Ahsen Okyar Söylenmek yerine söylemek lazım…

4Şub/230

Aldanma günü – Fahri SAĞLIK

fahri sağlıkAldanma günü - Fahri SAĞLIK

Hayatta bazen aldandığımız ya da aldatıldığımızı hissettiğimiz durumlar olur. Örneğin pazardan aldığımız domates poşetinin içine sağlamlarıyla birlikte çürüklerinin de katılmış olması bizde aldatılmışlık hissi uyandırır. Bu durum aldanan açısından üzücü olduğu gibi aldatan açısından da ahlâkî bir hastalıktır. Nitekim Allah resulü (s.a.v); "bizi aldatan bizden değildir" hadisini tam da böylesi bir bağlamda, pazar yerinde söylemişlerdir. Bu, birinin bir başkasını aldatmasıdır ve yerilmiştir.

Ama bundan daha kötüsü kişinin bizzat kendi kendini aldatmasıdır. Başka biri bizi aldattığında ya hakkımızı arar ya da Allah'a havale ederiz. Peki, kendi kendimizi aldattığımızda kiminle hesaplaşacağız ya da kimi Allah'a havale edeceğiz. Kur'an-ı Kerim'de “aldanma, aldatma, kâr-zarar” anlamlarına gelen “Teğabün” adında bir sure vardır. Bu surede aldanış günü, aldananların açığa çıkacağı, kayıp ve kazancın ortaya çıkacağı bir günden bahsedilir. İşte bu günde aldanmış olmak hüsranların en büyüğüdür. Çünkü aldanışların çoğunun geri dönüşü ve telafisi mümkündür ama bu gündeki aldanışın telafi imkânı yoktur.

Kişinin kendi kendini aldatmasının pek çok sebebi ve yolu vardır. İşte hayatın içinden bazı örnekler;

-Benim kalbim temizdir demek

Son zamanlarda bu sözü çokça duyuyoruz. Bazı kimseler kalp temizliğini sadece insanlar hakkında bir kötülük düşünmemek yahut yardımsever olmak gibi çok basit manada anlıyorlar. Bununla da kalmayıp insanlara iyi davranmakla pek çok ibadet yükümlülüğünden kurtulduklarını zannediyorlar. Bu şeytanın bir desisesi, nefsin bir oyunudur. Kalbin sahibi Allah’tır. Kalbi kim yaratmışsa, onun temizlik hükmünü de ancak O verir. Bunun için bir insanın kendi kendini “temize çıkarması” yetmez. Kendi kendimizi temize çıkarmakla temize çıkılmış olunmaz.

Kalp temizliği her Müslüman için önemlidir, ama kendi kendimize vereceğimiz bir hükümle yüce Allah’ın sevgili kulu olduğumuza inanmak bir tür aldanıştır. Burada şunu da belirtelim ki, kalbimiz ile beynimiz, beynimiz ile eylemlerimiz arasında karşılıklı etkileşim söz konusudur. Kalbi temiz olanlar iyi, güzel ( dini tabir ile helal ve temiz) işlere yönelirken, çirkin ( dini tabir ile haram ve şüpheli) işlerden uzak dururlar. Haram ve şüpheli işleri işlemek kalpte siyah lekeler oluşturur. Bu lekeli kalbe temiz demek bizi telafisi mümkün olmayan bir aldanışa sürükleyebilir. Ebu Hureyre anlatıyor: Allah'ın Resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Kul, bir günah işlediğinde kalbinde siyah bir nokta oluşur. Tövbe ettiği takdirde cilalanıp silinir. O günahı tekrar işlediği / günaha devam ettiği zaman, o siyah nokta da gittikçe büyür, kalbi istila eder.” Bu hadisi şeriften temiz ve selim kalbin günahlardan uzak duran bir kişinin kalbi olabileceğini öğreniyoruz.

-İyilikle kötülüğü birbirine karıştırmak

İyilik yapıyorum düşüncesiyle kötülüğe çalışmak Kur'an-ı Kerim'in ifadesiyle en büyük hüsrandır. (Ey Muhammed!) De ki: "Amelce en çok ziyana uğrayan; iyi iş yaptıklarını sandıkları halde dünya hayatındaki çabaları kaybolup giden kimseleri size haber verelim mi?" Onlar, Rablerinin ayetlerini ve O'na kavuşacaklarını inkar eden, böylece amelleri boşa çıkan, o yüzden de kıyamet gününde amelleri için bir terazi kurmayacağımız kimselerdir.” (Kehf: 18/103-104-105).

Müfessirlerin bu ayet-i kerimelerle ilgili yorumlarına baktığımızda ayet-i kerimelerin sadece kâfirlerle sınırlı olmadığını görüyoruz. Örneğin Endülüs'lü Müfessir Ebû Hayyan bu ayet-i kerimelerin müminlere de bir mesaj verdiğini, zira bazen müminlerin de -doğru yolda olduklarını ve iyi yaptıklarını düşünerek- sonu küfre varan fikrî kaymalar yaşayabileceğini belirtmektedir. İbn-ü'l Cevzî ise, o gün kâfirlerin keşke iman etseydik diyerek inkârın aldanmışlığını, müminlerin de dünyadayken az amel etmiş olma aldanmışlığı yaşayacaklarını belirtir. O halde mümin uğruna hayatını adadığı şeylerin gerçekten iyi, güzel ve Allah'ın razı olduğu şeyler olmasına dikkat etmelidir. Yaşadığımız ve çocuklarımıza aşıladığımız hayat tarzlarımız, tercihlerimiz, ulaşmaya çalıştığımız hedeflerimiz, hele hele bir de başkalarına telkin ettiğimiz ya da örnek olduğumuz düşünce, tavır ve eylemlerimiz ilâhî terazinin iyilik kefesinde yer alabilecek mi diye endişe taşımak bir mümin duyarlılığıdır.

-İhlas ve samimiyetten yoksun olunmak

Günümüzün yaygın zaaflarından biri de yaptığımız faaliyetleri ahiret klasörüne yazdırma hedefinden ziyade dünyevi çıkarlarımıza vesile kılmamızdır. Hâlbuki yapılan her hangi bir şey haddi zatında iyi olsa bile dünyevi bir gaye ile yapıldığında onun ahirette kişiye her hangi bir yarar sağlamayacağını Hz. Peygamber (s.a.v) değişik hadis-i şeriflerinde belirtmektedir. Dolayısıyla aldanma gününde aldananlardan olmamak için “ öyleyse nereye gidiyorsunuz?” (Tekvîr: 81/26) sorusunu bir de bu bakış açısıyla ve başkalarına değil de kendimize sormalıyız.

-Dini yüce Allah’a has kılmamak

Kur'an-ı Kerim'de birçok ayet-i kerimede yer alan “dini Allah'a has kılma” tabiri (Zümer: 39/11; Mümin: 40/14; Beyyine: 98/5) sadece tevhit-şirk bağlamında değerlendirilemez. Kur'an bizden dindarlığımızı ve dindarlık adına yaptığımız eylemlerimizi de Allah'a has kılmamızı, hesabî değil hasbî olmamızı bekler. Hasbî olanlar aldanma gününde pek çok sürpriz mükâfatlarla karşılaşacaktır. “Yaptıklarının karşılığında onlar için göz aydınlığı olacak ne ödüller saklandığını hiç kimse bilemez.” (Secde: 32/17). Hesâbî olanlar ise teraziyi bomboş görmenin hüsranını yaşayacaklardır. Hesap görücü olarak Allah kâfidir.

Bu yazıyı beğendiniz mi?

RSS Kaynağımıza abone olun!

Yorumlar (0) Geri izlemeler (0)

Yorum yapılmadı.


Leave a comment

Geri izleme yok.