FAİZ TARTIŞMALARI – Prof. Dr. Ahmet M. GÖKÇEN
FAİZ TARTIŞMALARI - Prof. Dr. Ahmet M. GÖKÇEN
İçinde bulunduğumuz yeni yılda, ekonomi ile ilgili yapılan en büyük tartışma herhalde faiz konusunda olmaktadır. Sayın Cumhurbaşkanı tarafından, ekonomide var olan faiz hadlerinin yüksek olduğu ve yatırımları engellediğini ileri sürülmekte ve düşürülmesi talep edilmektedir. Para politikaları ve dolayısıyla faiz uygulamaları ile enflasyonun istikrar içinde ve hedeflere uygun gerçekleşmesinden sorumlu Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası (TCMB) ise, kurların çok yükseleceğini ve enflasyonun hedeflerden sapacağını kabul ederek, bu isteği tam olarak karşılamakta tereddütlü davranmaktadır.
Sanayileşmiş ülkelerde faiz hadleri gerçekten Ülkemizde uygulanan oranlara göre görünüşte çok düşüktür. Bu ülkelerde en yüksek faiz %1-2 arasında, hatta sıfır ve negatif faiz olarak uygulanmakta, ülkemizde ise, nominal faizler bu oranlarla mukayese edilemeyecek kadar yüksek bulunmaktadır. Bu farklılıklar görünüşte var olmakla birlikte reel anlamda var olup olmadığı tartışılmalıdır.
Sayın Cumhurbaşkanı bu yılın Ocak ayında da faizlerin indirilmesi için MB’ sına aleni ve açıktan kamuoyu önünde baskı yapmıştır. Cumhurbaşkanının bu çıkışına paralel olarak ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı ve daha bir kısım bakanlar da benzer taleplerde bulunmuşlardır. Ancak MB ekonomik şartların ve özellikle enflasyon gerçekleşmelerinin uygun olmaması dolayısıyla faiz indirimi yapamamıştır. Bu tartışma üzerine para piyasası ve özellikle döviz piyasasında dengeler değişmiş ve TL’nin Dolar ve Avro karşısındaki değeri hızlı bir şekilde düşmüştür. Nitekim Dolar/ TL değeri 2,50 sınırını geçmiştir. Araya Sayın Cumhurbaşkanının yurt dışı seyahati girmesi ile konu kendi gündemi içine çekilmiş ve TL’nin dolar karşısındaki değeri yükselerek 2,50 sınırı 2,46’lara kadar düşmüştür.
TCMB Para Politikası Kurulu (PPK) normal toplantısı olan 24 Şubatta döviz oranlarında bir kısım indirimler yapmıştır. Yapılan son indirimlerden sonra MB tarafından yapılan bir haftalık repo faizini ifade eden politika faizi % 7,75’ten 7,50’ye düşürülmüştür. Fonlama işlemlerinin yapıldığı faiz koridorunda üst oran 11,25’ten 10,75’e çekilmiştir. Bankalara borçlanma imkânı sağlayan repo işlemlerinde bu oran 10,75’ten 10,25’e indirilmiştir.
Yapılan bu indirim Sayın Cumhurbaşkanını tatmin etmediği için, MB’ nın faiz politikası üzerindeki eleştirel konuşması daha şiddetlenmiş ve MB Başkanının devlete karşı bağımsız, ama başka yerlere bağımlı olduğu ima edilerek faiz indirimi yapılmamasının gerekçeleri buralarda aranmıştır. Ancak MB başkanının MB’ nı nasıl yöneteceği ve temsil edeceği hukuki mevzuatla belirlenmiş olduğundan, mevzuat dışında bir işlem yapması veya tavır göstermesi kamu hukuku gereği suç olacağından gerekli soruşturmaların yapılması elzemdir.
Bu gelişmelerin üzerine döviz yeniden ve yine hızlı bir şekilde yükselerek yeni rekorlar kırmış ve TL’nin dolar değeri bu kez 2,52 düzeyine çıkmıştır. Halen o değerleri muhafaza etmektedir ve sanki bir dönem kalıcı bir tavır göstermektedir.
Faiz indirimine rağmen tahvil faizlerinde yükselmeler meydana gelmiş, indirim öncesi oranları geçerek % 8,36’ ya çıkmıştır.
Görülmektedir ki, faiz üzerine yapılan eleştiri ve baskılar arttıkça sistem içinde faizler düşmediği gibi, kur değerleri TL aleyhine yükseliş göstermekte, adeta TL her gün devalüe edilmektedir. Bunun nedenleri nelerdir?
1-Herşeyden önce faizleri reel ve nominal faiz olarak ayırıp, reel faizler üzerinde tartışma yapılmalıdır. Reel faiz; enflasyondan nominal faizin çıkartılması ile elde edilen faizdir. Şayet nominal faiz enflasyondan düşük ise reel faiz negatif olacaktır. Nitekim 12 ayın ortalamalarına göre Ocak ayı TÜFE değeri %8,80 dir. Bunun anlamı bu değerin altındaki faiz oranları borç alan için negatif faiz sayılır. Diğer bir deyimle borç verenin gelirinde azalma olmaktadır.
2-Faizlerin sıfır düzeyine yaklaştığı batı ülkelerinde nominal faiz ile reel faiz arasında Türkiye ekonomisinde olduğu gibi farklar bulunmamaktadır. Nedeni bu ülkelerde enflasyon miktarı da sıfıra yakın olmasıdır. Türkiye’de de enflasyon yüzde 2-3 düzenine düşürülürse, faizlerin de bu rakamlara çekilmesi söz konusu olabilir. TÜİK’ in hesaplamalarına göre, Ocak ayı Yurt içi Üretici Fiyatlarında 12 aylık ortalamalara göre enflasyon oranı % 9,59 olmuştur. Bu oranın altındaki faiz negatif faiz sayılır.
3-Türkiye’de tasarruf oranı % 12’lere kadar düşmüştür, açıktır ki, bu düşük tasarruf oranları ile özel sektörün yatırım yapması, özellikle imalat sanayi yatırımları yapması çok zordur. Yatırım yapacak müteşebbis dışarıdan borçlanarak yatırım yapmak durumundadır. Kaldı ki, batı ülkelerinde faizler sıfır düzeyine ve hatta negatif faize düşmesine rağmen özel sektör dışarıdan borçlanarak yatırım yapmayı da gerçekleştirmemektedir. Anlaşılıyor ki, özel sektörümüz ülkemizin bu günkü hukuki, siyasi ve ekonomik şartları altında yatırım yapma isteğinde bulunmamaktadır. Aksine son yıllarda yerli yatırımcıların yurt dışında daha çok yatırım yapma eğilimi göstermektedir.
4-Dünya piyasalarında faiz hadleri bu kadar düşük olmasına rağmen yabancılar da Türkiye’de sanayi yatırımı yapmamakta, yatırım için gelmekte olan bir kısım yabancı sermaye varsa o da gayrimenkul yatırımlarına geldiği görülmektedir. Ancak bu yatırımların da, ekonomiye giren sıcak para miktarının da azalmakta olduğu müşahede edilmektedir. TÜİK verilerine göre Türkiye’nin Uluslararası Yatırım Pozisyonuna göre dış yükümlülükleri 661,3 milyar dolar, varlıkları ise 230 milyar dolar olup Uluslararası Yatırım Pozisyonu (UYP) açığı 431,3 milyar dolardır. Diğer parametrelerin yanında UYP’ nin bu denli yüksek olması Türkiye’deki yatırımların düşük kalmasına etki ettiğini düşünülebilir.
4-Gerek yerli ve gerekse yabancı yatırımların azalmasında ülkenin “yatırım yapılabilir” ülke konumuna ait olan güvenin azalmakta olduğunun bir işaretidir. Gerçekten ülkenin yabancı sermayeye bağlılığının çok yüksek olması yanında hukuk düzeninin iyi çalışmaması, cari açığın hala dengeleri bozacak düzeyde yüksek ve ekonominin aşırı derecede kırılgan hale gelmiş olması, iç ve dış siyasi ilişkilerdeki ve özellikle komşularla olan ilişkilerdeki gelişmeler ve daha da kötüsü merkezi otoritenin rekabet şartlarını bozacak düzeyde ekonomiye müdahaleleri yatırım isteklerini azaltmakta olduğunu söylemek mümkün hale gelmiştir. Burada bir başka önemli husus da yatırımcıların kurlarda TL aleyhine, doların değerinin hızlı bir şekilde yükselme göstereceğine dair beklentileridir. Dolar bazında yeniden borçlanma yerine mevcut borçlarını kapatma tercihi ön plana çıkmıştır. Nitekim Bankalar Birliği rakamlarına göre özel sektör 26 Aralık 2014- 10 Şubat 2015 tarihleri arasında Türkiye’deki Bankalardan ana nedeni dış borç ödemesi olmak üzere 15,1 milyar TL’lik döviz kredisi kullanmıştır. Özel sektör ekim ayına kadar 131 milyar dolar ödeyecektir.
5-Devlet Bütçesi açık verdiği için, iç piyasada borç verilebilir fonların çok önemli bir kısmı devlet tarafından talep edilmektedir, bu da özel sektörün yatırım yapabilmek için borçlanma imkânı azalmaktadır. Nitekim 2014 dâhil son yıllarda özel sektör yatırımlarında ciddi azalma olmaktadır. Benze şekilde ekonomik uygulamalara olan güvenin de azalmakta olduğunu söylemek mümkündür. Nitekim TÜİK’ in açıkladığı Tüketici Güven endeksi devamlı düşüş göstermekte olup açıklanan son rakamlarda % 68,1 gerilemiştir.
MB para politikalarının temel hedefi fiyat istikrarını sağlamaktır. Bu hedef MB’ a kanunla verilmiştir. Para politikalarının fiyat istikrarında etkin olması, kısa vadede etkisini gösteriyor olmasından ileri gelmektedir. MB fiyat istikrarını sağlayamadığı durumlarda ekonominin diğer hedeflerinde de sapmalar olma ihtimali çok yükselecektir. En azından döviz kurlarının da yükselmesi döviz borcu olan özel sektörün borç yükünü artıracaktır. Faiz tartışmalarından bu yana meydana gelen kur farkları ve bunlara ait faizler, birçok şirketin borç batağına saplanmasına neden olmuştur. Çok sayıda borçlu şirketin finansman giderleri artacak, kârları düşecek yatırım olanaklarını kaybedecektir. Dış ticaretinde yeni dengesizlikler ortaya çıkacak ve cari açığı daha da artacaktır.
Ülke, kısa vadeli bu politikalarla uğraşırken daha uzun vadeli yapısal değişikliği, büyüme ve ekonomik gelişme sağlayacak yatırım konularını ihmal etmektedir.
Küresel ekonomideki gelişmeler, gelişmekte olan ülkelerin para birimlerinde değer kaybına yol açmaktadır. Bunun yanında Türkiye’de ekonomik şartları ve kurlardaki gelişmeleri göz önüne almadan baskı ile faiz indirilmesi yoluna gidilmesi dolar/TL’deki değer kaybını devam ettirmekte ve ekonominin reel ve finansal kesimlerini de olumsuz yönde etkilemektedir.
Kur artışı Türkiye’nin yürütmek istediği büyük projelerin maliyetlerini de etkileyecektir.
Leave a comment
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.