Ahsen Okyar Söylenmek yerine söylemek lazım…

11May/24Kapalı

Dün ve bugün kendi ülkesinde esir alınan paşalar – M. Tanzer ÜNAL

tanzer-unal (1)

Dün ve bugün kendi ülkesinde esir alınan paşalar - M. Tanzer ÜNAL

O günleri hatırlıyor musunuz?

*Herkesin Türk Silahlı Kuvvetleri’nin üstüne çullandığı…

*Darbeci diye general ve amirallerin sabahın köründe evlerinden toplandığı…

*Tüm ordu mensuplarının itibarsızlaştırıldığı…

*Yandaş ve yalaka basının tetikçilik yaptığı…

Günleri…

Yok Balyoz, yok Ergenekon!

Çok zaman geçmedi, yaşananların “kumpas” olduğu ortaya çıktı, adalet yerini buldu.

Adalet yerini buldu bulmasına da, ölen öldüğüyle, Silivri zindanında yatan yattığıyla kaldı.

Dört yıl, beş yıl suçsuz yere cezaevi çilesi çektiler.

Mesleklerinden, terfilerinden oldular.

Adli sicilleri lekelendi.

Emekli olmayıp çalışmak zorunda olanlar, iş bulamadı.

Çoluk çocukları sefil oldu.

Operasyon günlerinde “Ben bu davanın savcısıyım” diyen dönemin başbakanı, baktı pabuç pahalı, “Biz de aldatıldık” numarasına yattı.

Beraat kararı çıkınca, bir de baktık, dünün “cellatları” bir anda “demokrasi kahramanı” oluverdi.

Dünün “kan emicileri”, askere yapılan haksızlıkları savunmaya başladı.

Dün yapılan zulümleri “Askeri vesayet kalkıyor” diye göbek atarak karşılayanlar, “sahte bir üzüntü” içine giriverdi.

Biz o günlerde de hep doğruları yazmıştık

Allah’a şükrediyorum ki, biz bu konuda da hep doğruları yazmış, zulmedilen şerefli askerlerimizin hep yanında olmuş, dik durmuştuk!

Bizi günümüzün muktedirleri, “Balyozcu, Ergenekoncu” ilan etmişti.

Rahatsız olmamış, aksine bu sıfatlarla ünlenmekten gurur duymuştuk.

Şimdi bize “Balyozcu, Ergenekoncu” diyenlerin başı önde, bizim başımız her zamanki gibi dik!

Mehmet Otuzbiroğlu amiralin cezaevinden gönderdiği o mektup, her şeyi anlatıyordu

“Kendi ülkemde hile ile esir alındım” diyordu Koramiral Mehmet Otuzbiroğlu…

Oramiralliğe terfi etmesine, Donanma Komutanlığı’na atanmasına altı ay kala tutuklanmıştı.

Tutuklanmasaydı; önce Donanma Komutanı, sonra Deniz Kuvvetleri Komutanı olacaktı.

Tutuklandı, istikbali elinden alındı.

Mehmet Otuzbiroğlu’nun 3 Kasım 2011 tarihinde Hasdal Cezaevi’nden şahsıma yazdığı mektubu tekrar okuyalım, ülkemizin nasıl bir “ihanet süreci”nden geçtiğini bir kez daha hatırlayalım!

Bu mektup, bir ibret belgesi.

İşte 13 yıl önce yazılan o mektup

“3 Kasım 2011 Hasdal-İSTANBUL

Sayın Tanzer ÜNAL…

Geçtiğimiz yaz aylarında Cumhuriyet Gazetesi’nde Sayın Ali SİRMEN’in sütununda, “GÜL KOKULU TEZEK” isimli kitabınızdan ve sizden bahsedildiğini duyunca, bir İzmitli olarak “geçmişten bir şeylerle karşılaşır mıyım” saikiyle kitabınızı aldırttım ve ancak okuyabildim. Vatanımızın ve milletimizin menfaatlerine gösterdiğiniz hassasiyet ve doğruları açık-seçik ifade etmedeki ustalığınız beni çok etkiledi. Bu nedenle sizi kutladığımı belirterek, kendimi tanıtmak istiyorum. Ben Mehmet OTUZBİROĞLU, Koramiral rütbesiyle Kuzey Deniz Saha Komutanı olarak Kasımpaşa/İSTANBUL’da görev yapmaktayken, bir üst rütbeye (oramiralliğe) terfi şurasına ( Yüksek Askeri Şura) altı ay kala, 11 Şubat 2011 günü “BALYOZ” olarak adlandırılan dava kapsamında, bir kısım karanlık güçlerin işbirliği sonucunda, kendi ülkemde “hile” ile esir alındım. Hâlâ, Hasdal Askeri Ceza ve Tutukevi’nde tutuklu olarak özgürlüğüm, ailem ve bahriyemden mahrum bulunmaktayım.

1951 yılında İzmit’te doğdum, Yeni Turan İlkokulu ve İzmit Merkez Ortaokulu’nda okuduktan sonra, 1965 yılında Heybeliada’daki Deniz Lisesi imtihanlarını kazanarak, daha 14 yaşına basmadan bahriye üniformasıyla tanıştım. Yani 46 yıldır bu şerefli üniformayı onur ve gururla taşıdım. Babam Ahmet OTUZBİROĞLU, kırklı yıllarda İzmit Üssü Bahri’de (Acısu’nun karşısındaki eski hükümet binası) yedek subaylığını yaptıktan sonra, İzmit’te evlenmiş, altmışlı yılların başına kadar İzmit Belediyesi Zabıta Müdürlüğü görevinde bulunmuş, daha sonra da emekli olduğu 1979 yılına kadar, MANNESSMANN-SÜMERBANK BORU ENDÜSTRİSİ’nde İdare ve Sosyal Hizmetler Müdürü olarak görev yapmış, İzmit’te çevresi olan bir kişiydi. Altmışlı yılların ikinci yarısına kadar Tepecik Mahallesi’nde oturduk.

Çok yakın komşumuz, o tarihte İzmit’in belki de tek diyebileceğim yerel gazetesinin sahibi, rahmetli Mehmet Yüce beyefendi beni çok sever, arada bir matbaasına giderdim. Matbaa, Tepecik Mahallesi’nden çarşı içine inişteki sokakta bulunurdu. Daha sonra aynı yerde Kocaeli Gazetesi yayın yapmaya başlamıştı.

Kitabınızı ısmarladığımda, acaba ortak bir şeyler bulur muyum merakı içinde olduğumu belirtmiştim. Ancak biyografinizi okuduğumda bu ihtimalin düşük olduğunu düşündüm. Sizin İzmit’e geldiğiniz 1970 yılında ben subay çıkmış ve gemilerde görev alarak vatanımızın deniz alaka ve menfaatlerini korumak ve kollamak maksadıyla denizlerde dolaşmaya başlamıştım. Yine de ailemin İzmit’te oturması nedeniyle seyirlerin arasında, tatil günlerinde hem onları görmek, hem de akranımız olan İzmitli arkadaşlarımla buluşmak için her fırsatta memleketime geliyordum. O arkadaşlarımdan biri, kitabınızın 59’ncu sayfasında adı geçen Av. ATAKAN SONUGELEN idi. Umarım sağlığı ve keyfi yerindedir. Birlikte Fethiye Caddesi’nin kaldırımlarını az arşınlamadık.

Bu arada 1974 yılında Kıbrıs Barış Harekatı’na gemimle katılıp Kıbrıs Gazisi oldum. Yıllar yılları kovaladı, 1983 yılında Deniz Harp Akademisi’ni bitirerek, kurmay subay titriyle gemi ve karargâh görevlerine devam ettim. 1994-1996 yılları arasında İslamabad Kıdemli Askeri Ateşesi olarak Pakistan’da ülkemi temsil ettim. 1998 yılında Tuğamiral, 2002 yılında Tümamiral, 2006 yılında Koramiral rütbesine hiç bekletilmeden terfi ettirildim. Bu rütbede Deniz Kuvvetleri Denetleme ve Değerlendirme Başkanı, Genelkurmay Muhabere, Elektronik ve Bilgi Sistemleri (MEBS) Başkanı görevinden sonra, Kuzey Deniz Saha Komutanlığı görevimin ikinci yılında Türk Silahlı Kuvvetleri’ne karşı yapılan bir komplonun kurbanı olarak kendimi tutuklanmış buldum.

Yargılanmakta olduğumuz mahkeme “Özel Yetkili” diye adlandırılan, 250’nci madde kapsamındaki Beşiktaş 10’ncu Ağır Ceza Mahkemesi. Duruşmalar Silivri’de yapılıyor, iddianamedeki tüm suçlamalar, defalarca çürütüldüğü, sözde delillerin sahteliği, ki yüzlerce adet sahtelik, açık ve seçik olarak mahkemeye sunulduğu halde, aynı kurgu ile BALYOZ-2 iddianamesini Balyoz’a bağladılar, önümüzdeki günlerde de BALYOZ-3 iddianamesini kabul ederek BALYOZ’a ekleyecekler. İşin tuhafı, tüm sanıkların savunmaları dinlenmeden tutuksuz yargılamaya geçmeye niyetinde olmadıklarını mahkemenin gidişatından anlıyoruz. Davalar birleştirildiği ve yeni sanıklar eklendiği için de sorgu safhası uzuyor. Size yazmaya karar verdiğim zaman, içinde bulunduğumuz durumdan ve kovuşturmadan bahsetmeye niyetim yoktu; ancak tutuklu arkadaşlarımın savunmalarından derlenerek bir CD’de toplanan, yüzlerce sahtekarlığın sadece birkaç örneğini, ekteki CD elime geçince gördüm ve sizinle paylaşmaya karar verdim, size bir fikir vermesi açısından takdirlerinize sunuyorum.

Tek elden hazırlanmadığı için, size tekrar ediyor gibi gelebilir, ancak hepsi başka bir sahtekarlığı içermektedir ve sonuna kadar sıkılmadan izlemenizi rica ediyorum. Şimdi bir bilgi olarak HASDAL’da tutuklu general ve amirallerin adetlerini vermek istiyorum. (Rakamlar halihazırda görevdekilere aittir.) Kara Kuvvetleri Komutanlığı’ndan: 5 Korgeneral, 9 Tümgeneral, 3 Tuğgeneral. Hava Kuvvetleri Komutanlığı’ndan: 1 Orgeneral, 4 Korgeneral, 3 Tümgeneral, 2 Tuğgeneral. Jandarma Genel Komutanlığı’ndan: 1 Tümgeneral ve 2 Tuğgeneral. Gelelim Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na: Şu anda Hasdal’da tutuklu muvazzaf amiral sayısı 24’tür. Görevdeki 6 Koramiralden 4’ü tutukludur, ilaveten 6 Tümamiral, 14 Tuğamiral görevlerinin başında olması gerekirken, bir hıyanet çetesinin iftirası dolayısıyla esirdirler. Bunlara bir emekli Oramiral (Deniz Kuvvetleri eski Komutanı), iki emekli Koramiral, beş emekli Tümamiral ve üç emekli Tuğamirali de ekleyebiliriz, ki onlar SİLİVRİ İnfaz Kurumu’nda tutukludurlar. Deniz Kuvvetleri personeli, büyük çaplı bir komplo kapsamında, POYRAZKÖY, AMİRALLERE SUİKAST, KAFES, ASKERİ CASUSLUK VE ŞANTAJ, BALYOZ ve İNTERNET ANDICI olarak isimlendirilen bir dizi davada yargılanmaktadır. Hemen hepsi de tutukludurlar.

“Türk Silahlı Kuvvetleri’ne karşı neden bu komplolar kuruldu?” sorusunun cevabını siz çok iyi biliyorsunuz, kitabınızdaki yazılarınızdan bu belli oluyor. Ben size sebeplerini jeopolitik ve jeostratejik olarak global çerçevede yorumlayabilirim; ancak “Deniz Kuvvetleri’ne ne oluyor, çünkü en fazla üzerine gidilen kuvvet personeli denizci” diye sorarsanız size ipucu, ya da anahtar olabilecek bir yorum getirebilirim. Türk Deniz Kuvvetleri bugün, ARAŞTIRAN, GELİŞTİREN, ÇOK ÇALIŞAN, BAŞARAN, RAKİPLERİYLE YARIŞAN çağdaş ve etkin bir deniz gücüne sahiptir. Bu etkinlik, sahip olduğu platform ve silahlardan çok personel gücüne dayanmaktadır. Türk Deniz Kuvvetleri, Türkiye Cumhuriyeti’nin deniz ilgi ve çıkarlarını her hal ve şartta koruyacak eğitimli ve bilinçli personeliyle, geleceğin denizlerinin şekillendirilmesinde söz sahibi olabilecek kapasitededir. Bunun son örneği olarak gemilerimizde, çok az ülkenin imkan kabiliyetinde olan komuta kontrol sistemi yazılımları olarak, milli olarak geliştirilen GENESİS (Gemi Entegre Savaş Sistemi) komuta kontrol sistemi kullanılmakta ve deniz harekatında çok önemli bir kuvvet çarpanı olan komuta kontrol sistemi, emsallerinden çok iyi imkanlara bizi sahip kılmaktadır. Diğer bir örnek olarak, harp gemisi dizayn ve inşa etme kapasitemizi sayabiliriz.

MİLGEM projesi ile, yine birçok bahriyenin hayalinden bile geçiremeyeceği harp gemisi dizaynını, Deniz Kuvvetleri personeli, ilgili akademik kuruluşlarla da işbirliğiyle başarmış ve projenin ilk gemisi TCG HEYBELİADA, 27 Eylül 2011’de göreve başlamıştır. Bu gemideki yerli pay oranı yüzde 70’e çok yaklaşmıştır. Deniz Kuvvetleri’nin gösterdiği dikkat; denizlerimizin kullanılmasında ekonomik yararlarımıza halel gelmemesi, anlaşmalardan doğan haklarımızın başkaları tarafından yıpratılmaması, deniz yetki alanlarının hakça paylaşımı gibi konularda farkındalık yaratmış, yetkili organlara bunları gecikmeden hal tarzları ile hatırlatmış, uluslararası platformlarda hakkımızı taviz vermeden savunarak, telafisi güç sonuçların önüne geçmiştir. Deniz Kuvvetlerimizin bu başarısına, son 25 yılda kazanılan önemli bir ivme ile ulaşılmıştır. Bu başarıdaki en mühim pay da, son 25 yılda görev yapan emekli ve muvazzaf personele aittir. Bugün görevde olan tutuklulardan amiraller, son ana kadar Deniz Kuvvetlerimizin kritik görevlerindeydi, muvazzaf subaylarımız da Deniz Kuvvetlerimizin geleceğine yön verecek olan görevlere hazır, yetişmiş personeldi. Bu dava, Türk Deniz Kuvvetleri’nin geleceğine vurulmuş bir darbedir. Bundan kim yarar umar, onu size bırakıyorum.

“Gelecek 100 Yıl” kitabının yazarı George Friedman, “Gelecek 10 yıl” adlı bir kitap daha yazdı. Bu kitabın 311’nci sayfası, son paragrafını dikkatinize sunmayı değer buldum. “OKYANUS” kelimesi, Amerikalı bir şahıs için denizle eşdeğerdir. Amerikalı bir çocuk, denizi gördüğünde, kendi yurdunda öğrendiği şekliyle “Okyanus” demeyi tercih eder. Bu bakışla aşağıdaki yazıyı okursak, daha anlamlı olur. “Amerikan gücünün temeli okyanuslar. Okyanuslara egemen olması, diğer devletlerin ABD’ye saldırmasını önlüyor, gerektiğinde ABD’nin müdahale etmesine imkan tanıyor ve ABD’ye uluslararası ticaretin kontrolünü veriyor. ABD’nin bu gücü kullanmasına asla gerek yok, ama başka her hangi birinin kullanmasına da izin vermemeli. Küresel ticaret okyanuslara bağımlı. Okyanusları kim kontrol ediyorsa, küresel ticareti de o kontrol eder. Güç dengesi stratejisi bir çeşit deniz savaşı ve Amerika’nın görevi, denizleri kontrol etmesini tehdit edecek meydan okuyucuların güçlenmesini engellemek.”

Bu sözler, bir anlamda Büyük Türk Denizcisi Barbaros Hayrettin Paşa’nın “Denizlere hakim olan, cihana hakim olur” özdeyişiyle örtüşüyor. Ama bunun nasıl yapılacağını George Friedman formüle etmiş, birileri de uygulamaya geçmiş gözüküyor. Umarım sizi fazla sıkmamışımdır, satırlarıma son verirken her şeyin gönlünüzce olmasını diler, en derin saygılarımı sunarım.

Mehmet OTUZBİROĞLU Koramiral

Eski defterleri neden karıştırdım?

Karıştırdım, çünkü yıllarca ülkemize şanla şerefle hizmet eden bazı emekli komutanların “kendi ülkesinde esirlikleri” devam ediyor.

“28 Şubat darbesi” dediler, darbe olup olmadığı hâlâ tartışılıyor, hâlâ sağlıklı hukuki bir sonuç yok, ama hasta ve yaşları ilerlemiş komutanlar, “Adli Tıp Kurumu” raporuna rağmen cezaevinde tutuluyorlar.

Emekli Orgeneral Çetin Doğan (84), emekli Orgeneral Fevzi Türkeri (83), emekli Korgeneral Yıldırım Türker (83), emekli Tümgeneral Temel Özkaynak (79), emekli Tümgeneral Erol Özkasnak (78); “bu ülkeye hizmet etmekten başka hiçbir suçları” olmamasına rağmen yıllardır kodeste.

Hizbullah davası hükümlüleri çıktı, Sivas katliamında insanları diri diri yakanlar çıktı, 80’lik paşalar içeride.

ABD çıkışlı, “Türk Silahlı Kuvvetleri’ni bitirme” projesi bu.

“Burun sürtme, intikam alma” projesi…

Dün başladı, bugün hâlâ devam ediyor.

Harala gürele akıp giden yaşam içinde unutulmuş olabilir, hatırlatayım dedim.

https://www.kocaeligazetesi.com.tr/makale/20103131/mtanzer-unal/dun-ve-bugun-kendi-ulkesinde-esir-alinan-pasalar

Bu yazıyı beğendiniz mi?

RSS Kaynağımıza abone olun!

Yorumlar (0) Geri izlemeler (0)

Üzgünüz, yorum formu şu anda kapalı.

Geri izleme yok.