
Siz kavgayı, öfkeyi, nefreti, sevgiyi ve dostluğu nerelere yazardınız?"
Şiiri Hasan Pulur köşesinde yayımlamış.
Bir okuru göndermiş, yazanı belli değilmiş. Pulur, defalarca ve ısrarla yazarını bulmak için köşesinde çağrılar yaptıysa da, ne şair ortaya çıkmış nede bir bilen, tanıyan. Nerede ne zaman yayımlanmıştı? Bilen de gören de yoktu.
Şiir şöyle;
"Kavgayı ağacın yaprağına yaz,
Sonbahar gelsin, yapraklar kurusun diye.
Öfkeyi, bir bulutun üstüne yaz,
Yağmur yağsın, bulut yok olsun, diye.
Nefreti, karların üstüne yaz,
Güneş açsın, karlar erisin diye.
Ve dostluk ve sevgiyi, yeni doğmuş bebeklerin yüreğine yaz,
Onlar büyüsün, dünyayı sarsın diye."
TÜRK DÜNYASI SOYDAŞ STK’LAR BİRLİĞİ : TÜRK HALKI HER ZAMAN AZERBAYCAN’IN YANINDADIR
TÜRK DÜNYASI SOYDAŞ STK’LAR BİRLİĞİ :
TÜRK HALKI HER ZAMAN AZERBAYCAN’IN YANINDADIR
Tarih boyunca büyük devletlerin kuklası olarak kullanılan Ermenilerin bir kısmının birer Türk düşmanı olarak yetiştirildikleri bilinmektedir.
Bugünkü Ermenistan’ın Türk Dünyasının coğrafi bütünlüğünü parçalamak ve Anadolu’yu gözetlemek amacıyla kurulmuş sun’i bir devletçik olduğu da bilinen bir gerçektir.
Bir diğer gerçek de, Azerbaycan-Türk toprağı olarak tescillenen Karabağ’ın Rusya’nın desteğini alan Ermenistan tarafından işgal edilmiştir ve bu haksız işgal AGİT ve AB tarafından tescillenmiştir.
Kardeş Azerbaycan ile Moskova uydusu Ermenistan arasında çıkartılan savaşın gerisinde Ankara ile Moskova’yı karşı karşıya getirme planı olduğu söylenmektedir.
Bölge uzmanlarının bir diğer yorumu; Sınırdaki çatışmaların, Türkiye’nin Kandil ve Libya operasyonlarını durdurmaya yönelik yeni cephe açma operasyonu olduğu yönündedir.
Bütün bu tesbitler, uluslararası hukuka göre Ermenistan’ın haksızlığını, işgalci bir devletçik olduğunu ortaya koymaktadır.
Dolayısıyla çatışmalar Ermenistan’ın doğal sınırında değil, işgal edilen Karabağ topraklarında olduğundan buradaki çatışmalarda haksız taraf Ermenilerdir. Çatışmaların olduğu topraklar işgal altındaki topraklardır.
İşgal devam ettiği sürece bölgede çatışmalar da devam edecektir...
İşgal olduğu müddetçe bölgede “barış”da olmayacaktır...
Bölgede huzur ve barış isteniyorsa, Ermenistan işgal ettiği Karabağ topraklarından çekilmelidir.
Eğer kardeş Azerbaycan, BM tarafından da işgal edildiği kabul edilen Karabağ’da Ermeni işgaline son vermek için topyekun bir savaşı başlatırsa, hiç kimsenin şüphesi olmasın ki, Türk halkı, kardeş Azerbaycan’ın yanında ve cephede olacaktır...
12 adamız – Yusuf HALAÇOĞLU
*UŞİ ANLAŞMASI (Lozan şehrinin bir semti Uşi ‘de imzalandı,Osmanlı döneminde,1915’te ÇANAKKALE SAVAŞI YILLARINA denk geliyor.
Bizim tapumuz BAĞIMSIZLIK anlaşmamız LOZAN ANLAŞMASI24 Temmuz 1923 ile karıştırıyoruz.) üşenmezsek, Okuruz belki
12 adamız Yusuf HALAÇOĞLU'ndan* güzel bir bilgilendirme yazısı.
Osmanlı Devleti, bugün 12 Adalar olarak bilinen adaları İtalya'ya bırakıyor. Sene 1912, Uşi Anlaşması'dır bu gördüğünüz anlaşma. İtalya'ya bırakıyor fakat geçici olarak. Anlaşma şartlarına uyulduğu takdirde adalar tekrar Osmanlı Devleti'ne geri verilecek. Fakat şartlara uyum sağlanmıyor. Bu yüzden 3 yıl sonra yani 1915'te Londra'da bu konu gündeme geliyor ve Londra Paktı denilen anlaşmada bu adaların tamamı İtalya'ya bırakılıyor.
Bakınız itiraz eden hiçbir padişah yok. Hiç sultan yok. Adaları İtalya'ya bırakmakla kalmıyorlar aynı sene bir de Çanakkale Boğazı'na dayanıyorlar ve Çanakkale Savaşı'nı yapıyoruz.
Yani 12 Adalar önce Uşi'de, sonra da 1915 Londra'da İtalya'ya verilmiştir.
Osmanlı temsilcilerinden biri Rumbeyoğlu Fahreddin Bey'dir. Bu adam kim mi? Türk milleti bir milli mücadele verirken, Kuvayı Milliye'yi kurmuşken, bu adam Kuvayı Milliye'nin karşısına Damat Ferit'in kurduğu Kuvayı İnzibatiye ile çıkan adamdır ve Yunan ordusunun yanında olmuştur. Savaş kazanılınca sürgün edilenlerin arasında yer almıştır. 12 Adaları İtalya'ya bırakan heyetin içerisinde bu adam vardı.
Şimdi asıl olaya gelelim... *Uşi Anlaşması'nın ismini aldığı Uşi, Lozan şehrinin bir semtidir. Bu yüzden 1912'de imzalanmış olan Uşi Anlaşması, İtalyan tarihinde Lozan Anlaşması olarak geçer. Fakat bizim bildiğimiz yani 1923'te imzalanan Lozan Barışı ile bu anlaşma birbirine karıştırılmasın diye bu anlaşmaya Uşi denmiştir.*
İşte arkadaşlar sahte kiralık tarihçiler, yani Kadir Mısıroğlu, Armağan ve çetesi, bu durumdan faydalanıyor ve *12 Adaların Lozan Anlaşması'nda gittiğini söylüyorlar.*
Halbuki o Lozan başka, bu Lozan başka. Ne yazık ki bunu bütün millete yutturdular ve böylece milletimizi Lozan barışına düşman ettiler.
*Bizim bildiğimiz Lozan Anlaşması'nda ise bilakis Ege'de birçok ada Türkiye'ye geçmiştir*.
Türkiye'ye Lozan Anlaşması ile geçen bu adalar ise, son 10 yılda Yunanistan'a bırakılmıştır.
Bugün Yunan papazların mangal yaptığı Ege adaları, uluslararası anlaşmaya göre halen daha Türklerindir...
Umulur ki bol bol paylaşılır, gruplara atılır, milletimiz bilgilendirilir...
*Yusuf Halaçoğlu*
Dünya’da her Türk’ün iki vatanı vardır.. / Mustafa ÇOKAY
Mustafa ÇOKAY (1890-1941)
Kazak siyaset ve fikir adamı, gazeteci.
Kazakistan’ın Akmescid (günümüzde Kızılorda) şehrinde dünyaya geldi. Bölgede yaygın olan Şokay soyadı Çokay, Tchokaieff ve Chokaev gibi çeşitli şekillerde yazılmaktadır. Babası Kazaklar’ın Kıpçak boyundan Şaştı aşireti beyi Şokay, annesi Bahtlı Hanım’dır. İlköğrenimini Kızılorda’da tamamladı. Taşkent’teki Rus Gimnazyumu’ndan mezun oldu (1910). Çocukluğunda idarecilerin haksız uygulamalarına mâruz kalan babasının ve yakınlarının çektiği sıkıntıları gördü. Kanunsuz davranışlara karşı hukuk mücadelesi verme amacıyla Petersburg Üniversitesi’nde hukuk bölümüne girdi. Zekâsı ve öğrenmeye olan isteğiyle ünlü dil bilgini F. W. Radloff’un dikkatini çekti. Ancak dil alanında çalışmak istemedi.
"BÜTÜN YOLLAR ROMA’YA ÇIKAR"
"BÜTÜN YOLLAR ROMA'YA Çıkar" çok bilinen sözdür. Zannedilir ki İtalya'nın başkenti Roma için söylenmiştir.
Ama kastedilen Roma, "Nouva", yani "Yeni Roma", yani "Konstantinople", yani "İstanbul"dur.
Hikayesi ise şöyledir:
Bizans İmparatoru Büyük Konstantin (272- 337), sadece beş bin kişinin yaşadığı Byzantium'u, Roma İmparatorluğu'nun başkenti yapmak ve yeni bir şehir yaratmak için 324 yılında kolları sıvar ve yedi tepeli şehri 14 bölgeye ayırarak işe koyulur.
Büyük bir saray (İmparatorluk Sarayı), Senato Sarayı, Aya İrini Kilisesi, Kutsal Havariler Kilisesi (bugün yerinde Fatih Camisi vardır), Ayasofya (başlar ama bitiremez), 33 bin kişilik bir Hipodrom, su kemeri, kendi adını taşıyan heykellerle süslü bir meydan (Çemberlitaş), annesi Augusteum adına bir meydan inşa edilir ve şehir ülkenin her tarafından getirilen antik sanat eserleri ile süslenir.
Şehrin korunması için eski surlar yıkılır ve yerlerine bugün hiçbir izi kalmayan Konstantin Surları inşa edilir.
Ayrıca Ayasofya'nın önünden başlayarak "Meşe" adıyla büyük bir bulvar (bugünkü Divanyolu Caddesi) açılır.
Altı yıl süren faaliyet sonunda ortaya muhteşem ve modern bir şehir çıkar.
11 Mayıs 330 Pazartesi günü geldiğinde yapılan büyük bir törenle Byzantium, Roma İmparatorluğu'nun Başkenti olur ve şehre senatonun da kararıyla Nuova Roma (Yeni Roma) adı verilir.
Büyük törenlerle kutlama yapılır.
15 Temmuzda başlayıp 21 Temmuz 1921’de biten, Sakarya Savaşı sürecinde " I. Maarif Kongresi" yapılmıştı
15 Temmuzda başlayıp 21 Temmuz 1921'de biten ,Sakarya Savaşı sürecinde " I. Maarif Kongresi" yapılmıştı
15-21 Temmuz 1921 tarihleri arasında Ankara’da “I. Maarif Kongresi”ni toplanmıştı. Hemde Sakarya Savaşı'nın( *) en sıkıntılı sürecinde...
Türkiye'nin içinden geçilmekte olduğu süreçte uygulanmakta olan eğitim izlenceleri(müfredat), I. Maarif Kongresi'nde temeli atılan Türk Misak-ı Maarifi'nin neresinde?
***
Mustafa Kemal'in kongre açılış konuşmasından:
- Asırlardan beri idaredeki büyük ihmalin, devlet bünyesinde açtığı yaraları tedavi için bundan böyle en büyük gayretlerin eğitim alanında olmasıdır.
- Gerçi elimizdeki tüm olanakları henüz ülkemizi istilâ eden düşmana karşı kullanmaya mecbur isek de ülkenin eğitimi için elverişli koşullar ele geçirilmeden önceki savaş günlerinde bile, çok dikkat ve itina ile işlenmiş bir "millî eğitim programı "vücuda getirmeye çalışmaktayız.
- Şimdiye kadar izlenen talim ve terbiye usullerinin milletimizin tarihindeki gerilemede en mühim olduğu, bu nedenle bir millî eğitim programından söz ederken eski devrin hurafelerinden ve millî bünyemize hiç uymayan yabancı fikirlerden, şarktan ve garptan gelen tüm tesirlerden tamamen uzak, millî seciye ve tarihimizle mütenasip bir kültüre sahip olması zarureti” belirtilmiş, “Çocuklarımızı ve gençlerimizi yetiştirirken onlara bilhassa mevcudiyeti ile, hakkı ile, birliği ile, taarruz eden bilumum yabancı anasırla mücadele lüzumu ve efkâr-ı milliyeyi, kemal-i istiğrak ile şiddetle ve fedakârane müdafaa zarureti telkin edilmelidir ( 1)
14-16 Temmuz 1959 Kerkük Katliamı ve Sonuçları – Dr. İlhan YILMAZ CÖMERT
14-16 Temmuz 1959 Kerkük Katliamı ve Sonuçları - Dr. İlhan YILMAZ CÖMERT
Irak’ta bin yılı aşkın bir süredir her türlü mahrumiyet içinde varlıklarını günümüze kadar sürdüren Irak Türkleri, çeşitli yönetimler ve etnik gruplar tarafından zaman zaman katliamlara maruz kalmışlardır. 14 Temmuz 1959 tarihinde Kerkük’te meydana gelen katliam, Türkmenlerin yaşadığı en büyük facialardan biridir.
Kerkük katliamı, Irak ihtilalinin birinci yıldönümü şenlikleri sırasında 14-16 Temmuz 1959 tarihlerinde yapılmış ve üç gün üç gece sürmüştür. Irak güvenlik kuvvetleri ve Kerkük’te bulunan 2. Tümen askerleri katliamı seyretmekle yetinmişlerdir. Olaylar planlı olarak Barzani taraftarı komünist Kürtler tarafından çıkarılmıştır. Bu kanlı saldırıda 70 kadar Türk evi yağma edilmiş, Türk dükkânları yakılmış, pek çok Kerküklü Türk dövülmüş, yaralanmış ve feci şekilde öldürülmüştür.
MERYEM TEYZE ve Samet KARAKUŞ – Av. Uğur TARHAN
MERYEM TEYZE ve Samet Karakuş - Av. Uğur TARHAN
1982-83 yıllarında yaşanmış bir olaydan bahsetmek istiyorum. Mamak Askeri Cezaevinde yaşanmış bir olaydan…
12 Eylül darbesinin zulmü devam ediyordu. Zulmün en şiddetli yaşandığı yerler askeri cezaevleriydi. Askeri Cezaevleri içinde ise Mamak…
Mamak’ta, yurdun dört bir tarafından getirilmiş ‘’MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davası’’ sanıkları yatmaktaydı. 587 sanıklı davada 287 sanığın idamı isteniyordu. Davanın görülmekte olduğu Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı 1 no’lu Askeri Mahkemesi, Mamak Cezaevi’nin hemen yanındaydı. Sanıklar, Mahkemeye cezaevinden getiriliyordu.
Aynı Mamak’ta işkence, eskilerin tabiriyle vakayı adliyedendi yani sıradan olaydı. Mahkumlara dayak için idari bir gerekçe aranmazdı. Sayımda dayak, sporda dayak, görüşte dayak vardı.