Ahsen Okyar Söylenmek yerine söylemek lazım…

29Tem/140

EKMEL BEY’İN EFENDİLİĞİ TAYYİP BEY’İ ZORLUYOR – Av. Ruhittin SÖNMEZ

indirEKMEL BEY’İN EFENDİLİĞİ TAYYİP BEY’İ ZORLUYOR – Av. Ruhittin SÖNMEZ

Tayyip Bey çok zorda dostlar. Oyunu bildiği gibi oynayamıyor.

Kendisinde özgüven patlaması yaratan hitabeti ile kurduğu, kitlelerle iletişim yeteneği adeta dumura uğradı.

Çünkü O’nun özellikle hayran kitlesine seslendiği mitingleri bir ayin havasında gerçekleştirdiği toplu seanslar gibiydi.

Bu seanslarda iletişimin özü bazen yarattığı bir düşman tarafa öfke ile yüklenmek.. Bazen de arabesk, damardan cümlelerle mağduriyet havası yaratmak şeklinde tezahür ediyordu. Akabinde, “artık güç bizde” havası verilerek intikam veya rövanş duyguları ayaklandırılıyordu.

Bu “ayin” esnasında kitleleri, polis kurşunuyla ölen bir gencin annesini yuhalatabiliyor veya gözyaşları ile açığa çıkan bir duygusallığa sürükleyebiliyordu.

Daha da ilginci Erdoğan’ın konuşması sürecinde başörtülü hanımlar (benzerlerini pop-star konserlerinde gördüğümüz gibi) çılgınca çığlıklarla tezahürat yapıyor.

“Abartılı bir duygu eşliğinde” gerçekleşen bu “toplu hipnoz seansları” bu defa pek başarılı olamıyor.

Çünkü rakibi Ekmeleddin İhsanoğlu, Erdoğan’ın tuzağına düşmüyor. O’nun hakaret söylemine girizgâh olabilecek ifadelerine ya cevap vermiyor veya Erdoğan ismini kullanmadan zarif, mantıklı cevaplarla geçiştiriyor.

Tayyip Bey, Ekmel Bey’e “monşer” kelimesiyle hakaret etmeye çalışıyor. Ekmel Bey “monşer demek, azizim demek. Sayın Başbakan bana azizim diyorsa kendisine teşekkür ederim” diye cevap veriyor.

Akit Gazetesi muhabiri “siz ekmek için Ekmeleddin sloganını kullanıyorsunuz. Ama bakalım ekmeğin fiyatı kaç para biliyor musunuz?” diye soru soruyor. Ekmel Bey, ekmek fiyatlarını söyleyip, “siz yine gerisini bildiğiniz gibi tamamlarsınız nasıl olsa” diyerek maksatlı soruyu soran muhabire gerekli dersi veriyor.

İhsanoğlu, Erdoğan’ın kibir kokan beyanlarına karşı, “Biz ‘mağrur olma padişahım, senden büyük Allah var’ diyen bir milletin evlatlarıyız” demekle yetiniyor.

Amacını kısaca şöyle açıklıyor: “Adı Türkiye olan büyük tarlanın içerisine sevgi, saygı, birlik ve dirlik tohumlarını ekmektir. Saygısızlık tohumlarından, nefret tohumlarından şikâyetçiyiz.”

Tayyip Bey baktı ki Ekmel Bey’i kendi kulvarına çekemiyor. Ekmel Bey’den düşman yaratamıyor. Üstelik AKP kitlesi de O’nu seviyor. Çok sinirleniyor, çok kızıyor ama kendisine hakaret edemiyor.

Çaresizce, tek parti döneminin Ankara valisi Nevzat Tandoğan’ın söylediği “Milliyetçilik, komünistlik sizin neyinize? Bu ülkede milliyetçilik yapılacaksa da biz yaparız. Komünizm getirilecekse de biz getiririz” sözünü hatırlatan çıkışlar yapıyor.

“Kılıçdaroğlu (İhsanoğlu için) ‘bu toprakların evladı’ diyor. Nasıl bu toprakların ya.. Kahire doğumlu, 30 yaşında Türkiye'ye gelmiş hangi bu toprakların evladı. Kime anlatıyorsun bu toprakların evladı biziz biz.”

“Bir Başbakan böyle bir sözü nasıl söyler” demeyin. Rakibine bir şeyler söylemesi lazım. Ama bu kadar efendi bir adama diyecek başka söz bulamıyor.

Bu durum bana aşağıda naklettiğim tarihi nükteyi hatırlatıyor.

*****

NE YAPTIYSAM EFENDİLİĞİNİ ALAMADIM

Sultan II. Mahmud’un devlet ricalinden mühürdarı, nişancısı ve sırdaşı, Halet Efendi denilen bir zat vardı. Zeki, hatip, fakat bir o kadar da kindar, gaddar ve çıkarcı idi. Çıkarlarına çomak sokanların amansız düşmanı olurdu.

Onun elinden çok çekmişlerden biri de ricalden Defterdar Moralı Osman Efendi’ydi. Vakur, haysiyet sahibi ve şerefli olan bu zat Halet Efendi’nin tezgâhlarına âlet olmadığından, defalarca makamından, mansıbından olur. Sürgünlere gider, beş parasız kalır, ama bir kere bile eyvallah çekmez, doğru bildiğini söylemekten sakınmazdı.

Günün birinde Halet Efendi, İzzet Molla ile otururken Osman Efendi’nin geldiği söylendi. Halet Efendi hemen sofaya kadar koşarak karşıladı, izzet ikramda bulundu ve giderken de merdiven başına kadar inip uğurladı.

Olan biten karşısında İzzet Molla şaşkınlık ve hayretle  şunları söyleyecekti: “Bilirim ki bu adamı bitiniz kadar sevmez, elinizden gelse bir kaşık suda boğarsınız. Ona etmediğiniz fenalık kalmadı, şimdi de bu kadar iltifat ettiniz. Sebebi nedir anlayamadım?” diye sorunca Halet Efendi şu cevabı vermişti:

“Evet, çok fenalık ettim, elinden valiliğini, memuriyetini, rütbesini, mevkiini hatta ekmeğini bile aldım. Lâkin üzerinde bir Efendilik vardır ki onu alamadım. Gördükçe de işte buna saygı göstermeye mecbur oluyorum.” <I style="mso-bidi-font-style: normal">(Örneklerle İslâm Ahlâkı. Doç. Dr. M. Yaşar Kandemir)</I>

**********************************************************************

POLİS Mİ HIRSIZI, HIRSIZ MI POLİSİ?

17 ve 25 Aralık “Rüşvet ve Yolsuzluk Soruşturmalarına” AKP ve Erdoğan “Darbe Teşebbüsü” adını taktı.

4 Bakanın hükümetten ayrılmasına yol açan tapeler ile Başbakan’ın oğlu ile arasında geçtiği iddia edilen “milyar doların sıfırlanması”na dair tapelere montaj ve dublaj denildi.

Bütün bu olanlar “paralel yapının kumpası” olarak anlatıldı.

Rüşvet ve yolsuzluk iddialarını bastırmak için Adli Kolluk Yönetmeliği, HSYK’nın yapısı ve işleyişi değiştirildi. Soruşturmaları yürüten hâkim, savcı ve emniyet görevlileri sürüldü. Yerine mutemet adamlar konuldu. Bir dizi mevzuat değişikliği ile binlerce görevlinin yer değiştirildi. Son olarak tutuklama, tahliye ve arama yetkileri yeni ihdas edilen Sulh Ceza Hâkimlerine verildi.

İstanbul için 6 Sulh Ceza Hâkimi atandı. Tesadüf bu ya 6 hâkimden üçü Bakan çocuklarını, bunlara rüşvet verdiği iddia edilen Reza Zerrab’ı ve diğer sanıkları tahliye eden hâkimler olduğu anlaşıldı.

Akabinde de bu “darbe operasyonu” başladı.

Gel de adil bir yargılama olacağına güven!

*****

KİM CASUS?

F.Gülen Cemaati mensubu olduğu iddia edilen, şüpheli olarak ifadesi alınan emniyet görevlileri için hem devlet içinde çete oluşturmak ve hem de casusluk suçlaması var.

“Bu ki­şi­ler te­rör­le mü­ca­de­le, or­ga­ni­ze suç­lar, is­tih­ba­rat ve nar­ko­tik gi­bi en kri­tik bö­lüm­le­r­de, yıllar­ca ca­sus ola­rak gö­rev yap­mış­lar! Bu ca­sus­luk ör­gü­tün­de em­ni­yet­çi­le­rin ya­nı sı­ra sav­cı­lar, hâkimler, ba­zı iş adamla­rı ile med­ya men­sup­la­rı da bu­lu­nu­yor­muş.”

Bu “örgüt” Başbakan ve MİT müsteşarı dâhil çok sayıda önemli kişiyi, hayali bir örgüt dosyası kapsamında ve sahte isimlerle dinlemişler ve bu dinlemelerden elde edilen gizli bilgileri başka devletlere (ABD ve İsrail ima ediliyor) vermişler.

Cemaat tarafının iddiasına göre ise, İran hesabına çalışan bir “Selam- Tevhid Örgütü” var ve bu örgüt Türkiye Devletinin çok kritik makamlarına kadar sızmış. Yapılan teknik takipler bu örgütü deşifre etmek amaçlı yapılmış ve Reza Zerrab’ın konuşmaları bu arada kaydedilmiş.

Tür­ki­ye­’de İra­n’­da­ki­ne ben­zer bir re­ji­mi haya­ta ge­çir­mek maksadında olan “Selam- Tevhid Örgütü” hesabına çalışanlar arasında MİT Müsteşarı Hakan Fidan da varmış.

Yapılan bu operasyon bu örgütün karşı hamlesi imiş.

Hangi tarafın iddiası doğru çıkarsa çıksın iddialar ve yaşananlar korkunç.

Hele iki tarafın iddiası da doğruysa… Dehşet…

Allah muhafaza.

Bu yazıyı beğendiniz mi?

RSS Kaynağımıza abone olun!

Yorumlar (0) Geri izlemeler (0)

Yorum yapılmadı.


Leave a comment

Geri izleme yok.