Ahsen Okyar Söylenmek yerine söylemek lazım…

19Ağu/152

“ÇATIŞMALI ÇATIŞMASIZLIK” VE BARIŞ – Prof.Dr.Mustafa E. ERKAL

mustafa erkal prof“ÇATIŞMALI ÇATIŞMASIZLIK” VE BARIŞ - Prof.Dr.Mustafa E. ERKAL

Vatanımızın birlik ve beraberliği için hayatını seve seve feda eden şehitlerimizi saygı ve rahmetle analım. Artık onlar Türk Milletinin kalbinde yaşayacaklardır. Şehitlere ve onların ailelerine çok şey borçluyuz. Vatan için canımızı veririz ama ülkeyi 12 senede bu hale getirenler hala ortada dolaşıyorlar. Şehit cenazelerini kuşa çevirenler, şimdi cenazelere katılıyorlar.

Bu ağır bedeli sadece katil PKK ve KCK mi ödeyecek? Şehitliğin ulvi anlamını ne bazı politikacılar, ne de olup biteni anlamaktan uzak, yetenek ve bilgiden mahrum akiller anlar. Akiller, terör soslu sözde barış ortamını ve çözülme sürecini anlatmaktan herhalde yorgun düşmüşlerdir. Kullanılan bu grup çözüm ve açılımı hayvanların anladığını, ama insanların anlamadığından şikâyetçi olmuşlardı.

1970’li yıllardan günümüze önce ideolojik kamplaşma yoluyla Devletiyle kavgaya girenler, daha sonra etnik ve mezhep ayrımcılığını kullandılar. Terör karşısında basınımızın önemli bir bölümü hep sınıfta kaldı. 1968’lerde üniversite binalarını işgal ve tahrip eden aşırı sol militanlara, devrimci ve Atatürkçü kabul edilerek gazete köşelerinde işgal hatıraları yazdırıldı. (Yeni Gazete) Devrimci mücadeleye sermayedarlarımız katkıda bulundular! Nasıl olsa devrim kaçınılmazdı ve geleceğe yatırım gerekliydi. Bazı yüksek tirajlı gazetelerimiz toplumun önünde burnunu karıştıran, göbeğini kaşıyan teröristbaşının hangi takımı tuttuğunu tartıştı. Ardından Hürriyet’in Pazar ilavelerinde teröristlerin ne kadar ince ruhlu ve sanata saygılı oldukları, hangi müzik âletlerini çaldıkları ele alınır oldu. Türkiye’yi Türkiye yapan değerlere sadakatle bağlı olanlarla adeta dalga geçildi.

Dün ve bugün ülkesiyle kavgalı olanlar ve kendilerini Türk Milletine mensup hissetmeyenler, her ortama göre farklı sıfatlarla ortaya çıkıp her kalıba girdiler. Bir dönem devrimciliği ve Atatürk’ü kullandılar, bir dönem komünist oldular, şartlar değişince ve ideolojik kavganın yerini etnik ve mezhep çatışmaları alınca etnik ırkçı (Kürtçü ve Ermenici) ve liberal oluverdiler. Veteriner Fakültemizde hızlı aşırı sol bir öğretim üyesi vardı; 7 Haziran Genel Seçimlerinde HDP’den aday oluverdi. Demek ki artık Marksist veya sulandırılmış sosyalist tezlerle etnik ırkçılık uzlaşıyordu! Parti bazılarını kolay tavlayabilmek için önce ismini değiştirdi ve “ezilen halkların” dayanışmasını savundu. Halklara önderlik yapacaklardı. Bilhassa Cumhurbaşkanının ve defolu iktidarın karşıtları bu tava geldi.

Dün de bugün de çatışmasızlık hiç olmadı. Çatışmasızlık olmadı ki bozulsun. Aksini hayal edenler terör örgütüne dolaylı destek verenlerdir. Buna gerçekten inananlar, yıllar önce yaşamış olsalardı Sülün Osman’ın ağına düşüp Karaköy meydanında Galata Kulesinin saf alıcısı bir taşralı konumuna düşerlerdi. 7 Haziran Genel Seçimleri öncesi iktidarla uzlaşıp asker ve polisle çatışmayı azaltanlar, korucuları ve tesislerini hedef aldılar. Onların barışı, Devletin terörle mücadeleden vazgeçmesidir. Teröre özgürlük ve önce özerkliğin sağlanmasıdır. Terörle varılmak istenen sözde Demokratik Cumhuriyete, terörsüz ve masa başı pazarlıklarla dost ve müttefiklerimizin nezaretinde varmak mümkün iken, görevini artık tamamlamış olan PKK ortadan çekilmelidir. Artık KCK var. ABD yeni yerli müttefikleriyle bizi pazarlığa zorluyor ve PKK’ya karşı görünüyor; PKK’nın Suriye kolu olan PYD’yi koruyor. Almanya ve ABD acaba neden terör örgütleriyle pazarlık yapmazlar; kendileri kurmuş olsa da…

Terör örgütü ile içli dışlı olan, barış gibi aldatıcı ifadelere sığınan partinin eş başkanı olan bir hanım, açıkça sırtlarını terör örgütlerine dayadıklarından bahsetmişti. Bu parti psikolojik meşruiyet kazanabilmek için her şeyi yapmaktadır. Her paralel yapı tarafından aldatıldığını ileri süren iktidar, şimdi dışlasa da bu parti ve örgüt ile muhabbeti ve pazarlığı sürdürmüştür. Türkiye’nin kolay kandırılamayacak ciddi siyasetçilere ihtiyacı vardır.

Devlet ile yasa dışı ve cinayet şebekesi terör örgütünü iki ayrı taraf olarak görenler örgüte destek sağlarlar. DİSK’in iktidarı ve karşısındaki güçleri şiddete son vermeye çağırması bu anlama gelir. Selahattin Bey’de iki taraftan bahsediyor. Ancak, PKK terör örgütüdür diyemiyor. Güvenlik güçleri kamu düzenini sağlamak için yasal sınırlar içinde silah kullanır. Devlete silah bırak demek, teslim ol ve artık bu coğrafyada devlet olma demektir. Devlet operasyon yapmayacak da şehir ve dağlarda şeker ve çiçek mi dağıtacaktır? Yoksa bir sözde terör uzmanı öğretim üyesi ile bir müzisyen ve yazarın 1970’li yıllardaki tavsiyesine uyarak dağlarda müzik mi çalacaktır?

Eski Milliyetçi, yeni liberal köşe yazarımız; etnisite milletleşmeden etnisiteye dayalı milliyetçilikten bahsedilmez. Milletleşmiş toplulukların milliyetçiliği olur. Etnisitenin etnik asabiyetinden, taassubundan bahsedilebilir. (Etnosantrizm) Bazı durumlarda da etnisite, milli devletlere karşı kullanılan bir malzeme olabilir ve kamu düzenine karşı terör eylemlerinde kullanılabilir. Milliyetçilik de o millet içinde yer alan her etnisitenin emperyal niyetlere karşı ortak var olma değeridir.

Bu yazıyı beğendiniz mi?

RSS Kaynağımıza abone olun!

Yorumlar (2) Geri izlemeler (0)
  1. Siyasi parti liderleri neden kendilerine aklı başında danışmanlar bulmaz. Mustafa Erkal hocam; haklısınız, ama çok mesafe kaybetmişiz. Telafi etmek biraz zor olacak gibi.

  2. Siyasal ve sosyal yaşam durağan değildir. Son 30-40 yılda elektronik ve yazılım teknolojilerine bağlı bilgisayar ve iletişim teknolojileri çok değişim ve ilerleme katettiyse, siyasal ve sosyal yaşamda da ilerleme, etkileşim o kadar hızlı olmaktadır. Önceleri kültürel hak ve özgürlüklerden hiç haberimiz yokken, çok dilliliği, çok kültürlülüğü, anadilde eğitimi bir anda ziyaret ettiğimiz, iltica ettiğimiz ülkelerde görüyoruz. Ben mesela devletim tarafından bursla yurtdışına gönderilince 19 yaşımda iki dilli bir şehirde kendi irademle üniversite okumaya karar verdim. Genç aklım hem Almanca hem Fransızca öğrenmenin, aynı anda konuşmanın ve yaşamanın iyi olacağını kimse telkin etmeden buldu. Geçenlerde bir üniversite rektörümüz yurtdışına master ve doktoraya gidecek gençlere şöyle hitap etti: Size siyasiler ve hocalarınız tarafından empoze edilen bazı şeylerin yanlış olduğunu kendiniz bizzat gittiğiniz ülkelerde bulacaksınız demişti. Bu keşifleri yapmak için insanın kendi başına olması önemli. Eğer size yanlışları empoze eden grupla beraberseniz maalesef bu yanlışları yurtdışına gitseniz de göremezsiniz, tabiri caizse “kendi aranızda top çevirisiniz”, farklı görüş ve bilgi olmadığı için gelişme de olmaz. Bir grup içinde bir kişi başka doğru bir iddiada bulunsa bile çoğunluk psikolojisi onu saf olarak tanımlar. Mesela ABD, Almanya gibi ülkelerin ülkeyi bölmek veya geri bırakmak için proje ürettiği safsatası gibi. Benim 35 yıllık irtibatım, beraber yaşamışlığıma göre ne ABD Türkiye’yi veya Türkiye’nin bir parçasını 51 eyaletleri yapmak istiyor; nede Almanya Federal Cumhuriyeti Türkiye’yi veya Türkiye’nin bir parçasını 9cu eyaletleri yapmak istiyor. Adamların amacı biz bir birimizi yemeyelim, zenginleşelim daha fazla Mercedes, BMW, Audi, Ford, Chevrolet alalım, yatırım malları alalım yönünde. Fakir bir Türkiye onların kaliteli ve ileri teknoloji ürünlerine müşteri dahi olamaz. Bazen onların tutumları yanlış yorumlanabiliyor. Mesela çatışma ortamından kaçan birileri bizim hayatımız riskte, doğduğumuz, büyüdüğümüz yerde duramıyoruz dediği zaman adamlar inceliyor ve onlara sığınma hakkı veriyorlar. Herşey kurallar dahilinde oluyor. Bir Alman bile ikametgahını değiştirme kuralı neyse ona göre değiştiriyor. Biz Türkiye halkları kurallarla aramız olmadığından yer değiştirsek te önemsemiyoruz, taki oy atma zamanı gelene kadar. Çatışma nedeniyle İstanbul, İzmir, Ankara ve diğer illerimize göç etmek (sığınmak) zorunda kalanlar bizim için mültecilik hali değil normal bir akrabasını ziyarete gelmiş gibi algılanıyor. Göçleri, sürülmeleri ve sürmeleri o kadar kanıksamışız ki umurumuzda değil. Diğer milletlerinde aynı şekilde umurlarında olmaması gerektiğini düşünüyoruz. Sorunları kaynağında çözmek biz Türklere göre değil. Daha büyütüp başka yerlere aktarıp çözülmez hale getirmekte üstümüze yok. Mesela gecekondu ve çarpık yapılaşma sorunu. Gecekonduculuğu ve çarpık yapılaşmayı bize ABD, Almanya’mı empoze ediyor? Binaları yaparken deniz kumu kullanın, demirden çalın, depremde yıkılıp altında kalın diye ABD ve Almanya mı bizi teşvik ediyor? Hayır, hayır, hayır! Kocaeli depreminde 15.000 den fazla vatandaşımız öldü, gelecek İstanbul depreminde onun kat kat fazlası ölecek. Kocaeli’nde de suçlu bu ülkenin halklarıydı, olacak İstanbul depreminde de suçlu bu ülkenin halkları olacak maalesef. Acı ama gerçek. Bu hatalardan ne zaman kurtuluruz? Aramıza karşıt görüşten dostlar aldığımızda, mazlumlarla empati yaptığımızda, uzlaşmacı olduğumuzda, medeni şekilde tartıştığımızda düşüncelerimiz daha insanı bir boyuta taşınacaktır…


Leave a comment

Geri izleme yok.