Türk Din Anlayışı Maturidi ve Maturidilik Konferansı – Prof. Dr. Sönmez KUTLU
Türk Din Anlayışı Maturidi ve Maturidilik Konferansı - Prof. Dr. Sönmez KUTLU
İslam Düşüncesinde özellikle de Türk İslam düşüncesinde bazı şahsiyetler sadece ve sadece İslam anlayışı ile ilgili fikirleri bize taşımakla bilinmezler, böyle görülmemesi gerekir. Örneğin Maturidi gibi, Ahmet Yesevi gibi Hacı Bektaşi Veli gibi Zemahşeri gibi daha onlarca sayacağımız İslam bilginleri kendi coğrafyamız olan Orta Asya’da ortaya çıkan ve belli bir coğrafyaya hapsedilmesi mümkün olmayan deha insanlardır. Ve bu insanlar sadece kuranı tefsir etmekle veya bir kitap yazmakla öne çıkmamışlardır. Bu insanlar içinde büyümüş ve yetişmiş oldukları tarihi, kültürü ve o milletin karakteristik özelliklerini sırtında taşıyan büyük insanlardır. Bu gün Türk toplumunun tarihte yetiştirmiş olduğu ve İslam medeniyetine katkılarının diğerleriyle kıyaslandığında ölçülemeyecek kadar büyük olduğunu bildiğimiz bir şahsiyet üzerinde daha önce yazdıklarımdan farklı olarak Maturidinin şu ana kadar bilinmeyen yazıya geçirilmemiş bazı hususiyetlerini arz etmeye çalışacağım.
Bildiğimiz gibi hiç bir alim ister bilim adamı olsun ister sosyolog olsun ister mütekellim olsun müfessir olsun kim olursa olsun içinde yetiştiği toplumun değerlerinden, içinde yetiştiği toplumun üretmiş olduğu kültürel ortamdan bağımsız olarak ortaya çıkmazlar. Her bir alim her bir bilim adamı evet bilim adamıdır tarih üstü olabilir, kültürden bağımsız düşünebilir, dinden bağımsız düşünebilir, mezhepden bağımsız düşünebilir ama ne kadar bunu yapmaya çalışırsa çalışsın o alimin büyüklüğü onu yetiştiren kültürel ortamın ve milletin büyüklüğü ile aynı orantılıdır.
Bu gün Alman toplumunu anlamaya çalışırsak karşımıza Kant çıkar. Çünkü Kant Alman toplumunun bir aynasıdır diğerlerini de aynı şekilde kıyaslayabiliriz. Eğer bu gün Türk toplumunu tarihte üretmiş olduğu değerleri ve tarihe yapmış olduğu katkıyı İslam medeniyetine yapmış olduğu katkıyı anlamak istiyorsak Türk toplumunun tarihsel arka planıyla başlamak gerekir. Maturidi’yi yetiştiren bir millettir Maturidi Türk toplumuna aynalık yapmıştır. İslam toplumuna aynalık yapmıştır. Sadece Maturidi’yi belli bir bölgeye belli bir coğrafyaya hapsedilecek kadar dar mahalli düşünen bir İslam bilgini değildir. Bunu bugünün sosyolojik ifadesiyle her bilim adamı, her yazar toplumunun birer tercümanıdır. Şeklindeki kuralla açıklayabiliriz. Maturidi’ye baktığımızda Türklerin İslam öncesi dini kültürünün Maturidi gibi bir şahsiyetin yetişmesinde etkili olduğunu görmekteyiz. Çok kısa olarak uzun uzun bahsetmeyeceğim sadece Maturidinin bu güçlü, akılcı, medeni din söylemini geliştirmesinin arka planındaki kültürel ögeyi analiz etmek için bu kısa bilgiye girmek istiyorum.
Bütün doğulu ve batılı araştırmacılar Türk toplumlarının dini düşüncesinde yerleşik hayata geçtikçe tek tanrıcılığa doğru bir gidişin olduğunu söylemektedir. Bunun tarihi kanıtları kitabeler, destanlar, söylenceler ve bugüne kadar yazılmış doğulu batılı kimselerin eserleri; örneğin 12. Asırda Mikail adlı bir süryani’nin yazmış olduğu eserde “Neden Türkler Hristiyan olmadı da Türkler Müslüman oldu ?” diye bir soru sorar verdiği cevap şudur; çünkü Türklerde tek tanrı inancı vardır ve bu tek tanrı inancı ile ancak İslamın ufku buluşabilir. Onun için topluca ve daha çabuk Müslüman oldular. Bunun yanı sıra İslam kültüründe yazılan kaynaklarda Türklerdeki Tengri inancının tek tanrı inancının varlığını ta Kültigin kitabelerinden tutun İslam sonrası yazılmış Tarihül Edyan gibi eserlerde bu gerçeğin vurgulandığını görmekteyiz.
Şunu söylemek istiyorum Maturidi’nin yetişmiş olduğu kültürel ortam Göktürk Devletinin henüz bakiyelerinin toplumsal olarak var olduğu ipek yolu üzerinde bir kavşak noktası olan Semerkand gibi bir kültür merkezinde yetişmiş olması hem Türk kültürünü hem Hinduizmi, Budizmi çok iyi biliyordu çünkü oralarda bunların ibadethaneleri de vardı ve fikir ortamı olarak yerleşik hayata geçmiş bir Türk toplumunun içinden yetişmiş bir şahsiyet idi. Bu şekilde yetişmiş olması onun diğer yerleşik hayata geçemiş olan geleneksel Türk dini bazen putperestlikle karışabilmiş olan inançların orada olmadığı tek tanrı, yazılı kitabelerin, yazılı edebiyatın hakim olduğu bir yerdi ve Maturidi diğerleriyle karşılaştırdığımda herhangi bir şekilde şirk kültürünün içinde yoğurulmuş büyümüş biri değildi.
İkinci bir noktaya dikkat çekmek istiyorum. Kültürleri incelerseniz Türk kültürünü, Çin kültürünü, Hint kültürünü, Arap kültürünü incelerseniz mübalağa etmiyorum akla en fazla vurgu yapan ve akılla ilgili olumlu anlamda deyim, atasözü en fazla Türk Dilinde söz konusudur. Mesela en önemli şeylerden birisi Akıl Tanrı vergisidir. Aklı olan başarır. Akıl var avrat var. Bir anda garip gelebilir manası şu: Tek başına olan insanlar düşünemezler, toplumla içi içe olanlar daha iyi fikir alışverişinde bulunurak aynen bir arının nasılki çiçekleri döllendiriyorsa fikir alışverişide insanlar arasında gelişmeye sebep olur. Türk toplumunda aile toplumun en sağlam temelini oluşturur ve akıl aileyle ilişkilendirilmiştir. Gerek Tonyukuk kitabelerinde gerek Kültigin kitabelerinde ve diğer edebiyat alanında yazılmış eserlere baktığımızda akıl üzerinde son derece yoğun bir şekilde durulduğunu görmekteyiz. Bu akıl vurgusu örneğin, Tonyukuk kitabelerinde ve diğer kitabelerde akıl Tanrının bir vergisi olarak kabul edilmiştir. Toplumun ilerlemesi devletin başarısı akla danışan liderden kaynaklandığını söylemektedir. Eğer bir lider toplumu ile istişare ediyorsa akıl sahipleriyle, ilim ehliyle istişare ediyorsa o toplumun işlerinin düzgün olduğundan bahsedilir.
İçinde yetişen alimler o toplumun aynasıdır. O toplumun kültürel değerlerini İslam ufkuyla buluşturduğu ölçüde başarılı olabilmişlerdir. Maturidi’ye baktığımız zaman İslam kültüründe İslam inancını ve İslami değerleri İslam ahlakını akla dayandırarak en iyi şekilde savunabilen bir alim olmasının sebebini ben bu tarihsel, kültürel arka planla izah etmek istiyorum. Bunu uzun uzun konuşabiliriz.
Yani kısaca şunu söylemek istiyorum; Maturidi’de din anlayışının temelinde 2 önemli kaynak vardır.
Birisi Kuran’dır. Birisi akıl’dır. Bir üçüncüsünü katabilirsek Türk kültürüdür.
Akla ve ilme en fazla vurgu yapanların Orta Asya ve Türkistanda yetişmiş bilginler olduğunu görmekteyiz. Bunu tarih söylüyor bunu kültür tarihçileri , medeniyet tarihçileri söylüyor. Türk kültürü ile Maturidi ve Maturidinin fikirlerini benimseyen insanların toplumun değerlerine uygun fetvalar nasıl verebildiklerini görmeniz açısından bu örnek vermek istiyorum.
Hepiniz biliyorsunuz Peygamber Efendimizin bir hadisi vardır. Bu Hadisi Şerif “ İlim öğrenmek erkek ve kadın her müslümana farzdır” Hz. Peygamberimizden nakledilen bu hadisi İmam Maturidi Tevilatul Kuran adlı tefsirinde ilimle ilgili bir konudan bahsederken Alaüddin Semerkandi adlı bir Türk alimi yorum yapıyor. Bu ilme olan vurguyu Maturidi anlatıyor ama Alaüddin Semerkandi bir şerh düşüyor altına. Bu ifadeye yeni bir boyut kazandırıyor. Alaüddin Semerkandi şunu söylüyor. “ İlim farz, Cehalet haramdır.” İslam düşüncesinde İlme farz diyen herkes ama cehalete haram diyen bir kimse var bu da bizim yetiştirdiğimiz değerlerden olan Alaüddin Semerkandi gibi Anadolu’ya kadar Orta Asya’dan gelip Maturidi’nin tefsirini buraya taşıyan ve burada rivayet eden kişidir bu. Alaüddin Semerkandi çok önemli bir şahsiyettir.
Bu toplumsal yapımızın kısaca özetlersek. Biz Türk toplulukları konar göçer hayatla yerleşik hayatı iç içe yaşayan bir milletiz. Düşünün Selçukluyu düşünün Osmanlıyı buraya yerleşiyorsunuz hadi git öbür tarafa falanca yere otağını kur dediği an oraya gitmek zorundasın.
Konar göçer bir toplum olmamızın özellikleri var. Yerleşik hayatta iş bölümü farklılaşması daha net olduğu için konar göçer hayattan biraz farklıdır. Konar göçer hayat yaşayan Türk toplumlarında kadınla erkeğin rolleri ve misyonları aşağı yukarı aynıdır. Kadında ata biner ok kullanır, savaşa gider, tarlada birlikte çalışır yani kadın Türk toplumunda hatta hatta kahramanlık yapacak, erkekle kadın evlenmeden önce mübareze yapacak kadar bir kültür gelişmiştir. Ok atarlar, yarış yaparlar çok çeşitli yarışlar vardır.
Bunun için bir Türk kadını geçmişte müslüman olarak savaşa katılma vazifesiyle yükümlü olduğu zamanları vardı. Fetavayı Tatarhaniye diye bir fetva kitabı vardı ve buradan okudum. Bunu Çok ilginç olduğu için Türklerdeki İlmi zihniyetin, İlme olan saygının toplumsal değerlerle ne kadar bütünleştirildiğini, İslami değerlerle ne kadar bütünleştirildiğini göstermesi açısından önemli bir örnek olarak vermek istiyorum. Şöyle Diyor; Bir kadın evlense evlendikten sonra da ilim öğrenmek istese ilim öğrenmek için kocası ya da etrafında bu bilgiyi verecek kişiler yoksa bu kadın kocasının izni olmadan ilim yolculuğuna çıkabilir mi çıkamaz mı ? Fetavayı Tatarhaniye’de iki konuya değiniyor. Bu bir Türk alimin fetvaları olarak toplanmış 13. asır ne diyor biliyor musunuz? O dönemi de düşünün Selçukluların sıkıntılı anlar yaşadığı dönemler şunu söylüyor. Şu fetvayı veriyor eğer ilmi o çevrede öğrenebileceği bir ortam yoksa “İlim hakkı kocalık hakkından daha önemli olduğu için tek başına ilim yolculuğuna çıkabilir.”
Hani önce söyledik ya “İlim farz, cehalet haram” bu ne anlama geliyor. Bir insanın cahil kalması demek haram işlemesi demek haram işlemesi demek günah işlemesi demektir. Yani bir müslüman ilimden geri kaldığı sürece cehaleti devam ettirdiği sürece zina etmiş gibi içki içmiş gibi günahkar olur. Bunu yenmenin yolu cehaleti bırakıp ilme sarılmaktır. Bunun bir benzeri çok hoşuma gidiyor Ahmet Yesevi bir cümle kullanır “Cahille cehenneme dahi yolculuk yapmayın.” der düşünebiliyor musunuz? Bu türklerdeki ilmi zihniyet ve ilmi ahlak bütün toplumların ruhuna sinesine işlemiştir. İşte türkleri Orta Asya’dan çıkaran Maturidi gibi bir değerin yetişmesine sebep olan Anadolu’ya kadar bizi taşıyan Balkanlara kadar taşıyan bütün varını yoğunu bırakarak kilometrelerce ordu bir millet olarak çadırıyla, kadınıyla, çocuğuyla bu çok ilginç bir hadise dünyanın başka bir yerinde görülen birşey değildir. Bir millet geliyor ta Balkanlara, Anadoluya, Avrupaya kadar dayanıyor. Bu gücü bu millete veren Türk milletinin akla verdiği ilme verdiği saygıdan kaynaklanmaktadır. Başka türlü izah etmek mümkün değil. Peki bu saygı, bu değer sadece Türk kültürüne ait değil tabi ki bu ufku İslamın ilime verdiği ufukla birleştirebildiği için başarmıştır bunu. Sadece Türk kültüründeki ilme olan ahlaka olan ufukla kalmamıştır. O ufku genişletmiş çünkü dünyaya şekil verme nizam verme ülküsüyle yaşamakta bu millet ve o ülkünün içerisinde bunu ben kendim kavramsallaştırdım şöyle ifade ediyorum İslamın ufkuyla Türk Milletinin aleme nizam verme ufku akıl ve ilim üzerinde birleştiği için bunu başarabilmiştir. Başka türlü başarması mümkün değildir. Ne zamanki ilimi bize rehber olmaktan çıkardık. Ne zamanki aklı bize ışık olmaktan çıkardık işte o zaman biz pusulamızı kaybettik. Maalesef bugün her Türk evladı ne yaptığını bilmeyen geleceğinden ümitsiz bir toplum haline geldi. Bunun yolu tekrar kendi tarihimizle buluşmak ve kendi tarihimizle barışmaktan geçiyor. İnşaallah Bu tür konferanslar ufuk buluşmasına, tarihle buluşmaya sebep olur.
O az önce verdiğim fetvanın ikinci kısmını da bitirip Maturidinin akılcılığını din anlayışına nasıl temel olarak esas aldığını izah etmeye çalışacağım. Fetvanın ikinci kısmında ; Türk toplumu savaşlarda ömrü geçen, kadını erkeği ile at binen, kılıç kuşanan, ok atan… iki konuda bir kadın kocasından ve ailesinden izin almadan yola çıkabilir. Bunun birisini söyledim. İkincisi neydi ona bakalım. Bu da Selçuklular dönemini düşünün savaşın çok önemli olduğu, göçlerin yaşandığı, haçlı seferlerinin başladığı dönemi düşünelim. İkincisi de şu diyor ki; “Nefiri an döneminde yani genel seferberlik döneminde bir kadın kocasından, ailesinden izin almaksızın savaşa çıkması kendisine vaciptir.”
Düşünebiliyor musunuz böyle bir fetvayı dünyanın hangi yöresinde hangi İslam bilgininin verdiğini görüyoruz. Bu toplumsal kültürün ihtiyacının doğrultusunda verilmiş bir fetvadır. Buna göre hareket eden kadın komutanlar çıkmıştır. Haçlı seferleri batıdan girip Amasya üzerinden güneye doğru ilerlerken Amasya’da Türk ordusu yenilgiyle karşı karşıya kalmıştır. Bu sırada ordunun başına geçecek Erkeklerden bir komutan kalmayınca o savaşta onlarla beraber savaşan bir bayan komuta etmiş orduyu ve haçlı seferini durdurmayı başarmıştır. Bu kadının adı Ayşe’dir ve bu kadın tarihe Gaziye Ayşe olarak geçmiştir. Yani biz millet olarak özgürlüğümüze düşkünüz. Akla düşkün olmak demek özgürlüğe düşkün olmak demek özgürlüğe düşkün olmak demek ilme ve ahlaka düşkün olmak demektir. Eğer sizin namusunuz çiğneniyorsa eğer sizin vatanınız çiğneniyorsa orada özgürlüğünüz, dininiz ve imanınız yok demektir. Ne yapıyor onun için insanlar bayrağın dalgalanmadığı yerde Cuma namazı kılınmaz diye önce özgürlük diyor. Türk toplumunun bu değerleri Maturidi’nin ve Maturidi alimlerin fetvalarına ne kadar yansıdığını açıkca görmekteyiz.
Maturidi döneminde Semerkanda bulunan Darul Cüzcaniye adlı bir okul var bu medrese benim tespitlerime göre 8. asırdan başlayarak 12. asra Selçuklularla göçlerin sonuna kadar 400 yıl bir üniversite gibi eğitim veriyor. Buraya binlerce alim seyahat ediyor İmam Maturidi’de bu medresede hem öğrenci oluyor hem hoca oluyor. Çok enteresan bir fetva veriyor diyor ki ;
“ilim adına yolculuğa çıkan her bir talebenin ihtiyaçlarını ve masraflarını karşılamak o mahalleliye ve ümmete bir vecibedir.”
Düşünebiliyor musunuz? İlme bu kadar önem veren bir şahsiyet ve bunun sonucu olarak Darul Cüzcaniye medresesi Alimleri, o zamanın tarih yazarları, biyografi yazarları diyorlar ki köylerde çalışacak çocuk yoktu hepsi ilim için Semerkanda akın ediyordu. Düşünebiliyor musunuz?
Sadece okullarda medreselerde ilim tahsil edilmiyordu yani Türk toplumunun ilme, ahlaka ve akla ne kadar önem verdiğini açıkca anlayabilmemiz için ve neden Maturidi böyle biri olarak çıktı anlamak için Maturidinin kendisinin hayat hikayesine baktığımız zaman askeri kışlalarda da eğitim söz konusu idi. Bakın bir biyografi yazarı Maturidi ile ilgili bahsederken bunların bir kısmını yazmadım burada ilk defa gündeme getiriyorum. Semerkand suhur kentiydi yani ileriye akınlar yapabilmek için garnizon kent diyoruz bunlara Müslüman olmamış Türk bölgelerine akınlar ve Hint kıtasına ve Çine akınlar buradan idare ediliyordu. İmam Maturidi bu kışlalarda dersler vermişti. İtikad dersi okuttuğunu biliyoruz. Başka bir arkadaşıda Felsefe okuttuğunu biliyoruz. Bunu niye söylüyorum, bakın Söğüt’e gidin orada yatan mezarlardaki kişilerin adlarına bakın. Bizim kültürümüzde bazı tiplemeler veya ünvanlar aynı kişinin şahsında birleşmiştir. Mesela “koco”, “fakih”, Fakı Dursun, Koco Yesevi, Turgut Koco gidin orada bakın Fakih Edebali gibi Turgut Koco gibi diğer unvanlara baktığınızda fakihle, mütekellimle, koconun bir arada olduğunu görüyoruz. Bu ne demek biliyor musunuz? Fakih fıkıhla ilgili olan şahıs, koco yesevi yani tasavvufla ilgili olan, mütekellim ise kelamla, itikadla ilgili olan yani kadı-fakıh-koco bunlar bir arada Türk milleti gelirken, göç ederken bu üç ünvanı, üç ilimi bir arada eğiterek birleştirerek İslam bilginleri buraya kadar geldi. Yeri geldi savaştı alim, yeri geldi gazi oldu yeri geldi şehit oldu. Maturidi’nin hocası çok iyi kılıç ve ok kullanıyordu ve bir seferde şehit olmuştu. Onunla beraber ders veriyordu orada Maturidi geleneğinden gelen bir bilgin Anadolu’ya kadar geldi adı Menkıbers Yalınkılıç bakın kaynaklarda da böyle geçiyor. Menkıbers Yalınkılıç büyük bir İslam alimidir ve eserler yazmıştır. Anadoluya geliyor orada Abbasiler tarafından bir görev teklif ediliyor ama bir şartımız var diyorlar. Menkıbers Yalınkılıç büyük bir alim olmasına rağmen sırtında askeri elbisesi var. Diyorlar ki askeri elbiseni çıkarırsan sana bu görevi veririz. O da olmaz diyor görev verirseniz böyle isterim. Sonra görevi vermek zorunda kalıyorlar. Yani düşünebiliyor musunuz İslam düşüncesini ilimle ve gazavat ruhuyla birleştirip gazi ile alim, kadı ile fakıh, koco ile fakıh bir araya gelmiş.
Osmanlı döneminde ilk cenknameleri yazan Fakıh Dursun diye bildiğimiz hem kendisi bir fakih ve aynı zamanda savaşlara iştirak etmiş bir kişidir. Biz toplum olarak bu ilmi zihniyeti sadece topluma değil askeri alana, kültürel alana ve diğer toplumsal bütün alanlara hakim kılmaya çalışmışız. Bunun sonucunda tek vücut bir millet olarak ortaya bir din anlayışı üretebilmişiz. Bakın burada bunu en güzel ifade eden Yusuf Ziya Yörükan Cumhuriyet tarihinde Maturidiliği ilk gündeme getiren bizimde manevi hocamız ben yetişemedim ama eserlerinden hala istifade ettiğimiz bir şahsiyet. Ne diyor bakın;
“Maturidilik, İslam harsının Türk muakalesinden süzülmüş ve İslam esaslarının Türkler tarafından işlenmiş din fikriyatına müstenid resmi bir mezhebidir.”
Maturidilik ve Hanefilik o kadar etle tırnak gibi iç içe geçmiş ki bizim milletimiz ta tarihi gerilere kadar giden itikatta Maturidi fıkıhta Hanefiyiz demesi bir deyim haline gelmiştir. Bu sadece sünnilik ile ilgili bir şey değildir. 18. Asırda daha öncesinde Bektaşi erkannamelerinde de bu ifadeler geçmektedir. Bizim Yesevi geleneğimizle Maturidi geleneğinin birleşmesi İslam toplumunda tasavvufi boyutuyla Yesevilik, fıkıhi boyutuyla Hanefilik ve itikadi boyutuyla Maturidilik dini düşüncemizin temel kurucu unsurları haline gelmiştir.
Peki İmam Maturidi İslam düşüncesine ve Türk Din anlayışına yeni ne getirdi?
Hemen şunu ifade etmem gerekir ki. Türk toplumları tarihte çok büyük değişimler yaşadılar ama bu değişimleri bugün için de düşünmenizi istiyorum. Bugünde Türk toplumu çok köklü bir değişim yaşamaktadır. Köklü bir siyasi, toplumsal, ekonomik değişim ve dönüşümün içindedir bu dünya ile ilgili bir olaydır. Tarihte Türk toplumları bu şekilde 3 veya 4 defa çok büyük değişimler yaşamıştır. Fakat bir millet bütünüyle ve istikrarlı bir şekilde değişimi başarması o milletin kültürel gücüne bağlıdır, dini anlayışının güçlülüğüne bağlıdır. Türkler, tarihte Hristiyanlıkla karşılaştılar, haçlı seferleriyle karşılaştılar. Batıya Anadoluya geldiler Avrupa ile bugün dahi yüzleşmekte ve hesaplaşmaktalar ama Türkler bütün bu tarihsel serüvenden başarıyla çıkabilmişlerdir. Bugün bu başarıyı göstermek zorundayız. İçinde yaşamış olduğumuz bu bunalımlı dönemler Türk toplumu için bir ölüm kalım savaşıdır. Türk toplumu, maalesef değerlerinden çok şey kaybetmeye başlamıştır. Toplumda bundan on yıl, yirmi yıl öncesinde sokaklarda anket yapılıyordu ve soruluyordu “Hangi dini kimliğe sahipsiniz?” bende bunların anketleri var. O zaman çıkan sonuçlar şuydu: “Biz Müslümanız.” Şimdi soruyoruz %40’a varan oranda insanlar İslam kimliği ile değil mezhebi kimliği ile kendini tanımlamaya başlamıştır. Bu müslüman bir toplum için özelde Türk toplumu için çok büyük bir tehlikedir. Bu şekildeki bir ayrılık toplumumuzu hangi milletten olursa olsun toplumumuzu ve İslam toplumlarını bugün mezhepler arası çatışmaya doğru götürmektedir. Bunun için duygusallığı bırakıp tekrar Maturidinin temsil etmiş olduğu akılcı bir din anlayışına mezhepçilik yapmayan bir din anlayışına bu gün geçmişten daha fazla ihtiyacımız vardır.
Peki bunu nasıl sağlayacağız? Şunu hemen itiraf etmeliyim ki ben şöyle bir iddia da bulunmak istemiyorum. Her şey Maturididir. Bütün kurtuluş Maturididedir. Bütün her şey Maturidi ile olacak değil. Benim burada size vermek istediğim mesaj şudur. İmam Maturidiyi yetiştiren zihniyet ve toplumsal değerleri hakim kılalım ve İmam Maturidi gibi yeni Maturidiler çıkaralım, yeni Yeseviler çıkaralım, yeni Alaüddin Semerkandiler, yeni Katip Çelebiler çıkaralım. Ama bunu çıkarabilmek için Katip Çelebi gibi ilme vurguyu yapan adamlar ve kurumlar gerekiyor. İlme sahip çıkmak gerekiyor. İlim ortam işidir bir kişi ile ilim olmaz. Onu destekleyen ortam olması lazım.
Bakın Katip Çelebi’nin Cihannuma, Keşfüz-Zünun adlı eserlerini ve yazdığı diğer eserleri genç nesil bilmiyorsa bunları okumasında fayda var. Çok ilgimi çeken ve beni şaşırtan bir ifadesini sizinle paylaşmak isterim. Osmanlıyı Osmanlı yapan, Türk toplumunu dünya düzeyinde süper güç yapan bir zihniyetin ilme ne kadar önem verdiğini görmeniz açısından bunu nakletmek istiyorum. Aynı zamanda ilim adamı aynı zamanda askeri fetihlere katılmış on yıl boyunca askeri faaliyetlerde bulunmak üzere görevlendirilmiş, coğrafyayı çok iyi biliyor. Nereden gidilir, nasıl gidilir, nerede hangi ülke var ve bir çok dil biliyor. Katip Çelebi gidiyor on yıl askeri görev yapıyor fakat sıkılıyor. Yani belli bir süre sonra ilmi özlüyor geri dönerken bir cümle kullanıyor. Hani biz deriz ya hadisi şerif, kuranı kerim ne yapıyoruz bir tanımlama getiriyoruz “şerif” diyoruz. Katip çelebi diyor ki “on yıllık askeri görevimden artık ilmi şerif meydanına dönüyorum.” Bakın ilme şerif unvanını vermek kadar önemli bir şey yoktur. Biz işte ilme “şerif” deme özelliğini ve güzelliğini kaybettiğimiz için bu hallere düştük. Yeniden bu ilime itibarını kazandırmak lazım. Yeniden akla itibarını kazandırmak lazım. Ama bunun açık söyleyelim Türkiye’de son zamanlar da gelişen hadiselere baktığımız zaman akıl aleyhtarlığı bir dindarlık aşılanmak istenmektedir.
Akla dayanmayan, ilme dayanmayan bir dindarlık baş belasıdır.
İlmi olmayanın ibadeti de sakattır, imanı da sakattır. İmam Maturidi bir ifadesinde şöyle der İman akli olmalıdır akılla her insan inancını temellendirebilmelidir. Eğer bir insan inancını ilmiyle, aklıyla temellendiremiyorsa onun imanı geçersizdir. Çünkü İslama ve imana karşı çıkan kişilerle karşılaştığında imanını savunamayacaktır. Onun için akli iman gereklidir. Daha sonraki Maturidi alimler bunu biraz yumuşatmışlar imanı geçerlidir ama taklidi iman olur günahkardır demişler. Bakın yine bir eleştiri var. İşte biz imanımızıda akılla temellendirmiş idik. Buna bir örnek Yunus’un İslam anlayışını, Ahmet Yesevi’nin İslam anlayışını verebiliriz. Bakın ben Ahmet Yeseviyi de Maturidiyi de Yunusu da Hacı Bektaşı da Mevlanayı da yetiştiren Müslüman Türk kültürünün bir ürünü olduğunu bu kültürün bu değerleri yetiştirdiğini söylüyorum. Ve bizim sufilikte olan akla son zamanlardakinin kastetmiyorum Ahmet Yesevi’nin şahsında yunusun şahsındaki akla ve ilime verilen önemi çok kısa olarak açıkladığımda Türk toplumundaki dindarlığın tasavvufi boyutuyla, fıkıh boyutuyla ve itikat boyutuyla ne kadar insicamlı olduğunu göreceksiniz.
Hepiniz biliyorsunuz Ahmet Yesevi’nin Divanı Hikmet’i var ama Divanı Hikmet çok rivayetlere dayalı bir şey olduğu için sıhhati açısından ve kendi geçirdiği değişimler açısından tartışmalı yerleri vardır. Fakat Risaletun Nushiyye diye bir başka eser vardır. Bakın Türk toplumunun kültürel ve toplumsal yapısının dini anlatmak için yazılan bir esere nasıl yansıdığını görmeniz açısından çok önemli. Orada insan vücudunu bir gönül mülküne benzetir. Bu mülkte bu devlette bu memlekette bu ülkede iki tane sultan vardır. Birisi rahmani özellikleri öne çıkaran onu da bir orduya benzetir der ki onun on üç bin tane eri vardır. İşte şu kadar komutanı vardır. Diğeri sol tarafı ise şeytani hasletleri öne çıkarır ama der ki onun da 9 tane her birinde biner er dokuz bin tane eri vardır. Bu neyi gösterir Türk toplumlarının askeri sistemini gösterir. Onunla topluma ahlak dersi vermeye çalışıyor. Ve der ki diğerlerinden farklı olarak bakın bizim tasavvufi anlayışımız önceleri bu kadar yozlaşmış değildi. Der ki insan mülkünde, vücudunda iki ayrı güç bir biri ile mücadele etmektedir. Tasavvufi eserlerinin, tasavvuf kültürünün tamamında bu olay iyi ile kötülerin mücadelesi olarak sunulur. Ama Yunus Emre’nin Risaletin Nushiyesine baktığımız zaman bu olay farklı sunulmaktadır. Çünkü Maturidi akılcılığının yansımaları vardır. Der ki asıl bu iki sultan arasındaki mücadelede vücudun insanın asıl sultanı akıldır iyiliğe ve kötülüğe karar verecek o’dur bu da Allah’tan gelmektedir. Bakın sufiliği bile farklı anlamışız. Öyle aklı bırakıp her şey gönül işidir bilmem nedir diyerek din olmaz. Tekrar söylemek istiyorum Aklın olmadığı ilmin olmadığı bir dindarlık baş belasıdır.
Peki Maturidi’nin din anlayışının temel kurucu ilkeleri nelerdir?
Ayeti kerime de diyor ya “Siz şükrederseniz ben sizin nimetlerinizi daha fazla artırırım. Şükredin ki artırayım” Maturidi o dönemde yorumlara bakıyor yorumlardan birisi şu bazı insanlar yemek yemeden şükretmeye çalışıyor. Nimetlerden faydalanmadan şükretmeye çalışıyorlar. Maturidi de diyor ki eğer Allaha şükretmek istiyorsanız. Bir insan yemek yemeden nimetlerden faydalanmadan nasıl olurda şükredebilir. Önce faydalanacaksın sonra şükredeceksin. Bununla ilgili kaynaklarda verilen bir bilgi var. Maturidi öyle siyasetle falan içli dışlı olan bir adam değil kendini ilime vermiş bugün 18 cilt olan bir kitap yazmış birçok eser yazmış ama maalesef bize hepsi ulaşmamış iki tanesi ulaşmış. Henüz ben Türk akademisyen olarak Maturidinin tefsirinin bundan 5 yıl öncesinde yayımlanmaya başlamasından dolayı mahcubum ve millete bu tefsiri yayınlayıp tanıtamadık o yüzden biz böyle darmadağınık hallere düşmeye başladık. Çünkü değerlerimizden koptuk. Niye bunu söylüyorum eğer bu tefsiri yayınlamış olsaydık bu gün insanlar çıkıp birbirini inancı dolayısıyla tekfir edip öldürmeye kadar giden bir dışlamakla karşı karşıya kalmayacaktık. Bir ayeti kerimenin yorumunda aynen şunu söylüyor onun insan tasavvuru yani Maturidinin din anlayışındaki insan tasavvuru oldukça önemli bir rol oynamaktadır.
İki örnek vereceğim insana verilen değeri anlamamız bakımından çünkü anlatacağım diğer konuda bununla ilgili der ki bir ayeti kerime de “kafirleri bulduğunuz yerde öldürün” diye bir ifade vardır. Şimdi bu gün bakıyoruz kendini bilmez insanlar eline silahı alıyor dünyanın her yerini cihat alanı ilan ediyor Allahu Ekber diyerek bir insanın canına nasıl kıyabiliyor bunu düşündünüz mü? Bir insan savaş suçlusu dahi olsa böyle bir öldürmeyi asla ve asla hak edemez. Hiç bir kimseye böyle bir şey yapamazsınız. Bu konuda Maturidi şunu söyler; inanmak ya da inanmamak insanın özgürlüğüdür, dileyen inanır, dileyen inanmaz. Eğer kendi iradesiyle inanırsa sonuçlarına katlanacaktır. Kendi iradesiyle olmayan zoraki bir inanç geçersizdir. Ve aynen ifadeyi kullanıyorum “la yuktelül kafiri bi küfrihim” bir kafir küfründen dolayı öldürülmez. Bunu söyleyebilen bir İslam bilgini yok ben başka tefsirlerde görmedim bakıp karşılaştırın. Niye bunu söylüyorum diyor ki insan Allah’ın en güzel yaratmış olduğu bir varlıktır. Biz bütün insanlarla iki açıdan kardeşiz birisi insaniyet kardeşliği birisi İslamiyet kardeşliği Hz. Ali’den de bu söz nakledilir. Bir insanın küfrü ölüm sebebi değildir. Ne zaman ki İslamın 5 temel amacına tehdit oluşturursa o zaman ona ceza veya savaş açılır. Nedir bunlar adam geldi sizi öldürmeye çalışıyor geldi neslinizi yok etmeye çalışıyor, namusunuzu kirletmeye çalışıyor, malınızı gasbetmeye çalışıyor aklınızı almaya çalışıyor, düşünce özgürlüğünüzü engelliyor. Bununla mücadele etmek İslama göre farzdır.
Düşünce özgürlüğü, malın dokunulmazlığı, neslin dokunulmazlığı ve dinin dokunulmazlığı esatır. Buna biz mekasidüş-Şeria şeriatın asıl amaçları diye isim veriyoruz. Maturidi burada diyor ki bir müslümanı başka bir dine mensup olsa dahi onu küfrü dolayısıyla öldürme hakkı yoktur. Savaşında bir ahlakı vardır. Savaşında bir hukuku vardır. Şu anda Suriye’de yaşananlar kim yaparsa yapsın bu ne İslamla ne insanlıkla ne de başka bir yolla izah edilecek bir şey değildir ve İslam toplumlarını bir mezhep çatışmasına ve iç çatışmaya götürecek bir cinayete doğru gitmektedir buna mutlaka engel olmak gerekir. Böyle giderse şayet İslam toplumu hiç yaşamadığı 3. Dünya savaşına sebep olabilecek o kadar tehlikeli bir yola doğru gitmeye başarmıştır.
Maturidi’yle ilgili bir anekdot anlatmak istiyorum. Bu çok ilginç bir anekdot. Maturidi ile ilgili kaynaklarda pek bilgi bulunmaz maalesef bunu izah etmek mümkün değil. Ben iki şeye bağlıyorum biri siyaset, biriside sufiliği dinin yerine ikame etmek isteyenlerle mücadelesi.
Maturidi böyle ilimle uğraşan bir ama bostanı bahçeyi de seven birisi biz Türkler biliyorsunuz yapamayız ziraat de olacak hayvancılık olacak çalışacağız. Aynı zamanda ilim yapan ve ilimi kendi köyünde takip eden Semerkan’da gittim 13-15 km mesafede makamı orada mezarı ise Semerkand da cakerdize adında meşhur bir mezarlık var orada yatıyor sonradan buldular mezarını şimdi bir makbere yaptılar.
Abbasi halifesi buna bir elçi gönderiyor. Tabi elçinin gönderilmesi demek mutlaka büyük bir görev var demek ya da bir tehdit var kolay bir şey değil. Elçi gidiyor Maturidi’yi evinin önünde bahçede çalışırken yakalıyor. Bunu sadece bir kaynak nakletmektedir ama bunu sadece ruslar neşretmiştir Türkçe’ye Barthold’un Moğol İstilasına Kadar Türkler adlı kitabının Rusçasının ekinde arapça olarak vardır. Maalesef Türkiye’de bu eser çevrilmedi. Elçi gidiyor bakıyor ki uzun zayıf bir adam almış bağlamış çapanını Özbekler çapan giyiyorlar onu neyle bağlamış üzüm bağıyla bağlamış sefil bir adam kuru bir adam gidiyor önce soruyor diyor ki mevlamız nerede? Biliyorsunuz İslam kültüründe mevla kelimesi alimler için bir sıfat olarak kullanılır. Maturidi diyor ki mevlamız Allah’dır. Adam şaşırıyor koca bir elçi ikinci soruyu soruyor. Üstadımız nerededir. O da diyor ki Üstadımız Resulullahtır. Adam yine şaşırıyor çattık belaya bu kimin nesidir falan … bu sefer diyor ki İmam Maturidi diye bilinen bir alim varmış o nerede diyor. O da diyor ki Allah’ın o fakir kulu benim diyor. Bunun üzerine elçi şaşırıyor. Fakat burada bir bilgi eksikliği var bu elçi neden oraya gitti bunu bilmiyoruz keşke bunu da nakletselerdi ama bildiğimiz bir şey var. Dedik ya bir alim toplumun aynasıdır giden adam tarif ediyor Maturidi nasıl birisi vücudunu, şeklini şemaili diyor ki kafasında gemi gibi bir şapka vardı. Şimdi size soruyorum gemi gibi bir şapkayı örten şu an kimler? Kırgız, Kazak, Özbek Türk toplumları bu şekilde kallevşe adında bir başlık takıyorlar başka milletlerde bu tür bir başlık türü yok. Ben demiyorum bunu kaynaklar diyor batılılar diyor.
Bazen Maturidi’ye Türk denildiği zaman hocam niye Türk diyorsun diyorlar.
İranlı mı diyeyim ben buna şapkası bile Türk şapkası…
Prof. Dr. Sönmez Kutlu’nun Safranbolu’da sunmuş olduğu konferanstan yazıya geçirilmiştir.
Leave a comment
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.