuyor.
Milliyetçi ve Atatürkçüler “dinci” muktedirleri ve bunların “baş tacı olan Ali Erbaş’ı” milyonlarca
insanımızı dinden soğutmak, ateizm ve deizme kaymalarına sebep olmakla suçluyor.
Atatürk’ün kurduğu, Rifat Börekçi, Ahmet Hamdi Akseki, Ömer Nasuhi Bilmen gibi bilginlerin Başkanlık yaptığı bir kurumun başındaki kişinin bu eleştirilere muhatap olması çok üzücü.

15Eyl/230

ACILARIN SEBEBİNİ DUYMAK ÇOK SIKICI – Ruhittin SÖNMEZ

ruhittin sACILARIN SEBEBİNİ DUYMAK ÇOK SIKICI - Ruhittin SÖNMEZ

İktidara ve RTE’ye oy veren vatandaşlarımız da aslında birçok şeyin farkında. Devleti yönetenlerin ekonomide, dış politikada olduğu gibi eğitim, kültür, sağlık, güvenlik, din, hukuk konularında da büyük yanlışları olduğunu görüyor. Sorunları çözme konusunda yönetme becerisini kaybettiğini en azından hissediyor.

Sadece “yönetme becerisi yetersizliğini” görse bu kadar acı duymayacaklar. Fakat toplumun büyük kesiminin “derin yoksulluk” girdabına sürüklendiği sırada bile bir küçük zümrenin zenginleşmesi ve şatafat içinde yaşamasından bir an geri durmadığını da biliyorlar.

Son seçimde “dolar düşmese de olur, benzin 50 TL, soğan 100 TL olsa da razıyız, yeter ki ezan susmasın, bayrak inmesin” diye oy verenler de çok şeyin farkında.

Seçim sonrası politikaların asla vaat edilen gibi olmadığını, kötü yönetimlerinin cefasını geniş kitlelere çektirenlerin israf ve şatafatlı yaşantılarından asla vazgeçmediklerini görüyor.

Başını sokacak bir ev, karnını doyuracak kadar bir beslenme ve hastalandığında ilaç alabilmek gibi kaygıları olan, medeni bir yaşantıyı hayallerinden bile çıkarmış kitlelerin tepkisizliği neden?

Doktorlar, mühendisler ve gençler yurtiçinde umutlarını kaybettikleri için sessiz sedasız yabancı ülkelere göçüyor. Hak ettikleri ekonomik ve sosyal şartları ülkemizde elde etmek için iktidara tepki göstermeden gidiyorlar. Neden?

Nüfusun üçte ikisinin geliri açlık sınırı altında. Ve bu kitleler suskun. İlk öğretime giden çocuklarının beslenme çantalarına bir sandviç koyamayan, orta ve yüksek öğretimdeki çocuklarının cebine öğle yemeği parası koyamayan veliler sessiz ve mütevekkil.

Bu yaşanan acıların kötü yönetimin eseri olduğunu itiraf edemeseler de biliyor veya hissediyorlar.

Ama bu acıları çeken vatandaşlarımız bu gerçeği duymak bile istemiyorlar. Biliyorum ki bu ve benzeri cümleleri okumaktan bile sıkılıyorlar.

12Eyl/230

BİR TARAFTA AÇLAR, BİR TARAFTA ŞATAFAT VE İSRAF VARSA – Ruhittin SÖNMEZ

ruhittin sBİR TARAFTA AÇLAR, BİR TARAFTA ŞATAFAT VE İSRAF VARSA - Ruhittin SÖNMEZ

Bir tarafta milyonlarca kişi açlıkla mücadele ederken, diğer tarafta lüks, şatafat ve israf alıp başını gitmişse burada çok ciddi bir sorun var demektir.  Sorunlarımızın sebebi kaynak kıtlığı değil, merhamet eksikliğidir. Ben bu adaletsizliklere itiraz ediyorum. Daha adil bir TÜRKİYE’nin mümkün olduğuna inanıyorum.

İnancımız, kültürümüz, kökenimiz ve siyasi inancımız ne olursa olsun hepimiz 85 milyonluk büyük TÜRKİYE ailesinin birer ferdiyiz. Ülkemizin kaynaklarının adaletsiz paylaşımına itiraz ediyorum.

AKP yandaşı olan bazı okurlarım başlığa ve ilk iki paragrafa bakıp hemen “kardeşim işin gücün iktidara muhalefet etmek, yeter artık” diye düşünmüş olabilir.

Fakat bu başlıktaki mesajın neredeyse aynısını Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan’ın G20 Liderler Zirvesi'ndeki konuşmasında söylediğini duyunca bana haksızlık ettiklerini anlayacaklar.

Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan’ın cümlesi Türkiye ile alakalı değil, dünyadaki gelir dağılımı bozukluğuna dair. RTE’nin ifadesi şöyle:

"Bir tarafta 735 milyon kişi açlıkla mücadele ederken, diğer tarafta lüks, şatafat ve israf alıp başını gitmişse burada çok ciddi bir sorun var demektir.  Sorunlarımızın sebebi kaynak kıtlığı değil, merhamet eksikliğidir. Türkiye olarak biz bu adaletsizliklere itiraz ediyoruz. Daha adil bir dünyanın mümkün olduğuna inanıyoruz."

“İnancımız, kültürümüz ve kökenimiz ne olursa olsun hepimiz 8 milyarlık büyük insanlık ailesinin birer ferdiyiz” diyen Erdoğan dünya kaynaklarının adaletsiz paylaşımına dikkat çekti.

Peki, benim bu iki cümleyi Türkiye için kullanmamı haksız kılacak bir durum var mı?

Şimdi aşağıdaki rakamlara bakıp birlikte karar verelim.

****************************

8Eyl/230

DEVLET YALAN SÖYLER Mİ? – Ruhittin SÖNMEZ

ruhittin sDEVLET YALAN SÖYLER Mİ? - Ruhittin SÖNMEZ
Mayıs ayında yapılan seçimler öncesi en önemli müjdelerden biri Karadeniz’de bulunan doğalgaz
idi.
Haziran 2022’de, CB Erdoğan 2023 ilk çeyreğinde ilk fazda üretilecek günlük 10 milyon (aylık
300 milyon) metreküp doğal gazın millî iletim sistemimize aktarılacağını söylemişti.
Erdoğan 20 Nisan 2023’te yani 14 Mayıs cumhurbaşkanı seçimlerinden hemen önce “Karadeniz doğal gazını devreye aldık” dedi. Devreye alındığına dair görkemli bir açılış programı yapıldı.
Cumhurbaşkanı “1 yıl boyunca evlerimizdeki mutfak ve sıcak su tüketimi için gereken doğal gaz
ücretsiz olacaktır. Ayrıca önümüzdeki 1 ay boyunca konutlarımızda ısınma dâhil tüm doğal gaz
tüketiminden de ücret almayacağız” sözünü verdi.
Nitekim bu söz gereği aylık 25 m3’e kadar olan mutfak ve su tüketiminde kullanılan gaz ücretsiz
verilmekte. Aylık 120-150 TL’lik gazın ücretsiz verilmesi seçim kampanyasında çok abartılı bir
şekilde kullanıldı.

5Eyl/230

RÜŞVETLE MÜCADELE YARGIDA MI SİYASET MEYDANINDA MI OLUR? – Ruhittin SÖNMEZ

ruhittin s

RÜŞVETLE MÜCADELE YARGIDA MI SİYASET MEYDANINDA MI OLUR? - Ruhittin SÖNMEZ

AK Parti Ankara İl Başkanı Hakan Han Özcan, Ankara Büyükşehir'le ilgili bir rüşvet iddiasında bulundu.

ABB’nin iştiraklerinden “Halk Ekmek’te bir rüşvet şebekesi var, (20-40 bin TL) para karşılığı işe alım yapıyorlar” diyen Özcan, bu şekilde rüşvet karşılığı 200 civarında işçi alındığını iddia etti.

Bu iddia önemli bir suç ihbarıdır. Böyle bir suç şebekesi varsa ve Hakan Özcan bu bilgiye sahipse, bunu açıklayarak suçluların ortaya çıkarılması için bir vatandaş olarak doğru yapmıştır.

Hukuken “Suçluların cezalandırılmasını devletten istemek, kişi açısından bir hak olduğu gibi; herhangi bir suç̧ olgusunun gerçekleştiğini öğrenen kişinin, durumu suçu takibe yetkili makamlara bildirmesi, aynı zamanda bir yükümlülüktür. Bu itibarla, herhangi bir suç̧ olgusunun gerçekleştiğini öğrenmesine rağmen durumun suçu takibe yetkili makamlara bildirilmemesi, Türk Ceza Kanunu’nda bir suç olarak tanımlanmıştır.

“Suçu bildirmeme” başlığını taşıyan TCK m. 278 uyarınca;

“İşlenmekte olan veya işlenmiş̧ olmakla birlikte, sebebiyet verdiği neticelerin sınırlandırılması hâlen mümkün bulunan bir suçu yetkili makamlara bildirmeyen kişi bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”

Hakan Özcan’ın yapması gereken şey, bu iddiasının belgelerini de vererek yetkili makamlara başvurması yani savcılığa suç duyurusunda bulunması ve İçişleri Bakanlığı’nın teftişini istemesi idi. Bunları yapmadığı anlaşılıyor.

Hakan Özcan suç duyurusunda bulunmasa bile kamuya açık olarak bu açıklamaları yaptığı için C. Savcılarının harekete geçerek soruşturma başlatması, Bakanlığın da inceleme yapmak üzere müfettiş göndermesi gerekirdi.

İktidar partisinin Ankara il başkanının böyle bir iddiasını hem savcıların ve hem de İçişleri Bakanlığı’nın görmezden gelmesi iddianın ciddiye alınmadığı anlamına gelir mi bilemiyorum.

1Eyl/230

TÜRKİYE UÇUYOR, YOLCULAR UYKUDA – Ruhittin SÖNMEZ

ruhittin sTÜRKİYE UÇUYOR, YOLCULAR UYKUDA - Ruhittin SÖNMEZ
Havacılık konusunda yazı ve programlarıyla tanıdığımız Güntay Şimşek, Habertürk’teki son yazısında, “uçağa bindiğinizde neden uykunuz gelir?” sorusunun cevaplarını verdi.
Gerçekten “yolculuk öncesi iyi bir şekilde uykunuzu almanıza rağmen, henüz rutin uyku saatinize de
epeyce zaman varken” bile çoğu zaman uçakta uykunuz gelir. Güntay Şimşek bunun sebeplerini şöyle açıklıyor:
 İlk ve en önemli sebep “düşen kabin basıncı” imiş. Düşük kabin basıncı uykunuzu getirirmiş.
“Pilotlar bazı hava muhalefeti durumunda uçakların irtifasını sert bir şekilde düşürüyor.
Özellikle son dönemlerde yaşanan küresel ısınmadan kaynaklanan türbülanslar pilotları bu
duruma sevk etmeye başladı. Pilotlar uçuş güvenliği için bunu yaparken bu durumda
yolcuların içi çekiliyor ve uykuları geliyor. İrtifa düşüşlerinde de uykunuz gelebilir.”
 Yolcuların uykusunu getiren başka bir sebep ise uçuş yönünün güneşin doğuşu yönünde olması
imiş. “Cam kenarında, güneşin geldiği taraftaysanız mayışıp uyur kalırsınız.”
 Uçakların bazen “koltuklarının tasarımı, renk uyumu ve kabin içi atmosferi o kadar rahat
olabilir ki” yolcuları adeta uykuya davet eder.
 Eğer uzun uçuşlar öncesi uykunuzu almadan uçağa bindiyseniz daha çok uyuyabilirsiniz.
 Korku veya hastalık gibi sebeplerle, yolculuğa başlamadan uyku ilacı aldıysanız, yine uzun süreli
bir yolculuğun çoğunu uykuda geçirerek daha rahat ve konforlu bir yolculuk yapabilirsiniz.