ŞABAN HOCAM: OYUNA GELDİK ELHAMDÜLİLLAH! – Prof.Dr. İskender ÖKSÜZ
ŞABAN HOCAM: OYUNA GELDİK ELHAMDÜLİLLAH! – Prof.Dr. İskender ÖKSÜZ
Genç bir bilim adamı, ABD’nin zirve üniversitelerinden Cornell’de doktora sonrası çalışmasını tamamlamış, mesleğinin en matematik dolu şubelerinden birini ihtisas konusu yapmış ve Türkiye’ye dönmüştür. Kalbi ilim, ilim, ilim diye vurmaktadır. Erzurum Atatürk Üniversitesi’nde ilim tam başlamışken, derse girip çıktıkça genç hocanın kulağına ıslıkla çalınan bir hava takılır. Bir, iki, üç, hep aynı hava… Merak edip sorar, nedir bu… Kürdistan millî marşı cevabını alır. “İşte” diye anlatırdı Şaban Karataş hocam, “ilim orada koptu ve o anda filim başladı!”
Çelebiler çekilip haremlerde kışlasın!
Türkiye halkları için, dünya sosyalizmi, yani Rusya için üniversitelerimizin işgal edildiği, öğrenci ve öğretim üyelerinin Türkiye’de SSCB’ye dost bir hükümeti başa getirmek için eyleme, orak çekiçli bayraklar altında yaşamaya zorlandığı bir saldırı ve işgal dönemiydi. Her saldırı ve işgale karşı harekete geçen Türk milliyetçileri teşkilatlanıp mücadeleye başlamıştı. Onlar mücadele ede dursun, korkaklar, Arif Hoca’nın deyişiyle bozuk saatler, yalan yanlış işlemeye, apaçık saldırıların altında, arkasında “oyun” aramaya, “oyuna gelmemeye” ve çelebice haremlere çekilip kışlamaya devam ediyorlardı. O günlerdeki- ve bugünlerdeki- hain pasifliği hâlâ “oyuna gelmedik, oyuna gelmeyin, biz bu filmi görmüştük” kalıplarıyla müdafaaya devam ediyorlar maalesef.
Erzurum Atatürk Üniversitesi düşmeyen kalelerden biriydi. Şaban Hoca orada yalnız değildi, Rektör Kemal Bıyıkoğlu, Orhan Türkdoğan, Türükoğlu Gök-Alp hocalarımız, diğer genç akademisyenler, Ahmet Bican Ercilasun, eşi Bilge Ercilasun, Umay Günay ve eşi Turgut Günay (Yitik Ozan), hep oradaydı.
ODTÜ’de nasıl rektör olunur?
Şaban Hoca ile yüz yüze tanıştığımızda, o, Orta Doğu Teknik Üniversitesi Mütevelli Heyeti Üyesiydi. O tarihlerde ben rektör vekili idim.
Nasıl mı? ODTÜ’de makam, mevki sahibi olmanın kolay yolunu bulmuştum. Meselâ her yıl, komiteler arasından Öğrenci Disiplin Komitesi’ne aday olur ve bir oy alırdım: Kendi oyumu. Bir, bilemediniz iki ay içinde komitenin diğer üyeleri istifa edince asil üye oluverirdim. Rektör vekilliğim de öyle oldu. Milliyetçi bir hoca, Prof. Dr. Hasan Tan rektör olmuştu. Pek kimse rektör yardımcılığı, dekanlık, bölüm başkanlığı gibi mevkileri kabule cesaret etmiyordu. Ben, kabul ettim ve rektör yardımcısı oluverdim. Atila Özmen’le birlikte. Disiplin komitesi taktiği! Az sonra rektörümüz de istifa etti ve kendimi vekâleten onun koltuğunda buldum. CHP, Ecevit Hükümeti ile iktidardaydı ve Millî Eğitim ve İçişleri Bakanları âdeta SSCB’ye dost bir hükümet olmayı gerçekleştirmiş gibiydiler. Çoğunluğu diğer üniversitelerde öğretim üyesi olan Mütevellî Heyeti üyelerinin bağlı oldukları üniversitelere Millî Eğitim Bakanı mektup yazdı ve mevcut üyeler için üniversite senatolarından izin alınıp alınmadığını sordu. Bir anda bizim ODTÜ Mütevellî Heyeti’nin anlı şanlı sağcı üyeleri ortadan kaybolmuştu. Hani heyetin devam ettiğini göstersinler diye birlikte bir fotoğraf çektirin istirhamımıza dahi cevap alamıyorduk. Fakat iki hocamız bizi asla yalnız bırakmadı: Şaban Karataş ve Ahmet Sonel. Onların cevabı, “Hay hay. Başka ne yapabiliriz?” idi.
Lysenko Olayı
Benim disiplin komitesi üyeliğim gibi Şaban Karataş ve birkaç başka milliyetçi hoca, tabii benden çok daha yüksek irtifalarda dertli kurumlara Don Kişotvari tayinlerle giriyor ve filim devam ediyordu. Karataş, ODTÜ’ye benzeyen başka bir kuruma getirilmiş, TRT’ye Genel Müdür olmuştu! Türkiye devriminde cephesini aldığını deklare eden bir hukuk kurumu ile bir yıl mücadele ederek, TRT’de daha sonra müspet ne varsa o bir yıl içinde yapıp bitirmişti. O hengâmede bir program için benden tercümanlık istemişti: Lysenko Olayı. SSCB’nin ortaçağ engizisyonundan beter bir bilim düşmanlığı skandalı… Vavilov isimli namuslu bir bilim adamının, bir biyoloğun, devrimci biyoloji yapmıyor diye hapsedilip öldürüldüğü rezalet. O günlerde komünistlerimiz Engizisyonun, ede ede ev hapsine mahkûm ettiği Galile’nin hatırasına ağlamaktaydı.
Niçin tekrar aramadın?
Aradan yıllar geçti. O karanlık dönem ve SSCB tarih oldu. Hoca milletvekiliydi. Niçin aradığımı hatırlamıyorum, bir gün telefon ettim. Henüz cep telefonun olmadığı yıllar. Milletvekillerinin sekreterleri vardır ve TBMM santralından aradığınız milletvekilini ismen sorduğunuzda sekreterine bağlanırsınız. Öyle oldu. Hoca yerinde yoktu, sekreter ismimi aldı. Tekrar aramadım. O akşam kapı çalındı. Şaban Karataş hocam, yanında Turan Yazgan hocamla kapıdaydı. “Bir şey mi var? Beni aramışsın. Niçin tekrar aramadın?”. Düşünün, hayatı boyunca zirvelerde dolaşmış ve her birini bileğinin hakkıyla aşmış Şaban Karataş, bir nesil küçüğünün– her rütbece küçüğünün– ayağına, âdetâ bir öz oğlu dikkati ve hassasiyeti ile gidiyor. Yanında bir başka alçak gönüllü dev ile…
Günümüzün “oyuna gelmeyelim, biz bu oyunu daha önce de seyretmiştik” pısırıklarına; el sıkarken, hattâ el öptürürken başka tarafa bakan edep yoksunlarına kapak olsun: Biz oyuna geldik elhamdülillah. Ve Türkiye Cumhuriyeti hâlâ ayakta olduğuna göre o oyunu biz kazandık. Darısı bu oyunun başına.
Ruhun şâd olsun Şaban Hocam!
http://millidusunce.org/saban-hocam-oyuna-geldik-elhamdulillah/
Leave a comment
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.