Ahsen Okyar Söylenmek yerine söylemek lazım… Şikayet edeceğine sen de alternatifini oluştur.

9Oca/120

Baykal’a sorusu olan yok mu? / Aysun ERENKAYA

3fXxtm-aysun Aysun ERENKAYA aysunerenkaya@hotmail.com 09 Ocak 2012 Bizim Kocaeli

Baykal’a sorusu olan yok mu?

Deniz Bey, o fotoğrafı çıkarıp bakmanın zamanı geldi!

Seçimler öncesi CHP’ye zarar vermemek için bildiğim birçok konuyu içime gömerek sustum, bundan sonra da bu parti ve liderine ilişkin hiçbir şey yazmayacağım.

Çünkü bir faydası olacağına inanmıyorum.

Ama bu konudaki son yazımda size bir tanıklığımı aktarmak zorundayım.

Bunu bir borç olarak görüyorum:

***

Deniz Bey lütfen hatırlayın:

19 Aralık 2002 tarihinde karlı bir Ankara gününün akşamında Mehmet Sevigen’in evindeydik.

Ben Cumhurbaşkanı ile görüşmeden geliyordum.

Abdullah Gül Başbakandı, Tayyip Erdoğan’ın ise Meclis’e girme umudu kalmamıştı.

Cumhurbaşkanı Sezer bir gün önce, Tayyip Erdoğan’ın “milletvekili olmadan başbakan olma” önerisini reddetmişti.

Türkiye’nin kaderi o akşam o evde değişti, çünkü siz “Tayyip Erdoğan başbakan olacak!” diye tutturdunuz.

Sizi “Çok tehlikeli bir oyun bu!” diye uyaran parti dışından önemli şahsiyetlere kızdınız, “Hayır!” dediniz “İki ay dayanamaz. Göreceksiniz iki ay dayanamaz.”

Sizin bu iddianıza karşılık ben ne dedim: “Erdoğan herhangi bir kişi değil, bütün tarikatların birleşerek Erbakan’ın yerine seçtiği siyasetçi; arkasında Amerika, Avrupa desteği de var. Program Türkiye’yi ılımlı İslam cumhuriyeti yapma programı. Sizin dediğiniz gibi iki ayda gitmeyecek; tam tersine, bu odada bulunan herkesin siyasi hayatını bitirecek.”

İki ay dayanamaz iddianızı, “görüşleri gereği IMF ile anlaşma yapmaz, ekonomiyi zora sokar ve dayanamazlar.” tezine oturttunuz.
***

Ama bunların hepsi bahaneydi çünkü siz iki partili rejimin işinize yaradığını anlamış ve seçim sonuçlarına sevinmiştiniz. Çünkü size ana muhalefet partisi lideri olmak ve soldaki rakiplerinizi yok etmek yetiyordu. Bu iş birliğini daha sonra da sürdürdünüz.

O zaman ben sizin Tayyip Erdoğan’la seçim öncesinde Beylerbeyi’nde gizlice buluştuğunuzu ve bir anlaşma yaptığınızı bilmiyordum.

Bu gecenin tanıkları var: Önder Sav, Eşref Erdem, Mehmet Sevigen, Bülent Tanla, Yaşar Nuri Öztürk.

Belki bazıları sizden korkar ve tanıklık etmez ama bir kısmı da bu sözlerin doğru olduğunu açıklar. Yani tanıklar var. Ötekiler de söylemese bile içten içe bunun doğru olduğunu bilir. Siz de bilirsiniz.

Tartışmanın sonunda dediniz ki: “Bu gece birbirimizin fotoğrafını çektik. İki ay sonra çıkarıp bakalım. Ama rotuş yapmadan. Hangimiz haklı çıkmışız?”

Şimdi, 2007 seçimlerinin ardından o fotoğrafı cebinizden çıkarıp bakın Deniz Bey.

Ve düşünün; Meclis grubunda “Erdoğan’ı başbakan yapıyor diyorlar. Evet yapıyorum. Var mı itirazı olan!” diye bas bas bağırmanıza değdi mi?

Erdoğan’la Beylerbeyi’nde gizlice buluşmaya ve size oy veren milyonları hiçe sayarak gizli anlaşmalar yapmanıza değdi mi? (Deniz Bey, biliyorsunuz ki bu gizli buluşmanın da tanığı var.)

Başbakan olmak, elbette Erdoğan’ın demokratik hakkıdır. Ama bunun için olağanüstü çaba harcamak CHP’nin birinci görevi değildir. Üstelik dokunulmazlık kaldırılmadan.

Bir milletvekilinin mazbatasını iptal ettirip, Anayasa’yı değiştirip, grubu baskı altına alıp, Siirt seçimlerini es geçip Erdoğan’ı meclise sokmak ve dokunulmazlık zırhına kavuşturmak için verdiğiniz canhıraş çabanın yüzde birini partiniz için verseydiniz sonuç bambaşka olurdu.
***

Size o gün söylediğim gibi, Türkiye’nin kaderini değiştirdiniz.

Deniz Bey; sözlerimde en ufak bir çarpıtma varsa çıkıp söyleyin. “Öyle değildi. Böyle konuşmadık.” deyin.

Genel Sekreterinizin ve en yakınlarınızın tanık olduğu bu konuşmayı inkâr edin.

Ya da başınızı önünüze eğin ve tarihin hakkınızda vereceği yargıyı düşünün.

Deniz Bey; çok ağır şeyler yazdığımın farkındayım. O akşamki tartışmaya kadar bir dostluğumuz vardı, bunları yazmak istemezdim.

Ama hem duruma doğru teşhis koyamamanız, hem de aşırı derecede inatçı olma huyunuz yüzünden hepimizi tehlikeye attınız.

Tayyip Erdoğan’ın yüzde 34 oyla meclisin üçte ikisini ele geçirmesinin manivelası oldunuz.

Daha önce Refah Partisi’nin belediyeleri ele geçirmesi de sizin oyları bölmeniz sayesinde gerçekleşmişti..

Tayyip Erdoğan’ların ve yine çok yakın dostunuz olan Melih Gökçek’lerin en büyük şansı sizdiniz.

CHP’nin ise en büyük şanssızlığı oldunuz.
***

Bu ülkenin sola şiddetle ihtiyaç duyduğu bir dönemde, bütün uyarılarımıza rağmen partiyi sağa çekmekte, Kürtlerden, Alevilerden, solculardan ayırmakta ısrarlı oldunuz.

Erdal İnönü, Hikmet Çetin, Murat Karayalçın, Fikri Sağlar, Ercan Karakaş, Mehmet Moğultay, Seyfi Oktay, Celal Doğan ve daha birçok sosyal demokratla el ele tutuşup halkın karşısına çıkmanız gerekirken; eski MHP’lileri, eski ANAP’lıları, idamla yargılanmış sağcı militanları parti vitrinine çıkarmakta ısrar ettiniz.

Size defalarca “Bir şeyin aslı varken kopyasına kimse bakmaz!” dememize rağmen, sol politikaları değil, MHP çizgisini tercih ettiniz.

Sağcıları ve sekreterinizi Meclis’e sokarken, İsmet Paşa’nın Avrupa Konseyi’nde komisyon başkanı olma başarısını gösteren torunu Gülsün Bilgehan’ı Meclis dışında bıraktınız.

İnanın ki bunları yazarken samimi olarak üzülüyorum. Keşke haklı çıkmasaydım, keşke sizin tahminleriniz doğrulansaydı diyorum ama durum ortada.

Yazık oldu Deniz Bey, hem size, hem partinize, hem de size inanan temiz yürekli sosyal demokratlara.

Artık bundan sonra istifa etseniz de bir etmeseniz de.
****************
Zülfü Livaneli’yi sanatçı kimliğiyle severim, sayarım. Ancak siyasi tarzını hiç benimsemedim.
Ait olduğu bir partinin liderini karalamayı, mikrofon bulduğu her yerde Baykal’a çamur atmayı siyaset yapmakla eş değer gören biriydi benim gözümde. Halbuki, donanımı, tecrübesi, vizyonu çok daha ilerilere gitmesine yetecek kadar iyiydi. Kısır bir çekişme içinde olması nedeniyle, partisine zarar verdiği için, sanatını da bir kenara itmiştim. Şimdi ise çok evvel yazdığı bir köşe yazısını sizlerle paylaşma gereği duydum.
***************

Bu yazıyı daha evvel okuyanlar olmuştur mutlaka. Ama ben yeni okudum. Herkesin de okuması gerektiğine inandım. Bende yasaklı olan Livaneli bu yazıda bir makale değil, bir itirafname, bir günah çıkarma yaptığı için köşemde yer buldu. Yukarıda yazılanları okudunuz.
CHP şimdilerde kongre hazırlıklarında. Deniz Baykal ve ekibi ise zoraki devrettikleri koltuğu tekrar geri alma çabasında. Şayet tüm bu yazılanlar doğruysa ki, bir yalanlama gelmemiş şimdiye kadar…

CHP tabanının ayağa kalkma vakti gelmiş ve geçiyor demektir. Değilse de tabanına ve seçmenine bir açıklama borcu olduğunu düşünüyorum. Aslında kişisel fikrim, hep aklımdan geçen bir varyatonun birisi tarafından doğrulanmasına denk düşüyor. Baykal’ın Tayyip Erdoğan’ı cezaevinden getirip başımıza Başbakan yapışında ki ısrarlı nedenini,  yıllara yaydım kafamda. Doğru cevap oracıkta duruyordu ama akıl bunu ötelemekten yanaydı. Hani bilinç altınızda istemediğiniz bir olayı en dibe itersiniz ya; o misal işte. İttikte n’oldu? Basınç yaptı yüzeye çıktı.
******************
Geçenlerde Başbakanın hastalanmasıyla birlikte Baykal’ın Erdoğan’ın evine eşiyle ziyarete gittiğini hatırlıyor musunuz? Biz CHP liderini eşiyle birlikte belki de beşinci kez gördük ama başbakanla bu kadar samimi hem de evinde ilk kez gördük. İki lider konumundayken, özlediğimiz bir tabloyu, anlamsız ama manidar şekilde şu vakitte görebildik. Ardından Sayın Kılıçdaroğlu geçmiş olsun ziyaretine gidiyor ancak AKP Genel merkezinde gerçekleşiyor bu ziyaret.
******************
Bunda ne var diyebilirsiniz. Allah aşkına Baykal genel başkanlık yaptığı dönemde olsaydı bunu yapar mıydı? Orada kapıldığım duygu, yıllarca bize tiyatro izlettikleri yönündeydi. Deniz Baykal için “fildişi kulelerde olmak bana yetiyor” söylemini ifade ettiği konuşulurdu. Buna da inanmak güç geliyordu. İnsan onca seçmenine, onca bu yola baş koymuş partilisine, sosyal demokrat düşünceyi savunan bu kadar insana, hepsini geçtim; Cumhuriyet Halk Partisini kuran M.Kemal Atatürk’e bunu nasıl yapabilirdi?
**************
Sorun Tayyip Erdoğan’ın başbakan olmasında değil. Zaten bir şekilde olacaktı.
Sorun; ortada emperyalist bir oyuna CHP liderinin ortaklık etmesindedir.
Hala bunun yalan olduğunu düşünmek istiyorum. Ama düşünmek yetmiyor, duymakta lazım.  Başbakan tarafından atanan bir genelkurmay başkanı düşünün, aynı genelkurmay başkanı kozmik odalarımızı elin yabancılarına açıyor, bir sürü saçma sapan işler yapıyor, her şeye rağmen yüce Türk ordusunun başında ki isim olduğu için saygı duyuyoruz, vardır bir bildiği diyoruz. Sonra aniden istifa ediyor. En nihayetinde de terör örgütü kurmak suçundan içeri alınanlar listesini süslüyor…
Yani Türkiye’de bunca önemli sorun yaşanırken, tam da CHP’nin varlığına ihtiyaç varken, bir yandan yaklaşan kongreler eşliğinde, CHP’nin içini boşaltma çabalarına sessiz kalmamak adına, Zülfü Livaneli’nin bu yazısına Sayın Baykal bir cevap vermelidir. Ondan da öte, bu soruyu yüksek sesle Baykal’a sormayı CHP tabanı becermelidir. İler tutar yanı var veya yok; bu sorunun cevabını bilmeye hakkımız olduğunu düşünüyorum. Yazının eskimiş olması, yapılanları affettirmez. Buna zaman aşımı işlemez. Şimdi buradan tüm CHP seçmeni, CHP tabanı ve örgütü adına sormak istiyorum:
Sayın Deniz Baykal;
size inananlara, size güvenenlere, daha doğrusu partinize;  böyle bir ihaneti ya da hatayı yaptınız mı? Yaptıysanız, bu ihanet mi yoksa hata mı? En önemlisi de TELAFİSİ MÜMKÜN MÜ..?

Bu yazıyı beğendiniz mi?

RSS Kaynağımıza abone olun!

Yorumlar (0) Geri izlemeler (0)

Yorum yapılmadı.


Leave a comment

Geri izleme yok.