Ahsen Okyar Söylenmek yerine söylemek lazım… Şikayet edeceğine sen de alternatifini oluştur.

15Şub/170

DEFİNE – Bir Kandıra Hikâyesi -10 / Mustafa YILDIZ

DSC_0016

DEFİNE – Bir Kandıra Hikâyesi -10 / Mustafa YILDIZ

Zambo

Bizim dükkânımız vardı, burada, Kandıra’da, Nasip Bakkaliyesi Hasip Güler. Çarşıda, Tüpçü Cemal’lerin sırasında, bakkal açtık. Kâğıtlı şekerler vardı içinden resim çıkan golden cikletler satardık, kırmızı, yassı, üçe dört, dörde dört falan, zenci resmi olurdu üzerinde kulakları küpeli. Zambo, zambo, zambo cikletleri! Cam kavanozlarda kağıtlı şekerler, kapakları da camdandı kavanozların, içindeki şekerler görünecek. Çok yenen şekerlerdi, onları yerdik yerdik, kâğıtlarını arkaya atardık, ulan çöpe atsan ya, çocukluk işte, hep kendimiz yerdik, küllüm zarar.

Çekilişler vardı hani içinden çeşit çeşit hediye çıkardı, kazıyorsun böyle küçük küçük daireleri, kazırım yazar: zıpzıp, tarak, ayna, tenekeden tabanca… babam verirdi bana beş tane çekiliş, “sat” derdi. Götürürdüm mahalleye, güya çocuklara satmaya, girerdim sota bir yere, açardım hemen çekilişi, kazırdım: ne çıktı? Zıpzıp, zıpzıpı alıyorum ayrı bir yere koyuyorum. Bir daha kazıyorum, ne çıktı? Şeker, onu da alıyorum, kenara koyuyorum. Halbuki hepsi senin zaten, yesene. Heyecana bak! Yemek değil maksat, heyecanı yaşamak. Kazıyorum. Ne çıktı? Tarak. Çekiliş torbasından alıyorum arka cebime koyuyorum, küllüm zarar  ama o heyecanı yaşıyorum ya…

Üzerinde mantar tabancası resmi olan mantarlar… Fabrikası Ağva’daydı. Yirmi paket mantar, beş altı adet tabanca verirdi bakkaldan babam, “hadi bunları satın” derdi, mahallelere gönderirdi.  Satılmayacağını bile bile bizi neden gönderirdi, yoksa yanından mı uzaklaştırırdı? Ne satması? Dört tabancam var hepsi dolu, atmaya mantar yetmiyor, dran dran dran. Siyah olurdu teneke tabancalar ama metal gibi parlardı, simsiyah. Ateş ede ede bembeyaz olurdu. Sonradan plastikleri çıktı, yaramaz. Mantarın ortasında içi ecza dolu bir delik… Bir tane atardı, tek tek atardı, tetiğe dokundun mu iğnesi ecza ile temas eder ve patlardı, dran dran pat pat, tazyikle bum.

Nasıl öldü Ahmatlı’da taşocağında rahmetli enişte, aynısı oldu, toz dinamiti sıkıştırdı, aniden patladı, enişte kaçamadı. Gerçi enişte, o patlamada ölmedi, kolu koptu, gözünü kaybetti, sonradan eceliyle öldü Dinamit patlamış, ben yoktum. Ahmatlı’nın taşı meşhurdur.  Kazmayla yer açarsın, ocak açarsın,  toz dinamiti sıkıştırırsın, kapsül bağlıdır tabi, ateşlersin kaçarsın, öyle taş çıkarırlardı ocaktan. İlkellik. Sıkıştırırken patlıyor, felaket. Şileli bir Bombacı Yakup vardı, sandal direklerinin tepesine balıkları gözetlemek için konulan oturağa oturur, bakar denize, balık nerede? Hemen dinamit! Dinamiti, lokumu sardın muşambayla veya bezle, kapsülü koydun içine, on santimdir fitil, ucunu yaracaksın ateşleme için, kibritle yanmaz ila sigaranın kor ateşini değdireceksin, balığı öldürmez sersemletir, sarhoş eder. Kuyu gibi su çıkar, balığı kepçeyle toplarsın.

Aylardan ramazan, dinamitle balık vuracağız, abimle bize sigara yaktırdı babam, kendisi oruçlu, kapsülü ateşleyip hemen yakıp verdim sigarayı. Beş altı saniye içinde patlaması lazım, patlamadı. Suya attı, patlamadı. Ya kapsülde enayilik vardı ya bilmem ne! O gün akşama kadar gidemedik dinamiti attığımız yerlere, korkudan, ha şimdi patlarsa diye.

At

Atı çok severdik, atsız duramazdık. Silah, bıçak, at, bunlarsız hayat olmaz. Çok iyi bıçak atarım, mesafe önemli değil. Getir istediğin bıçağı, oturttururum. Meyve bıçağı olmasın ama doğruya doğru meyve bıçağı saplanmaz. Bir keresinde İzmit’ten mühendis arkadaşlarla bizim köye gelmiştik, balık yemeye, ızgara yapıyoruz, karşıda da çınar ağacı. Bir salladım bıçağı dink, saplandı çınara. Oradan biri hemen “tuttu be!” dedi. Öyle mi? Bir daha attım, dınk. Bir daha. “Tamam” dedi, Amerika’yı yen iden keşfe gerek yok. Denge çok önemlidir bıçakta. Bıçağın sivri ucu atana dönük olacak, sap kısmı dışarıda kalacak ve hedefe giderken bıçak bir sefer dönecek, öyle bir denge sağlayacaksın atarken. El melekesiyle olacak, denemek lazım, yaşamak lazım. Hiç affetmem, sallarım, zınk.

Ata gelelim, Dizgin, yular, eğer yok; yelesinden tutup bineceksin. Yok, gem vuracaksın, yok eğer koyacaksın. Kaymaz mısın üzerinde çıplak atın? Ayaklarınla sıktın mı bitti, ne kayması? İki tabanca elde, baktım kuş sürüsü, bıraktım yeleyi kuşlara ateş ediyorum draan! Hayvan bir tarafa ben bir tarafa  kah kah kah ha.  Çıplak ata biner giderim buradan İzmit’e.

Düzün ortasına doğru dereden suyu çeksin diye iki metre genişliğinde bir metre derinliğinde hendek açmıştı babam, günlerce kazma kürekle çalışarak. Yıllar sonra yerler satıldı. Yeni sahipleri, burası çukur diye doldurdular hendeği. Aptallık. Bütün su bastı düzü, tarla bataklık oldu, ekemezsin artık.  Hiç düşünmediler, bu hendek neden açılmış buraya? Söyledim tarlayı alanların çocuklarına Kandıra’da, “haklıymışsın abi, haklıymışsın” dedi utangaç bir edayla. Bazı şeyler teknolojiyle çözülmez, bire bir yaşayacaksın. Duyarak olmaz, deneyeceksin.

Bu yazıyı beğendiniz mi?

RSS Kaynağımıza abone olun!

Yorumlar (0) Geri izlemeler (0)

Yorum yapılmadı.


Leave a comment

Geri izleme yok.