Ahsen Okyar Söylenmek yerine söylemek lazım…

7May/140

Değerler Yanılgısında Debelenen Toplum – Alptekin CEVHERLİ

alptekin cevherl,Değerler Yanılgısında Debelenen Toplum - Alptekin CEVHERLİ

Milletler doğarlar, büyürler ve ölürler. Aynen insanlar gibi...

Bazı milletlerden başka milletler türer, bazısının ise nesli kesilir; başka milletlerin hegemonyasında tarihin tozlu sayfalarına doğru yelken açarlar.

Bugün için Türkiye’mizde yaşayan bizlerde de, bazı bazı ve çeşitli açılardan bu süreçler kısmi olarak gözlemleniyor.

Bu arızaların en başında da ‘inanç eksikliği’ göze çarpıyor.

‘İnanç’ derken, aklınıza namaz kılmak, oruç tutmak gelmesin!

Bunlar zaten Allah’ın emri olan, insanı mutlu eden şekilsel ibadetler...

Benim bahsettiğim ise ‘inanç’...

Bugün için genel olarak aziz milletimizin önemli bir bölümü görsel şartlara takılarak ‘öz’ü kaçırmış durumda.

Elimizi açıp Allah’a yalvarırken bile inanmadan dua ediyoruz çoğumuz.

Desinler, beni beğensinler diye bile ibadet edenlerimiz var, değil mi? Yok mu aramızda böyleleri? Yalan mı?

Özü ıskalayıp, şekle takılan, şekil şartlarını yerine getirdiğinde ‘cennetin tapusunu’ aldığını zannedenlerimiz yok mu?

‘Nefse hoş gelen’ şeyleri bir şekilde kitabına uydurup, uymayanları da ‘zaman icabı’ deyip hoş görüp; günümüzü gün etmiyor muyuz?

Dünyanın ömrüne tarih biçmeye çalışırken, kendi ölümümüzle birlikte kıyametimizin kopacağını bilmez gibi yaşamıyor muyuz, çoğumuz?

‘Afakî şeylere’ takılıp, hayali şeyleri saatlerce konuşurken, kendi gerçeğimiz olan gönül âlemimizden bir nebze olsun bahsedebiliyor muyuz? Bırakın bahsetmeyi, biliyor muyuz?

‘İnsan’ olmadan ‘İslâm’ olunamayacağını bildiğimiz halde, insanca yaşamaya gayret bile göstermiyoruz.

Manevi iklimlerden bahsedenleri “İşte konuşuyor yine...” deyip dinlemezlik etmiyor muyuz çoğumuz?

Komşumuzu, arkadaşımızı, din kardeşimizi eleştirirken mangalda kül bırakmazken; iş kendimize gelince, ‘sen benim kalbime bak’ riyakârlığına yatıp, zamanın arkasına saklanmıyor muyuz?

Velhasıl-ı kelâm, inanmıyoruz!

* * *

Devrin birinde müthiş bir kuraklık baş gösterir...

Dereler kurur, göllerde tek damla su kalmaz, kuyuların dibi görünür. Gök yüzünden tek damla yağmur düşmez. Hayvanlar susuzluktan, ekinler yağmursuzluktan kırılır...

Köylü toplanır, yağmur duasına çıkmaya karar verir.

Köyün camiinin imamı önde, cemaat arkada yola düşerler. Bir tepeye gelip; dualarını ederler, ederler...

Tabii, bırakın yağmuru, tek bir bulut bile görünmez.

Köylü perişan ve yılgın bir vaziyette geri dönerken, o bölgede mübarek zat olarak bilinen bir muhtereme rastlarlar.

- Nereden gelirsiniz böyle ağalar, diye sorar o zat.

- Efendim malum kuraklık var, yağmur yağsın diye duaya çıktık, derler köylüler.

O zat tekrar sorar:

- Yağdı mı peki?

- Yok efendim neredeee? En ufak bir bulut bile havada yok.

- Ama siz zaten yağmur yağmasın diye dua etmişsiniz, deyince o zat; köylüler itiraz ederler.

- Aman efendim hiç öyle şey olur mu? Bakın, ekinler de biz de kuruduk, neredeyse susuzluktan hepimiz öleceğiz. Hiç yağmur yağmasın diye dua eder miyiz? Diye söylenirler...

O zat da cevap verir:

- Eğer gerçekten, yağmur duasına inanarak çıkmış olsaydınız, dönüşte ıslanmayasınız diye elinize ‘şemsiye’ alırdınız. Ama hiç birinizde şemsiye yok(?)

Çünkü her şey inanç ve kabullerde gizlidir...

Bu yazıyı beğendiniz mi?

RSS Kaynağımıza abone olun!

Yorumlar (0) Geri izlemeler (0)

Yorum yapılmadı.


Leave a comment

Geri izleme yok.