Ahsen Okyar Söylenmek yerine söylemek lazım…

27Tem/200

BİR AYASOFYA ÖYKÜSÜ – Mehmet Cemal ÇİFTÇİGÜZELİ

mehmetcemal-iftigzeli2BİR AYASOFYA ÖYKÜSÜ - Mehmet Cemal ÇİFTÇİGÜZELİ

Ayasofya müze olduktan sonraki, ilk namaz ne zaman kılındı?

1965 yılında Rasim Cinisli MTTB Genel Başkanı seçildi. MTTB’de bu değişimle idrak, şuur, eylem ve dinamizm tamamen dönüştü. İlk faaliyetlerinden biri İstanbul Beyazıt Meydanında 29 Mayıs günü Fetih Mitingi oldu. Ben lise öğrencisiyim. Vefa’dan koşarak geldim mitinge. İsimlerini bildiğim, kitaplarını ve yazılarını okuduğum ama ilk defa gördüğüm aydınlar birbiri ardından konuşuyordu bu mitingde. Aklımda kaldığı kadarıyla Rasim Cinisli, Ahmet Kabaklı, Nevzat Yalçıntaş, İlhan Egemen Darendelioğlu, Nizamettin Nazif ve Mustafa Yazgan heyecanlı ve dolu dolu konuşmalar yaptılar. Mehter takımı gösteride bulundu. Beyazıt Meydanında çoğu katılımcının elinde pankartlar olan mahşeri bir kalabalık vardı. Pankartlarda mahzun, masum, yetim, öksüz Ayasofya şeklinde yazılar yer almıştı. Miting bitiminde bir grup MTTB’li öğrenci Ayasofya’ya doğru yürüyüşe geçti.

Yeniçeriler Caddesi’nden Divanyolu’na aktı kalabalıklar. Sultanahmet Meydanında kısmen yavaşladı ve içlerinden bir grup öğrenci Ayasofya’nın önüne gelerek bilet aldı ve içeri girdi. Müze ziyaretçisi gibi sessiz sessiz ilerlediler ve sonra mihraba doğru yaklaşınca ceketlerini çıkararak yere serdi ve namaza durdular. Turistler de Ayasofya’ya değil, gençleri izlemeye başladılar. İkinci rekatta sonra sanırım şikayet vaki oldu ki iki güvenlik görevlisi koşarak geldi. Namaz biter bitmez yaka paça gençler dışarı çıkarıldılar. Bu gençler kimdi bilmiyorum. Ama tümü de MTTB mensubu gençlerdi. Böylece Ayasofya’nın müze olduğu tarih 1934’ten 31 yıl sonra Ayasofya’da namaz kılınmış oldu. İkinci gün gazeteler haberi manşetten verdiler. Hükumet Ayasofya Meselesini gündemine aldı.(Daha geniş malumat için Rasim Cinisli’nin kaleme aldığı hatıraları Bir Devrin Hafızası – Doğan Kitapevi)

YAZININ FENDİ

1950’li yıllardan itibaren milliyetçi ve muhafazakar kesimin Ayasofya hep ajandasında olmuştur. Özellikle Büyükdoğu’da Necip Fazıl, Tercüman’da köşe yazarları Kadircan Kaflı ve Ahmet Kabaklı, Serdengeçti’de Osman Yüksel, Oku Dergisinde Ali Ulvi Kurucu yazı ve şiirleriyle toplumu etkilemişlerdir. Ali Ulvi Kurucu şöyle diyor şiirinin bir bölümünde;

Dehre meydan okuyan, koskoca tarih nerede?

Ülkeler fetheden erler, yüce Fatih Nerede?

Çağıdır ağlamanın, ey Ulu Mabet ağla,

İntikam aldı frenkler, seni ağlatmakla,

Dostun ağlarken, o bir yanda da düşman gülsün,

Kanamıştır yeniden kalbi, hazin Endülüs’ün!

Bu elim facia, billahi, yürekler acısı,

Müslüman Türk’ün evet, şimdi bu en kanlı yası!..

En derin facia, manzumeye sığamazsın,

Tutuşup yanmada kalbim, seni tarih yazsın.

1952 yılında Patrik Athenagoras Cumhurbaşkanı Celal Bayar’a müracaat ederek Ankara-Atina dostluğunun pekişmesi için Kilise yapılmak üzere Ayasofya’nın kendilerine verilmesini istedi. Osman Yüksel’ de Serdengeçti’de bir yazı kaleme alarak özetle şunları söyledi;

Ey İslam’ın nuru, Türklüğün gururu Ayasofya,

Şerefelerinden fethin, Fatih’in şerefi,

Işıl ışıl yanan muhteşem mabet,

Neden böyle bomboş, neden böyle bir hoşsun?

................................................................................................

Ayasofya!. Ayasofya!.. seni bu hale koyan kim?

Seni çırılçıplak soyan kim? Hani Nerede?

......................................................................................

Bu olacak Ayasofya,

Bu muhakkak olacak!

İkinci bir fetih, yine bir ba’sü ba’delmevt,

Bugünler belki yarın, belki yarından da yakındır,

Ayasofya, belki yarından da yakın.

Osman Yüksel bu şiiri veya yazısı dolayısıyla tutuklanıyor. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi’nce idamla yargılanıyor. Avukatı ise herkesin yakından tanıdığı, ancak o günlerde genç bir hukukçu olan Saadet Partisi Genel İdare Kurulu Üyesi ve eski Devlet Bakanı şair merhum Süleyman Arif Emre. İki sene süren dava beratla neticeleniyor. Osman Yüksel tutuklanmasıyla kalıyor.

DAHASI VAR

Necip Fazıl Kısakürek de 1960’lı yıllarda MTTB’de verdiği konferanslarda Ayasofya’yı da konu ediyor ve özetle şöyle diyor; “Ayasofya açılacak. Türk’ün kapanış bahtıyla beraber açılmalıdır. Yalnız manayı anlasak, yalnız onu yerine getirebilsek Ayasofya’nın kapıları sabır taşı gibi çatlar. Kendi kendisine açılır. Kendi öz evinde ruh ve mukaddesat odamız; Ayasofya budur.” Necip Fazıl’ın Ayasofya konferansı kendi sesinden banda alınarak çoğaltılıyor, yazı değişik gazete ve dergilerde iktibas ediliyordu.

Üstad Sezai Karakoç ise Ayasofya ile alakalı onlarca yazı kaleme aldı; hem Babıali’de Sabah Gazetesi’ndeki Sütun köşesinde ve hem de yayınladığı Diriliş dergi ve gazetesinde. Sezai Karakoç özetle yazılarında Ayasofya’nın fiziken açılmasının asıl gaye olmaması gerektiğini, asıl olanın Ayasofya’nın kapılarını açacak diriliş mü’minlerinin yetişmesinin öncelik olduğunu savunuyor.

Köşe bucak dolaşıyor, Ali Ulvi Kurucu’nun şiiri, Osman Yüksel’in bir şiir gibi coşkulu yazısını okumayan, bilmeyen, dillendirmeyen kalmıyor söz konusu yıllarda.

Ayasofya’yı kendi diliyle konuşturan, o günlerin MTTB’li üniversite talebesi Prof. Dr. Durali Yılmaz da bu edebi çalışmasında Aziz Sofi Romanını yazıyor. Ayasofya Dile Geldi de peşinden.

Daha üniversite talebesi iken 1967 yılında profesyonel gazeteciliğe başladım. Rasim Cinisli görevi İsmail Kahraman’a devretmişti. Aynı zamanda MTTB Basın Yayın Müdürlüğü görevindeyim. Papa Altıncı Paul 26 Temmuz 1967 Çarşamba günü İstanbul’a gelmişti. Önce Ayasofya’ya gitti resmi ziyareti çerçevesinde. Mini bir ayine katıldı, ibadet etti. Bu olay MTTB’li gençleri heyecanlandırdı. Bir basın toplantısı yaparak , kendilerinin de Ayasofya da ibadet hakkı doğduklarını belirttiler. Üstelik o günlerde MTTB’nin Ankara, Erzurum, İzmir, Kayseri, Konya ve Adana Temsilcilerinin katıldığı İstanbul Genel Merkezde bir programı var. MTTB’li gençler soluğu Ayasofya’da aldılar. Hemen 40 kişilik bir üniversiteli grup oluştu. Gençler Ayasofya’ya girmek üzere bilet alıp, içeri daldılar. Gazetem adına olayı ben takip ediyorum. Yanlarında getirdikleri seccadeleri Ayasofya içine sererek namaza durdular. Güvenlik hemen geldi ama müdahaleyi gevşek tuttu. MTTB’den Ayasofya’da namaz kılanları hatırlamaya çalışıyorum da hemen aklıma Ali Koboza, Mustafa Çiftçi, Atila Özer (halen Ankara Hukuk Fakültesinde Öğretim Üyesi Prof. Dr.) ve Ömer Eyüboğlu gibi isimler geliyor. Hayatta olanlara sağlık dilerim, hakka yürüyen arkadaşlarıma ise rahmetler olsun.

Cağaloğlu Şerefefendi Sokak Güneş Matbaacılıktaki gazeteme gelerek haberini yazdım. Fotoğrafları ise foto muhabirimiz Aydın Ünsal ağabey çekmişti. Gazetem haberimi 8 sütun manşete taşımıştı. Ahmet İyioldu ağabeyin gazetedeki başlık ve resim altları şöyleydi “”Papa’nın dua ettiği Ayasofya’da secde etmek hakkımızdır. Gençler Ayasofya’da namaz kıldı. Ve Ayasofya dün mahzun değildi. MTTB’li gençler Yüce Fatih’in Portresini Vatikan’a gönderdiler.” Babıali’de Sabah gazetesi ve MTTB’ye bütün Türkiye’den tebrik yağıyordu.

AYASOFYA’DA BİR DUA İÇİN BİR YIL HAPİS

Topluma biraz cesaret gelmiş olmalı ki Ayasofya konusu hep gündemde kaldı. Bir yıl sonra yani 1968 yılında İstanbul’un Fethi’nin 515 yıldönümü kutlamaları vardı. İzmirli İstanbul Edebiyat Fakültesi Öğrencisi Eyüp Ekmekçi memleketine gitmek üzere Sultanahmet’ten Sirkeci’ye, şehirlererası otobüs terminaline yürüyodu. Ayasofya ve bahçesindeki mezarları görünce içeri girip dua etmek düştü aklına. Öyle de yaptı. Doğru kabirlerin başına geçerek “yasin” okumaya başladı. Bir görevli bunu görünce koşarak yanına geldi ve burasının cami değil müze olduğunu ve ibadet etmenin yasaklandığını söyledi. Eyüp Ekmekçi “Ecdat ruhuna bir Yasin okuyup çıkacağım. Üç beş dakika ancak sürer. Başka bir amacım yok. Bunun için izin ancak İngiliz sömürge ve işgal yönetimlerinden alınır. Burası Türkiye!” deyince adam ayrılıyor. Ama bu defa Ayasofya Müzesi Müdürü koşarak geliyor hemen, Eyüp Ekmekçi’ye defolmasını hatırlatıyor. Eyüp Ekmekçi sadece bir yasin-i şerif okuyup ayrılacağını belirtse de müdür Eyüp Ekmekçi’yi ceketinden tutup dışarı çıkarmak istiyor. Eyüp Ekmekçi ise Müdürün yakasından tutup silkeliyor ve duvara doğru itiyor. Bunun üzerine 20 kadar polis hemen tartışma noktasına gelerek, Eyüp Ekmekçi’yi emniyete götürüyorlar. Neticeyi merak ediyorsunuz değil mi? Savunmasını Avukat Bekir Berk yapıyor ama 45 gün nezarette kalan Eyüp Ekmekçi bir yıl hapis cezasına çarptırılıyor.

O günlerden bugünlere gelindi.

Başbakan Süleyman Demirel’in girişimiyle 1980’de Ayasofya’nın bir bölümünde Cuma namazı kılınmaya başlanıyor. Ama 12 Eylül askeri darbe yönetimi bunu iptal ediyor.

Başbakan Turgut Özal döneminde de Ayasofya konusunda gelişmeler oluyor. Kültür Bakanı Namık Kemal Zeybek Ayasofya’da 24 saat Kur’an-ı Kerim okutmaya, hünkar mahvilini ibadete açmayı başardı. Mahvil’de namaz kılınmaya başlanmıştı.

BUNDAN SONRA

Ayasofya Müzesi Başkanlığı’na Prof. Dr. Haluk Dursun merhum gelince çok güzel işler yaptı. Mesela en son sayısı 1992’de yayınlanan Ayasofya Müzesi Yıllığı’nı yeniden yayınlamaya başladı. Bizler “Zincirler kırılsın, Ayasofya açılsın” diyen bir nesiliz. Böyle gördük ve öyle yaşadık. Takvim yaprakları düşü düşe 24 Temmuz 2020 gününe gelindi.

Ayasofya Müzesinin 86 yıl sonra camiye çevrilerek ibadete açılması programına Sezai Karakoç, Rasim Cinisli ve Eyüp Ekmekçi davet edildi mi bilmiyorum ama, bugünlere böyle gelindi.  Ayasofya 24 saat açık kalacak. Bakalım ilerdeki günlerde vakit namazlarında kaç saf cemaat olacak? Bekleyip göreceğiz ve mutlulukları paylaşacağız

Bu yazıyı beğendiniz mi?

RSS Kaynağımıza abone olun!

Yorumlar (0) Geri izlemeler (0)

Yorum yapılmadı.


Leave a comment

Geri izleme yok.