“Türklük” bahsinin bilimsel sakıncaları! / Prof. Dr. İskender ÖKSÜZ
Anayasa’nın “Türkiye Cumhuriyeti’ne vatandaşlık bağı ile bağlı herkese Türk denir” ifadesine “Irkçı! Irkçı!” diyenler hislerine biraz derinlemesine baksınlar. Mefhumu muhalifinden kendi ırkçılıklarının yansıdığını göreceklerdir.
Prof. Dr. İskender ÖKSÜZ - Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi
‘Türklük’ bahsinin bilimsel sakıncaları!
Dünyayı gizli güçler yönetmektedir.”Aslında biraz karışık oldu. Hangileri? Sıraya sok bakalım, falan...
Basitleştirelim:“Dünyayı gizli bir güç yönetmektedir.”Hah şöyle! Bu hükmün sayısız faydaları vardır.
En birincisi, sorumluluk hissinden, “durum kötü, bir şeyler yapmalıyım” diyen iç sesten kurtarır. Çünkü koskoca dünyayı yöneten koskoca güç karşısında sizin yapabilecekleriniz yok mesabesindedir.
İkincisi, dünyayı anlamak için çırpınmanıza; olup biten hakkında ayrıntılı bilgi toplamanıza; bu bilgilerin çözümlenmesi için sosyolojiydi, tarihti, milletlerarası siyasetti, az biraz öğrenmeye çalışmanıza gerek kalmaz. Dünyayı koskoca bir güç gizlice yönetmektedir ya; bu bütün açıklamaların, anlamaların, tahlillerin yerine geçer; yeterlidir.
Kimdir bu gizli güç? Bu konuda da rivayet muhteliftir. Kendi içinde en tutarlı cevap şudur: “Gizli dedik ya; kim olduğu âşikâr olsa, gizli olur mu?” Fakat bu tutarlı cevap heyecanı biraz düşürdüğü için daha olağan - ve daha heyecanlı-cevaplar verenler de vardır: Yahudiler, Masonlar, ABD, AB, CFR, dönmeler, Soros... Hani “tek bir güçtü” derseniz, size bunların aslında birbirine nasıl bağlı olduğunu ayrıntısıyla anlatırlar.
Şu ana kadar hissetmişsinizdir ki “dünyayı yöneten kocaman gizli güçler”e son derece soğuk bakarım; bakmaktayım... Fakat geçen ay öyle bir şey oldu ki; bu değerlendirmeleri acaba bir daha gözden mi geçirsem diye düşünmeye başladım.
Olan, TESEV’in, “Kürt Sorunu’nun Çözümüne Doğru: Anayasal ve Yasal Öneriler” raporudur. TESEV, Nejat Eczacıbaşı’nın bize on yıllar öncesinden gönderdiği bir hediye. Kendi ifadeleriyle misyonları şöyledir: “Türkiye’nin önemli meseleleri hakkında araştırma yaparak, çözüm seçenekleri üret(mek)”. Bu araştırmaları yaparken de “vakıf, bilimsel araştırmanın gereği olan en yüksek standart ve ilkelere bağlı kalır”.
Bu kadar yüksek bilimsel standartları olan TESEV’in önerisi de gayet açık: “Türk Milleti’nin hukukî varlığı ortadan kaldırılmalıdır!” Hukukçular anlamaz diye basitleştireyim mi? “Türk Milleti de jure keenlem yekûndur-öyle olmalıdır”. Şöyle diyorlar:
‘İHD kurtarılmalıdır’
“Anayasa’nın Başlangıç bölümü dâhil olmak üzere bütününde, Türk etnik kimliğine vurgu hâkimdir. Bu vurgu, metin boyunca sıkça tekrarlanan ‘Türk vatanı ve milleti’, ‘yüce Türk devleti’, ‘Türk milleti’, ‘Türk toplumu’, ‘her Türk’, ‘Türk vatandaşı’, ‘Türk dili’, ‘Türk kültürü’, ‘Türk tarihi’ gibi ifadelerle kendisini göstermektedir. Bu dil, farklı etnik kökene mensup insanlardan oluşan Türkiye toplumunun çoğulcu yapısıyla bağdaşmamaktadır. Bu nedenle, hazırlanacak yeni Anayasa’da herhangi bir etnik kimliğe bu ve benzeri göndermeler yapılmamalıdır. Gerek Anayasa’nın birçok maddesinde, gerekse çeşitli yasalarda yer alan ‘Türk milleti’ ifadesi ‘Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları’ ifadesiyle değiştirilmelidir. Bazı hukukçulara göre ise, kolaylığı nedeniyle sadece ‘millet’ sözcüğünün kullanılması yeterli olacaktır.”
“Bu düzenlemeler ışığında, 6, 7 ve 9. maddeler başta olmak üzere, Anayasa’da yer alan ‘Türk milleti’ ifadeleri,’”Türkiye vatandaşları’ ibaresiyle değiştirilmelidir. Benzer bir düzenleme, yasalar, yönetmelikler, genelgeler ve tüzüklerde, yani mevzuatın genelinde de yapılmalıdır.”
Eh, bilim böyle söylüyorsa ne yapalım... Yalan söyleyecek halleri yok ya; en yüksek bilimsel ilke ve standartlara bağlı kalarak bu araştırmayı yapmış, bu sonuca varmış ve bu raporu yayınlamışlar. Şimdi bu hizmeti borçlu olduğumuz tarafsızlığına en küçük gölge düşmeyecek bilim adamlarını bir sayalım:
Hasip Kaplan, BDP Şırnak Milletvekili
Meral Danış Beştaş, BDP Eş-Başkan Yardımcısı
Demir Çelik, Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) Eş-Başkan Yardımcısı
Reyhan Yalçındağ Baydemir, İHD Eski Genel Başkanı
Öztürk Türkdoğan, İHD Genel Başkanı
Hüsnü Öndül, İHD Eski Genel Başkanı
Rapor için başvurulan hukukçular bunlardan ibaret değil. Fakat BDP dışında parti, İHD dışında dernek yok. Dicle Üniversitesi’nden iki isim var. Başka bir üniversite yok. Diyarbakır, İstanbul ve Ankara Barosu’ndan da isimler var. Yukarıda saydığım 6 kişi çıkınca geriye 11 kişi kalıyor. Onları da şöyle bir googlelayım dedim. Yedi tanesi Brüksel Kürt Enstitüsü’nün İnternet’e koyduğu “Çocuklar için adalet” bildirisine imza vermişler. Oradan mı tanışıyorlardı...
İHD hakkında bir şey yazmadım. Bu bazılarına göre PKK’nın yan, bazılarına göre cephe kuruluşu. Kendileri bunu reddediyor. Kurucularından Adalet Ağaoğlu, derneğin “ırkçıların eline” geçtiğini söylüyor. İlk genel başkanları “İHD kurtarılmalıdır” diyor. İHD hakkında son aklımda kalan, Trabzon Şubesi sivilleri öldürdükleri için PKK ile İsrail’i birlikte kınadı diye genel merkezin şubeyi azarlaması ve “Trabzon Başkanı’mızın Kürt meselesini bilmediği anlaşılıyor” demesiydi.
Yukarıda yazdıklarımın pek azı beni ilgilendiriyor ve pek azı bu yazının konusu ile ilgili. İsteyen BDP’li olur, isteyen İHD’ye gönül verir. İsteyen Brüksel Kürt Enstitüsü’nün yayınlayacağı bildirileri hazırlar veya imzalar. Hatta isteyen Kürt ırkçısı olur, isteyen Türk düşmanı...
Beni ilgilendiren soru şu: Sevgili TESEV, “bilimsel araştırmanın gereği olan en yüksek standart ve ilkelere bağlı kalır”ken hukuk paneli böyle mi seçilir?
Panelinizdeki hukukçuları tanımıyorum. Muhtemelen her biri alanında bir zirvedir. Benim sorum, “bilimsel araştırmanın gereği olan” tarafsızlık üstüne. Ne dersiniz? Raporunuzda “bunlar da böyle düşünüyor” başlığı yok. Raporunuz, “PKK’nın tutumu şudur” veya “BDP böyle düşünüyor” veya “İHD’nin görüşü budur” diye hazırladığınız bir röportaj da değil. Bu saydıklarımın ve sadece bu saydıklarımın benimsediği politikalar “bilimsel” deyip, altına TESEV imzasını atmışsınız!
O halde siz, “toplumun karşı karşıya bulunduğu sorunlara çözüm” bulmaya çalıştığınızı ve bunu “en yüksek bilimsel standartlara göre” yaptığınızı söylerken bir yalan takdim (misrepresentation) içinde olmayasınız? Kendinize, “Daha önceden kararlaştırılmış bir programın icrası ve propagandası için çalışmaktayız” diye bir misyon yazsaydınız daha mı doğru olurdu?
Belki de haksızlık yapıyorum. Kuzey Kore “demokratik cumhuriyet”, PKK “barış ve demokrasi”, Stalin “bilim ve demokrasi” taraftarı olduğuna göre siz de misyon ifadenize dilediğinizi yazabilirsiniz.
Kim ırkçı kim değil?
Gelelim “Türk”ün hukuken silinmesine...
Şimdi bir Türk olarak ben “Türk bir ırktır”, “Türk bir etnisitedir” diye tutturursam bu ırkçılık değil midir? Bal gibi öyledir.
Peki, siz “Türk bir ırktır, bir etnisitedir” dediğinizde nasıl oluyor da aynı söz insaniyetçilik ve demokrasi oluyor? Anayasa’nın “Türkiye Cumhuriyeti’ne vatandaşlık bağı ile bağlı herkese Türk denir” ifadesine “Irkçı! Irkçı!” diyenler hislerine biraz derinlemesine baksınlar. Mefhumu muhalifinden kendi ırkçılıklarının yansıdığını göreceklerdir.
TESEV’in çalışmasının sınırlarımızı aşarak bütün dünyaya yararlı olmasına sağlamak için aşağıya birkaç ülke anayasasından seçmeler alıyorum. Artık onlara da bilimsel panelin bulgularını bildirip gerekli düzeltmeleri yapmalarını sağlamak boynumuzun borcu oldu.
Fransız Anayasası başlangıcı: “Fransız halkı vakarla ilan eder ki...” Fransa halkı değil. Metinde Fransa iki defa, Fransız 5 defa geçiyor.
Alman Temel Kanunu başlangıcı: “Tanrı ve insanın huzurunda... Alman Halkı, kurucu iktidarlarını kullanarak...” (Almanya halkı değil!) Temel kanunda 45 defa “Alman”, 17 defa “Almanya” denmektedir. Almancada kelime işlemciyle bu ayrımı yapmak kolay. Alman: Deutsch. Almanya: Deutschland.
İspanya Anayasası’nda “İspanyol” 20 defa geçiyor. İspanya 26 defa.
Ermenistan anayasasında 6 defa Ermeni deniyor.
Yunan Anayasası hepsinden hoş. Vatandaşların kanun önünde eşitliğinden değil, Elenlerin kanun önünde eşitliğinden bahsediyor!
Birçok anayasada, vatandaş olmayan milletdaşların nasıl kolayca vatandaş olabileceği de anlatılıyor. Mesela Ermenilerin nasıl kolayca Ermenistan vatandaşı olabileceği...
Anlayamadığım nokta şu: Fransızlık, Almanlık, İspanyolluk, Yunanlık, Ermenilik kimseyi rahatsız etmiyor ama Türklük... Aman sakın. Bilimsel olarak sakıncalı!
Churchill’i hatırlayın...
Bu garip duruma bir anlam vermeye çalışırken aklıma İlber Ortaylı’dan okuduğum şu satırlar geldi ve galiba bunlar sayesinde meseleyi çözdüm:
“ABD’nin Türkiye hakkında iyi hisler beslemediği, misyonerlerinin faaliyetinin daima bu yönde desteklendiği açıktır. Daha 1896’da Everett P. Wheeler, ‘Biz Türkiye’de Hıristiyanlar ve Hıristiyanlık için okul, hastane açıyoruz, ilâç götürüyoruz, modern tıbbı ve eğitimi kuruyoruz. Türk bizi istemeyebilir ama oranın sahibi Türkler değil ki...’ diyordu. Bu tür neşriyat eksik değildi. Esasen Amerikan diplomatları hiçbir zaman misyonerlerin bu gibi aşırılıklarını frenlemek için ciddî bir girişimde bulunmamışlar, Babıâli’yi suçlu göstermeyi âdet edinmişlerdi.” (İlber Ortaylı, “Osmanlı’da Milletler ve Diplomasi”)
“Oranın” dedikleri yer Türkiye’dir. Veya Wheeler’in gözünde Ermenistan’dır, Anatolia’dır, Asia Minor’dur. Aziz Yuhanna’nın, Pavlus’un baharat kervanlarının geçtiği Roma topraklarıdır. Adına ne denirse densin “Oranın sahibi Türkler değil ki.” Tabiî Wheeler’in “Türkleri” Kürtleri de kapsar. Onun bu satırları yazmasının üzerinden iki on yıl geçmeden ABD Başkanı, Meşhur Wilson Prensipleri’nin Wilson’u, “Ağza alınmaz Türkün ve onlar kadar zor Kürdün boynunda, onlara bir miktar edep öğretinceye kadar oturmak” gerektiğinden bahsedecektir. Birkaç yıl sonra da Winston Churchill Kürtlerden bahsederken, “Vahşi kabilelere karşı zehirli gaz kullanılmasını niçin tenkid ediyorlar, anlamıyorum” diyecektir.
Fransa Fransızlarındır!
Öyle ya... Fransa Fransızlarındır, Almanya Almanların, Ermenistan Ermenilerin, Yunanistan Elenlerin. Ama Türkiye Türklerin değildir. Öncekiler millettir. Türk, millet değildir. Türk, olsa olsa bir etnik grup veya ırktır (her ne demekse)! Bugün-maalesef-Türkiye denilen kutsal topraklarda daha birçok etnik grup vardır. Ve ne yapıp yapıp oraları bir an önce medeniyete tekrar kazandırmak gerekir. Her halde ilk hedefimiz 1919’da de-facto (fiilen) gerçekleştirilemeyen bu Eski-Yeni Orta Doğu projesini şimdi de-jure (hukuken) gerçekleştirmektir.
Ne dersiniz? Uçuyor muyum? Gizli büyük güçler mi peşimizde?
Bilemiyorum. Ama asude ve rahat kamuoyuna da, yaz sıcağında gevşemiş kendi ruh halime de itimadım yok. Kürtlerin ayrılmak istemediklerini biliyorum. Kendilerine, “Siz Kürtsünüz o halde Türk değilsiniz” dersem benimle hayat boyu bir daha konuşmayacak Kürt arkadaşlarım var. Onları da biliyorum. Benden daha Türk milliyetçisi Kürtler de tanıyorum. Ama bakın TESEV’in “bilimsel standartları” böyle demiyor.
Acaba büyük ve gizli- belki de açık- bir güç bunları yapıyor ve bize seyretmek mi düşüyor. Bir yazısını bile kaçırmadığım ve olayların perde arkasına vukufuyla kimsenin boy ölçüşemeyeceği Mahir Kaynak Hoca ne derdi bu işe? Galiba şöyle söylerdi: “Efendim, siz bölünmezsiniz... Sizi bölerler.”
iskenderoksuz@gmail.com
Artık depreme dayanıklı binalar yapmak mümkün.
Leave a comment
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.