Ahsen Okyar Söylenmek yerine söylemek lazım…

4Şub/170

Şair, yazar, sanatçı eşi olmak zor imiş meğer –

adsiz  Şair, yazar, sanatçı eşi olmak zor imiş meğer

Yazarların ev hali nasıldır? Eşlerinin gözünden edebiyatçılarımızı, sanatçılarımızı okumuş ve tanımış olsaydık, acaba o yazarlar hakkında ne düşünürdük? İşte eşlerinin dilinden edebiyatçılarımız…

Galiba çoğu okurun ilgisini çeken bir mevzu, kitaplarını okuduğumuz yazarların çalışırkenki halleri. Hangi ortamda, nasıl bir ruh hali ile bizlere tesir eden cümleleri inşa ettikleri. Gece mi yazarlar, gündüz mü? Kolay mıdır onlarla hayat, zor mu? Evlerinde halim selim midirler, yoksa huysuz ve çekilmez mi? Yazarken zorlanırlar mı acep? Yoksa bir başladılar mı su gibi çağlar mı kalemlerinden dökülenler? İlham kaynakları var mıdır? Şu ilham dedikleri şeyin belli bir vakti saati olur mu ki? Bütün bu sorulara cevap almak için şüphesiz yazarların en yakınlarına müracaat etmek lazım. Yani eşlerine.

Bu konu hakkında istifade edebileceğimiz kitaplardan ilki Eşlerine göre Ediplerimiz, Sermet Sami Uysal’ın Timaş Yayınları’ndan çıkan kitabı. Diğer Eşlerinin Gözüyle Edebiyatçılarımız, Tahsin Yıldırım imzasıyla Selis Yayınları’ndan çıkmış. Kitabı hazırlayanların değerlendirmeleri ve kitaba alınan röportajlarda sorulan sorulara verilen cevaplar nispetinde bizler de yazarlarımız hakkında malumat sahibi olabiliyoruz.

İlk etapta insan şöyle bir izlenime kapılıyor. Sanki sigara tüttürmek yazarlığın olmazsa olmazlarından gibi. Zira kitapları okurken epeyce duman altı kaldığınızı hissediyorsunuz. Yazarların hatırı sayılır bir kısmının yazarken vazgeçemedikleri üçlüsü çay, kahve ve sigara. Hastalık vesilesi ile ilerleyen dönemlerde bırakmak zorunda kalanlar da olmuş tabi.

Bütün zevklerin üstüne okumayı koymuşlar

Yazarlarımız eşlerinin anlattıklarına göre genellikle sakin ve düzenli bir hayatı tercih ediyorlar. Çok yakın dostları ve aileleri haricinde mecbur kalmadıkça kalabalıklar arasında olmaktan haz etmiyorlar. Gürültü ve eğlenceden hoşlanmıyorlar. Bekarken serazat bir yaşantı sürdürenler de evlendikten sonra evlerine bağlanıp durulmuşlar. Gezmek namına en fazla zevk aldıkları tabiatla baş başa kalmak belki, deniz kenarında yürümek, ailece kır gezintisine çıkmak. Çocukları ile oyunlar oynayıp onlarla vakit geçirmek de bu zevklerin arasında. Kaldı ki bazı yazarlar sırf okuyup-yazmak aşkından dolayı, çocuk sahibi olma sorumluluğunu ertelemişler ya da tamamen bundan kendilerini azad etmişler. Onları mesrur eden en güzel eylem okumak, okumak, okumak ve ardından yazmak.

Söz konusu yazmaksa mekân bahane mi?

Masa başında sessiz bir ortamda yazan, hatta odasındaki sinek vızıltısına bile tahammül edemeyip onu yakaladıktan sora yazmaya devam edenlerin yanı sıra, yatağında yazanlar da mevcut bu kitaplarda yer alan yazarlar arasında. Masasının olmamasını bahane eden bu yazara masa aldıklarını fakat bu seferde sandalyesinin rahatsızlığından şikâyet ederek yatağında yazmaya devam ettiğini belirtiyor eşi.

Mutfakta yazı yazmaktan hoşlanan bir yazarımız dahi mevcut. Bir diğeri “ayakta gezinirken ufak kâğıtları kıvırıp kıvırıp atar ve bunların her biri mükemmelleşmiş bir cümleyi ifade eder” diyor eşi. Elbette sonrasında evin her tarafı o ufak ve kıvrık kâğıt parçaları ile dolarmış. Ve mesela başka bir yazarımız da düşünürken farkında olmadan sağ kolunu ısırırmış. Yazarların eşleri, yazma sürecinde eşleri için sükuneti temin etmeye çalıştıklarını söylüyor, mümkün mertebe çocuklarının da babalarını rahatsız etmemeleri için çaba sarf ediyorlarmış. Zira yazarken gürültüden ve kendisine gereksiz sorulan sorulardan oldukça rahatsız oluyor birçok yazarımız. Masasında bir gül yahut karanfil bulunmasını isteyen, hiçbiri olmazsa kuşkonmaz bulup getiren hassasiyete sahip yazarlarımızın olduğunu da öğreniyoruz okurken. Sükuneti tercih ettikleri için insan genelde geceleri çalıştıklarını düşünüyor ama sabahın erken saatlerinde şayet evde iseler öğlen saatlerine kadar yazmayı tercih eden yazarlarımız da az değil doğrusu.

En iyi yaptıkları iş okumak ve yazmak

Okudukça hayli tebessüm ettiğim ve şaşırdığım bir ayrıntı da, yazarken son derece mahir olan yazarlarımızdan birkaç istisna dışında hepsinin ev içinde hayli beceriksiz olmalarını öğrenmem. Mesela “ev işlerinde eşiniz size yardım eder mi?” sorusuna Nebahat Safa, eşi Peyami Safa için “bir çivi bile çakamaz” diyor. Rezzan Saba, eşi Ziya Osman Saba için “hiç etmez, çok beceriksizdir. Pazara ‘domatesin olgunlarını al’ diye gönderirim, ne kadar çürüğü varsa alıp eve getirir, sonra hiç pazarlık bilmez” diyor.

Ailesinin tek erkek çocuğu olan Mehmet Çınarlı, eşi ona “şu işi de sen yap” dediğinde, “ya olur mu? Ben dört kızın ağabeyiyim. Ben bir bardak su istediğimde, dört kız birden koşardı” dermiş. Faruk Nafiz Çamlıbel’in eşi ise aynı soruya, “yemek geç kalınca şöyle mutfağa kadar gelip görünür. O kadar. Daha şu gaz sobasını yakmayı bile bilmez” diyor. Fakat mesela, eskiden alışmış olduğu gibi aynı düzeni muhafaza etmek isteyen ve hiç kimseye yük olmamak için sabahları erkenden kalkıp çayını hazırlayan, yemekten sonra kahvesini pişiren ve “kahve pişirirken dinleniyorum, düşünüyorum” diyen bir yazarımızın varlığından da bahsetmesek olmaz.

Bir mısra için bir sene bekleyen yazar!

“Eşiniz kolay yazar mı?” sorusuna kimi eşler, “çok kolay yazar” diye cevap vermiş. Ve eklemişler “ama o hale gelinceye kadar çok sıkıntı çeker.” Bazı eşler de “zaten dolduğu zaman yazı yazmaya oturur. Onun için de kolay yazar” diye cevaplamış bu soruyu. Bir yazar gece yattığında yazacağı şiiri rüyasında görmüş ve hemen kalkıp yazmış ama ilhama inanmadığının da altını çiziyor bu yazar. Zaten “elhamdülillah dindar değilim, Allah’a inanmam, yani tamamıyla dinsizim” diyen birinden ilhama inanmasını da bekleyemeyiz.

Yine eşi Nebahat Hanım’dan öğrendiğimize göre Peyami Safa evvela zihninde hazırlar, uzun uzun düşünürmüş. Müsveddeleri bile temiz çıktığı halde tatmin olmaz ve bir pasajı kırk defa yazdığı olurmuş mesela. Bu örnekler hayli çok: Önce sancılı ve sıkıntılı bir düşünce süreci ve sonuçta yüze yansıyan tebessümün müjdelediği bir son. Ziya Osman Saba, şiirlerini, kırlarda dolaşırken aklına gelen mısraları sonradan birleştirerek yazarmış. Fakat hikâye yazarken mutlaka bir odaya kapanır ve kimse ile konuşmazmış.

Dilaver Cebeci’nin son derece düzenli ve prensip sahibi bir insan olduğunu belirtiyor eşi. Şiir yazmak için belli bir mekan ve zaman ayırımı olmazmış. İlham nerede gelirse orada yazarmış. Vapurda, trende, evde… Bir şiirini İstanbul’dan Ankara’ya giderken trene bindiğinde başlayıp vardığında bitirmiş mesela. Fakat bir başka şiirini yazarken de bir mısra yerine uygun olmadığı için bir sene beklediği bile olmuş. Şiir yazarken aynı doğum sancısı çeker gibi bir sancı çektiğini, bitirdikten sonra doğum yapmış bir kadının rahatlaması gibi rahatladığını söylüyor eşi Ayla Cebeci Hanım.

Sadece beğenmediği bir kelimenin yerine bir başka kelime bulmak için yarım saat düşünenler bile mevcut. (Üzerine yarım saat düşünülen kelimenin bir saat de izahatı oluyor, sonra da içeriden dışarıya doğru bir genişlik, ferahlık hissediyorsun. Bir kelimenin insana ettiğini başka hiçbir şey edemez.) Orhan Okay’ın eşi Mübeccel Okay da, eşinin, çalışmalarını bahane ederek hayatlarını zorlaştırmadığını, kendilerinin de rahat çalışabilmesi için ellerinden gelen gayreti gösterdiklerini ifade ediyor.

Kitaplarında eşlerine de yer veriyorlar mı?

Sorulan sorulardan bir tanesi de yazarların kitaplarına eşlerini veyahut kendilerini alıp almadığı ve yazarken eşlerine yardımları olup olmadığı ile alakalıydı. İlkine bazı eşler kesin bir dille “hayır” derken, bazıları (ki mesela Ziya Osman’ın eşi) kendisi için yazılan şiirleri sıralamış bir bir. Hatta Rezzan Saba, şiirlerinde ve hikâyelerinde yazarın yazdıklarının başlıca kahramanlarının hep kendisi ve ailesi olduğunu söylüyor.

Peyami Safa’nın kitaplarında da eşi hiç yer almamış lakin yazar kendisinin pek çok eserinde mevcut bulunduğunu belirtmiş. Nüktedanlığı ile tanıdığımız Osman Yüksel Serdengeçti’nin hanımı bu soruya şöyle cevap vermiş: “Biraz komik olacak ama memleketini, davasını düşünmekten bana şiir sırası gelmedi.” Malum bekârken davası için mahkeme ve hapishanelere girip çıkan Serdengeçti için eşine “evlendikten sonra uslandı mı?” diye sorduklarında, “evlendik, artık bir şey yazmayalım. İçeri filan gireriz, hanımı yalnız bırakmayalım” diye espri yaptığını da söylüyor eşi.

Arif Nihat Asya, “Ne şiirden, ne şöhrettendir, mutluluğum Servet’tendir!”  mısralarını eşi Servet Hanım için sık sık söylermiş. Direkt olarak kendilerinden ya da eşlerinden bahsetmeseler bile büyük bir kısmı hayatlarından izleri eserlerine taşıdıklarını belirtiyor yazarların. Yakın çevrelerinde zuhur edenlerin yahut gözlemledikleri bazı olayların hikâyelerine, romanlarına ve şiirlerine bazen olduğu gibi bazen de tesiri nispetince sirayet ettiği sonucunu çıkarıyoruz yazarların ve eşlerinin açıklamalarından. Sadece bu, bazı yazarlarımızda çok belirgin iken bazısında belli belirsiz seyrediyor.

“Gölge etme” diyen de var, fikrini soran da

Yardım mevzuuna gelince; eşlerinin tenkitleri doğrultusunda eserlerinde değişiklik ve düzeltmeler yapan birçok yazar olduğunu öğreniyoruz. Yayınlanmadan önce yazdıklarını sadece eşine okuyan ve kadınlara dair hususlarda, bilhassa bazı kadın tabirleri hakkında eşlerinin fikrine müracaat eden yazarlarımız çoğunlukta. Ayla Cebeci, eşinin şiirlerini yazdıktan sonra kendisine okuyup fikrini sorduğunu belirtiyor. Gönül Çınarlı da, “bir yazıyı veya şiiri bitirdikten sonra ilk önce ben yüksek sesle ona okurdum, o dinlerdi. ‘Musikisini kontrol ediyorum’ derdi. Kulağına hoş gelmeyen kelimeleri bu şekilde değiştirirdi” diyor Mehmet Çınarlı için. Bazı yazarlarımız için ise eşleri tarafından yalnız bırakılmak ve evde sükuneti sağlamanın kendileri için en büyük yardım olduğunu öğreniyoruz.

Sıra hanım yazarlarımızın

Dikkat ettiyseniz buraya kadar beyefendi yazarlarımızdan bahsettik. Zaten kitapta çok az sayıda hanımefendi yazarımız var. İlk olarak şair ve romancı Şükûfe Nihal’in muzip ve her soruya esprili bir dille karşılık veren eşi Ahmet Hamdi’nin cevapları, kitabın tebessümü en bol röportajlarından olmuş. “Eşinizin hangi şiirlerini beğenirsiniz” sualine “hepsini beğenirim” deyince, eşi hemen “haydi canım, daha baştan sonuna kadar okuduğun bir kitabım yok” diyor. “Aaaa hanım, ben senin eserlerinin hepsini okudum. Ama sen benim kitaplarımı hiç okumamışsındır.” Şükufe Nihal: “Aaa, nasıl olur! Senin eserlerin memleket meselelerine temas ettiği için üslubun biraz çetrefilli olmasına rağmen okudum. Ama şimdi üslubunu sadeleştirdiğinden zevkle okuyorum.”

Atışmaların devamında yazarın eşi, “sen doğrusunu istersen şairsin, bunu sana bir türlü anlatamıyorum” diyor ve eşinin romanlarını beğenmediğini itiraf ediyor. “Eşiniz ne zaman yazar?” sualine Hamdi Bey, “bizim hanım sabah başlar, akşama kadar yazar.”deyince yazarımız bir çığlık atıyor ve “hiç öyle şey olur mu?! Beni muska yazan hoca mı zannettin? Sabahları Hamdi Bey vazifeye gidince hiçbir işe bakmadan yazı masamın başına geçerim. Öğleye doğru kalkıp ev işleriyle meşgul olurum. Gece nadir olarak yazarım” diyerek cevaplıyor. “Hamdi Bey, eşiniz kolaylıkla yazabilir mi?” sorusuna da cevaben: “Kolay yazar, kolay yazmasa bu kadar şey yazamazdı ki!” diye cevaplayınca yazar yine bir açıklama getiriyor ve “dolu olursam kolay yazarım. Bazen on dakikada şiir yazdığım olur” diyerek diğer yazarlardan oldukça aşina olduğumuz bir cevap vermiş oluyor. Daha bunun gibi insanı gülümseten birçok soruya verdikleri cevaplarla sohbet devam ediyor. Ve anlıyoruz ki hanımların eşlerine dair tespitleri, sezgileri bir adım daha ileride eşlerinden.

Bir diğer hanım yazarımız Halide Nusret Zorlutuna var sırada. Yazarın eşi emekli general Aziz Zorlutuna’ya “evlilik hayatının temeli nedir?” sorusu yöneltilince Zorlutuna da, “her iki tarafın fedekarlık yapması, biz bunu yaptığımız için bugüne kadar mesut yaşadık” diye cevap veriyor. Halide Nusret eşinin tenkitlerinde çok haklı olduğunu gördüğü için, yazarken eşi bir şey söylediğinde hemen onun dediğini yaptığını da ekliyor. “Eşinizin en beğendiğiniz tarafı” sorusuna da Aziz Nusret, “güzel söz söylemesi” diyor. “Eşiniz ne zaman yazar” sorusuna da, “Her zaman. Bazen benimle konuşur, sizinle konuşur, bir taraftan da şiir yazar. Yemek yaparken bile şiir yazdığı olur”. Halide Nusret, “ya yemek yakarken yazdıklarım? Bazen öyle dalarım ki hiçbir şeyin farkında olmam” diye ekleyiveriyor. Daha sonra “eşinizin elinden ne işler gelir” sorusunu ise “mükemmel yemek yapar, sonra beş vakit namaz kılar” diyerek cevaplıyor (vay canına, bir generalin eşi beş vakit namaz kılıyormuş bu ülkede bir zamanlar. İleriye gitmek yerine geriye dönsek daha mı iyi olacak sanki!) Ve son cümlelerden yazarımızın ortaokulda, bazen de lisede hocalık yaptığını da öğrenmiş oluyoruz.

Peki, bugünün yazar-şair eşlerinden ne haber?

Bu röportajların büyük bir kısmı 1950’li yıllarda yapılmış. En yenisi 2000’li yıllara ait ve galiba şu anda hayatta olan bir iki tanesi dışında hepsi vefat etmiş yazarlar. Büyük bir çoğunluğu da sadece ismen tanıdığım ve de maalesef kitaplarına vakıf olmadığım yazarlar. Oysa günümüzde okuduğumuz ve çok sevdiğimiz, özellikle de dava sahibi yazarlarımızın da “ev hallerini” okumak, bilhassa içeriden bir bakışla müşahede etmek bizim açımızdan hayli faydalı olurdu. Belki biraz olsun kıymet bilir, biraz olsun daha fazla ve inceden bir okuma yapabilirdik. Bu konuda kabiliyetli ve işinin ehli büyüklerimize inşallah bu temennimiz ulaşır.

Merak ettiklerimizden az da olsa bulabildiklerimize misal

Necip Fazıl’ın eşinin gözünden değilse de kendi ifadesiyle birkaç cümlesi eşinin yaşadığı sıkıntı ve zorlukların itirafı adeta. Necip Fazıl eşine hitaben şöyle diyor: “Söyle; acaba içinden ‘şu adamın zevcesi olacağıma bir bakkalın, bir kunduracının karısı olsaydım!’ gibi bir duygu geçiyor mu? Söyle; hiçbir günü öbürüne uymayan bu belalı, netameli adam senden af dilemeye muhtaç mı? Fakat çilekeş, mazlum, mütevekkil kadının asaletini biliyorum. O, bütün hayatı dalgalı bir ummanda ve kaptan köprüsünde geçen kocasından sahilde sessiz bir balıkçı kulübesine mahsus bir yaşayış istemez!”

Cahit Zarifoğlu’nun eşi Berat Zarifoğlu Hanım, eşi için “bazen çok çalışmasına içerlerdim, ‘bu adam hiç evlenmemeliydi’ derdim. Ama duyardım, bazı yazarlar, şairler eşi çay, kahve getirdiğinde bile ‘dikkatimi dağıttın’ diye kızarlarmış. Allah razı olsun Cahit hiç öyle yapmazdı. Çay alırdı ve teşekkür ederdi, nazikti.” Berat Hanım, Cahit Zarifoğlu gibi bir şair ile evli olmanın çok zor, çok farklı bir evlilik ve ilişki olduğunu ifade ederek şunları söylüyor: "Cahit Zarifoğlu, şiirleri gibi anlaşılması kolay olmayan bir insandı. Evde fazla konuşmazdı” diyor.

Bütün bu okumalardan ve araştırmalardan çıkan netice itibarı ile anlıyoruz ki bir sanatçı, yazar, şair eşi olmak kolay değil. Hayli sabır ve anlayış gerektiren zorlu bir süreç. Aslında Zarifoğlu, eşine yazdığı şiirde bunu çok güzel izah etmiş zaten:

Bizi hoş görünüz / Sabırlı olunuz/ Çocukları dövmeyiniz/ Zinhar beddua etmeyiniz

Sui zan değil hüsnü zan ediniz/ Ve acaba ikaz ettik ise hata mı ettik.

F.Kebire Gündüz Karaaslan yazarlarla hemhal oldu

http://www.dunyabizim.com/mercek-alti/13348/sair-yazar-sanatci-esi-olmak-zor-imis-meger

Bu yazıyı beğendiniz mi?

RSS Kaynağımıza abone olun!

Yorumlar (0) Geri izlemeler (0)

Yorum yapılmadı.


Leave a comment

Geri izleme yok.