Ahsen Okyar Söylenmek yerine söylemek lazım… Şikayet edeceğine sen de alternatifini oluştur.

25Nis/200

ÂYET OKUYAN KUŞLAR… / Saliha MALHUN

ÂYET OKUYAN KUŞLAR… / Saliha MALHUN

Ey Muhterem Din Alimleri, Rahipler, Papazlar, Hahamlar, Hindu ve Budist Bütün Rahipler, Müftüler,

Ben daha çocuktum…
Babamın şu yokluk denizinden devşirdiği bir gül, ötelerden uçup gelen, onların yuvalarını cıvıltılarımla doldurduğum minicik bir kuştum... Bir kuş ki Rahman olan yüce Allah’ın (c.c) merhametiyle kuşattığı ana- babamın sevgisiyle beslendim ve korundum.

Büyüdükçe her şeyin aslını öğrenir gibi oldum. Dedemin abdest alması, namaz kılması ve Ramazan ayında tutulan oruçlar beni çok şaşırttı ilkin. Ne garipti şu üç defa ağıza, buruna su vermek, sonra alnı yerlere sürmek... Ya şu boncuklarla dua saymak büyüklerin oyunu muydu? Ama ben anlamadığım hiç bir şeye yenilmedim. Önce dedemle birlikte seccadesinin ucuna yapışarak secdeye kapandım, ardından ‘öğleye kadar’ orucu tuttum. Pek tabii ki ben Müslüman bir ailenin çocuğuydum. Dedemin ilk öğrettiği, Allah (c.c.) ve meleklerinin en çok sevdiği bir duayı ben hâlâ çok severim size de o duayı öğretmek isterim.. O dua: Süphanallahi ve bi hamdihi… Süphanallahi ve bi hamdihi… Süphanallahi ve bi hamdihi…

Bu duayı ilk öğrettiğim komşu amca, kollarımdan tutarak göklere kaldırmıştı ben... Ve ben o zaman anlamıştım ibadetin insanı göklerde uçurduğunu... Çünkü ben çocukken “Ayet Okuyan Bir Kuştum..”. Artık benim için dinim; Allah’ın hazinelerinden sevimli ve güzel hediyeler dağıtılan mutluluk ülkesiydi.. Bu yüzden Noel’de çocuklara oyuncak ayılar ve bebekler dağıtan Noel Baba’nıza fazlaca özenmedim.

Ben henüz çocuktum..
Sorularım ötelere yönelikti. Hep sorardım ölümü, doğuşu... Ve ilk defa o zaman anlatmıştı bana dedem, ötelerden bu dünyaya geçici bir süre için indirilmiş bir prenses olduğumu. Bana orucu ve namazı öğrettikleri için büyüklerime minnet borçluyum.. Yoksa duyamayacaktım perdelere, koltuklara, duvarlara sinen lavanta kokularını. Biliyor musunuz, ilkin bir ses, kötü, kurnaz bir cadı gibi beni içime doğru çıktığım yolculuktan alıkoymak istedi ama ben aldırmadım. Menekşeden vişneye, kirazdan çileğe ve incirden zeytine iftar torbamda kuş sofrası hazırladım. Dilimde de sürekli o âyetle dolaştım: “Vettini vezzeytuni.. Vettini vezzeytuni..” Çünkü ben âyet okuyan bir kuştum… Üstelik henüz çocuktum. Çocukluğumun zayıf noktalarından kurtulmak için değildi savaşım. Büyüklüğün büyüklüklerini yaşamak ve çocukluktan çıkmak içindi umudum..

Sonra büyüdüm…
Nefsim, namaz ve oruç gibi ibadetlerle eğitilmişti artık. Bu yüzdendi ergenliğe girdiğimde sizin gençliğiniz gibi inkarın karanlığına saplanmaktan, gençliğin telafi edilemez çılgın davranışlarından korunmuşluğum. Çünkü ben okulda bana öğretmeye çalıştıkları Darwinizm’i pek gülünç bulmuştum. Ve yine "Tabiat" denilen bir "ananın" kendi kendini yarattığı da hiç inandırıcı gelmemişti bana. Çünkü ben tabiata karşı baş eğmemeyi oruçla öğrenmiştim. Açlığa ve susuzluğa dayanıklı, melankoli krizlerine girmeyen bir yiğit kız olmuştum.

Bir türlü anlam verememiştim Tv’de izlediğim batı dizilerindeki aile ilişkilerinize. Sizin toplumunuzda çocuk için baba her şey. Bir nevi küçük Tanrı! Zaten tahrif edilmiş Hristiyanlıkta tanrının baba oluşu, ister istemez çocuklarınızın babayı tanrısallaştırması için bir vasıta değil midir? Sonra buluğ çağında realist bir gözle görüyorlar babalarını. Ne garip çocuklarınızın Tanrı babadan, alelade bir babaya geçiş halleri. Ne garip aynı ailedeki küçük çocuğun babaya taparken, abisi olan gencin inkar edişi. Ne garipti onsekiz yaşından sonra gençlerinizin evi terk edişi. Ne garip çocuklarınızın amcalarına teyzelerine, okulda hocalarına isimleriyle hitap etmeleri.

Oysa ben kendimden ve babamdan da ölçülemeyecek kadar yüksekte, her şeyin üstünde, sonsuz bir gücün bulunduğunu, babamın da kendimin de onun önünde eğildiğimizi, ona secde ettiğimizi, bizlerin onun kulu olduğumuzu idrak etmiştim. Ve ben babamın ve dedelerimin bu kutsal eriyişte ulvileştiklerini görmüştüm. Oysa şimdi batılının ‘dehşetli çocuk’, ‘asi gençlik’ dediği şey bu tanrı babadan insan babaya ani geçişten kaynaklanmıyor mu?

Ey Din Âlimleri,
Sizler, şu kirlenmiş yeryüzünü en ışıklı ayinlerle yıkamadıkça, ‘mutlak’ın sesi olan vahyin nuruyla aydınlatmadıkça, düşüncenin en yanılmazı olan bir mü’minin düşünceleriyle aydınlatmadıkça, yüzünüzün, gönlünüzün, düşüncelerinizin “nurlanması nasıl mümkün olabilir ki?

İnanmayan kâfirlerin yeryüzünde bozgunculuk yaptığı, savaşlar çıkardığı, insan kanı akıttığı bu dünyayı, Hz. İbrahim’in baltasıyla, Hz. Musa’nın asasıyla, Hz. Mesih’in nefesiyle ve Sevgili Peygamber Efendimiz'in (s.a.v) duasıyla imar etmek siz din adamlarının vazifesi değil miydi?
Tarihin kabrini açmak sizlerin vazifesi değil miydi?
Afrika’yı aydınlatmak sizlerin vazifesi değil miydi?
Asya’yı uyandırmak sizlerin vazifesi değil miydi?
Yeryüzünde Allah’ın nurunu söndürmek isteyen ifritlerin çığlığından kurtarmak sizlerin vazifesi değil miydi?
Ruh deccallerini öldürmek!… Çünkü yaklaşmıştır artık! Hepiniz bilmektesiniz Ruh Mehdisi’nin doğum saatini! Kudüs’ü kurtaracak, onu miracına kavuşturacak! Bir melek alayının ansızın yeryüzüne inişi ve ellerindeki Hızır meş'aleleri yalnızca inanmışların gözüne görünecektir! Marksistlerin, dini bir hayal, bir vehim, bir yanılsama ve fantezi, bir afyon sayan teorileri alt üst olacak ve melekler ansızın yakalayacak onların hepsini!

Ey Muhterem Din Alimleri,,
Mademki imanınız, sırrını yalnız sizin bildiğiniz, tekniğini yalnız sizin kavrayabileceğiniz, şeytanı karşınızda dilsiz bırakan bir gayb silahı ve yardımcı melek ordularıyla kuşanmışsınız, şu halde zayıf insanları güçlendirmek, yıkıcı kuvvetler karşısında yiğitçe direnişi öğretmek sizin vazifeniz değil miydi?

Dünya’da insanlık artık bildiğimiz ölüme bile hasret çeke çeke ölmektedir! Yeni bir dünyanın kurulduğundan habersiz, demokrasinin dinden kopuk yaşayamayacağını duymazlıktan ve bilmezlikten gelen,. 20. yüzyılın kanlı savaşlarından çıkmış insanlığın yeniden imana dönüş yaptığını gözlerden saklamaya çalışan iblis ve ordusuyla savaşmak sizlerin vazifesi değil miydi?…

Vahyin yakuttan mayasıyla insanlığın ruhunu mayalamak, nefisleri Hz. Davut Peygamberin örsünde dövmek, Hz. İsa Peygamberin tevekkül tasından susamışlara su vermek, Sevgili Efendimiz'in (s.a.v) elinde Kur’an kevseriyle yıkanmış bir dünyayı sunmak siz din adamlarının vazifesi değil miydi?

Bütün bir din tarihini anlatmak, o tarihte insanlığı tayyi mekan yolculuğuna çıkarmak sizlerin vazifesi değil miydi? Ortadoğu’da yanan Nemrut’un ateşidir hala! Fakat ateş İbrahim’leri sizlerin duası ve gayretiyle yakmayacaktı!. Irak’taki İsmail’leri Kurban olmaktan kurtaracak da sizlerin duası ve gayreti olacaktı!

Dünya’yı içine çeken bir madde uçurumudur. Hz. Yusuf’un düştüğü kuyu gibi adeta büyülü ve zehirli bir kuyudur bu! O kuyudan yepyeni bir dünya çıkacaktır! Göze görünmeyen madenler o dünyayı atom atom kuşatacak, yeniden donatacaktır. Kuyudan çıktığında o dünya Hz. Yusuf gibi nurani çehresiyle parlayacaktır!

Ey Yeryüzündeki Bütün Din Alimleri!
Dünyadaki bütün ‘izm’ler Hz. Musa’nın Sina dağına gittiği ve dönüşünde halkını altın buzağıyı yapmış ve tapmış olarak bulduğu o çileli imtihanlardan başka nedir ki? Ey Vahye sadık olanlar! İnsanlığın başına bela olan bu bin yıllık buzağıyı boğazlayın artık!

Şayet sizler üzerinize düşen bu vazifeleri layıkıyla yerine getirirseniz, Allah dostu Hz. İbrahim’den, Allah’la konuşma şanının sancağı Hz. Musa’dan, Cebrail nefesinden oluşmuş Hz. İsa’dan ve en büyük dereceye, Allah’ın sevgilisi olma derecesine yükselmiş Hazreti Muhammed (s.a.v)'den siz inanan mü’minlerin üzerine görünmez armağanlar inecektir. Çünkü o yüce Peygamberler isterler ki ümmetleri kendilerine benzesinler.

Allah onların duasını kabul edecek ve biz inanan mü’minler yeniden ruhumuzun silahlarını donanacağız! Tabiata karşı, kötülük doktrinlerine karşı, egoizme, terörizme karşı ruhun en büyük silahI, Allah’a tapmaktır. Allah’a tapmak tıpkı Ashab-ı Kehf’in yiğitleri gibi şehadet parmağını göklere kaldırarak, Allah’lık iddia edenlere haddini bildirmek, yalanı devirmektir! İnanmak Allah’ın insanlığa armağan ettiğin en mucizevi silahtır. Kıyamete kadar inançtan daha üstün maddi veya psikolojik bir silah ortaya koyamayacak karanlığın efendisi! Bu silahın karşısına çıkan silahlar Hz. Musa’nın asasının karşısına çıkarılan büyücü değneklerinden farksızdır.

Ey Yeryüzündeki Din Adamları,
Yalancı propagandaya karşı hakikatin tebliği, şeytanın iğvasına karşı vahyin telkini, zulme karşı adalet, cehalete karşı irfan, şehvete karşı oruç, putperestliğe karşı secdeyi aşılamak sizlerin vazifesi değil miydi? Fakat sizler üzerinize düşen vazifeleri layıkıyla yerine getirmediniz!

Şu halde ellerimi kaldırarak Rabbime şöyle niyaz ediyorum:
Allah’ım, sen din âlimlerini kendi ruhlarına kapanmaktan koru!
Onları toplumun yükselen din heyecanı içinde erit.
Öyle ki ruhların gözle görünür elle tutulur bir biçimde canlandığını, caddelerden nur nehirlerinin aktığını görsünler.
Bizlere arı duru bir ruh ve gönül kazandır Allah’ım!

Ey iyilerin ve kötülerin Rabbi!
Şehirlerimizi değiştir! New York’u, Washington’u, Londra’yı, Paris’i, Berlin’i, Bükreş’i, İstanbul,u Moskova sokaklarını ve caddelerini büyük zamanların insanlarıyla doldur. Tarihi yeniden dirilt!

Sübhaneke ya ilahe illa ente’l-emanül-emani…
Mescid-i Aksa’yı, İlahiler, tekbirler, salavatlarla, Kevser ve zemzemle yıka. Giydiğimiz bayramlık elbiseler gibi içimizi de yepyeni ve taptaze olsun.

Ya Hayy!...
Geçmiş ve gelecek zamanlardaki yüce ermiş ruhlarını bu manevi şölenle davetlendir. Bizleri de bu şölene yüzyıllarca çağrılmışlardan eyle.
Yarım bin yıl aralığına yakın bir zaman aralığında insanlığın nesli arasında tükenmeye yüz tutmuş kadim bir kuş topluluğu olan “Ayet Okuyan Kuşlarına” sen Zümrüd-ü Anka olup dönmelerini nasib eyle.
Sen yalnız günü, geceyi değil, bin yılları onaransın.
Kainata ve Berzah’a yakut cevher özünü veren en büyük ustasın.
Kentlerimizi de berzah gibi aydınlat.
Bizleri görünmez terazilerinde tart.
Görünmeyen kalemlerdeki kayıtlarımızı görür ruh ermişliğine yücelt bizleri.
Bizler yeni bir uygarlığın kapısına geldik, dayandık. Bizi sana döndür. Sana, senden daha yakın öncesiz , sonrasız, ölümsüz, sonsuz, doğumsuz, diri, gören, işiten esman ile yakarıyorum. Ağır bir materyalizm hastalığıyla yere çalınmış bu çağı Bursa çinilerinin yeşilinden ilk bahar gibi, Şeyh Edebali ocağından, Ertuğrul Gazi’nin otağından yeniden dirilt!

Kentler ve ufuklar, doğu ve batı gece ve gündüz, öte dünya, cennet ve cehennem, yakın ve uzak hepsi senin kudret elindedir. Bizleri dünya çerçöpünden, müneccim değneklerinin şerrinden koru

Ya Emanül eman!
Dağılmış, darmadağın olmuş mü’minleri tekrar nurunla topla… Yolun kıyısında bakakalacak inançsızlar ve inkarcılar ne olurdu katılsalardı bu yolculuğa…

Kur’an-ı Kerim, Allah’ın insanlığa armağan ettiği büyük bir medeniyetin ulu bir kitabıdır. Tek noktası bile değişmeyen, ölmek nedir bilmeyen bir kitabın ilk niyazıyla yakarıyorum.

“Bismillahirrahmanirrahim“
“Elhamdü lillahi rabbi’l-alemin. Er-rahmani’r-rahim. Maliki yevmi’d-din. İyyake na’büdü ve iyyake nesta’in. İhdina’s-sıratal müstekim. Sıratallezine en’amte ‘aleyhim ğayri’l-mağdubi ‘aleyhim vela’d-dallin.” (Amin)

.....

- İşbu yazı 28-11. 2006 tarihinde bir edebiyat sitesinde kaleme aldığım ve başta Milli Gazete olmak üzere gönderdiğim ve neşredilmesi için ısrar ettiğim, fakat; “ sayfamızın formatı uygun değil” vs gibi sudan bahanelerle hiçbir İslamcı, Milliyetçi, muhafazakar gazetede neşredilmeyen, hepsi tarafından aforoz edildiğim "Dinler Arası Diyalog Toplantılarına Açık Bildirim" idi. Bu Ramazan Hira döneminin fikir hayatımıza hayır ve bereket getirmesini niyaz ediyorum. Saliha MALHUN

Bu yazıyı beğendiniz mi?

RSS Kaynağımıza abone olun!

Yorumlar (0) Geri izlemeler (0)

Yorum yapılmadı.


Leave a comment

Geri izleme yok.