Ahsen Okyar Söylenmek yerine söylemek lazım… Şikayet edeceğine sen de alternatifini oluştur.

4Eyl/180

Türk Diasporası, Vizyon, Stratejik İletişim ve Yönetişim – Prof.Dr. Hakkı KESKIN

36815021_10156669157437174_3457536879023357952_n_jpg_2018_31_7_f71660c9-1647-427e-8f10-13b7c7ad39e5Türk Diasporası, Vizyon, Stratejik İletişim ve Yönetişim - Prof.Dr. Hakkı KESKIN

Özellikle batılı demokrasilerde, önem verilen bir konuda kamuoyunu etkilemek ve kazanmak son derece önemlidir. Halkın ve daha da önemlisi, medyanın desteğini sağlamak, siyasi yöneticilerin ve hükümetlerin üzerinde önemle durdukları bir konudur.

Bunu sağlayabilmek için öncelikle bir vizyon belirlenir. Bu vizyona ulaşabilmek için de stratejiler geliştirilir. İzlenecek stratejiler için de tabii ki uygun yöntem ve araçlara gereksinim vardır.    

Çok haklı olduğunuz bir konuda bile, vizyonunuz, stratejiniz, kullanacağınız araçlar ve uygulayacağınız yöntem doğru seçilmemişse, vizyonunuza ulaşmak kolay olmayacaktır.

Haklı olduğunuz konuda öncelikle kendi toplumunuzu, insanınızı, özellikle de katalizör görevi yapabilecek kesimleri ikna etmeniz ve kazanmanız gerekir. Halkınızdan alacağınız destek, sizi Dünya kamuoyunda daha güçlü ve inandırıcı yapar.

Kuşkusuz ülkelerin kendi çıkarları, diğer ülkelerle ilişkilerde belirleyici olmaktadır. Yine de günümüzde medyanın ve geniş kamuoyunun etkilenerek, daha objektif tavır alabildiği, böylece de hükümetlerin, parlamenterlerin de etkilenebildiği unutulmamalıdır.

Ancak medya, siyasi partiler, belli sayıda parlamenterler, hükümetler, sivil toplum kuruluşları ve aralarında işveren, sendika gibi değişik kurum temsilcileri ile düzenli, sürekli bir diyalog ve bilgi alışverişi içerisinde olmak gerekir. En haklı davanızda bile, haklı olduğunuzun kanıtlanması, bu iletişimin ve diyalogun sağlanabilmesine, inandırıcı yöntemlerin kullanılmasına, sürekli ve kararlı çalışmaların yapılabilmesine bağlıdır.

Bu stratejileri, yöntemleri ve çalışmaları özellikle ABD ve batı Avrupa ülkeleri çok iyi bilmekte ve öteden beri uygulamaktadırlar. Bunun için farklı araçlar, yöntemler kullanılmaktadır.

Bu söylediklerimi Türkiye’nin önem vermesi gereken bir konuya ilişkin olarak somutlaştırmak istiyorum. Diaspora Ermenileri ve Ermenistan destekli Ermeni lobisi, yakın tarihte olan Dağlık Karabağ’ı, Hocali katliamını ve Azerbaycan topraklarının işgalini, işgal edilen yerlerden bir milyona yakın Azerbaycanlı Türkün topraklarından ve evinden kovulmasını, gündemden uzak tutmak amacıyla son derece başarılı bir strateji izliyor.

Bir asır önce olmuş olan 1915 Ermeni Tehcir olayını, sürekli olarak değişik yöntemlerle Dünya kamuoyuna, ülke parlamentolarına, hükümetlere, kiliselere, gerçekler çarpıtılarak ve yanlış veriler kullanılarak taşınıyor. Bu çalışmalarında Ermeni diasporası büyük bir süreklilik ve kararlılık gösteriyor.

Ermeni Lobisi öteden beri kendilerince ilginç bir strateji izleyerek, bizlerle sözde Soykırım iddialarını, farklı görüşlerle tartışmaktan ısrarla kaçmaktadır. Buna karşın büyük paralarla sözde soykırıma ilişkin yapılmış olan dokümanter filmler çekiliyor, televizyon kurumlarına, yazılı basına servis ediliyor. Özellikle kiliselerin ve belediyelerin de desteğiyle, konferanslar, toplantılar düzenleniyor, kitaplar yayınlanıyor.

Ermeni lobisi bu çalışmalarında başarılı oldu. Bazı ülke parlamentoları, Katolik Dünyası lideri Papa, ondan hemen sonra Avrupa Parlamentosu, 1915 tehcir olayını “soykırım” olarak kabul ettiler. Bu kararlar Bundestag, Alman Parlamentosu üzerinde de büyük etki yarattı.

Gerçeklerin çarpıtılarak, sahte, yanlış ve yalan verilere dayanılarak Türk Halkı, bir soykırım yalanıyla ve suçlamasıyla karşı karşıyadır. Ne var ki Ermeni Lobisi bu yalınında yine de başarılı olmuştur.

Çünkü ortaya konan bir vizyon var. Soykırım iddiaları, diaspora Ermenilerini bir araya getiren ortak ilke ve hatta kimlik sorunu yapıldı. Buna uygun olarak özetlediğim strateji belirlendi. Özellikle değişik iletişim araçları kararlılıkla ve büyük bir süreklilikle kullanıldı. «Dünya›da İlk Hıristiyan Ülke olma» algısı da medya üzerinden ısrarla işlendi.

Türkiye’nin elindeki arşivler, kaynaklar, olaylara tanık olan binlerce kişinin anıları, ve hatta incelenmiş olan Rusya arşivleri, raporları, sözde soykırım iddialarının nedenli gerçek dışı ve asılsız olduğunu açıkça kanıtlıyor.

O halde, Türkiye ve Türk diasporasının nasıl bir vizyona, stratejiye, iletişim ağına ve yönetişime gereksinim vardır?”
50 yıldır Almanya`da yaşayan, orada yükseköğrenimini ve doktorasını yapmış, orada 30 yıl öğretim üyeliği ve 8 yılda milletvekilliği yapmış birisi olarak, Almanya ve Avrupa’yı çok iyi tanıdığımdan emin olabilirsiniz.

Türkiye’nin soykırım iddialarına karşı izlediği, “yapmadık, etmedik” gibi sadece savunmayı öngören stratejinin etkisiz ve yanlış olduğu kanımca ortaya çıkmıştır.

Vizyonumuz, ağır insanlık suçu olan “soykırım” yalanına karşı, elimizdeki arşiv kaynakları, belgeleri, bilimsel araştırmalar, yüz-binlerin anılarıyla ve özgüvenle hayır olmalıdır.

Bundan böyle izleyeceğimiz strateji ve uygulanacak yöntem ise, batılı ülkelerin anlayacağı dilden olmalıdır. Bu konuyu parlamento gündemine alan, televizyonlarında, yazılı basında ve konferanslarda tartışan ülkelere ilişkin aynı çalışmaların Türkiye`de yapılması gerekir. Bu görüşümü öteden beri söylüyor ve yazıyorum. Bunu artık anlamanın ve uygulamanın zamanı çoktan gelmiştir.

Almanya, Fransa, İngiltere, Belçika, Hollanda veya bir başka ülke, “soykırım” iddialarını gündemine alıyorsa, o ülkenin yaptığı gerçek soykırım ve katliamlar, Türkiye üniversitelerinde önceden araştırılmalı, paneller ve konferanslar düzenlenmeli, Televizyon kanallarında tartışmalar yapılmalı, gazetelerde yazılar yayınlanmalıdır. Gerekiyorsa TBMM’sinde bu konu görüşülmeli ve kararlar alınmalıdır.

İşte o zaman ilgili ülkeler bizi anında anlayacaktır. Stratejimiz, bizden hesap soruyorsan, gel sende yaptıklarının hesabını ver olmalıdır.

Bu ülkelerin gerçek soykırımlarına ilişkin yapılacak bilimsel çalışmalar, konferanslar, paneller, medya yayınları son derece etkili olacak, dikkatle izlenecek ve ancak o zaman yaptıkları hatayı anlayabileceklerdir.

Bugün, 2. Haziran 2016’da Almanya Parlamentosunda 1915 olaylarını soykırım olarak tanımlayan, parlamentodaki tüm siyasi partiler tarafından desteklenen bir tasarı görüşülecek.

Buna karşı Almanya`da ve Berlin`de bir dizi etkinlik yaptık. Tüm Milletvekillerine, bakanlara, Parti ve Gurup Başkanlarına, Şansölye Merkel ve Cumhurbaşkanı’na gönderilmek üzere Mart ayında hazırladığım mektup, dernek başkanlarıyla görüşülerek onaylandı ve 21 Nisan’da bu kişilere postalandı. 25 Mayıs günü bir basın konferansı düzenledik. 28 Mayıs Cumartesi günü de Berlin` de büyük bir protesto yürüyüşü ve mitingi düzenledik. Bu etkinliklerimiz Alman medyasında da, sınırlı da olsa yer aldı.

Birleşmiş Milletler tarafından Soykırım Konvansiyonu 1948 de onaylanmış ve 1951 tarihinde yürürlüğe konulmuştur. Buna göre soykırım: “ulusal, etnik, ırksal ya da dinsel bir azınlığın, tümünü ya da bir bölümünü, planlı, programlı olarak yok etmek” olarak tanımlanmıştır.

Soykırım bir insanlık suçudur. Buna parlamentolar veya parlamenterler karar verme yetkisinde değildirler. Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 13 Aralık 2014 de ve yetkili üst dairesi de 15 Ekim 2015 tarihli Perinçek kararlarında bu gerçeğin altını çizerek, 1915 tehcir olayının, Almanya’nın “Holocaust” soykırımıyla karşılaştırılamayacağına vurgu yapmaktadır.

Almanya 1904 ve 1908 tarihlerinde Afrika kolonisi Namibya’da Herero ve Aman halklarına karşı büyük katliamlar yapmıştır. Sol Parti tarafından Alman Parlamentosuna verilen karar önergelerinde, Namibya’da soykırım yapıldığının kabul edilmesini istemiştir. Alman hükümeti 2011 ve 2012 yıllarında verilen önergelere yanıtında, “Birleşmiş Milletler 1948 Konvansiyonunun, geriye dönüşlü uygulanamayacağını” belirtmekte ve “tarihi olayların değerlendirilmesinin, bilimsel araştırmaların konusu olduğuna” vurgu yapmaktadır.
Oysa aynı hükümet bugün 1915 olaylarını soykırım olarak görmektedir. İşte bu batılı ülkelerin inanılmaz çifte standardı, ikiyüzlülüğü ve utanmazlığıdır.

Biz yıllardır önermekteyiz. Uzman tarihçilerden oluşacak bir Komisyon kurulsun ve nerede varsa tüm arşivler, kaynaklar, belgeler ışığında 1915 olayları değerlendirilsin. Gerçek ortaya konsun ve bu tarihçiler komisyonu kararını herkes kabul etsin. Ermenistan bu öneriyi kabul etmemiştir. Çünkü gerçeklerin ortaya çıkmasından korkmaktadır.

http://www.tasam.org

Bu yazıyı beğendiniz mi?

RSS Kaynağımıza abone olun!

Yorumlar (0) Geri izlemeler (0)

Yorum yapılmadı.


Leave a comment

Geri izleme yok.