Aşure deyip geçmeyin… / Yrd. Doç. Dr. Banu GÜRER
Aşure deyip geçmeyin... / Yrd. Doç. Dr. Banu GÜRER
Aşureyi sever misiniz?
Muharrem ayının bizim kültürümüzde önemli sembollerinden biridir aşure.
Adını Aşûra gününden alır.
Yani Muharrem ayının 10. gününden.
Muharrem ayının 10. günü sadece biz Müslümanların değil, Yahudilerin ve Hıristiyanların da hürmet ettikleri bir gün olarak tarihe geçmiştir.
Zira doğruluğu ispatlanamayan bazı rivayetlere göre Hz. Nuh'un gemisinin tufandan kurtulması ve Cûdi dağına oturmasından Hz. Musa ve İsrail oğullarının Firavun'un zulmünden kurtuluşuna kadar dinler tarihinde önemli yeri olan bazı olayların Aşûra günü gerçekleştiği kabul edilmektedir.
Hz. Peygamber (S.A.V.) de Muharrem ayının 9, 10 ve 11. günlerinde oruç tutulmasını tavsiye etmiştir. Ve şöyle buyurmuştur: “Ramazan ayından sonra tutulan oruçların en hayırlısı, Allah’a izafetle (Allah’ın ayı denilerek) şereflendirilen Muharrem ayında tutulan oruçtur. Farz namazlardan sonra en faziletli namaz ise, geceleyin kılınan namazdır.” (Müslim)
Bir bütünde ele alındığında, dinin "tevhid" olduğunun, bir kaynaktan indiğinin önemli bir göstergesidir bu ay.
Muharrem ayı İslam tarihinde sadece Aşûra günü sebebiyle önem arzetmez.
Hicrî yılbaşı Muharrem ayı ile başlar.
Ve İslam dünyasının bölünmesine sebep olan olayların en vahimlerinden biri, Kerbela, bu ayda gerçekleşmiştir.
Hz. Peygamber'in (S.A.V.) torunu Hz. Hüseyin, Muharrem'in 10. günü şehit edilmiştir.
O vakte kadar sadece mucizelerle anılan, kurtuluşu simgeleyen ve rahmet umudu olarak itibar edilen Muharrem ayının 10. günü, bu elim hadise sebebiyle, İslam dünyası için yas günü olarak da anılmaktadır.
İşte tüm bu hadiseler, aşureyi sadece bir tatlı olmaktan çıkarır benim nazarımda.
O yeniden başlamanın, umudun ve rahmetin sembolüdür.
Aynı zamanda insanların kendi elleriyle hazırladıkları felaketlerin sembolüdür.
Sembolü olduğu hadiselerin yanında tatlının malzemesi bile onu farklılaştırır.
Nasıl mı?
O öyle bir tatlıdır ki, onun tadını bulabilmesi için, hububat gibi insanın temel gıda maddelerinin belirli bir ölçüyle bir araya gelmesi gerekir.
Tıpkı farklı milletlerin dünyada barış içinde bir arada yaşayabilmesi için temel bazı değerlere sahip çıkmaları gerektiği gibi.
O hububatlar bir araya gelmeden önce akşamdan ıslatılır ve karışım için, "tatlı olma" amacıyla hazırlanır.
Tıpkı milletlerin önce insani temel değerleri hazmederek bir arada yaşama niteliğine hazır ve bunun azmine sahip olmaları gerektiği gibi.
Her biri ayrı bir tada sahip bu hububatlar bir araya gelince "tatlı" olmak üzere çok farklı bir lezzet ortaya koyarlar. Üstelik tek başlarına hiç birini tatlı malzemesi olarak düşünmezsiniz.
Tıpkı "ulvi ve ortak" bir amaç için bir araya gelen, birbirinden farklı ve bu amaç olmaksızın bir araya gelmesi düşünülemeyecek milletlerin kendi zenginliklerini birleştirerek ortaya bir "medeniyet" koyabilmesi gibi.
Ve aşurenin büyük bir tufandan sonra elde kalan malzemelerle hayata devam etmeyi sağlayacak bir yiyecek olarak ortaya çıktığına dair hikayeyi de düşündüğümüzde, büyük sıkıntılardan sonra "yeniden doğuşu" simgelediğini de söylemek mümkündür.
Tıpkı büyük sıkıntılarla "bir bütün olarak" mücadele eden milletlerin yeniden doğuşlarının daha güçlü ve sağlam olması gibi.
İşte böylesi bir "tatlı" o nedenle özel olarak hazırlanır, dualarla pişirilir ve bir güzellik olarak "paylaşılır".
Tıpkı şükür, gayret ve umudun paylaşımının insanlar arasındaki bağı güçlendirmesi gibi.
Kısacası...
Aşure deyip geçmeyin...
Leave a comment
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.