Mirasımız Ne Olmalı? – Kadir DURGUN
Mirasımız Ne Olmalı? - Kadir DURGUN
Değerlerimiz, kültür değil düsturdur, kitaplarda yazılması, sohbetlere konu olması için değil, bizzat yol haritamız olması, yaşanması için vardır.
En önemli değerlerimizden biri de “adalet”. Adalet, fıtridir; bozulması zulümdür. İnsanın insanla, insanın diğer canlılarla, devletle; diğer canlıların ve devletlerin kendi aralarındaki ilişkileri, ancak adalet üzerine olursa sağlıklı yürür. Adaletin olduğu bütün ortamlarda huzur olur, barış olur.
Adaletin fıtratında ise mütekabiliyet vardır. Buradaki karşılıklılık, karşıtlık değil, kendi cinsinden bir karşılıktır. Adalette iyiliğin karşılığı iyilik, güzelliğin karşılığı güzellik, şiddetin ve kötülüğün karşılığı yine şiddet ve kötülüktür. Adalet, kendi refleksi ile varlığını devam ettirir.
2009 Marmara depreminde oluşan “Deniz affetmedi, kendisinden parsellenerek doldurulan toprak üzerine yapılan bütün evleri yuttu.” kanaati, bir adaletin tecellisidir. Kendisine ikramda bulunulan kişinin, diğer kişiye karşı kendini borçlu hissetmesi, “Kısasta hayat vardır.” inanç ve öğretisi, adaletin tezahürüdür. Adaletin zıttı zulümdür; zulüm, adaletsizliğin çocuğudur.
Varlığın tabiatına işlenen bu değeri yaşatmak için olağanüstü bir gayrete de gerek yoktur. Suyu akışına, olay ve olguları kendi haline bırakmak yeterlidir. Çocuk masumiyetindeki bu fıtri değerimizi yaşar ve yaşatırsak doğduğumuz gibi insan kalır, insan yolculuğumuzun dünya adlı konağındaki misafirliğimizi tamamlarız
Doğan Cüceloğlu’ndan dinlediğim yaşanmış bir olayı kısaca öyküleştirerek paylaşmak istiyorum: Köyde üç nesil bir arada yaşayan ailenin, taşıma işlerini gören bir de eşekleri vardır. Bu hayvan on ikinci yaşından sonra eski gücünü kaybeder, sıkça hastalanmaya başlar ve kör olur. Yedi çocuktan en büyüğü, eşeği ormana götürüp bırakmak düşüncesindedir. Bunu babasına açıklar ve bu fikrinde ısrar eder. Baba, eşeğin ormana terk edilmesi için gelen her teklifi hep erteler. Bir gün der ki, “Bana bir gün daha izin ver, bu gece düşüneceğim, eşekle ilgili kararımı sana bildireceğimi.” Uykusuz geçirdiği gecenin sabahında baba, kararını “Bu eşek, bizim dert ortağımız oldu, kahrımızı çekti, yükümüzü hafifletti, onun bize emeği geçti, vefasızlık yaparak onu ormana, kurda kuşa terk edemeyiz. Bunca yıl o bize hizmet etti ve kör oldu, bundan sonra biz ona hizmet edeceğiz.” der. Babanın bu kararı, büyük oğlunun hoşuna gitmese de o bunu kabullenmek zorundadır. Aile, iki sene bu eşeğe hizmet eder. Yaşlı baba, her gün eşeğini sever, suyunu verir, gider onunla konuşur, dertleşir, eşeğin sırtını ve başını okşar. Gün gelir, eşek ölür. Ayaklarını bağlarlar, bir askıyla dere kenarına götürüp gömerler. Yıllar geçer, bu olaylara şahit olan evin en küçük oğlu, hukuk okur, hâkim olur. Yıllar önce gömülen eşeğin yanına gider, kendi kendine şu sözü verir: “Benim babam, yalnız insana değil, hayvana da kıymet verir, hak ve hakkaniyeti gözetir, adaleti önemserdi; ben de bundan sonra insan ve yargıç olarak babam gibi olacağım, hak ve hakkaniyeti gözeteceğim, adaletin simgesi değil, meşalesi olacağım.”
Evin babası, fıtratının kodlarıyla, vicdanının yönlendirmesiyle bir duruş ortaya koyarak hakkaniyetli yaklaşımla eşeğe hakkını teslim etmekle hem insanoğluna adalet duygusunu lütfeden Yaratan’ına karşı sınavını başarıyla vermiş hem de kendisinden sonra gelen nesle güzel bir rol model sunmuş ve çığır açmış oldu. Kişi, ne ekerse onu biçer. İnsana insan olma mutluluğu veren örnek uygulama ve kişilere ne kadar çok ihtiyaç var, değil mi? “O güzel insanlar, güzel atlara binip gittiler.” dememek için içimizdeki çocuk masumiyetini yaşatmak gerektiğini düşünüyorum. Genel eğitimin müfredatı da bu masumiyetimizi korumak, kirletmemek üzerine belirlenmeli.
Gazetelerden, Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy’ın, yemin edip göreve başladıktan hemen sonra devlet memurlarına şu açıklamayı yaptığını okumuştum: “Odalarınızda benim resmimin olmasını istemiyorum. Devlet başkanı ikona değildir, idol değildir. Oraya benimki yerine çocuklarınızın fotoğrafını asın ve ne zaman bir karar alacak olsanız onların gözlerine bakın.”
Kişi, gerçek anlamda, kendinden sonraki nesle karşı sorumludur. Geçenler, geçmiştir; onlar iyi ya da kötü görevlerini yaparak veya yapmayarak bu dünyadan göçmüşlerdir. Yaşayan bizlerin hesabı ölenlere değil, doğanlara ve doğacak olanlara karşıdır. Ölen kişilerin karşısına geçip ona faaliyet raporu sunarak onu putlaştırmak yerine çocuklarımızın, torunlarımızın gözlerine bakarak, onların sorumluluğunu duyumsayarak güzel eylemlerde bulunmak, zamanı ve mekânı hakkıyla değerlendirmek daha makul, daha insani, daha gerçekçi bir davranıştır. Eğitim süreci içinde, evlatlarımıza, ölen şehit ve gazilerimize karşı sorumluluğumuzu öğretmenin yanında, doğmamış yetimlere, muhtaçlara, gelecek nesillere karşı borçlu olduğumuz bilincinin verilmesinin önemini ve kaçınılmazlığını düşünüyorum. Kişiyi aldıkları değil, verdikleri büyütür, değerli kılar. Veren el, alan elden üstündür.
Adalet, devletlerin dini; kişilerin vicdanıdır. Zedelenmesi halinde devlet, zalim; kişi, vicdansız olur. İlahi düzen, adalet üzerine inşa edilmiştir. Statik, adalettir. Bizden sonraki nesle bırakacağımız en güzel hediye, oksijeni tükenmeyen, herkesin gölgesinde ferahlayabildiği adalet çınarı, yakıtı gür adalet meşalesi olacaktır.
Adalet verasetinde muris ve varis olabilmek, ne büyük saadet!
Leave a comment
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.