Ahsen Okyar Söylenmek yerine söylemek lazım…

7Şub/160

BAYAR “ÖLÜLERİMİZDEN BİLE KORKUYORLAR”, İNÖNÜ “HAYATIMIN EN KÖTÜ GÜNÜ!” – Mehmet Cemal ÇİFTÇİGÜZELİ

mehmetcemal-iftigzeli2YAKIN TARİH SOHPETLERİ-11

BAYAR “ÖLÜLERİMİZDEN BİLE KORKUYORLAR”, İNÖNÜ “HAYATIMIN EN KÖTÜ GÜNÜ!” - Mehmet Cemal ÇİFTÇİGÜZELİ

Serin Tarih’i derinleştiriyoruz Hocaların Hocası Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş ve idamla yargılanan Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri’nin oğlu Yüksek Mühendis Cihat İleri’yle. Eyüp Sultan sırtlarında Rami’deyiz. Bitişiğimizdeki tarihi Rami Kışlası da restore ediliyor.

Demokrat Parti demokratik serbest seçimle ilk defa iktidara geldiğinde (14 Mayıs 1950) 27 yıllık CHP iktidarı sona ermiş ve “Yeter Söz Milletindir” sloganıyla halkın teveccühüne mazhar olan DP lideri Celal Bayar, hükümeti kurmakla Aydın Mebusu Adnan Menderes’i görevlendirmişti.

Osmanlının son günlerinde iki ayrı görüş “merkezi otorite” ve “liberal düşünce” biçiminde ülke aydınlarının gündemine girmişti. Her iki görüşü de İttihat ve Terakki Partisi temsil ediyordu nereden bakılırsa bakılsın. İttihatçıların aynı ırmağın kolları olarak üç ayrı fikir de bu sırada tabana yayılmaya çalışıyordu;

1- Prens Sebahattin belli bir aydın kesimin üzerinde etkili oldu. Yaygın bir taban bulamadı.

2- O günkü CHP temelli görüşler ise Ahmet Rıza dairesinde sınırlandı.

3- Osmanlı Ahrar Fırkası en fazla aktarılan, tartışılan görüşleri bünyesi içine aldı. Bundan da Hürriyet ve İtilaf Fırkası, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ve üçüncü olarak da Serbest Cumhuriyet Fırkası doğdu.

Aynı tabandan Demokrat Parti 7 Ocak 1946’dan sonra, CHP gibi merkezi otoriter değil, daha liberal görüşlerle tabana yayılarak ilk seçiminde “açık oy, gizli tasnif” ile hileli seçimlerin resmen kazanmayanı, halk nezdinde ise kazananı oldu. Nitekim ikinci genel seçimlerde de Demokrat Parti iktidar ipini göğüsledi.

Adnan Menderes Hükümeti’nde genç bir bürokrat olan Tevfik İleri görev aldı.

İSMET PAŞA FARKINA VARIYOR

Demokrat Parti içinde Celal Bayar “Atatürk’ü sevmek ibadettir” diyen ayrı bir görüşü, Adnan Menderes ise “Türk Halkı Müslümandır, Müslüman kalacaktır” biçimindeki fikirleri savunuyorlardı. Tevfik İleri de Adnan Menderes’in görüşlerine sıcak bakıyordu. Öyle görülüyordu ki Bayar-Menderes arasında ciddi görüş ayrılıkları vardı. Her ikisinin de ana kurumu CHP idi. Prof. Yalçıntaş’a sordum bunun aslını-astarını. O da anlattı:

-Tevfik İleri bir abide şahsiyet.

-Bu abide şahsiyet nasıl ortaya çıktı?

-CHP içinde bir grup halkın görüşlerine önem veriyor, dinini diyanetini öğrenmesinden yanaydı. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü bunu fark etmişti. Başbakan Recep Peker’i görevden alarak yeni hükümeti kurmakla önemli bir alim Şemsettin Günaltay’ı görevlendirdi. Şemsettin Günaltay da Milli Eğitim Bakanlığı’na yine çok saygın bir başka alim olan Prof. Dr. Tahsin Banguoğlu’nu atadı. Günaltay-Banguoğlu ikilisinin önemli bir icraatı İmam Hatip Kursları açmak, İlahiyat Fakültesi’ni kurmak oldu. Çünkü artık bu bir zaruretti. Türk halkı dinini diyanetini öğrenmek, hayata geçirmek istiyordu.

-Daha önce öyle değil miydi?

-Dini eğitim öğretimde sıkıntılar vardı. Bununla giderilmek istendi. İki senede ne yapılacaksa Şemsettin Günaltay hükümeti ancak onu yapabildi. 1950 seçimleri geldi dayandı. Demokrasiye artık geçilmesi gerekiyordu. 1946 seçimleri gibi kötü örnek bir daha yaşanmak istenmiyordu?

VEFA’DA YÜKSELEN BAYRAK VE CELAL HOCA

-DP seçimi kazandı, hükümeti kurdu, Tevfik İleri Milliği Eğitim bakanı oldu.

-Tevfik İleri merhum her şeyi yerli yerinde oturttu, gelişme ve ihtiyaçları çok iyi fark etti ve uyguladı. CHP’nin açtığı imam hatip kurslarını okullara dönüştürdü. İmam Hatip Okulları açıldı.

-İlk imam hatip okulu nerede?

-İstanbul Fatih’te Vefa semtinde.

-İstanbul Vefa Lisesi’nin de karşısında.

-Evet..Pertevniyal Lisesi biraz aşağıda Aksaray’da.. İstanbul Üniversitesi hemen yanı başında.. bölge bir eğitim-öğretim adası, kampüsü gibi..

-Peki yeri yurdu hazır mıydı imam hatip okulunun?

-İlim Yayma Cemiyeti gibi bir sivil toplum kuruluşu vardı ve hemen kollar sıvandı. Bir de Mahmut Celalettin Öktem adında Trabzonlu alim. Celal Hoca olarak da bilinen bu hayırsever insan medrese eğitimi görmüş, aynı zamanda Edebiyat Fakültesinde de dersler veriyor. İstanbul İmam Hatip Okulu’nun ilk müdürü de Celal Hoca.

-Tevfik Bey ile de hemşehri ve gönüldaş

-Evet öyle.. Celal Hoca ömrünü vakfediyor bu okula. Canla başla çalışıyor. Her şeyi devletten beklemiyor. Hizmete sivil toplumu ve hayır sever insanları da dahil ediyor. Bu konuda bir dikkat çeken anekdot anlatayım.

-Sevinirim!

-Celal Hoca, yani okulun müdürü elinde süpürge etrafı süpürüyor, temizliyor. Hiç alışılmadık bir gelişime bu. Herkes hayret içindedir. O günlerde öğrencisi, sonra İstanbul Milletvekili İhsan Toksarı soruyor “Hocam ne yapıyorsun?” Hocanın cevabı ilginçtir. Diyor ki “Ben bugünü çok bekledim. Bu okul için değil yerleri temizlemek, tuvaleti bile temizlerim. Bu okullara ülkemizin çok ihtiyacı var. Ben ülkemiz ve gençlerimiz için bu hizmeti bırakmam, her yeri ve her şeyi temizlerim.” Böyle bir insan Celal Hoca.

-Günümüzdeki müdürlere benziyor!

Ben latifemi sürdüremeden Cahit İleri devreye giriyor:

-Celal Hoca rahmetli babamın şansıydı. Böyle fedakar insanlar bu hizmete omuz vermeselerdi, bir yanı eksik kalacaktı. Yeni nesillere örnek bir insan. Allah rahmet eylesin.

Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş konuşmasına kaldığı yerden devam ediyor;

-Yalnız imam hatip okulları değil. Yüksek İslam Enstitisü’nü açtı. Bunların sayısı daha sonra dokuza çıktı, günümüzde de hepsi İlahiyat Fakültelerine çevrildi.

-Sadece üniversite ve MTTB Gençliğinin değil Tevfik İleri bütün Türkiye’nin Abisi.

-Abilik devam ediyor. 28 Şubat darbesini hatırlayın. İmam hatip okullarının orta kısımları kapatıldı. Öğrenci sayısı bütün Türkiye’de 60 bine düştü. Dünyanın hiç bir ülkesinde lisenin orta kısımları kapatılmaz. Maalesef bizde oldu. Daha sonra 12 yıllık zorunlu eğitim ile imam hatiplerin orta kısımları yeniden açıldı.

-Mevcut sayı ne kadardır 2016 yılının ilk ayları dahil?

-Yaklaşık bir milyon talebe olduğu bildiriliyor. Orta –lise karışımı imam hatip okulunun sayısı 2164, toplam talebe sayısı da son istatistiklere göre 932.273.

İSPİYONCU GAZETECİLER

-1960’lı yıllarda üniversite öğrencisi iken bazı arkadaşlarımız hem Yüksek İslam Enstitüsüne giderdi, hem mesela hukuk, tıp, mühendislik, iktisat fakültelerinde eğitim görürdü.

-Doğru. Çünkü imam hatip talebeleri lise fark derslerini de vererek imam hatip diploması ile Yüksek İslam’a, lise diploması ile de diğer fakültelerde eğitim görürlerdi. Çoğu imam hatip okulu mezunu da iki yüksek okul bitiriyordu o yıllarda. Ama yönetimler bu gençlerimizin kesinlikle mühendis, doktor, hakim olmasını istemiyordu. Ancak iş tam tersine döndü geçen zaman içinde.

-28 Şubatçıların hükmü kalmadı.

-Evet öyle oldu. Tevfik İleri bir kahramandı. Elindeki kılıç ile dini eğitim ve öğretime mani olan canavarın başını kesti. Bugün ülkemizde memleketsever, örnek, çalışkan gençler ve eğitim-öğretim kurumları varsa bunun öncüsü Tevfik İleri’dir.

Cahit İleri babasının ülkemize yaptığı hizmetleri Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş’ın ölçü ve değerlendirmesiyle dinledi. Ben de sordum hemen derin ve serin tarihin arka planına girerek:

-Babanız bu hizmetleri verirken, bir cunta geldi ve darbe yaptı. O darbe günlerini hatırlıyor musunuz? Evinizdeki hayattan biraz bahseder misiniz? Ablanız Ayşe de İstanbul’da daha 18 yaşına girdiği gün göz altına alınmış. Neler oldu, nasıl oldu?

-Elbette. Yassıada duruşmalarına ancak 18 yaşına dolduran sanık aile yakınları gidebiliyordu. Ayşe Ablam 18. Yaşını doldurur doldurmaz müracaat etti.

-Siz 15 yaşındasınız.

-Evet. Sanık yakınlarını da Yassıada’da ancak aileler sırtından, yani yüzü öne dönük olarak görebiliyorlardı. Hem de en uzak yerden. Ön sıralara cunta yakınları propaganda için oturtularak dışarda show yaptırılıyordu. Sanık aile yakınları ise en uzağa. Yüz yüze, göz göze gelme ihtimali bile yok.

-Çok zalimce bir uygulama!

-O gün Vatan Cephesi duruşmasında babam savunmasını yapıyor. Rahmetli babam 27 Mayıs Sonrasında bir mahkeme kurulacağını öğrenince sevinmiş ve hukuk adamlarının devreye girmesiyle her şeyin açığa çıkacağını düşünmüştü. Çünkü hiç bir açığı ve yanlışı yoktu. Ama bu mahkeme öyle değildi.

-Çok doğru!

-Rahmetli savunmasını yaparken, mahkeme başkanı “Siyaset yapıyorsun!” diyerek babamı uyarıyor. Tabii çok garip, çünkü dava zaten siyasi. Babam savunmasını devam etmeye çalışsa da bu birkaç kez tekrarlanıyor ve sonuçta babam dışarı çıkartılıyor. Ayşe ablam bunu görüyor. Zaten üzüntülü ve heyecan içinde. Böyle bir zulme şahit oluyor. Etraflarındakilerin duyabileceği şekilde bir tepki gösteriyor. İki haddini bilmeyen gazeteci çıkışta ablamı hakaret etti, galiz kelimeler kullandı diye şikayet ediyorlar.

-Yani gazetecilik değil, muhbirlik yapıyorlar?

TÜRKEŞ KONUŞUYOR ..BU BİR UMUT MU?

-Evet.. Hele ablamın galiz kelimeler kullanması mümkün değil. Mümkün değil. Ablam askerlerce göz altına alınıyor. Önce Dolmabahçe’de, sonra Sirkeci Emniyetinden, en sonunda Balmumcuya sevk ediliyor. 18 yaşında tutuklu bir genç kız düşünün ailesine haber vermesine bile müsaade edilmiyor. Tam bir eziyet ve işkence. Ablam çok üzülüyor. Balmumcu’da tutuklu olduğu gece nöbetçi subay sanırım bir albay Üç gün sonra bir Albay “Benim de senin yaşında bir kızım var. Ben bu gece buradayım merak etme!” diye güven veriyor. O atmosferde önemli bir destek. Daha sonra bıraktılar. Ancak ailemiz perişan oldu. Cehennem azabı çektik haber alınana kadar.

-Aileniz bu olaydan da önce sıkıntıda, bu olay tuzu biberi oluyor acının.

-Evet.. Aile olarak bize, Demokrat Partililere, sempatizanlarına, yakınlarına falan kuyruk, düşük, gerici falan diyorlar. Yakıştırmalar yapıyorlar. Gazetelerin manşetlerine varıncaya kadar böyle ismimiz.

-Darbe olduğu gün Albay Alpaslan Türkeş radyoda bir konuşma yaptı. Hatırlayacaksanız.

-Elbette.. şöyle diyordu “ Dün gece bütün Türkiye’de Deniz, Hava ve Kara Kuvvetlerimizin temsilcileri silahlı kuvvetlerimiz ele ele vererek, müşterek işbirliği içinde; kardeş kavgasını sonlandırmak ve ortadan kaldırmak üzere memleketin idaresini kansız bir biçimde ele almışlardır. Lütfen sokağa çıkmayın ve radyolarınızın başından ayrılmayın. Girişilmiş olan bu teşebbüs hiç bir şahsa veya zümreye karşı değildir. İdaremiz, hiç kimse hakkında şahsiyata müteallik tecavüzkar bir fiile müsaade etmeyeceği gibi, edilmesine de asla müsamaha etmeyecektir. Kabineye mensup şahsiyeterin, Türk Silahlı Kuvvetlerine sığınmalarını rica ederiz. Şahsi emniyetleri kanunun teminatı altındadır. Bütün ittifaklarımıza ve taahhüdümüze sadığız. NATO ve CENTO’ya inanıyoruz ve bağlıyız.” Biz “darbe” kavramını Türkiye ile ilgili olarak akla bile getirmezdik. Türkiye’yi gelişmiş ülke zannediyorduk. Darbeler Irak’ta olurdu, Ortadoğu ve güney Amerika’da yapılırdı. Maalesef ülkemizde oradakilerden bile daha müptezel bir darbe gerçekleşti. Türkeş’in radyodan okuduğu bildirisinde doğru çıkan bir tek “NATO ve CENTO’ya bağlıyız” oldu..

Sayın Cahit İleri adeta o günleri yeniden yaşıyormuş gibiydi. Bir yandan da üzülüyorum o ezalı günlerin tekrar hatırlanmasından. Ancak konu değişmiyor;

-Darbeyi yapanlar daha sonra açığa çıktığı gibi çeteler koalisyonu kurmuştu Daha ilk gün “Başbakan Yakalandı” diye haber yapıldı. Yok altınlar ele geçirildi diye. Çirkinliğin ve rezilliğin bini bir paraydı hem uygulamada; hem radyo, gazete haberlerinde. Başlatılan yalan ve iftira kampanyası artarak sürüyordu. Her geçen gün 27 Mayıs’tan daha kötü oldu. 15 Eylül 1961’e kadar da sürdü. Hiç bir gelişme akılla ve mantıkla bağdaşmıyordu. Hukukçular olayı ele alacak diye sevinmiş, rahatlamıştık. Hatta ümitlenmiştik. Ama karşımıza darbe rejiminin gaddar piyonları çıktı. İdam edilen şehitlerimizin haberi ile yıkıldık. Babamın müebbet hapis cezası gözümüzün önünden kayboldu. Kendi dertlerimizi unuttuk. Şehitlerimiz öne çıktı.

HOLLANDA SEFİRİ TÜRK BASININA İNANAMIYORDU

-Peki o günleri nasıl geçiriyordunuz? Tek bir babanızın maaşı vardı. Artık o da yok olmuştu?

-Evet tek geçim kaynağımız babamın maaşı idi. İki ablam üniversitede okuyorlardı, arta kalan zamanlarında da evde 10 parmak daktilo yazmayı öğrendiler ve iş aradılar. Bu güç oldu. “Ya işte biliyorsunuz.. siz Tevfik beyin evladınınız, onun için size iş veremiyoruz. Kusura bakmayın” diyorlardı. Herkesi bir korku salmıştı. Bazı dostların yardımı ile getir-götür işleri yapan bir iş buldum. Hem oyalanmam hem de bir şeyler kazanmam mümkün oldu.

-İlk aldığınız parayı da babanıza Yassıada’ya gönderdiniz?

-Evet. 50 lirayı alınca çok mutlu olmuş. Duygulanmıştı.

-Ablanız Hollanda sefaretinde çalışıyordu galiba?

-Evet. Günlük gazetelerden İngilizce tercüme işlerini yapıyordu. O günkü gazetelerdeki haberlerin tercümesi büyükelçiye veriliyordu. Bir gün büyükelçi ablamı çağırmış, “Böyle bir şey yazılmış olmaz, sen her halde yanlış tercüme ediyorsun” demiş. Gazetelerin yayınları bu kadar seviyesiz idi.

-Tam bir skandal!

-Keşke o günkü gazete manşetlerini yeni nesillere bir vesileyle gösterebilsek.

-Günlük maişetinizi nasıl temin ediyordunuz?

-Ablalarım çalıştı. Hemşehrilerimizin, dostlarımızın katkısı ve yardımı oldu. Allah onlardan razı olsun. Zaman zaman borç istemek durumunda kaldık ve istedik. İnanın para derdi o günlerde en küçük derdimizdi. Çünkü ülke zalimlerin elindeydi. Acı bir gerçekti toplumumuzu onlar yönetiyordu. Babam da onların elinde esirdi. Darbenin de arkasında, diğer bütün gelişmelerin de arka planında CHP vardı.

-Mesela?

-CHP’nin darbeyi hazırladığı ve desteklediği çok açık. En korkuncu ve bence iğrenci şudur; İnönü’nün Damadı Metin Toker’in yayınladığı Akis Dergisi darbenin ilk heyecanı geçmiş ve aylarca süren “duruşmalarda” DP iktidarının masumiyeti ortaya çıkmış olmasına rağmen kin kusmaya devam etmiştir. Son ana kadar, yani Menderes, Polatkan ve Zorlu şehit edilene kadar, bunların suçunun zaten belli olduğu ve dolayısıyla “hakimlerin” başka türlü karar vermeye yetkilerinin dahi olmadığı ve verilecek idam kararlarının infaz edilmesinin uygun olacağı, aksi takdirde sakıncalar doğacağı yolunda yayın yapmıştır. Şimdi inanmak güç geliyor ama bu infazların en fazla 3 sene içinde millet tarafından unutulacağını utanmadan iddia etmişlerdi. Bütün bunlar gazete arşivlerinde mevcuttur.
-O yılların en ünlü gazetecileri Falih Rıfkı Atay, Bedii Faik, Ahmet Emin Yalman, Aziz Nesin hemen aklıma gelen! Daha sonra “İnsan hakları savunucusu” gibi görünenlerin önceden “idamlar gerçekleşsin” diyerek nasıl yaygaralar kopardığını toplumun bilmesi gerek. Allah o günleri bir daha göstermesin, kimseye yaşatmasın.

İNANÇLARA SAYGILI BİR LAİKLİK

Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş yaşadığı bu dönemin bütün ülkenin ve insanlarımızın büyük ölçüde etkilendiğine dikkat çekerek şöyle dedi;

-Bu çatışmaların başlangıcı Bayar-Menderes kafa yapısında, savundukları görüşte saklıdır.

-Nasıl?

-Türk milletinin değerleri ile o günkü CHP bağdaşmadı. Rahmetli Bülent Ecevit bile “inanca saygılı bir laiklik” derken İsmet Paşa ve arkadaşları böyle bir endişe taşımadılar. Bugün bile CHP Genel Başkanı Sayın Kemal Kılıçtaroğlu inanç hürriyetinden yana bir laikliğe dikkat çekiyor. Hatta bir dönem Kılıçtaroğlu da rahmetli Bülent Bey gibi kasket ile dolaştı toplum arasında. CHP içindeki ulusalcılar da bu görüşlere yani inanca saygılı laiklik fikrine karşı sert bir tavır sergiliyorlar. CHP’nin bu tutsaklığı sürsün istiyor ulusalcılar.

-Ulusalcılar kendilerine göre bir Atatürk algısıyla gelişmeleri değerlendiriyorlar. Çünkü bu tür görüşler Demokrat Parti içinde de mevcuttu. Mesela Ticaniler olayı.

-Evet bir dönem ve özellikle de Demokrat Parti güzel tasarruflarla ülkeyi yeniden imar ve ihya ederken böyle bir olay çıkarttılar. Tamamen bir tertipti bu. Ankara Ulus’ta Atatürk’ün at sırtında çok güzel bir anıtı var. Etrafında da İstiklal Savaşımızı sembolize eden, mermi taşıyan kadın ve erkeklerimizin heykelleri. Böyle bir heykel kırma tertibi oldu.

-Ticaniler tarafından. Ticani Tarikatının lideri de M. Kemal Pilavoğlu!

-Oysa suçların şahsiliği prensibi vardır. Bunu unutmamak gerek.

BOZCAADA’NIN MANEVİ MİMARI

M. Kemal Pilavoğlu(1906-1977) Hukuk Fakültesi tahsilini yarıda kesip, rüyasında gördüğü Pir Ahmet Ticani’nin ekolüne girerek, kendisini dini hizmetlere adıyor. Bu görüşün ilki Muhammet Haşimi. Son temsilcisi de M. Kemal Pilavoğlu oluyor. Ticani Tarikatı’na göre; insanlar peygamber ahlakı ile ahlaklanacak ve siyasi faaliyetlerde kesinlikle bulunulmayacaklar. M. Kemal Pilavoğlu Ankaralı bir maruf aile çocuğu. Hala Başkentte adlarını taşıyan Pilavoğlu Han bu ailenin mirasıdır. Dini eğitimin yasaklandığı dönemlerde kendisini İslami konularda devrinin ünlü maruf hocaları sayesinde yetiştiriyor. 1942 yılında ezan ve kameti orijinal dilinde okuttuğu için 24 öğrencisiyle birlikte tutuklanarak cezaevine gönderiliyor (1943). CHP ve İsmet İnönü’nün “İrticaya taviz veriliyor” diye kampanya başlatması üzerine TCK 163. Maddesini daha da sertleştiriyor Demokrat Parti. M. Kemal Pilavoğlu ve arkadaşları Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın özellikle takip ederek yürürlüğe koyduğu Atatürk Aleyhinde işlenen suçlarla alakalı 5816 sayılı kanunla 10 yıl ceza, 10 yıl da sürgün cezasına çarptırılıyor. Görüşünü hala savununca akıl hastanesine yatırılıyor. Sağlam raporu alınca da Bozcaada’ya gönderiliyor.(1958-1974) Adayı müritleriyle birlikte adeta yeniden yapılandırarak tarihi eserleri restore ettiriyor, cami ve çeşmeler yaptırıyor, ilk ekmek fırınını açtırıyor, bağ ve bahçe işlerini daha verimli hale getirerek, Bozcaada’yı bir cazibe merkezi haline sokuyor. Adına Bozcaada’da mütevazi bir müze mevcut. Çok sayıda yayınlanmış eseri bulunuyor. Din Rehberi en fazla baskı gören kitabı oldu. Ayrıca İlahi Işık diye bir de haftalık gazete yayınladı. Cezası bittikten sonra yeniden taşındığı Başkent Ankara’da üç yıl sonra vefat etti ve oraya defnedildi.

MİLLETİN YERLEŞECEĞİ KADRO VE KAİDE SAĞLAMLAŞIYOR

Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş devam etti görüşlerini açıklamaya:

-Milliyetçi ve mukaddesatçı görüş Başbakan Adnan Menderes’le temsil ediliyordu. Darbe sonrasında sosyalizm modası ile başlayan fikri gelişmeler Marksizm ile noktalandı. Doğan Avcıoğlu ve arkadaşları YÖN diye darbecilere destek veren, arka çıkan bir haftalık dergi yayınladılar.

-Milliyetçi muhafazakar kesim de “Dağ Ne Kadar Yüksek Olursa Olsun YOL Onun üstünden geçer” diye haftalık YOL’u yayınlamaya başladılar.

-Evet..Rahmetli Prof. Dr.Mümtaz Turhan ve müellif Tarık Buğra YOL’u yayınladılar. Şehit edilen zihniyet tabanda ve milliyetçi yayınlarca desteklendi. Taban bütünüyle Demokrat Parti’den yanaydı. Çünkü sözü dinlenen, üreten fikir adamları da Demokrat Parti ve Adnan Menderes’e olumlu bakıyorlardı. Balmumcu’da tutukla kalan Ord. Prof. Dr. Ali Fuat Başgil her tarafta bir meşale yaktı. Sonra Prof. Dr. Remzi Oğuz Arık. Tevfik İleri de böylece milletin oturacağı kaideyi sağlamlaştırıyordu.

-DP Adana milletvekili rahmetli Prof. Dr. Remzi Oğuz Arık, Coğrafya’dan Vatana adlı eserin de müellifi.. bir uçak kazasında vefat etmişti.

-Allah rahmet etsin. Önemli bir alim Prof. Dr. Osman Turan, büyük tarihçi İsmail Hami Danişment, Garpılaşmanın Neresindeyiz’in yazarı Prof. Dr. Mümtaz Turhan, unutulmaz dilcimiz Prof. Dr. Faruk Kadri Timurtaş, sonra Prof. Dr. Ziyaettin Fahri Fındıkoğlu, Prof. Dr. Muharrem Ergin, Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu, Prof. Dr. Mehmet Kaplan, Doç. Dr. Nurettin Topçu, Prof. Dr. Sabahattin Zaim, Prof.Dr. Ayhan Songar, Prof. Dr. Süleyman Yalçın, Prof. Dr. Salih Tuğ, Prof. Dr. Ahmet Selçuk Özçelik, Prof. Dr. Emin Bilgiç, Doç. Dr. Hikmet Tanyu, Doç. Dr. Haluk Karamağaralı, Peyami Safa, Ahmet Kabaklı, Çemberlitaş’taki Muallimler Birliği ve Isparta Milletvekili Sait Bilgiç’in başkanı olduğu Milliyetçiler Derneği, üyelerinden Tahsin Tola Beyefendi vs rahmetli Tevfik İleri’nin böylesi bir fikri zenginliğine dayanıyordu. Tevfik İleri fikir ortamlarını korudu, düşünürlerimize arka çıktı.

“KAMBUR RIZA NASIL MİLYONER OLDU?”

-81 şubesi olan Milliyetçiler Derneği’nin kapatılması hala tartışılır. Rahmetli Tevfik İleri’nin eşi Vasfiye Hanıma sormuştum, “Demokrat Parti’nin hataları yok muydu? Rahmetli eşiniz bu konuda konuşur muydu?” demiştim. Milliyetçiler Derneği’ni hatırlatmış Rahmetli Tevfik Bey Vasfiye Hanım’a.

Cahit İleri devam etti bu defa:

-Babamın Yassıada’da tuttuğu notlar arasında şöyle bir kayıt var: “1950’de “Devri-Sabık Yaratmayacağz” diyeceğimize, binbir günah, binbir sahtekarlığı, binbir suiistimali olanlar hakkında tahkikat açmalı değil mi idik? Niçin yapmadık? Vazife, hizmet aşkı ile dopdolu idik. Bunda gücümüzü ileriye hasretmek kararında idik. “Geri dönmek ve memlekette bir takım kin, garez ve intikam tohumları ekmekten; sen-ben kavgasından memlekete hayır gelmez” diye düşünüyorduk. O sayfayı kapatarak ileriye atıldık. İyi de yaptık. Memleket çok şey kazandı. Fakat karşımızdakiler bunu anlamadılar. Binbir suçum üstüne, 1946 sahtekarlarına perde çekildiğini görür görmez bizim düşüncelerimizin tam zıddı bir düşünce ile bize, her şeyimize ve memleket menfaatlarına saldırdılar. Memleket bu 10 senede pek çok şey kazandı. Biz bugün içerdeyiz ve hesap vermek durumundayız. Anlaşılıyor ki bir bakıma hata etmişiz. Bu 10 senede hatalarımız olmadı mı? Var.. ve hatta çok! Mesela bize candan ve gönülden bağlı nice insanları hiç uğruna münkesir ettik. 1953’teki Milliyetçiler Derneği’nin kapatılması.. nasıl uğraşmıştım ve bu yüzden nelere maruz kalmıştım (İstişari Kongrede Köprülü’nün ihaneti.. vekillikten ayrılışım) Bunlar büyük bir kitlede unutulmaz yaralar açtı. Bu mevzuda bana ümit bağladıklarını işittiğim pek çok idealist, bu ıstırapları açık açık söylemekten çekinmediler. Ve buna benzer daha niceleri.

Ben de katkı verdim bu açıklamayı tamamlar mahiyette:

-Bir de genel af çıkardılar üstelik. Osman Yüksel, Serdengeçti’de yayınladığı bir yazıda İsmet İnönü’nün kardeşi “Kambur Rıza Nasıl Milyoner Oldu?” adlı bir makale kaleme almıştı. “İsmet Paşa’nın kardeşi Kambur Rıza ile alakalı hiç bir soruşturma yapılmadı” diye serzenişte bulunuyordu rahmetli Osman Yüksel. Buna göre İnönü’nün kardeşi Hasan Rıza Temelli İstanbul’da mahrukatçılık yapıyordu. O yıllarda odun kömür önemliydi. Bunları devlet gemilerine (Seyr-i Sefain-Denizcilik işletmesi) satıyordu. Bomonti Bira Fabrikası, İdrofil Pamuk ve sonra Amerika’dan satın alınan 6 gemi de gündeme getiriliyordu. Bazı satın almalarda İsmet Paşa’nın eniştesi Abdürrezzak Okatan’ın da ismi geçiyordu. Ancak af kanunuyla bunların hepsi düştü, devr-i sabık yaratılmadı.

Cahit İleri’ye yeniden sordum bu defa. Kayseri Cezaevi günleri, Tevfik İleri’nin hastalığı vs.

-Babamın hastalanması ve vefat etmesi 3.5 ay sürdü. Hastalık geldi ve götürdü.

Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş sordu:

-Hastalığının tam adı neydi?

-Bugünkü tabirle “karaciğer kanseri” diyebiliriz. Yassıada’da cunta 15 idam, 31 müebbet hapis cezası aldırtmıştı. Bunların hepsi İmralı’ya götürüldü. 3 idam kararı gerçekleştirildi. O günlerde orada aldığı notta: “Olan işler.. akıl alır mı?. Almadığını zannettiğime göre bizim aklımızdan zorumuz mu var” diye kaydetmiş. Rahmetli babam daha İmralı’da iken üç şehidimizin şehadetini duyuyor. Ancak inanamıyor. “Aklımızı mı kaybettik?” diyor kendi kendine.

-Öyle bir akıl tutulması ki uçaklara bindirilirken bile işkence ediliyor!

-O işkence olayı Ankara’dan Yassıada’ya götürülürken gerçekleşiyor. Kayseri’de farklı olaylar gelişiyor. Önce siyasilere hücre hapsi tartışması başlatıldı. Oysa siyasilere böyle bir şey olmaması gerektiğini cümle alem biliyor. Öyle bir kin ki öyle istiyor cuntanın adamları.

-Siyasiler için utanç verici böyle bir talep. Zaten bir çok devlet de başta idam edilen üç şehidimizi istedi. “İdam etmeyin Başbakan Menderes ve arkadaşlarını Pakistan’da yaşasınlar” dediler. Darbeciler kabul etmedi.

-Babam önce Celal Bayar ile aynı odada kalıyor. Hastalandığında önce cezaevi revirine götürülüyor. Demokrat Partili mahkum doktorlar ilk muayeneyi gerçekleştiriyorlar. Bir ay kadar Kayseri’de tedavi ediliyor. Daha sonra Ankara’ya naklediliyor. O devrin istibdatına göre bu çok iyi bir gelişme.

“ZÜLMÜN TOPU VAR, GÜLLESİ VAR; KAL’ASI VARSA!..”

-Kayseri Cezaevinde de ilginç olaylar olmuş.. bir hemşire babanıza iyi baktığı için hakaretlere uğramış! Hemşire iki gözü iki çeşme ağlıyor böyle bir durum karşısında. Oysa yaptığı iş sadece görevi. Bir de ceza veriyorlar zavallı hemşireye.

-Bir defasında annem Kayseri Cezaevi Müdürü ile konuşurken, adamcağız çok kibar davranıyor. Ancak biraz sonra iki subay giriyor içeri. Aynı müdür birden bire değişiyor, başlıyor atıp tutmaya “Artık siz de çok oluyorsunuz, her şeyi istiyor, her konuyu sorun yapıyorsunuz!” falan gibilerden ver yansın ediyor. Ancak subaylar odadan çıkınca müdür eski haline avdet edebiliyor. Böyle bir ortamda bir cezaevini, mahkumları, çalışanları, ziyaretçileri düşünün.. insanın isyan etmesi geliyor.

-Ancak Kayseri halkı öyle değil. Cezaevi ziyaretçilerini şehirde ağırlıyor, lokantada yemek ikram ediyor, hatta otel parası bile almak istemiyorlar. Böyle iyi insanlar da mevcut. Peki hastalık ilerleyince Ankara’ya havale edildi Rahmetli Tevfik Bey.

-Allah razı olsun Dr. Abidin Bey Ankara Hastanesi’nde babamı tek kişilik odaya yatırdı. Annem refakatçi olarak kaldı. Bizler bütün gün doya doya görüşüyoruz babamla. Başka ziyaretçiler de gelebiliyor. Tek dikkat çeken odanın kapısında sürekli bir askeri nöbetçinin bulunması. O da hiç ses çıkarmıyor. Menderes, Zorlu ve Polatkan şehitlerimiz olayı ortamı çıldırtacak kadar germişti. Günlerimiz böyle bir ortamda geçiyordu. Tek tesellimiz babamızı her gün, her saat görebiliyor olmamızdı.

MİLLET SAHİP ÇIKIYOR

-Peki biraz da cenaze olayını konuşalım Cahit Bey..

Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş anlatılanlardan etkilendi, üzüldü. Cahit Bey devam etti:

-Cenazeyi hastane morgundan alarak Sıhhiye’deki evimizin önüne getirdik. O gün radyo babamın vefat haberini vermişti. Tek iletişim aracı bütün Türkiye’nin bu radyo o zaman.

-Gazetelere kalsa kasıtlı yayınını sürdürürler. Rahmetli Peyami Safa onlara “mahut medya” derdi.

-Radyo “Eski Milli Eğitim Bakanlarından Tevfik İleri Bugün Ankara’da vefat etti” diye nötr bir haber yayınlayınca herkes gelişmeyi duymuştu. Kalabalıklar akın akın oraya geldiler.

-Miting alanı gibi olmuştur!

-Cenazeyi Hacı Bayram Camii’ne götürdük. Orada tabutu Türk bayrağına sardılar. Çok da güvenlik tedbiri alınmıştı. Halk gelmeye devam edince askerler müdahale etmek istediler, ancak insanların mukavemeti ile karşılaştılar. Burada halkımızın sevgisini gördük. Hele Türk Bayrağının babamın tabutu üzerine sarılması sırasında çok duygulandık.

-İkinci gün gazeteler neler yazdı hatırlayabiliyor musunuz?

-CHP’nin yayın organı Ulus “Kuyruklar olay çıkardı” diye manşet attı.

-Vah benim köse sakalım.. bunların en acı günde bile duyguları silinmiş olsa gerek.

CELAL BAYAR’IN NOTLARINDAN

-Burada şunu aktarmam gerekecek. O günlerde Kayseri Cezaevinde bulunan Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın notlarından bu bilgi. Bu kitap olarak da zaten yayınlandı. Notlarında diyor ki Celal Bayar “İnönü’nün bana nakledilen bir sözünü hatırladım; “İyi kalpli, tertemiz bir insan olan rahmetli Tevfik İleri’nin cenazesine büyük bir cemaat iştirakini görünce İnönü “Bugün benim en ıstıraplı günümdür” demiş. Istıraplı günü oluşunun sebebi o’nun sevmediği, kahretmek istediği kimselere karşı milletin sevgi göstermesidir. Ölülerimize karşı gösterilen alaka ve muhabbete tahammülü olmayan bir kimsenin hayatta olanlar hakkındaki düşüncesi başka türlü olamazdı.

Bu yazıyı beğendiniz mi?

RSS Kaynağımıza abone olun!

Yorumlar (0) Geri izlemeler (0)

Yorum yapılmadı.


Leave a comment

Geri izleme yok.