Ahsen Okyar Söylenmek yerine söylemek lazım… Şikayet edeceğine sen de alternatifini oluştur.

23Haz/150

SÜLEYMAN DEMİREL, SAKIZ HOCA, HAYRETTİN KARAMAN – Av. Ruhittin SÖNMEZ

ruhittin sönmez avSÜLEYMAN DEMİREL, SAKIZ HOCA, HAYRETTİN KARAMAN – Av. Ruhittin SÖNMEZ

9. Cumhurbaşkanı merhum Süleyman Demirel’in, yetiştiği aile ortamını anlattığı, şu cümleleri beni çok etkiledi:

“Biz mesut bir Anadolu ailesi idik. Hayatı ciddiye almış, hayat mücadelesini hiçbir zaman şikâyet konusu yapmamış, gerçekçi, çalışmayı şiar edinmiş, lüksü, israfı, şatafat ve tantanayı değil, kendi işinde gücünde olmayı, tevazuyu, iyi kalpliliği, yardımseverliği hiç elden bırakmamış, kimsenin malında mülkünde gözü olmamış, hakka hukuka riayetkâr, toplumdan rahatsız olmamış, toplumu rahatsız etmemiş bir aile idik.”

Beni çok etkiledi, çünkü ben de böyle bir aile ortamında yetiştim. Sadece ben değil çevremde gördüğüm ailelerin de çoğu böyleydi.

Hele TOPLUMDAN RAHATSIZ OLMAMIŞ, TOPLUMU RAHATSIZ ETMEMİŞ olmak esasen “iyi Müslüman nasıl olmalıdır” sorusuna verilebilecek en özet cevaplardan biri gibi geldi bana.

Bu cümle bana halk irfanının yoğurduğu bir başka tarifi hatırlattı. Bu tarifi Manisa’da yapılan Aydınlar Ocakları 41. Şurasında İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Mustafa Yıldırım’dan dinledim.

İzmirli Sakız Hoca “nasıl iyi Müslüman olurum” diye tavsiye isteyen bir vatandaşa şu sözü söylemiş: KIL BEŞİNİ, HELALİNDEN YE AŞINI, KARIŞTIRMA ELALEMİN İŞİNİ.

Prof. Dr. Mustafa Yıldırım Kur’an-ı Kerim’de ve Hazreti Peygamberin Sünneti ile gösterilen İslam’ın özünün Orhun anıtlarında yazılan, Yunus Emre’nin şiirleri ile nesilden nesile aktarılan kültürümüzün ürünü olan bu cümleden ibaret olduğunu ifade etti.

İstikrarlı olarak farz ibadetlerini yapan, kendisinin ve çocuklarının midesine haram lokma girmemesine özen gösteren ve başkalarının özel hayatını merak etmeyen, karıştırmayan, hakka ve hukuka riayetkâr insanlar elbette “toplumdan rahatsız olmaz ve toplumu rahatsız etmez.” Yokluk içinde bile mutlu olmayı becerirler.

İslam’ın özü aynı olmakla beraber Anadolu’da, İran’da, Suudi Arabistan’da veya bir Avrupa ülkesinde anlaşılması, yorumlanması ve yaşanması arasında farklılıklar olmakta. Din ile toplumun milli kültürü arasında bir etkileşimin sonucudur bu.

Bizim milli irfanımızın temel kaynaklarından biri, Hanefi mezhebinden olanların itikat (inanç) imamı Matüridî’dir. Bu görüşte olanlar “İslam’ın evrenselliğine zarar vermeyecek biçimde, itici olmaktan çok kucaklayıcı bir yaklaşımla dini anlatır. Bu sebepledinin özünü ilgilendirmeyen görüş farklılıklarını hoş görür, onların sahiplerini dinden çıkmış saymaz. Kendisiyle aynı görüşte olmayanları zorlamaz. ‘Akıl’ ile ‘nakli’ dengeli bir şekilde kullanır.”

İşte bu anlayış yüzyıllardır sözel bir kültürle aktarılarak bazen Süleyman Demirel’in, bazen İzmirli Sakız Hoca’nın dilinden harika ifadelerle dile getirilir.

“İlim başka, irfan başka. Âlim başka arif başka” diye bir atasözümüz var.

Mübarek Ramazan ayında TV ekranlarındaki sohbetleri veya kitap ve makaleleri ile dinimizi anlatmaya çalışan birçok ilim erbabının öğretmekte neden pek başarılı olamadığını düşünmemiz lazım.

Galiba âlim dediğimiz kimselerin bir kısmı, halkımızın yüzyıllardan beri aktardığı irfan mirasından yeterince pay almamış.

*****

HAYRETTİN KARAMAN HOCA BİZİ ÜZÜYOR

Prof. Dr. Hayrettin Karaman Hoca bugünün yaşanan meseleleri karşısında İslami hükümlerin nasıl uygulanacağına dair toplumumuzun sorularına cevap verebilecek az sayıdaki fıkıh âlimlerinden biri kabul edilirdi.

Ancak Hoca, Ak Parti iktidarı döneminde kendisini bu parti ile o kadar özdeşleştirdi ki kendisine güvenenlerin oranı son derece azaldı.

Çünkü siyaset ve güç hırsıyla “dinin ahlaki ve manevi içeriğini boşaltan” muktedirleri rahatlatan fetvalar vermişti.

Devletten ihale alanların, gönülsüz bile olsalar hayır kurumlarına –zoraki- bağış yapmalarına cevaz vermiş; bu fetvanın“yolsuzluğa ve rüşvete kılıf arayanların önüne geniş bir meşruiyet alanı açtığı” iddia edilmişti.

Siyasetçilerin ve kamu görevlilerinin vakıf ve dernekler üzerinden rüşvet alma mekanizmasının tartışıldığı bir ortamda bu fetva çok olumsuz algılara yol açmıştı.

Bu da yetmemiş Reza Zerrab’ın rüşvet verdiği bakanlar ve 17/25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet soruşturmaları sırasında “yolsuzluk başka, hırsızlık başkadır. Yolsuzluk yapana hırsız denmez” diye köşe yazısı yazmıştı.

7 Haziran seçim sonuçları Karaman Hoca’nın ayarını iyice bozdu. “Birkaç ırgat bir araya geldi, Ak Parti iktidarını yıktı” diye yazıverdi.

Son günlerde de İslam’daki Halifelik müessesesini bir nevi Başkanlık olarak tanımlayarak “İslami Demokrasi” dediği bir rejimi savunuyor.

Anlattıkları nedense Tayyip Erdoğan ve AKP’nin “Türk tipi Başkanlık” sistemine benziyor.

Ülkeyi Devlet Başkanının yönetmesini isteyen Hayrettin Karaman, buna tarihte halife denildiğini, Başkanın diktatör olamayacağını savunuyor. Karaman’a göre, “Başkan, Kur’an ve sünnete uymak zorundadır. Bu vasfını kaybedip zulme ve günaha saparsa onu seçen ümmet temsilcileri onu görevden alacaktır. Tek başına yönetmeyecektir, ‘danışma meclisi’ne danışarak, ‘istişare’ yaparak yönetecektir.”

Prof. Dr. Hayrettin Karaman’ın idealindeki İslami Başkanlık yönetiminde (tıpkı Recep Tayyip Erdoğan’ın istediği Başkanlık sistemi gibi) Devlet Başkanı yasama, yürütme ve yargı erklerini elinde toplayacaktır. Başkan üst düzey yönetici ve danışmanlarını seçecek, yani İstişare veya danışma kurulu Başkanın seçtiği adamlardan oluşacaktır.

Yani bu sistemde demokrasilerin olmazsa olmaz şartı “kuvvetler ayrılığı” yoktur. Kuvvetler arasında “denge ve denetim sisteminden” de bahsedilmemektedir. Böyle bir Devlet Başkanı'nın diktatörleşmesinin önünde hiçbir engel bulunmamaktadır.

Profesör unvanlı bu “fıkıh âlimi” AKP’nin bütün yanlışlarına fıkhi kılıflar uyduracağı yerde, yanlışlarını düzelten bir bilge kişi olarak kalabilseydi bu ülkeye de İslam’a da büyük hizmet edebilirdi.

Prof. Dr. Hayrettin Karaman mevcut tavrıyla bu hizmeti yapmaktan mahrum olduğu gibi hocalara, âlimlere olan toplumsal itimadın sarsılmasına sebep olan vahim bir yanlışın içinde.

Oysaki kendisi İslam tarihindeki Müslümanların yaşadığı olumsuzlukların sebebini ne güzel izah ediyor:

Bazı âlimler ümmetin, hakkın, adaletin âlimleri olacak yerde devletlerin, grupların âlimleri oldular ve fetvalarını da bu kötü aidiyete dayalı olarak verdiler.

Allah milletimize “ilmiyle amel eden âlimler” nasip etsin.

Bu yazıyı beğendiniz mi?

RSS Kaynağımıza abone olun!

Yorumlar (0) Geri izlemeler (0)

Yorum yapılmadı.


Leave a comment

Geri izleme yok.