BU İNSAN MALZEMESİYLE NEREYE KADAR – Av. Ruhittin SÖNMEZ
BU İNSAN MALZEMESİYLE NEREYE KADAR – Av. Ruhittin SÖNMEZ
Aldığım eğitimlerden, rakamlara dayanmayan afakî değerlendirmelere itibar etmemeyi öğrendim.
Bu sebeple “Eğitimde çağ atladık” gibi sloganların gerçek olup olmadığını da ön yargısız rakamlarla anlamaya ve değerlendirmeye çalışacağım.
PISA dünyanın en kapsamlı eğitim araştırmalarından birinin adıdır. Bu araştırmaya dünya ekonomisinin yaklaşık olarak %90’ını teşkil eden 65 ülke katılmakta. “OECD üyesi ülkeler ve diğer katılımcı ülkelerdeki 15 yaş grubu öğrencilerin temel bilgi ve becerilere ne ölçüde sahip oldukları değerlendirilmektedir.”
Bu çalışmalara göre, öğrencilerimiz bilgi ve beceri bakımından 65 devletin içinde 43. sırada. Matematikte 44. Fen Bilgisinde 43. ve kendi dilinde (Türkçe) okuduğunu anlama ve anlatma becerileri açısından 42. Sırada olan öğrenciler yetiştiriyoruz.
2000 yılından itibaren her üç yılda bir yapılan PISA araştırmalarındaki sıralamada kayda değer bir iyileşmemiz yok.
Türkiye’de eğitime ayrılan bütçede ciddi artışlar olmasına rağmen, sadece fiziki şartlar ve araçlar bakımından iyileşme sağlanmış fakat nitelik bakımından sağlanan iyileşme çok düşük kalmış ve ülkeler arasındaki sıralamamız hemen hemen hiç değişmemiş.
PISA testlerinde birinci ülkenin Çin, beşincinin G. Kore olduğunu görünce bu ülkelerdeki hızlı kalkınmanın tesadüf olmadığı hemen anlaşılıyor.
Matematik sonuçlarına göre verdiğim aşağıdaki rakamlar, fen bilimleri ve okumada da benzer hatta daha kötü.
En düşük seviye 1 ve en yüksek seviye 6 kabul edilerek yapılan değerlendirmede Türkiye’de öğrencilerin %42’si matematik alanında 1. Seviyeyi aşamamıştır. 1 ve altında kalan bu grup Çin’de %4, Kore’de ise %9 oranında.
Seviye 1 ve 2 den oluşan en düşük performanslı öğrenci oranımız %67 mertebesinde. OECD ortalaması %45.
PISA testlerinde 5. ve 6. Yeterlilik seviyesinde yer alanlar üst performans grubu olarak adlandırılmaktadır. Ülkelerin kalkınmaları için beşeri sermayenin çoğunlukla bu grup içinde bulunduğu kabul edildiğinden ülkenin üst performans grubundaki öğrenci oranları çok önemlidir.
Üst performans grubunda olan öğrenci oranları,
Türkiye’de Matematikte %6, Okumada %4, Fen’de ise %2 iken, her üç alanda da birinci olan Çin’de Matematikte %55, Okumada %25, Fen’de ise %27 oluşu dikkat çekicidir.
Kore'de Matematikte %31, Okumada %14, Fen’de ise %12 dir.
Çin ve Singapur’da matematik alanında öğrencilerin yaklaşık yarısı üst performans seviyesinde iken Türkiye’nin sadece %6 seviyesinde kalması çarpıcı bir bulgudur.
Türkiye’de derse geç girme, ders kırma veya okulu asma oranı da OECD ortalamasının çok üzerindedir.
SONUÇ: Türk öğrenciler dünyadaki yaşıtlarından daha geri zekâlı doğdukları için mi başarılı olamıyor? Elbette hayır.
Bir sistem sorunu var ve bu meseleye doğru teşhis koyup çözmeyi başaramıyoruz.
***
Prof. Dr. Mümtaz Turhan’ın, ta 1958’de yazdığı “Garplılaşmanın Neresindeyiz?” eserinde anlattığı lokomotif olarak nüfusun yüzde 5’ inin yetiştirilmesi projesi yerine herkesi okur-yazar yapmak öncelikli olarak tercih edildi.
Mümtaz Turhan eğitimde kritik olanın ilkokullar değil, üniversiteler olduğunu, her noktaya ilkokul açmadan önce üniversitelerin yeterli kaliteye ve sayıya ulaştırılması gerektiğini savunuyordu.
“Okuma yazma bilmeyen cahillere okuma yazma öğretirseniz, okuma yazma bilen cahiller elde edersiniz” diyordu.
Bana daha lise çağımda okuduğum bu bilgileri hatırlatan Prof. Dr. İskender Öksüz’ün “Türk’üm Özür Dilerim” adlı eserinde yazdıkları oldu.
“PISA sonuçlarına bakarsak biz bu noktaya ulaştık. Öğrendik ki okuma-yazma bilmek, okuduğunu anlamaya ve maksadını anlatmaya yetmiyormuş.”
Eğer üst performans grubunda olan öğrenci oranımız, bu konuda gelişmiş ülkelere yakın olabilseydi diyebilirdim ki, alt performans grubundaki öğrencilerimizin bu kadar yüksek oluşuna aldırmayalım.
Ülkemizde lokomotif olabilecek üst performans seviyesinde yetişmiş elemanımız çok az. Geride kalanların da neredeyse üçte ikisi vagon dahi olamayacak kadar düşük kalitede.
*****
ÜNİVERSİTELERDE DURUM NE?
İlköğretim ve liselerde durum bu da üniversitelerimizde daha mı iyi?
Üniversitelerimizde öğretim üyeleri “orta öğretimden zayıf geliyorlar” diye yakınıyor. “Peki, bu orta öğretimdeki hocaları kim yetiştirdi?” diyelim ve rakamlara geçelim.
ARAŞTIRMACI SAYISI: Türkiye’de lisansüstü eğitimin yükseköğretimdeki payı % 6’yı geçmiyor.
Türkiye’deki araştırmacı sayısı çok düşük. Güney Kore’de bir milyon nüfusa düşen araştırmacı sayısının Türkiye’de onda biri kadar araştırmacımız var.
OECD ülkeleri ortalaması bir milyon kişi başına tam zamanlı araştırmacı sayısı olarak 7,6 ancak Türkiye’de bu sayı 2,7’de kalmakta.
Patent sayıları: OECD ülkeleri ortalamasının bir milyon kişi başına üretilen patent sayısı olarak 42,3 ancak bu sayı Türkiye’de 0,3 ile oldukça sınırlı.
Dünyada en iyi ilk 500 üniversite arasına sadece 6 üniversitemiz girebildi.
Atıf sayısı: Üniversitelerimizde yapılan araştırmaların ve ilmi yayınların sayısı az. Araştırma sayısında bir gelişme var. Toplam yayın sayısında ilk yirmiye girdik.
Ancak araştırmalar ve yayınların niteliği konusunda sıkıntı var. Ülke ihtiyaçlarına, ülke ekonomisine, üretimine katkısı öncelikli değil. Daha çok teorik, ülkeye pratik faydası olmayan araştırmalar ve yayınların bize ne kadar katkısı var belli değil.
Bizim araştırmacılarımızın yayınlarına atıf yapılması, yani bu araştırmaları ciddiye alıp, okunup, referans gösterilmesi bakımından, dünyada ilk 500’e giren 6 üniversitemizden en iyisi 378. en kötüsü 497. sırada.
Avrupa’daki 250 üniversite arasında en iyi üniversitemiz 226. en kötüsü 248. sırada. Yani sondan üçüncü. 15 yaş kategorisindeki gençlerimizin PISA sonuçlarına benzer bir sonuç.
İşte bunun için potansiyel olarak ilk on, hatta ilk beş ülke içinde olmamız gerekirken, ekonomik büyüklük olarak dünyada 17. sıradayız. 16. sıraya çıkmıştık, son senelerde yine 1 sıra geriye düştük.
BM, OECD ve dünya finans kuruluşlarının projeksiyonlarına göre 2050 yılında en fazla iki sıra yükselmemiz öngörülüyor. Bir sıra geriye veya iki sıra öne geçmekle lider ülke olunamayacağı açıktır.
Bu insan malzemesiyle dünyada ön sıralarda yarışmak elbette mümkün değil.
“Muhakkak ki bu tablonun dışında kalan ilköğretim okullarımız ve üniversitelerimiz var. Bunların olması bu bozuk tablodan nasıl çıkılacağını bilen uzmanlarımızın olduğunu göstermekte.
Mademki bu çemberin nasıl kırılacağını biliyoruz. Bilenlere fırsat vermeliyiz.”
Ana meselemiz bu. Ama hükümetin eğitimdeki maksadı sadece kendi dünya görüşünde insan yetiştirmek. Dünya kalitesine erişmek, yukarıda açıkladığımız tabloyu düzeltmek için belirlenmiş bir hedefi veya çalışması benim bildiğim kadarıyla yok.
Leave a comment
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.