“Feministlere İnovatif Öğütler!” ve “Feministlikten Kurtulma Kılavuzu..” – Gürkan AVCI
“Feministlere İnovatif Öğütler!” ve “Feministlikten Kurtulma Kılavuzu..” – Gürkan AVCI
En son İstanbul Sözleşmesi üzerinden Türk toplumuna dayatılan feminizm kaynaklı bozgunculuk, kargaşa, ifsat ve huzursuzluk tohumlarının ve retorik söylemlerinin etki ve orijinalliğinin farkındayız hepimiz. Ancak, bu soruyu bugün sormasak yarın altına cevapları sıralayamayacağız. Gün, bugün. Anlamak, farkına varmak hatta çözüm için kolları sıvamak için.
Fakat şunu da açıkça söylemeliyim ki vahşi neoliberal ekonomik politikaların hız kesmeden güdüldüğü günümüz dünyasında kadınlar, kız çocukları ve anneler pek çok adaletsizlikle karşılaşıyor ve daha da karşılaşacak ve bu durumda kadınların haklarından elbette ki bahsetmek ve savunmakta, toplumumuzun selameti için kaçınılmaz olacaktır ve olmalıdır da.
Ancak bizlere feminizm nedir diye sorduğumuzda, kadınların da erkeklerle eşit siyasal, ekonomik ve sosyal haklara sahip olmasını savunan bir akım olduğu söyleniyor. Sanayi devrimiyle ortaya çıkan eşitsizlik ortamında kadınların ezilmesine karşı çıkan bir toplumsal hareket olarak tanımlansa da artık radikal ve varoluşçu feminizmden liberal ve eko-feminizme, oradan Müslüman feministlere kadar geniş bir yelpaze ve tanımlara sahip toplumu bölücü bir hareket oldu.
Ama şu bir gerçek ki feminizm bir cinsellik siyaseti güdüyor. Bizim inanç değerlerimiz ve kültür mirasımız insanın varoluşunu kadın veya erkek olma noktasında temellendirirken feminizme göre tarih ve gelecek cinsiyetler arası çatışma ile şekilleniyor. Bu nedenle feminizmi, ırkçılığın boyut değiştirmiş asimetrik yeni bir sürümü olarak gördüğümü söylemiştim. Feminizm, kapitalizmin kadın sömürüsünü gölgelemek için ‘Cambaza bak!’ kabilinden piyasaya sürdüğü hibrit bir oyalama doktrini. Feminizmi, Müslüman mahallesinde salyangoz satma eylemi olarak bile değil, zehirli bir salyangoz olarak tanımlıyorum. Kapitalist emperyalizmin kadınlara, kadınlar üzerinden attığı en büyük kazığın adıdır Feminizm…
FEMİNİZM AİLENİN VE TOPLUMSAL BARIŞIN DÜŞMANIDIR! Aileyi kadın erkek arasındaki kaygan ve hiyerarşik ilişkinin merkezi olarak gören feminizme göre toplumda ve ailede erkek üstün kadın da aşağı konumda olmaya mahkûmmuş güya. Kadın anne olmak ve çocuk dünyaya getirmek zorunda olduğundan kendisini geliştiremediği için ancak aile kurumu ortadan kalkarsa kadın o zaman özgürlüğünü kazanacakmış.
Kapitalist ve emperyalist batının sömürgeci özgün şartları içinde ortaya çıkmış feminizm kapitalizmin küreselleşmesi ile evrenselleştiği gibi kadın erkek kutuplaşmasını da tüm dünyaya ihraç etmiş oldu. Kadınların, annelerin, kız çocuklarının hayatında ciddi sömürü, zorluk ve istismarlara yol açan kapitalizm, feminizmi tek çözümmüş gibi tedavüle soktu ve cinsiyet temelli seküler bakış açısını bize de dayattı.
Kadınlara özgür olduklarını söyleyen, ama üzerlerine daha ince, daha kapalı, daha gizli yeni kölelik zincirlerini, yeni bozulma ve başka başka baskıların ağırlığını yükleyen feminizmden bahsediyorum. Kadınlarımızı, güya özgür, güçlü ve özgüvenli kadınlara benzeme tutkusunu, modanın, reklamın, para ve tüketimin kölesi yapmaya namzet feminizmi kastediyorum. Kadının gerçek anlamda özgürleşmesini, anneliği ve aile olmayı reddedip, dişiliğine karşı çıkarak, varoluşuna yabancılaşarak sağlanabileceğini söyleyen ama ardından kadınları tüketimin, müstehcenliğin, seks ve fuhuş sektörünün merkezine atan kapitalizmin çocuğu olan feminizmi söylüyorum.
FEMİNİZM IRKÇILIĞIN ASİMETRİK BİR SÜRÜMÜDÜR! Son yıllarda hepimiz popüler medyanın kullandığı anti-reklamlar, bilinç kodlayan film ve dizilerin subliminal mesaj ve taktiklerinden etkilenerek biraz biraz feminist olmuş olabiliriz. Bu teknikle feminizm göz kamaştıran toplumsal gelişmişlik ve eşitlik mavalları üzerinden pazarlanmaya devam ediliyor. Buna yerli ve milli reklamlar, Müslüman dizi ve filimler de dâhil…
‘Eşitsizlikçi, adaletsizlikçi düzeni yıkalım! İlkel ve çağdışı sisteme isyan edelim!…’ gibi toplumsal tepkileri üzerine soslayarak kendisine güç ve alan devşirmeye çalışan feminizm, tüm toplumun kapitalist ve sömürücü mevcut düzenin geleceğine umutla bakmasını ve küresel şirketlerin dürüstlüğüne güvenmesini sağlamaya çalışıyor.
Feminizmden peydahlı ‘İstanbul Sözleşmesi’ ironik bir şekilde belli sınıf ve bilinçten kadınlarımızı ruhsuz bir şekilde kozmopolitleştirmeye, emperyalizme hizmet edecek bir formla evrimleştirerek evrenselleştirmeye çalışmaktadır. Yani toplumsal cinsiyet bilincini kapitalist bir bilince sokmaya çabalıyor…
KAPİTALİZM YAPTIĞI KATLİAMLARI FEMİNİZMLE SAKLIYOR! Türkiye feminizmi, emperyalizmin Türkiye’de kaybettiği siyasi gücü tekrar kazandırmaya çalışıyor. Çünkü feminizm ifrit ve bencil bir kültürün hayalini kurmaktan başka bir şey değil. Ataerkillik, anaerkillik, cinsiyetçilik, ırkçılık, ayrımcılık, düşmanlaştırma, ötekileştirme gibi kapitalizmle semirtilen argümanlar; sömürgeci, dengesiz ve fesatçı feminizm üzerinden mağdur ve masum bir yüzün arkasına nasılda ustaca gizleniyor görüyor musunuz?
Feminizmin, sömürgeci kapitalizmin bir aparatı olduğunun en bariz emarelerinden birisi de feminizmin sadece parası olan yani parası yeten kadınları özellikle markajına almasından belli oluyor. Kapitalizm, feminizm kampanyasını kullanarak vahşi ve gayri vicdani-insani ikiyüzlülüğünü gizlemeye çalışıyor. Türk kadınlarına ‘aydın, yenilikçi, çağdaş, modern, çağdaş müslüman, solcu, sosyalist, bilinçli, kültürlü!...KADIN’ sıfatları adı altında yutturulan feminist tabletler üzerinden ağır ve sancılı bir ötekileştirme amaçlanıyor.
Gerçekte feminizm bayat, basit ve sığ bir içeriğe sahiptir. Derinliği, idrak ve şuuru zayıf olan eften püften ideolojilere intisap etmiş kadınları tüketim ve bozgunculuk arafında hapsetmeyi amaçlayan kötücül bir girişimin adıdır feminizm. Feminizm, kadınlara var olan kan, gözyaşı, manipülasyon, dejenerasyon ve sömürü düzenini değiştirmeleri gerektiği fikrini satıyor. Ancak kapitalizmin en mağdur kurbanı olan kadınlara bu sorumluluğu vererek, kapitalizmin hiçbir suçu yokmuş gibi, tüm suç kadınların cesur, güçlü ve özgüvenli olmamaları yüzünden kaynaklanıyormuş gibi telkini üzerinden sistemi ödüllendirmiş oluyor.
İSTANBUL SÖZLEŞMESİ TÜRK TOPLUMUNUN PROTESTANLAŞMASINA HİZMET EDİYOR! Yani ‘İstanbul Sözleşmesi’ ile feminizm, orijin İslam’ın erdem ve değerleriyle yüzleşmekten kaçınan kof, kapitalist Müslüman bir toplum yarattı. Ucube, ruh hastası, şizoid kadın kılıklı taklitler yarattı. Ortaya çıkan her yeni jenerasyon taklit de bir öncekinden daha sığ, boş ve acil sağaltıma muhtaç oldu. Kripto yazarlar, batı hayranı sanatçılar, ruhsuz düşünürlerin ataklarıyla filizlenen Türk feminist hareketleri aile yapımızı, mahalle ve komşuluk geleneğimizi, toplumsal ve beşeri ilişkilerimizi ve dâhilinde iş yerlerindeki kurumsal yapı ve çalışma kültürünü zehirleyerek kadın - erkek düşmanlığına dönüşmeye başlamıştır.
Sıklıkla görüyor ve tanık oluyorum ki güç ve para sahibi pozisyonlarda bulunan dindar kadınlar dahi erkek gibi davranarak güya ataerkil düzeni yıktıklarını zannediyorlar. Hâlbuki bu kapitalist toplumun yüceltilmesinden ve desteklenmesinden başka bir şey değildir. Bu kadınların da dahil olduğu, omuz verdiği kapitalist, gayri insani bir düzendir sadece.
Türk kadınlarına son sözlerim şudur ki size yol gösterenler feminist reklamlar, dizi ve filimler, popülist patron kadınlar, güya aykırı ama başarılı CEO’lar, sanatçılar olamaz. Emperyalist feminizme, kapitalist doktrinlere karşı hareket başlatabilmek için ilginize aç köklerinize dönmeniz ve tüm istismar ve sömürülere karşı haklı öfkenizi dışa vurabileceğiniz bir kadim değerler bakiyesinin mensubu olduğunuzu hatırlamanız gerekiyor.
FEMİNİZM TOPLUMU ŞİZOFRENİYE SAVURUYOR! Şuurlu ve akıllı bir kadın feminist olamaz. Hele idraki yüksek Müslüman bir kadın asla bu tuzağa düşmez. Hangi mesleği yaparsanız yapın, hangi iş kolunda çalışırsanız çalışın en büyük zenginliğiniz kadınlığınız, aileniz ve anneliğinizdir. Türkiye’de kendilerine dayatılan kadınlık/annelik rollerine karşı çıkan, çocuklarını bu rollerin dışında yetiştirmeye çalışan kadınların sayısı her geçen gün artıyor. Kendini, anneliğini, kadın kimliğini sürekli sorgulayan, bunu yaparken başka kadınların anne olmamalarını tavsiye eden kadınlar çoğalıyor. Çocuklarının anneliğe has sorumluluklarını büyükannelerine, kreş ve anaokullarına olmadı babalarına yükleyen trend kadınlar…
Bulunduğunuz durumdan ötürü suçlamanız gereken birisi varsa erkekler değil mevcut sömürücü kapitalist düzendir. Erkekler, çocuklar, yaşlılar hatta hayvanlar da sizin gibi bu harami kapitalist düzenin mağdur ve mazlumlarıdır. Suçlayıcılık üzerinden siyaset yapmak, düşünsel geliştirmek şizofreninin en belirgin semptomlarından birisidir. Suçlayıcılık Şeytani olduğu kadar, bireysel ve toplumsal şizofreninin de Tanrı’sıdır, da. Kapitalizmin amansız sömürülerine karşı aynı safta bilinçlenmek ve mücadele etmek varken kadın ve erkekleri ayrıştırmak, bölmek, ötekileştirmek Şeytani değil midir?
Kadın ve erkeklerin birbirlerini düşman olarak görmesi, omuz silkip birbirlerine bıyık altından gülerek ihanet etmesi acımasızlık değil midir? Bir kadın anne olduğunda yahut çocuğunun sorumluluğunu aldığında feminist olmaktan kurtulur mu? Kürtaj hakkı, cinsel özgürlük vs hakkını savunmak tüm sorunların özü ve çözümü müdür? Oysa sorunlar ortak ve ortak sorunların çözümü birlikte, yan yana, kol kola olmaktan geçiyor. Ayrışarak asla yapamayız!
İSTANBUL SÖZLEŞMESİ KALDIRILMALIDIR! Suçlayıcılık üzerinden Tanrı’laşmış anneler çocuklarının terbiye ve yetiştirilmesine dominantlıkla yön vermeye çalışıyorlar. Bu tür feminist anneler bir nevi çocuklarını kendilerinin yarattığını sanıyorlar. Feminist anneler bu yönleriyle tanrı anne olmaya soyunuyorlar. Eşcinsellik, uyuşturucu, kötü alışkanlıklar vs işte bu bilinçli yahut farkındasız bir şekilde feministleşmiş annelerin Tanrı’lığına yenilmiş çocukların düştüğü mütemadiyen tuzakları oluşturuyor. Feminizm, kadınlara şizofrenik ve psikotik bir ruh halini enjekte ediyor ki bile isteyerek negatif bir suçlayıcılık ila iflah olmaz bir isyan çukuruna savuruyor… Feminizm kadınlarımızı konformist ve hedonist bir yaşam kültürüne de itiyor…
Bu itibarla kadına yönelik şiddetin artmasını ve kadın cinayetlerinin çoğalmasını kötü niyetli, ihraç organize bir operasyon olarak gördüğüm İstanbul Sözleşmesi ve ona bağlı çıkarılan 6284 sayılı kanuna ve bu kanunun bilinçsizce, hunharca ve haydutça kullanılmasından kaynaklandığını düşünüyorum. Bu yasal düzenleme ile toplum temelden sarsıldı, aile birliğimiz yara aldı, Anadolu insanının masumiyet karinesi yok sayıldı. Bu yasal düzenlemelerin meclisimizdeki tüm siyasi partilerin elbirliğiyle ve ivedilikle kaldırılması gerektiğine inanıyorum.
Leave a comment
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.