Ülkücünün Kanı Haramdır Ülkücüye – Rüstem Fırat
Baştaki ülkücü kelimesini çıkartıp yerine; Akraba, Dost, Meslektaş, Komşu, Müslüman vb yazarakta okuduğumuzda bizim için bir ders varmı?
Ülkücünün Kanı Haramdır Ükücüye-Rüstem Fırat
Ülkücünün nasıl bir servet, o gün Ülkücülüğün nasıl bir nimet olduğuna iman ettim. Ve o gün siyasetin güncel çekişmeleri uğruna, hiçbir ülküdaşımın namusuna, haysiyetine laf söylememeye yemin ettim.
Üniversiteyi bitirir bitirmez MHP Beyoğlu’nda kongre ile yönetime geldik. İki liste yarıştık kongrede. Kaybeden ekiple aramızda soğuk rüzgârlar esiyordu. Edilmemesi gereken laflar ediliyor, asla yaşanmaması gereken olaylar yaşanıyordu.
Gel zaman git zaman görevden alındık. Kaybeden ekip atanıyordu yerimize. Direndik. İlçeyi teslim etmiyorduk. Yine söylenmemesi gerekenler söyleniyor, olmaması gerekenler oluyordu.
Bizi sadece rahmetli Alparslan Türkeş’in görevden alabileceğini beyan ediyorduk. İkinci, üçüncü isimleri umursamıyorduk bile. Hangi akla hizmetse? Ve bir akşam üstü Alparslan Türkeş imzalı belge ulaştırıldı tarafımıza. İlçeyi terk ediyorduk bütün kinimizle. Kirletildiğimizi düşünüyor, intikam almak istiyorduk. Aynı ilçede ortak hayatlar paylaştığımız Ülkücülere hasım olacak kadar gözümüzü kan bürümüştü.
Zeynep’im doğdu o sıra. Hidrosefali ve meningomiyosel hastalıkları ile geldi dünyaya. Doğduğu gün on üç saat ameliyatta kaldı. İlk günden çile, ilk günden acı ile yazılmıştı kaderi. Cerrahpaşa ikinci adresim olacaktı yaklaşık bir buçuk yıl. O ilk günün heyecanı ve telaşı ile bir o yana, bir bu yana koşuşturuyor, ailem, dost ve arkadaşlarım ile çaresizlik içinde bekleyip duruyorduk ameliyathanenin kapısında.
Ameliyat devam ederken birkaç kişiyle dışarı çıkmış sigaralarımızı dertlendiriyorduk. O sıra yolun başından kalabalık bir grubun geldiğini fark ettim. Tanıyordum gelenleri. Hasım diye bellediğim Ülküdaşlarımdı gelenler.
İnanamıyordum, beklemiyordum, utanıyordum. Tokalaşırken gözlerine bakamıyordum. Her geçmiş olsun dileği tenimi acıtıyor, her ALLAH şifa versin temennisi kalbimi sıkıştırıyordu. Neler yapmıştım, neler söylemiştim bu insanlar için? Düşünceler bedenimi kilitliyor, doğru dürüst cevap bile veremiyordum. Bir musibet bin nasihatten evladır sözü zuhur ediyordu.
Hükmün tamamı. Kendimden utanıyordum.
O zor günler yaşanırken bir yandan da askere de gitmem gerekiyordu. Bekaya kalmıştım. Ameliyatlar son bulduğunda, Zeynep’imin ömür boyu sakat kalması engellenememiş, fakat ölümcül merhale atlatılmıştı çok şükür.
Durumum göz önüne alınarak Bakayadan çıkartıldım ve askere alındım. Kuzey Irak sınır bölgesine düştüm.
Bave Tepe’nin, Kopki’nin karşısında ileri üs bölgesi tuttuğumuz günlerden bir gün Tuzak 310 telsizden çağrı yapıyordu. Tuzak 340 ivedi borsama uygun ol emrine anlaşıldı normal diyebilmiştim sadece. Oysa hiçte normal değildi. Bir gariplik vardı bu işte, hissediyordum.
Bölükle aram patikadan yarım saatti. Bölüğe indiğimde ne üsteğmen, ne teğmenler, ne astsubaylar yüzüme bakmıyor, moralleri bozuk önlerine bakıyordu. Bölük komutanı Metin Yüzbaşı, asteğmenim başın sağ olsun dediğinde dünya dönmüyordu artık.
Bıçak sırtı dağlardan yollamaya alıştığımız şehit haberlerine inat, kıraç toprağa geliyordu bu kez ölüm haberi.
Bir an önce İstanbul’a gelmem gerekiyordu. Şırnak’la aramda 4 saatlik yol vardı. Konvoy yoktu ve havanın kararmasına bir-iki saatlik bir süre kalmıştı. Bir korucu aracı ile düştüm yollara. Şenoba’ya vardığımızda hava kararmıştı ve kontrol noktasında yol kapatılmıştı. Gece hiçbir bir aracın yola çıkmasına müsaade edilmezdi o zamanlar. Kontrol noktasının komutanı olan üsteğmene ne dediysem açtıramadım yolu. Alay komutanına çıktım. Alay komutanı misafirimiz olacaksın yolu yok diyordu.
Acı ile karışık bir kin kaplamıştı tüm bedenimi. İtirafçıların düğününde gelin almak için helikopter kaldıranlar, bırakın helikopter kaldırmayı, koruculardan ödünç aldığım keleş ve hususi araba ile geçişime dahi müsaade etmiyorlardı.
Evi aradım cenazeyi ertesi gün öğlen değil ikindi namazında kaldırın demek için. Oysa kara haber bana çok geç ulaşmıştı. Telefonumuz yoktu, yatmaya yerimiz, döşeğimiz yoktu. Aylardır dağlardaydık ve yerimiz tespit edilememişti. Ve ben aradığımda Zeynep’im defnediliyordu.
Benim yokluğumda çocuğumu Ülküdaşlarım, dostlarım, arkadaşlarım, ailem uğurluyordu uçmağa.
Ve İstanbul’a vardığımda yine sevdiğim- nefret ettiğim(?) Ülküdaşlarım bekliyordu beni. Ailem, akrabam ve dostlarımla.
İşte saygıdeğer okurlar, hayat hikâyemin bir kesitidir bu yazdıklarım. Üç aşağı-beş yukarı.
Nemi olmuştur o günden sonra?
O günden sonra hiçbir ülküdaşımla hasım olmamaya karar verdim. O gün Ülkücünün nasıl bir servet, o gün Ülkücülüğün nasıl bir nimet olduğuna iman ettim. Ve o gün siyasetin güncel çekişmeleri uğruna, hiçbir ülküdaşımın namusuna, haysiyetine laf söylememeye yemin ettim. Ülkücünün kanı haramdır ülkücüye.
Ülkücünün namusunu, şerefini, haysiyetini; kendi namusu, haysiyeti, şerefi bilmeyen zat, ya toydur benim gibi, ya zor günü olmamıştır, ya da ne yalan söyleyeyim ülkücü değildir vesselam.
Şu kongre hesaplarıyla ilgili yazılıp çizilenleri okudukça aklıma geldi yaşadıklarım.
Haddime değil elbet ama, zor gününde yanında olacak ülküdaşındır. Ülküdaşının gözünün içine bakabilecek yüzün olsun dostum.
Gerisi? Gerisine lüzum yok. Bu duruşuna insanlık, adamlık, ülkücülük deniliyor zaten.
Rüstem FIRAT
http://www.gazete2023.com/haber/18172/ulkucunun-kani-haramdir-ukucuye-rustem-firat.html
Leave a comment
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.