Ahsen Okyar Söylenmek yerine söylemek lazım… Şikayet edeceğine sen de alternatifini oluştur.

24Oca/140

Sene 1943. Ankara. / Yılmaz ÖZDİL

Sene 1943. Ankara. / Yılmaz ÖZDİL
 
Tır’ı vırı
*
Elyesa Bazna.                                                                                                            Kosova doğumlu, Arnavut kökenli, Türk vatandaşıydı. Çankaya Köşkü’ne komşu İngiliz Büyükelçiliği’nde uşaktı. Aslında hep opera
sanatçısı olmak istemişti. Servet sahibi bir kazanova olarak, konteslerle baroneslerle aşk yaşarken görürdü kendini, rüyalarında... 40
yaşına gelmişti, cebinde üç kuruş yoktu, fırtınalı kaçamaklardan vazgeçtik, merhabalaştığı kadın bile yoktu. Üstelik, İngilizlerden nefret
ediyordu. Babasının ölümünden sorumlu tutuyordu onları... Bi gün, Almanya Büyükelçiliği Müsteşarı Jenke’nin kapısını çaldı. Gizli bilgilere
ulaşabiliyorum, isterseniz satarım dedi. Müsteşar, konuyu Büyükelçi Von Papen’e açtı. Papen vaziyeti Berlin’e bildirdi. 29 Ekim 1943
gecesi, Cumhuriyet Bayramı törenlerinden döndüğünde, Berlin’in cevabı masasındaydı: Deneyin...
*
İngiliz Büyükelçi Sir Hugessen, gizli belgelerin tutulduğu kasanın anahtarını boynunda taşıyordu. Uyurken bile çıkarmıyordu. Elyesa,
balmumumdan kalıp hazırladı, banyoda büyükelçinin sırtını sabunlarken, anahtarın ölçüsünü aldı. Bu taktiği Almanlar vermişti. Bir de
fotoğraf makinesi vermişlerdi. Büyükelçi her öğleden sonra piyano çalmaya başladığında, Elyesa kasanın bulunduğu odaya sızıyor,
Almanların yaptırdığı kopya anahtarla açıyor, dokümanları şakır şakır fotoğraflıyordu.
*

Trafik başladı.
Her film rulosuna 20 bin sterlin kapıyordu. Dokümanların yanı sıra, duyduklarını da anlatıyordu. Radar gibi dinliyor, bülbül gibi ötüyordu.
Ama doğru mu söylüyor, yalan mı, henüz belli değildi. Ocak 1944’te, Sofya bombalanacak dedi. Hadi canım dediler. Sofya bombalandı!
Kendini kanıtlamıştı. Güzel güzel konuştuğu için, hatipliğiyle ünlü filozofun adını, “Çiçero” kod adını verdiler ona.
*
Aynı günlerde... Ankara’da Almanya Büyükelçiliği’nde Nele Kapp adında bi kız çalışıyordu. Sekreterdi. 24 yaşındaydı. Babası diplomattı,
Almanya’nın Sofya Büyükelçisi’ydi. Dünya savaşı patlamadan önce, liseyi Cleveland’da okumuştu, oraları özlüyor, ABD’de yaşamak
istiyordu, Nazilerden nefret ediyordu. Bi gün... Dişi iltihaplandı. Hayatı değişti. Dişçi, Yahudi bir Alman’dı, laf lafı açtı, istersen seni
Amerikalılarla tanıştırırım dedi. Genç kızın yüzünde güller açtı. Amerikalılar da, Alman Büyükelçiliği’nde çalışan Amerikan sempatizanı
kızın üstüne atladı doğal olarak... Buluştular.
*
Rastgele diye atılan olta, büyük bi balık yakalamıştı. Çok büyük bi balık.
*
Genç kız, ilk randevuda, sizden söz vermenizi istiyorum dedi, eğer aktaracağım bilgi işinize yararsa, lütfen bana sığınma hakkı tanıyın...
Sekreterin teklifi, ABD’nin Ankara Büyükelçisi Laurence Steinhardt’a iletildi. Onay alındı. Sekreter, tarihin akışını değiştiren bilgiyi
anlattı: İngiliz Büyükelçiliği’nde bizimkilerin Çiçero dediği biri çalışıyor, Çiçero aradığında bizim elçilikte büyük hareketlilik oluyor, küçük
rütbeli görevliler falan dışarı çıkarılıyor, Nazilerin kulağı bu Çiçero!
*
Amerikalılar derhal İngilizleri uyandırdı. Tüm personel tek tek sorgulanmaya başlandı. Çiçero enseleneceğini anladı, tası tarağı topladı,
İstanbul üzerinden Mısır’a, oradan Arjantin’e kaçtı.
*
Tabii Naziler de uyanmıştı.
Çiçero’yu kim ispiyonladı?
Sorgu sual başlayınca, sekreter kız, Amerikalılara yalvardı, hayatım tehlikede... Amerikalılar sözünü tutacaktı. Ama, ciddi bi sorun
vardı. Türkiye tarafsız ülkeydi. Köstebek’in ABD Büyükelçiliği’ne sığınması olacak iş değildi. Peki ne yapıldı? Sekreter kızın sarı saçları
siyaha boyandı, adresi meçhul, gizli bir eve yerleştirildi, bir hafta saklandı. Naziler fıldır fıldır takipteydi, yana yakıla arıyorlardı.
İstanbul’a götürülmesi çok riskliydi. Önce Suriye üzerinden çıkarmayı düşündüler, sonra vazgeçtiler, karayoluyla İzmir’e götürdüler,
gemiyle Kıbrıs’a geçirip, Mısır’a, oradan da ver elini ABD.
*
Elyesa, Arjantin’e ayak bastı, tehlikelerden uzaktaydı, hayatının garantide olduğunu düşünüyordu. Üstelik, cebi doluydu, 300 bin
sterlini vardı, beyler gibi yaşamasına yeter de artardı. Gel gör ki... Daha ilk alışverişte acı gerçekle karşılaştı. Almanların ödediği
paralar, sahteydi. İngiliz ekonomisini çökertmek için, Nazilerin Berlin’de bastırıp, el altından piyasaya sürdüğü sahte sterlinlerdi.
İngilizlere kazık atarken, Almanlardan ağır kazık yemişti. Aç biilaç kaldı, süründü. Savaştan sonra döndü dolaştı, gene Ankara’ya geldi,
tutunamadı, Berlin’e gitti, boğaz tokluğuna gece bekçiliği yaptı. 1970’te, 66 yaşında, sefalet içinde öldü.                                                                                                                   Hayatı film oldu.
Hollywood’da...
Hatıralarını “I was Cicero, Ben Çiçero’ydum” başlığıyla kaleme alıp, Stern dergisine satmıştı. Yönetmen Joseph Mankiewicz, 1952’de, bu
hatıraları “5 Fingers, 5 Parmak” adıyla sinemaya uyarladı. Elyesa rolünü, o dönemin efsane aktörü James Mason oynadı. Elyesa’nın
hayatı, iki Oscar aldı.
*
Sekreter Nele’nin ise, savaştan sonra kimliği değiştirildi; izi kaybedildi. California’ya yerleştirildiği, garsonluk yaptığı, evlendiği, bir
çocuğu olduğu iddia edildi. Gerisi bilinmiyor.
*
Demem o ki...
Türkiye böyle bi yer.
İstihbaratçıların savaş alanı.
*
Zor coğrafyadır.
Hassastır, hayatidir, ciddi iştir.
*
E bakıyoruz bizim bademlere...
Pazara karpuz getirir gibi, yüklemişler top mermilerini kamyona, zabıtaya yakalandılar.
Güya gizli operasyon yapıyorlar, Afrika’daki Hotantu kabilesinin bile haberi var!

http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/25631462.asp

Bu yazıyı beğendiniz mi?

RSS Kaynağımıza abone olun!

Yorumlar (0) Geri izlemeler (0)

Yorum yapılmadı.


Leave a comment

Geri izleme yok.