TARİHİNİ BİLMEYEN ULUSLAR NEDEN KAYBETMEYE MAHKÛMDUR? – Prof. Dr. Cihan DURA
TARİHİNİ BİLMEYEN ULUSLAR NEDEN KAYBETMEYE MAHKÛMDUR? - Prof. Dr. Cihan Dura
Tarih bilinci önemlidir, çünkü kanıtlanmıştır ki tarihini unutan, tarihten ders almayan, yani “tarih bilinci” olmayan milletler büyük felaketlere uğramıştır; hatta bazıları dağılmış, yok olmuşlardır.
Tarih bilinci nedir? Tarih bilinci bir bilgi ve bellek sorunudur. Bir insan geçmişi boyunca yaşadıklarını kullanıp değerlendirdiği ölçüde insan olur, olgunlaşır, başarılı olur. Milletler de öyledir, ancak geçmişleri hakkındaki bilgilerini kullanarak, değerlendirerek iyi ve makul işler yaparlar. İşte bu, “tarih bilinci” ile olur. Aksi halde birey de, millet de yaşamında başarısız olacak, hatta büyük zararlara uğrayacaklardır.
I) Tarih bilinci olmayan toplumlar neden büyük felaketlere uğrar, hatta yok olurlar? Çünkü tarihin kalıpları vardır ve bunlar elverişli koşulların oluştuğu her defasında, su üstüne çıkıp tekrarlanabilmektedir. Bu “geri-dönüş”leri fark edemeyen uluslar, politikacıları, yöneticileri eliyle yanlış kararlar alarak büyük kayıplara uğrar. Tıpkı bizim gibi, Türk ulusu gibi, bizim yöneticilerimiz gibi! Kalıpların içeriği elbette her defasında aynı değildir: Zamana göre nitelik değişmesi olabilir, ancak öz esas itibariyle aynı kalır.
İstiklal Marşı şairimiz boşuna dememiştir “Tarih tekerrürdür” diye. Gerçekten tarihin kalıpları tekrarlanabiliyor, yeter ki şartları oluşsun. Çünkü aynı etkenler bir araya gelince, elbette sonuç da aynı olacaktır. Bu bilimsel bir yasadır ve yalnız mekân boyutunda değil, zaman boyutunda da geçerlidir. Şu bakımdan ki zamanın değişik noktalarındaki birbirine benzer ilişkiler, yani “tekrar eden ilişkiler” de genelleştirilerek bir yasa konabilir ortaya. İşte tarihin“kalıp”ları dediğim, budur, bu ilişkilerdir.
Çarpıcı bir örnek vereyim: Emperyalizm sömürmek istediği ülkelerde işini, daima bir işbirlikçi kesimle ortak yürütür. Tarih boyunca, geçmişte ve bugün de bu böyle olmuştur; sömürülen ülkeler uyanmadıkça günümüzde de, gelecekte de böyle olacak, böyle sürüp gidecektir! İşte bu bir yasadır, bir kalıptır.
Emperyalizm tarih boyunca, pazarlarını ve ekonomik kaynaklarını ele geçirmek istediği ülkelerde -örneğin Türkiye’de- etnik unsurları bir araç olarak kullanmıştır; günümüzde de kullanmaktadır. İşte bu da bir yasadır, tarihî bir kalıptır, günümüzde de kullanılmakta, gelecekte de kullanılacaktır.
Peki, bu neden böyledir? Bu determinizmin arkasında ne vardır?
Önemli bir sebep şu olabilir: Güçlü ülkelerin –daha doğrusu bunların zengin ve yönetici sınıflarının- büyük emelleri ve planları vardır, bu hedeflerin gerçekleştirilmesi bazen yüzyılları alır. Mesela Emperyalist ülkeler… eğer zamanın bir diliminde (Örnek: Türkiye için Atatürk dönemi) planlarını gerçekleştiremediklerini görürlerse vazgeçmezler, bekler, ilerde uygun bir zaman diliminde (Türkiye için 1980 sonrası, özellikle 2003’den itibaren AKP dönemi) yeniden harekete geçerler. Toplumsal zaman, bireysel zamandan farklıdır. Bu nedenledir ki ABD, İngiltere, Almanya, Fransa gibi sömürgeci-emperyalist devletler şu veya bu sebeple kapatamadıkları hesaplarını, zamanı gelince, şartların oluştuğunu görünce –veya o şartları kendileri oluşturarak- yeniden açarlar. Süreklilik vardır onların planlarında, bizim gibi ikide birde her şeyi değiştirmezler, devlet düzenini yapboz tahtasına çevirmezler. Tarih bilincinden yoksun uluslar, yine tarih bilincinden yoksun yöneticileri eliyle, bu noksanlıklarından büyük zararlar görür, korkunç felaketlere uğrarlar. Tıpkı bizim gibi, tıpkı Türk ulusu, Türkiye Cumhuriyeti gibi.
II) Tarihin bu tekrarını ayrıntılı, somut bir örnekle daha iyi anlatabiliriz. İşte sana kendi tarihimizden, kalıbını çıkarıp günümüzde olup bitenle karşılaştırabileceğimiz, ders de alabileceğimiz trajik bir sayfa[i] değerli okur:
1910’ların ikinci yarısı… Osmanlı Devleti Birinci Dünya Savaşı’ndan yenik çıkmış. İngilizler Mezopotamya, Suriye ve Arabistan’ı Osmanlı’dan koparmak, kukla devletler kurmak istiyor: Ermenistan, Kürdistan gibi... Bir hedefleri de Osmanlı ülkesini, milliyet esasına göre parçalayıp federatif hale getirmek... Kapitülasyonları yeniden uygulamak, Osmanlı maliyesini tümüyle Düyun-u Umumiye’nin denetimine vermek.
Başarmaları için ordudaki ulusçu / Milliyetçi komutanların tasfiyesi gerekiyor. Çünkü Osmanlı siyasetinde ittihatçılarla birlikte ordunun büyük etkisi var. Asker ulusalcı...
İngilizler Mondros ateşkes antlaşması için, Savaşta olağanüstü başarı gösteren Rauf Orbay Beyin imzaya gelmesini özellikle istediler. Neden? Çünkü başarılı komutanlar halkın gözünden düşürülmeliydi.
İngilizler, İttihatçıları kolay kullanamayacaklarını anlayınca politikalarını sertleştirdiler. Padişah Vahdettin’le işbirliği yapıyorlar.
Vahdettin ise iktidarını İngiliz desteği ile güçlendireceğini ve düşman gördüğü ulusalcılardan tamamen kurtulacağını düşünmektedir. Bu nedenle İngilizleri de arkasına alarak ittihatçı hükümeti yıkıp Tevfik Paşa Hükümetini kurdurdu. İngilizlerin isteği doğrultusunda orduyu güçsüzleştirme politikasını uyguladı. Kuva-yı Milliye’ye yardım eden Cemal Paşa ve Cevat Paşa gibi komutanların görevden alınmalarına kayıtsız kaldı. Ordudaki “ulusalcı subayları” Süleyman Şefik Paşa aracılığıyla tasfiye ettirdi.
En sonra sıra İttihatçıların tutuklanmalarına geldi. İngiliz ve Saray ittifakının elinde önemli bir gerekçe vardı: Savaş dönemindeki Ermeni ve Rum tehciri… 2500 kişilik bir tutuklanma listesi hazırlandı. Ardından gözaltı ve tutuklanmalar başladı. Bu hareket kısa sürede ‘cadı avı’na dönüştü.
Liberal- dinci ittifak partisi Hürriyet ve İtilaf, daha çok kişiyi tutuklamadığı için hükümeti uyuşuklukla itham etti. Partinin yayın organı Peyam, Sabah, Alemdar gazeteleri daha fazla ittihatçının tutuklanması için var gücüyle çalıştılar, sürekli hedef gösterdiler. Sonunda inanılmaz bir iddia ortaya attılar: İttihatçılar darbe yapacak! Gerçekte bu iddianın ortaya atılmasını sağlayanlar İngilizlerdi!...
Darbe iddiaları üzerine yeni bir tutuklama dalgası başladı. Saygın ulusalcılar gece yarıları pijamaları, terlikleriyle evlerinden alındılar. Derken, sıra subaylara geldi. Ordunun önde gelen isimleri tutuklanınca İngilizler bu kez bazı diğer kurumların da “darbeyi planladıklarını” gündeme getirdiler.
Osmanlı İstihbarat örgütü küçültülüp Harbiye Nazırlığı’na, Jandarma ordudan kopartılarak Dâhiliye Nazırlığı’na bağlandı. İlerde tehlikeli olacağı düşünülen genç mektepli subayların rütbeleri indirildi. İttihatçılar döneminde emekli edilen alaylı subaylar, tekrar orduya alındı. Emekli askerlerin kurduğu Nigâhban cemiyeti mektepli subaylara ağır hakaretler yaptı. Bir gazete subaylar için “haydut başları” diyecek kadar ileri gitti. İngilizler Harbiye Nazırlığı’nın kozmik odalarına girip tüm belgeleri didik didik ettirdiler. Amaçları orduyu küçültmek, halk üzerindeki nüfuzunu kırmaktı. Orduyu sadece iç güvenlik örgütü olarak polis, jandarma ve muhafız kıtaları seviyesine indirmek istiyorlardı.
Ülkenin dört köşesinde şubeler açan liberal- dinci ittifak partisi, Hürriyet ve İtilaf Partisi; nihayet 4 Mart 1919 tarihinde Damat Ferit Paşa başkanlığında hükümeti kurdu. Hükümete İngiliz ajanı Hüseyin Hilmi’nin gazeteci dostlarıyla kurduğu Sosyalist Fırka da destek verdi. Damat Ferit Paşa hükümetinin ilk icraatı ulusalcıları yargılayan, Divan-ı harp mensuplarına yüksek maaş ödemek oldu.
Damat Ferit Paşa Takvim-i Vekayi gazetesine şu açıklamayı yaptı: “Güvenilir bir başsavcı bulmakta zorlanıyoruz.” Yeni hükümetle birlikte yandaş medyadaki “tutuklayın”, “kapatın”, “neden cezalandırmıyorsunuz?” talepleri alabildiğine arttı. Alemdar gibi yandaş gazeteler “Sehpalar, bile bu adamlara layık değildir. Kafalarının koparılması gerekir” diye yazdı. Liberal gazeteciler, Alemdar’da Refi Cevat (Ulunay), Peyam’da Ali Kemal “daha fazla şiddet” diye makaleler kaleme aldılar. “Bu adamlar için ölümden daha hafif ceza aklımıza gelmiyor” dediler. İstekleri kamuoyu oluşturulduktan sonra bir bir yerine getirildi.
İngilizler gündemi hep sıcak tuttu. Tehcir ve darbe iddiaları gündemden düşünce yerine hemen yenisini buldular, “eski defterler” açıldı. Örneğin intihar eden Veliaht Yusuf İzzettin efendiyi Enver Paşa’nın öldürttüğü ileri sürüldü. Bu olay sıcaklığını kaybedince hemen başka bir gündem yaratıldı. Yıldız Sarayı’nın kimlerin yağma ettiği konusunda spekülasyonlar yapılmaya başlandı. Subayların hırsız olduğu yazıldı.
Partiler, gazeteler bu yapay gündemlerle oyalanırken İngilizler, emellerini tek tek gerçekleştirdi. Kapitülasyonları yeniden uygulamaya koydular. Osmanlı maliyesini tümüyle Duyun-u Umumiye’nin denetimine verdiler. İttihatçıların yerli sermaye oluşturmak için kurdurduğu millî şirketlerin bazıları tasfiye edildi. İngilizler Levant Limited, Vickers, metropolitan Carriage, British Trade Corporation gibi şirketleriyle Osmanlı pazarına girdiler, yeni bankalar kurdular.
Diğer yanda ise, Osmanlı aydınları olanı biteni seyrediyordu. Şaşkındılar. Kurtuluş çareleri arıyorlardı. Çoğu kurtuluşun yine Batı eliyle gerçekleşeceğine inanıyordu.
Tüm bunlar olurken İngilizler, Fransızlar, İtalyanlar ve Yunanlılar Osmanlı topraklarını işgal etti. Taktik hep aynıydı. İngiliz basını, İzmir ve çevresinin, taşeronları Yunanistan tarafından ilhakını kolaylaştırmak için yoğun bir “barbar Türk” kampanyasına başlattı.
İzmir’in işgalinde yandaş basın, bakın, ne yazdı: “İngilizleri istiyoruz.”
Bu arada bir de anket yayınlandı: Müslüman halkın yüzde 60’ı İngiliz yönetimi istiyordu!
III) Tarihin ibret dolu bir sayfasını okumuş bulunuyoruz değerli okur, şimdi bunun kalıbını çıkaralım. Hedefimiz bugüne göre değişmeyenleri bulmak, kalıbımızı bunlar oluşturacak:
Batı’nın kukla devletler planı, ülkeyi parçalayıp federatifleştirme, kapitülasyonlar, devlet maliyesini ele geçirme, Düyun-u Umumiye…
Orduyu güçsüzleştirmek, ulusalçı / milliyetçi komutan ve subayların tasfiyesi, başarılı komutanların halkın gözünden düşürülmesi.
Yabancı devlet ve hükümet işbirliği, iktidarın yabancı desteğine dayandırılması.
Ulusalcı olan politikacıların tutuklanması, tutuklamaların cadı avına dönüşmesi, Gerekçe: Ermeni ve Rum tehciri… Liberal- dinci işbirliği partisi yanlısı gazetelerin daha fazla yurtsever tutuklanması için sürekli yayın yapmaları, hedef göstermeleri. Ve yeni bir iddia: Ulusalcı yurtseverler darbe yapacak!
Yeni bir tutuklama dalgası... Saygın ulusalcıların, subayların, ordunun önde gelen isimlerinin tutuklanması, Yabancı süper devletin bazı diğer kurumların da “darbeyi planladıklarını” gündeme getirmesi.
Subaylara ağır hakaretler, komutanlara “haydut başları” suçlaması.
Yabancı devletin, Savunma Bakanlığı’nın kozmik odalarına girilip tüm belgeleri didik didik ettirmesi, Amaç orduyu küçük düşürmek, halk üzerindeki etkinliğini kırmak; Ordunun sadece iç güvenlik örgütü olarak polis, jandarma ve muhafız kıtaları seviyesine indirilmesi isteniyor.
Ülkenin dört köşesinde şubeler açan liberal- dinci ittifak partisinin hükümeti kurması. Hükümete bir İngiliz ajanının kurduğu Sosyalist Parti’nin de destek vermesi. Hükümetin ilk icraatı: Ulusalcıları yargılayan, mahkeme mensuplarına yüksek maaş ödenmesi.
Başbakanın açıklaması: “Güvenilir bir başsavcı bulmakta zorlanıyoruz.” Yeni hükümetle birlikte yandaş medyada artan manşetler: “Tutuklayın”, “Kapatın”, “Neden Cezalandırmıyorsunuz?” Diğerleri: “Sehpalar, bile bu adamlara layık değildir. Kafalarının koparılması gerekir.” Liberal gazeteciler: “Daha fazla şiddet!” “Bu adamlar için ölümden daha hafif ceza aklımıza gelmiyor.”
Böylece kamuoyu oluşturulması, ardından isteklerin yerine getirilmesi.
Yabancı emperyalist devletin gündemi hep sıcak tutmaya özen göstermesi. Tehcir ve darbe iddiaları gündemden düşünce hemen yenisinin bulunması, “eski defterler”in açılması. Bir olay sıcaklığını kaybedince hemen yeni bir gündem yaratılması. Spekülasyonlar. Subayların hırsız olduğu iddiası.
Partiler, gazeteler bu yapay gündemlerle oyalanırken yabancı devletin, emellerini tek tek gerçekleştirmesi.
Aydınların olup biteni seyretmesi. Kurtuluş çareleri aramaları. Çoğunun bağımsızlığın Batı eliyle gerçekleşeceğine inanması. Tüm bunlar olurken İngilizler, Fransızlar, İtalyanlar ve Yunanlıların ülke topraklarını işgal etmesi. “Barbar Türk” kampanyası.
İzmir’in işgalinde yandaş basının manşeti: “İngilizleri istiyoruz.”
Ve bir anket: Müslüman halkın yüzde 60’ı yabancı yönetimi istiyor!
IV) Yukarda vermiş olduğum kalıbı ana yapısıyla günümüzde de aynen bulacaksın değerli okur, olup biteni şöyle birazcık görüp biraz da düşünmen yeter:
Batı’nın planı, federasyon, darbe iddiası, tutuklama dalgaları, subay tasfiyesi, ulusalcı avı, liberal dinci parti, yabancı desteği, kozmik odalar, gazete manşetleri, suçlamalar, kamuoyu oluşturma, gündem oluşturma, eski defterler, aydınların pasifliği, işgal,…
Şimdi bizim aydınımız, paşalarımız, siyasetçimiz tarihin bu sayfasını açıp okumuş ve sindirip içselleştirselerdi, kısacası tarihimizi bilselerdi:
-Hukukçumuz, parti başkanımız “Yüce yargıyı bekleyelim, o en iyi kararı verecektir” der miydi?
-En büyük paşamız destursuz çıkıp gelene kozmik odayı açar mıydı; subaylarını, generallerini özel yetiştirilmiş militanlara kuzu kuzu teslim eder miydi?
-Yurttaşımız “canım bir şeyler yaptılar ki içeriye aldılar” der miydi?
-Aydınımız böylesine hissiz, böylesine pasif olur muydu?
Elbette hayır! Ama yaptılar bunları, çünkü tarihi bilmiyorlardı. Bilmedikleri için de sağlıklı düşünemiyorlardı. Bu yüzden de yanlış kararlar aldılar, yanlış işler yaptılar. O karar ve davranışlar da milletimizin geleceğini belirleyen olgulardı. Dolayısıyla milletin varlığını ve geleceği de tehlikeye atmış oldular.
Uluslar tarihlerini bilmeyen aydınları ve yöneticileri eliyle kaybeder.
[i] Soner Yalçın, Samizdat: Hakikatlere dayanacak gücünüz var mı, Kırmızı kedi yayınevi, İst., 2012, ss. 223-228
http://www.cihandura.com/templates/cihandura/images/printButton.png"
Leave a comment
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.