Ahsen Okyar Söylenmek yerine söylemek lazım…

26Ağu/140

HİÇ YETKİSİ YOKKEN DE HER YETKİ O’NUN – Av. Ruhittin SÖNMEZ

ruhittin sönmez avHİÇ YETKİSİ YOKKEN DE HER YETKİ O’NUN – Av. Ruhittin SÖNMEZ

Başbakan Başbakanı açıkladı.

Cumhurbaşkanı, Başbakan, AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, yeni AKP Genel Başkanı ve Başbakanın Ahmet Davutoğlu olmasına karar verdi ve bu kararını AKP Merkez Yürütme Kuruluna başkanlık yaptığı toplantıdan sonra açıkladı.

Anayasanın 101. madde hükmüne göre “Cumhurbaşkanı seçilenin, varsa partisi ile ilişiği kesilecek ve Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeliği sona erecektir.”

Yeni Cumhurbaşkanı olarak seçildiği andan itibaren Erdoğan’ın milletvekilliği, Başbakanlığı ve AKP Genel Başkanlığının hukuken sona erdiği çok açık.

Bu durumda R. Tayyip Erdoğan mevcut Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’den 28 Ağustos’ta görevi teslim alıncaya kadar Cumhurbaşkanlığı yetkilerini de kullanamazdı ve sadece “seçilmiş Cumhurbaşkanı” sıfatını taşıyan, dokunulmazlığı olmayan bir vatandaştır.

Yüksek Seçim Kurulu Başkanının kesin seçim sonucunu açıkladığı günden (15 Ağustos) 28 Ağustosa kadar yaklaşık iki haftada yetkisiz ve dokunulmazlığı olmayan bir konumda olmayı Tayyip Erdoğan’ın kabul etmesi mümkün olama(z)dı.

Çünkü O senelerden beri bütün bu yetkileri kullanmaya alışmıştı. Üstelik bu kısa dönemde, -teorik olarak- mesela hakkında mevcut olan bir takım iddiaları gerekçe göstererek bir C. Savcısı dava açabilir ve hatta tutuklanmasını isteyebilirdi.

Ayrıca partisini ve hükümeti Cumhurbaşkanı iken de kendi kontrolünde tutabileceği bir Genel Başkan ve Başbakan’a bırakmayı istiyordu.

İşte bu dönemde de Milletvekilliği, Parti Genel Başkanlığı ve Başbakanlık görevlerine devam etti. Partiye yeni Genel Başkan ve kendinden sonra gelecek Başbakanın kim olacağını belirledi. Parti toplantılarına başkanlık etti. Kongre kararını aldırdı.

Yemin etme töreninden önce kongreyi yapıp, genel başkan olarak belirlediği Davutoğlu’nun kabinesine kimleri alacağını da garantiledikten sonra Köşk’e çıkacak ve hükümeti onaylayacak.

*****

HUKUKA AYKIRILIKLAR

Tayyip Erdoğan, Anayasa hükümlerine göre, hiçbir yetkiye sahip olmadığı iki hafta içinde her türlü yetkiyi kullandı.

Bu arada her ihtimale karşı “YSK Kararı Resmi Gazetede yayımlanmadığı için uygulamadım” diyebilmek için Resmi Gazetede (ve TRT’de) YSK’nın seçim sonuçlarını açıklayan kararının yayımlanmamasını sağladı.

Oysa Anayasa Md.79’a göre; “Türkiye Cumhuriyetinde tüm kurum, kuruluş ve kişiler YSK kararlarına uymak ve gereğini yerine getirmek zorundadırlar. YSK Kararları kesindir ve itiraz edilemez.”

Anayasa'nın 6. Maddesine göre “hiç kimse veya organ kaynağını Anayasa’dan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz”dı.

Yine devletimizin yapısını belirleyen diğer Anayasa (md.2) hükmüne göre Türkiye Cumhuriyeti Devleti “demokratik, laik, sosyal bir Hukuk devleti” idi.

“Hukuk devleti” olmanın diğer bir kuralı ise herkesin kanun önünde eşit olduğu ve hiçbir kişiye imtiyaz tanınamayacağı ilkesidir. (md.10)

Kaynağını Anayasa’dan almayan bir yetki kullanmaya kalkan herhangi bir TC vatandaşı hakkında uygulanacak müeyyideler (yaptırımlar) ve izlenecek prosedür bellidir.

Sadece bu iki haftada olanlara bakınca Recep Tayyip Erdoğan hakkında da bu prosedürün işletilmesi ve Anayasa ve kanunlarda belirlenmiş hükümlere göre yaptırımların uygulanması gerekirdi.

Peki, bu mümkün olabilir mi? Hayır.

CHP ve MHP’nin hukuk yollarına başvurduğunu ve “bu iki haftalık dönemde R. Tayyip Erdoğan’ın yaptığı bütün idari işlemlerin geriye dönük olarak yok hükmünde sayılmasına” dair karar çıkabileceğini hatırlatanlar da biliyor ki buradan sonuç almak imkânsıza yakın.

Çünkü son mevzuat değişiklikleri ve atamalarla üst yargı organlarında da Erdoğan’ın etkinliği (AYM’nin birkaç kararı hariç) bariz bir şekilde artmış durumda. Bunlara ilaveten yeni ihdas edilen Sulh Ceza Hâkimlikleri, paralel yapı operasyonları kapsamında yapılan atamalardan sonra yargı gücünün bağımsız olduğunu söylemek çok zor.

Hükümetin Emniyette yaptığı operasyonlardan sonra da adli kolluk hizmeti veren birimlerin hükümetten bağımsız olması söz konusu bile edilemez hale geldi.

Yasama ve yürütme güçleri zaten 12 senedir aynı partinin ve hatta aynı tek adamın elinde olduğunu düşünürsek, yargının da tek adama göre dizayn edilmesiyle kuvvetler ayrılığından bahsetmek pek mümkün olamaz.

Oysaki Erdoğanistler epeyce zamandır halkoyuyla seçilen R. Tayyip Erdoğan için bütün bunları bir hak olarak gösterme yarışında.

Gelişmiş devletler demokrasi kuralları ve gelenekleriyle yönetilir. Kişiye göre kural belirlenmez.

“Tayyip olsun da isterse diktatör olsun” diyenlere bir sözüm yok. Ancak demokratik hukuk devleti içerisinde yönetilmek isteyen vatandaşlara soruyorum:

Bütün siyasal yetkilerini (yasama, yürütme, yargı yetkileri ve hatta 4. Kuvvet medyayı da ilave ediniz) tek kişinin kullandığı rejimin adı demokrasi olabilir mi?

Siz en iyisi sözlüklerde (mesela Türk Dil Kurumu’nun sözlüğünde) ya da Google Efendi’den arayarak “bütün siyasi yetkileri kendisinde toplayan kişiye” ne denildiğine bir zahmet bakıverin.

**********************************************************

AHMET DAVUTOĞLU HAKKINDA…

Yeni kurulacak hükümetin Başbakanı olacağı kesinleşen Ahmet Davutoğlu’nu, O daha siyasete atılmadan tanıdım. Bir dostumuzun evinde 5-6 saat süren dar katılımlı özel bir sohbette dinlemiştik. “Dinlemiştik” diyorum zira her ne kadar bizler soru sormak ve görüş beyan etmek gibi katkılarda bulunsak da esas konuşmacı O idi.

En unutamadığım cümleleri zeki Anadolu çocuklarının belli alanlarda “dünya çapında” birer yetkin kişi olmaları için maddi kaynak bulmakta çektikleri sıkıntı idi.

“Böyle gençlere Masonlar çok ilgi gösterirken, muhafazakar kesimdeki zenginlerin sponsor olmak için isteksiz olmalarını” eleştiren sözleriydi. “Bizim zengin dindarlar genelde cami, Kur’an kursu gibi somut, gözüyle gördüğü hayır işlerini yapmayı seviyor. Oysaki bir cami yapmak için harcanacak para ile dünya çapında bir hukukçu, hekim, mühendis, politikacı, ilahiyatçı vd. yetiştirilebilir” demişti. Ahmet Hoca’ya göre, bu tür hayırlar cami yaptırmaktan daha önemliydi.

O zamandan beri doğru ve önemli bir tespit olduğunu düşünürüm.

Kendisinin de böyle yetiştirilen bir bilim adamı olduğu kanaatindeyim.

Ama dış politikayı yönlendirdiği yani diplomat ve Dışişleri Bakanı olarak görev aldığı dönemi başarılı bulamıyorum.

Abdullah Gül ve R. Tayyip Erdoğan ile birlikte, Türkiye Cumhuriyeti’nin dış politikadaki bugüne kadar olan birikimini “monşer” politikası olarak küçümseyip, yeniden inşa etmeye çalıştılar.

“Yeni Osmanlıcılık” hayalini bir bilim adamı olarak dile getirişini seviyorum. Ama politikacı olarak reel politikadan uzak hayalciliğin Türkiye’ye zarar verdiğini görüyorum.

Türkiye’nin Suriye, Irak, Kıbrıs, Mısır, Ermenistan, Libya, İran, Yunanistan ilişkilerinde ciddi hatalar işledi. Ülkemiz bu politikalar sonucu çok riskli ve kırılgan bir politik zeminde yer almaya başladı.

Dilerim Başbakanlığında başarılı olur.

Bu yazıyı beğendiniz mi?

RSS Kaynağımıza abone olun!

Yorumlar (0) Geri izlemeler (0)

Yorum yapılmadı.


Leave a comment

Geri izleme yok.