AHLAK POLİSLERİ İLE DÜŞÜNCE POLİSLERİ GÖREVDE – Ruhittin SÖNMEZ
AHLAK POLİSLERİ İLE DÜŞÜNCE POLİSLERİ GÖREVDE – Ruhittin SÖNMEZ
İran’da gördüğüm “Ahlak Polisi” uygulaması ve George Orwell’in 1984 romanında okuduğum “Düşünce Polisi” kavramları bana hep çok ürkütücü gelmiştir.
Modern hukuklarda inanç ve ifade özgürlüğü kavramları, ürkütücü Ahlak Polisi ve Düşünce Polisi uygulamalarının ilacı gibi görünür.
İnanç özgürlüğü “herkesin düşünce, vicdan ve din özgürlüğüne sahip olması” şeklinde tanımlanır. Herhangi bir dini inanca, felsefi görüşe inanma, inandığını açıklama ve yaşama özgürlüğünü de kapsar.
"Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir" şeklinde özetlenen düşünce ve ifade özgürlüğünün kapsamına da “düşünce ve düşündüğünü ifade etme, açıklama ve yayma özgürlüğü” dâhildir.
Bu kavramların Anayasalara yazılmış olması vatandaşlar için ciddi bir teminat gibi görülse de pratikte bazen bu güvence işe yaramıyor.
İnanç, düşünce ve ifade özgürlüğü kavramlarının en kuvvetli bir şekilde Anayasasında güvence altına alındığı ülkelerden biri Türkiye’dir.
Fakat Türkiye’de virüs salgını ve ekonomik krizin at başı koşturduğu ortamda tartışılan konulara bakınız:
Birileri önce insanların cinsel tercihleri konusunda kopardıkları fırtına ile “ahlak polisi” rolüne soyundular.
Akabinde muhalefet temsilcilerinin “iktidarın düşeceği, kendilerinin iktidar olacağı ve bunun gerçekleşmesi halinde yapacaklarına” dair sözlerinden “darbe” anlamı çıkarak “düşünce polisi” rolünü oynadılar. Sözlerin sahipleri “hayır öyle kastetmedim” diye açıklama yapsalar da “darbe demek istedin” diye linç kampanyası yaptılar.
Üstelik de bunları yapanlar iktidarlarını “başörtüsü özgürlüğü” kampanyalarına borçlu olanlardı.
****
Bu zihniyet yüzünden Türkiye, 2020 Dünya Basın Özgürlüğü Endeksinde 180 ülke arasında 154’üncü sırada bulunuyor.
Uluslararası Af Örgütü (UAÖ), Covid-19 krizi vesilesiyle Türkiye’de basın özgürlüğüne yönelik baskılara yenilerinin eklendiğini, ülkenin dört bir yanında gazetecilerin yanlış haberlerle mücadele bahanesiyle hedef alındığını belirterek “Covid-19’la ilgili haber yaptıkları, hatta tweet attıkları gerekçesiyle ceza soruşturmalarına uğruyor ve gözaltına alınıyor” uyarısında bulundu.
Anayasa Mahkemesi ve AİHM’nin inanç özgürlüğü ile ifade özgürlüğüne dair çok değerli kararları vardır.
Mesela ifade özgürlüğüne dair AİHM kararlarında “halkı ilgilendiren konularda aşırıya kaçmanın, hatta provokasyona başvurmanın basının işleri sayılacağını; Basın özgürlüğünü tarif eden AİHS’nin 10.maddesinin sadece olumlu karşılanan fikirleri değil, rencide eden/şoke eden/rahatsız eden fikirleri de kapsayıp koruma altına aldığını ifade ediyor. Saldırgan ifadelerin bile bir stil (üslup) olarak kullanılabileceği” açıkça vurgulanır.
Bazı “muhterem Müslümanlar” bu kararları görmezden gelebilir. Ama hiç olmazsa İslam’ın yüzakı, abide şahsiyet İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin ifade özgürlüğü ile ilgili yaklaşımını Mevdudi’den dinlesinler: (Karar Gazetesinde Mehmet Ocaktan’dan okudum.)
“Ebu Hanife ifade özgürlüğünü o denli benimsemiştir ki, yönetici meşru dahi olsa aleyhinde konuşulabileceğini söylemiştir. Hatta bir adım ileri giderek, meşru bir yönetici hakkında argoyla bezeli kötü sözler söyleyerek hakaret edenlerin, hatta halifeyi ölümle tehdit edenlerin bile tutuklanmasına cevaz vermez.
Sadece sözlerini eyleme döküp silahlı isyana kalkışan veya toplum huzurunu bozanlar, bu hususta cezalandırılabilir.” (İslam Siyasi Düşünceler Tarihi, A. Çaylak- A. A. Bakacak)
*****************************
SAĞLIK BAKANI VE BİLİM KURULU FUTBOLA KARIŞAMIYOR
Virüs salgının verilerinde bir iyiye gidiş gözlendiği için alınan tedbirlerde biraz gevşetilmeler başladı. Berber, kuaför, güzellik merkezi ve AVM’ler açılmaya başladı. Gözler “diğer sosyal faaliyetlerde de normalleşme olabilir mi?” diye Sağlık Bakanı ve Bilim Kurulu’nda.
Fakat ilginç bir şey oldu.
Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, koronavirüs salgını kapsamında yaptığı açıklamada liglerin devamı ve futbol maçlarının oynanması konusunda sorumluluğun Futbol Federasyonunda olduğunu söyledi. Futbol tabiriyle resmen topu taca attı.
Bakan Koca, “özellikle futbol hassas bir konu. Geniş kitleleri ilgilendiren bir alan ve burada kararı vermesi gereken federasyonun kendisidir. Federasyon özgür iradesi ile kararını verebilir. Bakanlık olarak asla öneri, yaklaşım ve katkıda bulunmak istemiyoruz. Bundan sonraki sorumluluk da federasyonundur. Liglerin devamı konusu Futbol Federasyonumuzun kendi iradesi ile alacağı bir karardır" dedi.
Küresel bir salgın söz konusu. Çok boyutlu etkileri olan bu olağanüstü durumun kriz yönetiminin lokomotifi Sağlık Bakanı ve Bilim Kuruludur.
Bilim Kurulunun ve Sağlık Bakanlığının tavsiyeleri doğrultusunda bugüne kadar hayal dahi edemediğimizi olağanüstü tedbirler alındı.
Uluslararası ve illerarası seyahat kısıtlaması, milyonlarca insanın sokağa çıkma yasağı, yüzbinlerce işyerinin kapatılması, Milli Eğitime bağlı okulların, üniversitelerin, ibadethanelerin kapatılması gibi ağır kararların mimarı olan Sağlık Bakanı (ve Bilim Kurulu) konu futbol olunca asla sorumluluk almak istemiyor.
Ne yani? Şimdi kimin seçtiğini bilmediğimiz, isimlerini dahi bilmediğimiz bir federasyon yönetimi Türkiye’de virüs salgınını hortlatabilecek kararlar almaya tek yetkili midir?
Bakan hadi şöyle dese, “bu kararı almaya Sayın Cumhurbaşkanımız yetkilidir. Biz makama görüşümüzü sunduk/ sunacağız, karar kendilerinindir.” Bunu anlayabiliriz.
Ama “Bakanlık olarak bu konuda asla öneri, yaklaşım ve katkıda bulunmak istemiyoruz, sorumluluk federasyonundur” sözünü anlamamız mümkün değildir.
Federasyonun alacağı maçlara devam kararı ile salgın tekrar büyürse vatandaşın gözünde sorumluların Sağlık Bakanı ve Cumhurbaşkanı olacağı açıktır.
Bunu Bakan Fahrettin Koca bilmez mi? Elbette bilir.
O halde bu açıklamanın arkasında bizim bilmediğimiz bir şeyler var.
07.05.2020
Leave a comment
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.