Ahsen Okyar Söylenmek yerine söylemek lazım…

ahsen okyar
3Eyl/25Kapalı

YENİ SÜRECİN AKİL İNSANLARI MECLİSTE – Ruhittin SÖNMEZ

ruhittin s

YENİ SÜRECİN AKİL İNSANLARI MECLİSTE - Ruhittin SÖNMEZ
“Terörsüz Türkiye” adıyla başlatılan “PKK ile yeni müzakere süreci” için yetkililer başından beri
“pazarlık yok, al ver yok” “terör örgütü şartsız silah bırakacak” dedi.
TBMM’de yasal dayanağı olmayan, hukuka aykırı bir yöntemle Meclis’te bir komisyon kuruldu. Şu ana
kadarki çalışmalarından, bu komisyonun bir takım yasal ve anayasal düzenlemeler yapılması için
kamuoyunu hazırlamakla görevlendirildiği anlaşılmakta.
Komisyon en son TBMM eski başkanları ile bazı baro başkanlarını dinledi. Görülüyor ki davet edilen ve görüşleri kamuoyuna açıklanan bu kişilere ile süreçteki “akil insanlara” verilen rolün benzeri
verilmiş.
Komisyon’da dinlenen eski TBMM Başkanları komisyon fikrine ve “barış/terörsüz Türkiye” hedefine
destek; sürecin hızlanması ve somutlaşması çağrısı bakımından benzer görüşteler. Ancak Bülent Arınç,
Hikmet Çetin, Mustafa Şentop, Ömer İzgi ve Binali Yıldırım DEM/Öcalan çizgisine yakın görülebilecek
beyanlarda bulundular.
Bülent Arınç (AKP) “umut hakkı ile Öcalan affedilsin, genel af çıkarılsın” dedi. Arınç’ın bu çağrısı,
DEM’in Öcalan başta olmak üzere tüm tutuklular için af ve hak talebine çok yakın bir perspektif içeriyor.
Yani Öcalan/DEM/Bahçeli/MHP çizgisiyle kesişiyor.
Hikmet Çetin (CHP) “eyleme karışmayanlar için af, silahlı eylem yapanlar için af dışı çözümler/ üçüncü ülke formülü” önerdi. “Bence dağdaki belki de 15-20 kişiyi şu aşamada yurtdışına göndermek lazım” dedi. Bu “PKK terör örgütü üyesi olmak suç olmaktan çıkarılsın” demek. Zaten askerlerimizi ve vatandaşlarımızı öldüren kurşun ve bombaların hangi teröristin elinden çıktığını, uyuşturucu ticaretini
hangilerinin yaptığını belirlemek mümkün olamaz. Hikmet Çetin beni şaşırttı, hayal kırıklığı yarattı.
Mustafa Şentop (AKP) “belirli süreli ve takibe bağlı bir af” istedi.
Ömer İzgi (MHP kökenli) açık biçimde 66. maddenin değiştirilmesini önerdi; 1924 Anayasası’ndaki
etnisite/din vurgusuz vatandaşlık tarifine dönülmesini savundu. Bu, DEM’in uzun süredir savunduğu
“anayasal vatandaşlık” çizgisine en yakın çıkış oldu. İlginç olan, bu çıkışın bir MHP kökenliden gelmesi.
Binali Yıldırım (AKP) “vatandaşlık tanımı gözden geçirilmeli, ilk dört maddeyle çelişmeden eşitlik
temelli olmalı; ‘adem-i merkeziyetçi’ idari güçlendirme olur ama federe/ federal olmaz” diyerek
yerel güçlendirmeye kapı araladı. Herhâlde ilk etapta Anayasa’nın ilk 4 maddesinin tartışılmasının sürece zarar vereceğini düşünmüş olmalı. Ama “İdari yetki- kaynak artışı ve adem-i merkeziyet” diyerek, DEM/PKK talepleri olan özerklik ve federasyona karşı gibi dursa da bir ara kademeye kapı araladı.

29Ağu/25Kapalı

GÜÇLÜ MUHALEFET VE BAĞIMSIZ MEDYA VARSA İKTİDAR ŞANSLIDIR – Ruhittin SÖNMEZ

ruhittin s

GÜÇLÜ MUHALEFET VE BAĞIMSIZ MEDYA VARSA İKTİDAR ŞANSLIDIR - Ruhittin SÖNMEZ

Liderin, kendi iradesini rehin almaya çalışan güçlere karşı direnebilir olmaması, yönettiği ülkenin (veya partinin/ şirketin/ kurumun) rehin alınması demektir.

Rehin alınmaya karşı direnme gücü öncelikle doğrudan liderin karakteri ile alakalıdır. Yani lider zaafları, hataları, ihtiras ve korkuları sebebiyle, bir şekilde iradesini ve karar verme özgürlüğünü birilerinin rehin almasına izin verebilir.

Şimdi daha kritik soruya cevap arayalım: Bir lideri rehin olmaktan kurtaran şey, sadece kişisel karakteri midir, yoksa güçlü kurumlar ve herkese uygulanan kurallar mıdır?

Hiç kuşkusuz, kriz anında liderin kişisel duruşu ilk savunma hattıdır. Ahlaki zaafları olmayan, şantajdan korkmayan, kriz anında paniklemeyen lider daha dirençlidir. Ancak bir ülkenin lideri ne kadar güçlü olursa olsun, tek başına şantajlara ve baskılara karşı sürekli direnemez. Onu ayakta tutacak olan hem kişisel karakteri hem de kurumların kalkanıdır.

Çünkü her insanın zaafları vardır, herkeste suç işleme eğilimi olabilir. Ancak çoğu zaman cezalandırılabileceği korkusu veya toplumdan dışlanabileceği endişesi suç işleme düşüncesinden uzaklaştırır.

Bir lideri de hatalardan alıkoyan şey sadece onun vicdanı değildir. Vicdan bazen uyur, bazen çıkarların sesine yenilir. Liderler de insandır, hata yapabilir, günah işleyebilir, çıkarlarını ülkesinin önüne koyabilirler. Tarih ve bugünün siyaset sahnesi de bunun örnekleriyle dolu. O yüzden, “Benim liderim asla hata yapmaz” romantizmi, demokrasiler için en büyük tehlikedir.

Liderin şahsi zaaflarının bedelini bütün bir toplum ödüyorsa, mesele sadece kişilik meselesi değildir. Asıl mesele, bu zaafları dizginleyecek denge ve denetim mekanizmalarının olup olmamasıdır.

Lider rehin alınırsa bütün ülke rehin alınır. Ama güçlü kurumlar ve özgür kamuoyu varsa, lider hata yap(a)maz ve rehin alınmaya direnebilir. Asıl beka meselesi budur: Kişilere değil, kurumlara güvenen bir düzen kurmak.

26Ağu/25Kapalı

LİDER REHİN ALINIRSA…- Ruhittin SÖNMEZ

ruhittin s

LİDER REHİN ALINIRSA…- Ruhittin SÖNMEZ
Son günlerde, eşimin “mutlaka seyretmen gereken bir dizi” tavsiyesi üzerine, Netflix’in 2025 yapımı
”Hostage” (REHİN) isimli politik gerilim dizisini izledim. İki önemli ülkenin kadın liderleri, İngiltere Başbakanı ve Fransa Cumhurbaşkanı karakterleri üzerinden, liderlerin rehin alınma riskine karşı nasıl direnç gösterebileceği inceleniyor.
Burada rehin alınmadan kastım karar alma özgürlüğünün baskı altına alınmasıdır.
Filmin hikayesi, İngiliz Başbakanı’nın kocasının kaçırılması ve Londra’ya resmi bir ziyarette bulunan
Fransız Cumhurbaşkanı’nın aynı ekip tarafından şantaj görmesiyle başlıyor. Siyasi liderlerin korkunç
seçimlerle karşı karşıya kaldığı bir durumu konu alıyor: Aileyi kurtarmak mı, ulusal istikrar mı, seçim
kazanmak mı, rezil olmak mı? Liderler her kararın ölümcül olabileceği tercihlere zorlanıyor.
İngiltere ve Fransa liderlerinin iradelerinin rehin alınmaya çalışıldığı dizide, asıl hedef İngiltere
Başbakanıdır. Başbakanı istifaya zorlamak için en yakınlarının hayatı üzerinden baskı kuruluyor.
Ayrıca ülke içinde kaos ve güvenlik endişesi yaratan olaylar tertipleniyor. İngiltere Başbakanına destek
verecek olan Fransa Cumhurbaşkanı da özel hayatı ile ilgili bir kasetle tehdit edilerek etkisizleştirilmeye çalışılıyor.
Bu baskı aslında doğrudan ülkenin kaderini de ilgilendirmektedir. Bu yüzden Başbakan kocasını
kaçıranların “istifa et” baskısına karşı direniyor. “Bu insanlar her şeyi yaparlar ama ben onlara boyun eğemem.” “Teröristlerle pazarlık yapmayacağım. Sadakatim bu ülkeye” diyor.

22Ağu/25Kapalı

PKK KOMİSYONUNDA NELER KONUŞULUYOR? – Ruhittin SÖNMEZ

ruhittin s

PKK KOMİSYONUNDA NELER KONUŞULUYOR? - Ruhittin SÖNMEZ
İYİ Parti milletvekili Yüksel Arslan’ın X’te paylaştığı “DEM’in komisyondan talepleri” listesi (özerklik,
‘Türk Milleti’ yerine etnik kimlikler, bölgeye vali atanmaması, ‘Kürt ordusu’, ayrı iç-dışişleri bakanları,
Kürtçenin resmî dil olması, PKK mensuplarının toplu dönüşü) geniş yankı buldu.
Ancak DEM Parti bu iddiayı açıkça yalanladı.
Komisyon şeffaf çalışmadığı için bu iddianın ve inkarın doğru olup olmadığını bilemiyoruz. Ancak -
listede yer alan taleplerin komisyona gelmiş olsa da olmasa da- bu aşamada kamuoyunda dile
getirilmesinin “sürece zarar vereceği” düşüncesiyle inkar edilmiş olması muhtemeldir.
Çünkü Birinci Süreçte de başlangıçta, MİT başkanı ve PKK temsilcilerinin Oslo’da yaptıkları müzakereleri taraflar inkar etmişlerdi.
Önce Oslo Müzakerelerin varlığı devletçe kesin bir şekilde reddedilmişti. Dönemin Başbakanı Recep
Tayyip Erdoğan, 18 Ekim 2010’da “Devlet hiçbir zaman terör örgütüyle masaya oturmaz,
görüşmez. Bizim terör örgütüyle pazarlık gibi bir durumumuz asla olmamıştır” demişti.
Benzer şekilde dönemin İçişleri Bakanı Beşir Atalay da görüşmelerin yalan olduğunu, bir “psikolojik savaş” ürünü olduğunu söylemişti.
Ancak süreç ilerleyince, belgeler ortaya çıktı ve Erdoğan açıklamak zorunda kaldı: “Oslo’da, benim
talimatımla devlet görüşmeler yaptı…” dedi.
2013’te İmralı tutanakları basına yansıyınca, bu kez de “Evet, devlet görüşür. Ama örgütle pazarlık
olmaz. Bu bir çözüm sürecidir” söylemi öne çıktı.
Aynı şekilde PKK/HDP kanadı da başlangıçta net bir sahiplenme sergilemedi. Öcalan’ın avukatları ve
Kandil, süreci ifşa edecek açıklamalardan özellikle kaçındı. Çünkü görüşmelerin devamı için “devlet
inkâr ediyorsa biz de susalım” taktiğini uyguladılar.
Ama süreç tıkandığında, Karayılan ve diğer PKK yöneticileri açık açık “Devlet bizimle görüştü, inkâr
etmesi doğru değil” dediler.
Oslo sürecinde yaşanan “önce inkâr, sonra itiraf” çizgisi, bugünkü DEM’in Meclis komisyonundaki
“görüşülmedi” iddiasıyla kıyasladığımızda, önemli bir siyasi strateji tekrarı olarak görülebilir.
Bu stratejiyle sürecin ilk aşamasında kamuoyunda tepki doğurabilecek içerikler gizlenir, inkâr edilir.
Böylece milliyetçi-muhafazakâr kesimlerden gelecek sert reaksiyonlar yumuşatılmaya çalışılır.
Böylece Türk kamuoyunu şok etmemek, DEM’in kendi tabanını ise “sabredin, adım adım oluyor”
mesajıyla diri tutmak istiyorlar.
Belirli bir ilerleme sağlandıktan sonra ise devletin milletin yararı için yaptık diyerek itiraf edilir.

5Ağu/25Kapalı

DERVİŞOĞLU’NUN “DİRENME HAKKINI KULLANIRIZ” UYARISI – Ruhittin SÖNMEZ

ruhittin s

DERVİŞOĞLU’NUN “DİRENME HAKKINI KULLANIRIZ” UYARISI - Ruhittin SÖNMEZ
“PKK ile yürütülen 2. Müzakere Süreci”ne Meclis’te en net karşı çıkan parti İYİ Parti oldu.
Terörist başının talebiyle Meclis’te oluşturulan komisyona İYİ Parti üye vermedi. “Cumhuriyeti ve üniter milli yapıyı yıkma amaçlı müzakerelere araç olmayacağını” ilan etti.
Kamuoyuna ve muhalefet partilerine içeriği anlatılmayan süreç, dışarıdan güdümlü bir dönüşüm
projesi olarak değerlendirilmektedir. TBMM’de Komisyon kurulması terör örgütü liderlerinin siyasi aktör haline getirilmesidir. Zaten komisyon kurulmasını ve bu komisyonda muhakkak CHP’nin de bulunmasını
isteyen ilk kişi teröristbaşı Öcalan’dır.
PKK şeflerinin talepleri de ABD/ İsrail projelerinin amacı da zaten bellidir. Türkiye’yi üniter, milli bir yapı
olmaktan çıkarıp TAK (Türk- Arap- Kürt) ortaklığında etnik ve mezhepsel olarak özerk bölgelere veya federe devletlere ayrılmış çok ortaklı bir devlet haline dönüştürmek.
Bu amaç doğrultusunda Lozan’ın yerine Sevr şartlarını dayatacak adımlar atılırsa, bu yalnızca bir anayasa değişikliği değildir. Bu, devletin kuruluş sözleşmesinin yırtılmasıdır.
Lozan bir “tapu senedidir.” Bu tapuyu masa başında revize etmeye kalkışanların karşısında, milletin her
ferdi meşru zeminde direnme hakkına sahiptir.

29Tem/25Kapalı

KONUŞAMADIĞIMIZ EKONOMİ – Ruhittin SÖNMEZ

ruhittin s

KONUŞAMADIĞIMIZ EKONOMİ - Ruhittin SÖNMEZ

Halkımızın fiilen yaşadığı sıkıntıların en büyüğü ekonomiden kaynaklanıyor. Ancak ülkemizi yönetenler önümüze çok büyük riskleri olan siyasi konuları gündeme getirdiği için ekonomiyi konuşamıyoruz.

Devletimizi üniter yapıdan çıkartıp çok ortaklı, etnik kimliklere göre ayrışmış federatif bir yapıya döndürme çabası var. Bunun için teröristbaşı Öcalan, PKK’nın Irak ve Suriye kolları, DEM, ABD Büyükelçisi vd aktörler üzerinden müzakereler yürütülüyor. Böyle olunca Türk Milleti kendi güncel sıkıntıları ve bunların sebepleri üzerinde düşünemiyor bile.

Aslında bu mesele bile ekonomi ile alakalıdır. Çünkü Türkiye ekonomisi bu kadar kırılgan olmasa, dışarıdan küçük müdahalelerle çökertilebilecek yapısal sorunlar barındırmasa, siyasi açıdan baskılara direnmemiz daha kolay olabilirdi.

25Tem/25Kapalı

İMRALI HER TÜRLÜ DESTEĞİ VERİYOR – Ruhittin SÖNMEZ

ruhittin s

İMRALI HER TÜRLÜ DESTEĞİ VERİYOR - Ruhittin SÖNMEZ
Başlıktaki cümle CB ve AKP Genel Başkanı R. Tayyip Erdoğan’a ait. Kastedilenin İmralı Adası olmadığını, bu adadaki özel hapishanede yatan ağırlaştırılmış müebbet hapis hükümlüsü teröristbaşı Öcalan olduğunu herkes anlıyor.
Böyle olduğu bilindiği halde Cumhurbaşkanının teröristbaşının ismini anmadan “İmralı” üzerinden yorum yapması bilinçli bir tercihtir. Üstelik ortağı Devlet Bahçeli, şahsının ve partisinin geçmişteki bütün ölçü ve değerlerini yıkmak pahasına, teröristbaşını “örgütün kurucu önderi” diye sıfatlandırdığı halde, Erdoğan’ın daha politik bir sıfat kullanması tesadüf değildir.
Erdoğan’ın Öcalan’ın adını anmaktan, “PKK’nın kurucu lideri” gibi sıfatlar kullanmaktan bilinçli olarak kaçınması, son derece hesaplı bir siyasi iletişim stratejisidir.
Çünkü bazı tanımlamalar tepki doğurduğu gibi hukuki sorunlara da yol açabilir. Mesela bir kişiye “yalancı” demek yerine “bilerek doğruyu söylemiyorsun” diyebilirsiniz. Böylece aynı şeyi kastetmiş olursunuz. Fakat hakaret vurgusu ve anlamı oldukça zayıflatılmış olduğundan sorun yaşamazsınız.
Erdoğan’ın seçmen tabanı içinde, şehit aileleri, güvenlikçi kesimler, MHP seçmenleri, milliyetçi-muhafazakâr dindar kitle yer alıyor. Bu seçmenlerin gözünde Abdullah Öcalan bölücü terör örgütü lideri, binlerce askerin ve sivilin katilidir.

22Tem/25Kapalı

TEK MİLLET TEK DEVLETTEN ÇOK ORTAKLI DEVLETE – Ruhittin SÖNMEZ

ruhittin s

TEK MİLLET TEK DEVLETTEN ÇOK ORTAKLI DEVLETE - Ruhittin SÖNMEZ
CB ve AKP Genel Başkanı R. Tayyip Erdoğan ile MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin son dönemdeki ifadeleri Türkiye’nin içindeki etnik ve mezhebi kimlikleri öne çıkaran “yeni bir devlet modeli” fikrini benimsediklerini gösteriyor.
Erdoğan “Türk, Kürt, Arap birliği” vurgusu, “Gönül sınırları, yapay sınırlardan daha önemlidir” söylemi, “Suriye, Irak, Filistin’deki Kürtlerin sorunları da bizim meselemizdir”, “Ümmetin birliği, mezhepleri ve etnik kökenleri aşar” teması ile sistematik bir propaganda sürecini yürütüyor.
Bunlar, etnik ve mezhebi kimlikleri öne çıkaran, onları ümmet kavramı ile sistem içinde tutan “yeni bir devlet modeli” fikrine kapı aralayacak söylemlerdir.
Bu söylemi benimsetmek için tarihi gerçeklere aykırı olarak “İstanbul’un fethini Türkler, Kürtler, Araplar birlikte gerçekleştirdi, Malazgirt Savaşını birlikte kazandı” gibi örnekler verdi. Türkiye Cumhuriyeti’ni Türkler- Kürtler- Arapların kurduğu bir devlet olarak göstermeye çalıştı.
Bunlar “Tek millet- Tek devlet” paradigmasının esnetildiğini hatta terk edildiğini gösteriyor.
Bu söylemleri çok kimlikli bir ortak devlet modeli için toplumu psikolojik olarak hazırlama çabası olarak değerlendiriyorum.
Siyasal İslamcı literatürde “millet” kavramı “ümmet” kavramı ile eş anlamlı kullanılır. Bazı Türk Milliyetçileri Erdoğan ve AKP içindeki İslamcı grubun “tek millet” kavramıyla anayasada ifadesini bulan “Türk Milleti”nin kastedildiğini düşünerek destek veriyorlar. Fakat Erdoğan’ın son açıklamaları “Tek Millet” derken, ülkemizde vatandaşlık aidiyeti üzerinden değil, ümmet temelli tek bir topluluk istediğini gösteriyor.
Bu yeni paradigma ile Türkiye, Irak, Suriye ve İran’daki Kürt bölgelerinin kültürel, ekonomik, idari düzeyde bağlantı kurabileceği düşünülmektedir.
Bu da ABD/İsrail/AB destekli “Dört Parçalı Kürdistan” projesine uyumlu bir çerçeve oluşturacaktır.

20Tem/25Kapalı

Kıbrıs Barış Harekâtı’nın 50. yılı – Yakan CUMALIOĞLU

Kibris_ecevit-ve-denktas"RAUF DENKTAŞ VE BÜLENT ECEVİT BİR ARADA AÇIKLAMA YAPARKEN (KAYNAK: KKTCB.ORG)"

Kıbrıs Barış Harekâtı’nın 50. yılı - Yakan CUMALIOĞLU

20 Temmuz 1974 tarihinde dönemin Başbakanı Bülent Ecevit ve Başbakan Yardımcısı Necmettin Erbakan’ın kararıyla gerçekleşen Kıbrıs Barış Harekâtı’nı, Kıbrıs Adası’nın Osmanlı döneminden beri süregelen bir kriz nedeni olmasından başlayarak nedenleri ve sonuçlarıyla anlattık

Belge

Anadolu kara parçasına bir işaret parmağı görüntüsüyle uzanan Sicilya ve Sardunya adalarından sonra Akdeniz’in üçüncü büyük adası olan Kıbrıs Adası’nın toplam yüz ölçümü 9.251 km2 olup bunun 3.355 km2’si Kuzey Kıbrıs’a, 5.896 km2’si ise Güney Kıbrıs’a aittir.

Kıbrıs Adası Akdeniz’deki hâkim stratejik konumu, askerî ve ticari önemi dolayısıyla birçok ülkenin ele geçirmek istediği bir ada olagelmiştir. Ada, tarihte Mısır, Hitit, Grek Kolonileri (Aka ve Dor), Fenike, Asur, Pers, Büyük İskender, Roma, Bizans (Doğu Roma), İslam Devleti, IIaac Commeneus, İngiliz Templier Şövalyeleri, Lusignan, Venedik, Osmanlı ve Britanya devletlerinin hâkimiyetine girmiştir.

Kıbrıs Adası’nın Osmanlı Devleti tarafından fethedilmesinin (1571) sebepleri arasında birçok neden sayılabilirse de en önemli sebeplerden birisi kutsal topraklara giden hacılar için güvenliğin sağlanmak istenmesiydi.

Türkler tarih boyunca gerek göçler gerek savaşlar gerekse de tabiat şartları, kıtlık ve ekonomik sıkıntılarla mücadele ede ede göçebe kültür hayatından yerleşik düzene geçer, devletler kurar, düzenli ordular meydana getirir ve cihan hâkimiyetinde söz sahibi de olur. Neticede oldukça geniş bir düşman çevresi de edinilir. Osmanlı, özellikle 1800’lü yılların ikinci yarısında Kıbrıs, Girit ve Mora gibi önemli adaları kaybeder.

Bundan 200 yıl önce Mora Türkleri büyük bir katliama maruz kalır. Yaklaşık 40 bin kişi acımasızca öldürülür. Mora katliamı Yunanistan’ın kara lekelerinden biridir.

Avrupa’nın “medeni” denilen ülkeleri ve Rusların desteğiyle EOKA benzeri Etniki Eterya Cemiyeti 1814 yılında iki Rum ve bir Bulgar tarafından kurulur. 1821’de Mora Yarımadası’nda başlayan isyanda isyancılar, “Hiçbir Türk kalmayacak ne Mora’da ne de dünyada” sloganlarıyla Mora Yarımadası’nda üç gün boyunca Türklere saldırı düzenler. Rum çete reislerinden Kolokationes üç gün sonra Mora şehrine Yukarı Hisar kapısından girip atıyla ilerlemeye başladığında “Atımın ayağı Türklerin cesetlerinden hiç toprağa değmedi” deme edepsizliğini gösterir. Kaçabilenler dışında Mora’da yaşayan bir tek Türk kalmaz.

Yunanistan’ın bağımsızlığını kazanmasının ardından Girit’in bu ülkeye dâhil edilmemesi sebebiyle Ada’daki Rumlar isyan çıkarmaya başlar. Bunların en geniş çaplısı 1866 yılındaki Girit İsyanı’dır. Hanya Rus konsolosu teşvikiyle Rum papaz ve öğretmenlerin kışkırttığı Rumlar teşkilatlanarak Girit Adası’nda büyük bir isyan başlatır. Hatta bir hükûmet kurularak Ada’nın Yunanistan’a ilhakı ilan edilir. Başarısız olan bu girişimin ardından Rumlar tekrar 1867 tarihinde ikinci Rum İsyanı’nı başlatır. Ömer Paşa komutasındaki 100.000 Türk askeri bu isyanı kısa zamanda bastırır. 1897 yılına gelindiğinde Rum Albay Vassos kumandasındaki birlikler Ada’yı işgal etmeye başlar. Sonuç olarak Avrupalı devletlerin de baskısıyla Girit’e aynı yıl muhtariyet verilir fakat Ada’daki Osmanlı askerî varlığı Batı’nın çıkarına değildir. Sonuç olarak 1898’de Girit’teki Türklerle Osmanlı askerleri Ada’yı terk eder.

18Tem/25Kapalı

BİZ BU FİLMİ GÖRMÜŞTÜK – Ruhittin SÖNMEZ

ruhittin s

BİZ BU FİLMİ GÖRMÜŞTÜK - Ruhittin SÖNMEZ
Başarısızlıkla sonuçlanan ve hendek savaşlarında yüzlerce askerimizin şehit olmasına sebep olan Birinci Çözüm Sürecinin ilk dönemini Wikipedi’den alıntılamak istiyorum:
“21 Mart 2013’te, hükûmet ile Abdullah Öcalan arasındaki görüşmelerden aylar sonra, Abdullah Öcalan’ın mektubu hem Türkçe hem de Kürtçe olarak Diyarbakır’da Nevruz etkinlikleri sırasında okundu. Mektupta ‘PKK’nın silahlı güçlerinin Türkiye topraklarından çekileceği ve silahlı mücadeleye son verildiği’ bildirildi. PKK ‘Öcalan’ın bu emirlerine uyacağını ve Türkiye topraklarından çekileceğini’ açıkladı. Erdoğan mektubu olumlu karşılayıp, PKK’;nın çekilmesiyle daha somut adımların atılacağını
duyurdu.”
Buraya kadar iki süreç de çok benziyor değil mi?
Birinci süreçte AKP ile PKK (Öcalan) ve PKK’nın uzantısı parti süreci yönetiyordu, halkı ikna görevi “Akil İnsanlar” denilen gruba verilmişti. MHP ve Bahçeli çözüm sürecine şiddetle karşı çıkıyordu.
PKK (Öcalan) ve “PKK’nın Meclisteki uzantısı” DEM’le yürütülen yeni süreçte, MHP ve Devlet Bahçeli AKP iktidarının yanında. Muhalefeti sorumluluğa ortak etmek ve halkı ikna etmek için Meclis’te kurulacak komisyon görevli olacak.
Tabii ki birinci süreçte olduğu gibi iktidar kanadının güçlü propaganda aygıtı (yaygın medya ile sosyal medya trolleri) yine devrede.
Aynı filmin yeni çekimi sonucu değiştirecek mi?
Senaryoyu yazanlar ve oynayanlar hemen hemen aynı. Aynı senaristler farklı bir senaryo yazmış olabilir mi? Zamanla göreceğiz.

15Tem/25Kapalı

PKK İLE YÜRÜTÜLEN SÜREÇ TÜRKLERİ MUTLU EDECEK Mİ? – Ruhittin SÖNMEZ

ruhittin s

PKK İLE YÜRÜTÜLEN SÜREÇ TÜRKLERİ MUTLU EDECEK Mİ? - Ruhittin SÖNMEZ

PKK’nın sembolik silah yakma töreninden sonraki gün Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Erdoğan “tarihi” denilen bir konuşma yaptı.

Bu konuşmasında da “Terörsüz Türkiye' Projesi, bir müzakerenin, bir pazarlığın, bir al-ver sürecinin neticesi değildir.”

Arkasından “TBMM'de bir komisyon kurulacak. Cumhur İttifakı olarak AK Parti, MHP ve DEM Parti heyetiyle bu süreci pişirerek geleceğe taşıyacağız. Biz bir adım atana her türlü kolaylığı sağlıyoruz. Çıkış yolu arayana kapıyı ardına kadar açarız” dedi.

Oysaki PKK ve uzantılarının beyanlarının tamamında “açılması istenen kapı” hakkında bilgi veriliyor. Bu kanat bazı vaatler almış olmalı ki süreçten çok mutlular. İlginç olan şu ki Erdoğan ve Devlet Bahçeli de PKK/ DEM’liler kadar mutlu.

Ama hiç konuşulmayan konu şu: BU SÜRECİN SONUNDA TÜRKLER MUTLU OLACAK MI?

11Tem/25Kapalı

YENİ AŞAMA: TERÖRİSTBAŞININ GÖRÜNTÜLÜ MESAJI – Ruhittin SÖNMEZ

ruhittin s

YENİ AŞAMA: TERÖRİSTBAŞININ GÖRÜNTÜLÜ MESAJI - Ruhittin SÖNMEZ
“İmralı” yine konuştu, hem de görüntülü olarak… “İmralı” dedim ama tabii ki konuşan bir ada değil, 1999’dan beri ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla hükümlü olan bir mahkum. O artık “teröristbaşı” veya “İmralı” gibi sıfatlarla değil, “Sayın Öcalan” ve “örgütün kurucu önderi” gibi sıfatlarla anılıyor.
T.C. Anayasası ve infaz yasalarına göre böyle bir hükümlü ne propaganda yapabilir ne de siyasi çağrılarda bulunabilir. Yayınlanan görüntülü mesaj, devletin bilgisi ve onayı olmadan gerçekleşemez. Bu nedenle böyle bir adım elbette hukuki değil, siyasi bir kararın eseridir.
Bu durum hukuk devleti ilkesiyle çelişir. “Fiilî durum yaratma” yoluyla meşruiyet sınırlarını zorlayan bir örnektir.
Buna rağmen Devlet, Öcalan’a bu imkânı tanıdı. Çünkü PKK ile müzakere sürecini Öcalan üzerinden yürütmek istiyor. Muhtemelen Suriye ve Ortadoğu’da izlediği politika gereği, ABD de bu yönde telkinde bulunmuştur.
Zamanın Başbakanı Bülent Ecevit, Abdullah Öcalan Kenya’da paketlenip ABD tarafından Türkiye’ye
verildiğinde, “Amerika bize Apo’yu neden verdi, bilmiyorum” demişti. Şimdi neden verdiğini anlamışızdır sanırım.
Mahkum Öcalan’ın görüntülü mesajı, bir “mesajdan” öte anlam taşıyor: PKK’nın “siyasi muhatap” olarak tanınması anlamına geliyor.

8Tem/25Kapalı

TÜRKİYE YOL AYRIMINDA – Ruhittin SÖNMEZ

ruhittin s

TÜRKİYE YOL AYRIMINDA - Ruhittin SÖNMEZ
Türkiye, sadece iç siyasi hesaplarla değil, uluslararası denklemlerle şekillenen yeni bir dönemin eşiğinde.
Irak ve Suriye’de devletlerin bölünüp, içinden birer Kürt devleti çıkarılması, Bölgedeki İran gücünün geriletilmesi, İsrail’in Lübnan ve Suriye’de kazanımlar elde etmesi ve İran’la savaşı… Bunlar uzun vadeli bir planın uygulanmasından ibaret.
ABD / İsrail’in bu uzun vadeli planlarının Türkiye bölümünü de bilmek ve gerekli önlemleri almak bizim için bir beka sorunu.
Bunun için ABD’nin kısa ve uzun vadede nasıl bir Türkiye istediğini anlamamız gerekiyor.
Temel dış politika ilkeleri ve bölgedeki değişmeye stratejisi göz önüne alındığında, ABD’nin TÜRKİYE BEKLENTİLERİ şöyle sıralanabilir:
a. Kısa Vadede (5-10 Yıl): Türkiye’nin SDG/PYD yapısını kabullenmesi, Suriye’nin kuzeyinde kurulacak otonom Kürt yapıya müdahale etmemesi.
İçeride “etnik kimlik temelli siyasetin” meşrulaştırılması.
CHP dahil muhalefet partilerinin de bu sürece direnmeden dahil olması.
b. Orta Vadede (10-20 Yıl): Türkiye’de yerel yönetimlerin yetkilerinin artırıldığı, federasyon benzeri bir sistemin tartışıldığı bir yapı.
Yeni bir anayasa ile Türklük tanımının anayasadan çıkarılması, kimliksizleştirilmiş ama çok kültürlü bir vatandaşlık modeline geçilmesi.
Doğu ve Güneydoğu’da “özerk bölge” benzeri uygulamaların kabul edilmesi (yerel dil, eğitim,
güvenlik gibi alanlarda yetki devri).
c. Uzun Vadede (20-50 Yıl): Önce Türkiye’nin, üniter milli devlet vasfını kaybettiği, bölgesel ve etnik temelli yönetişim yapılarına ayrıldığı bir form. Akabinde Türkiye’den koparılmış “Kürt federe devletinin” Irak, Suriye, İran parçalarıyla birleştirildiği Büyük Kürdistan’ı kurmak.
Bu vadeler birer tahmindir. Bazı hedefler öne, bazıları bir sonraki aşamaya alınabilir.

ÖZETLERSEK, ABD;
İsrail ile çatışmayan, ABD güdümündeki Kürt bölgesel yapısını tanıyan;
Rusya ve İran ile “denge politikası” yürüten değil, tamamen NATO-ABD çizgisine sabitlenmiş, Batı çıkarlarına entegre olmuş bir Türkiye istiyor.
Türkiye’yi, enerji yolları, askeri üsler ve ekonomi açısından ABD ve AB’ye açık, Çin-Rusya etkisinden uzak bir eksende tutmaya çalışıyor.

4Tem/25Kapalı

TERÖRSÜZ TÜRKİYE KOMİSYONU – Ruhittin SÖNMEZ

ruhittin s

TERÖRSÜZ TÜRKİYE KOMİSYONU - Ruhittin SÖNMEZ
Bir süredir yarı gizli yarı açık devam ettirilen 2. Çözüm Süreci veya propaganda adı “Terörsüz Türkiye” olan süreç yeniden hızlanıyor.
Birinci Çözüm Sürecinde “Akil İnsanlar” denen bir komisyon oluşturulmuş, PKK taleplerine direnen halkı ikna görevi verilmişti. “Akiller”, yarısı Öcalan’ın önerdiği, 63 kişiden oluşmuştu. Bunların en az 50’si teröristbaşının fikirlerine yakın kişilerdi. Bunların istediği “yeni Anayasa maddelerinin” maksadı ülkemizde Barzani Devletine benzer bir Apo devleti kurmaya zemin hazırlamak içindi.
Türk Milleti bu insanları sevmedi. “Akiller komisyonu” başarısız oldu.
Bu defa yeni süreçte halkı ikna süreci için, işin içine MHP ve Devlet Bahçeli dahil oldu.
Teröristbaşını Türk devleti ile eşit muhatap haline getiren yeni sürecin yeni mimarı artık Devlet Bahçeli.
Bahçeli 2013 yılında “Akil İnsanlar Heyeti” için “reziller heyeti” diyordu. Bugün Meclis’te kurulmasını istediği böyle bir komisyona zemin hazırlıyor. Bahçeli 100 kişilik, DEM Partililer 35-40 kişilik bir komisyon istiyor. Bu komisyon adeta paralel bir Meclis gibi çalışacak.
Bu komisyonun gerçek amacı, PKK ile müzakereye zemin hazırlamak. Devleti terör örgütlüyle masaya oturtmak.
Teröristbaşı Öcalan’ın mahkumiyetinin sona ermesi, siyasi bir aktör haline gelmesi Türk Milletine kabul ettirilemiyor. Yeni komisyonun da halkımızı ikna etmeye yetmeyeceğini iktidar iyi biliyor. Bu yüzden TBMM’de 400 oyu temin etmek, komisyona dahil olan partilere de sorumluluğu ortak etmek için böyle bir komisyon kurulması tercih ediliyor. Zaten her şekilde Cumhur İttifakı milletvekili sayısı fazla olduğu için bu komisyonda iktidarın istemediği bir karar alınamayacak.

1Tem/25Kapalı

RUHUMUZ GIDASIZ KALMASIN – Ruhittin SÖNMEZ

ruhittin s

RUHUMUZ GIDASIZ KALMASIN - Ruhittin SÖNMEZ
Ülkemiz çok kısır tartışmaların gürültüsü içinde. Ekonomik sıkıntılar, adalet arayışları, güncel haberler, siyasi çalkantılar, sosyal medyanın tedirgin eden akışı… Bizi hayatın özünden, yaşamanın tadından uzaklaştırıyorlar.
Hayatın gürültüsü, gündemin kaosu, ekranlardan üzerimize boca edilen olumsuz haberler, insanın iç dünyasını köreltmeye başlıyor zamanla. Gündelik hayat, bir koşuşturma ve kaygılar zinciri hâline gelince; insan, ruhunu beslemeyi unutabiliyor.
Oysa bizi insan yapan, sadece biyolojik varlığımız değil; ruhumuzu besleyen ve yücelten değerlerdir.
Bu yüzden, bugün ruhumuzu beslememize engel olan savaşlar, ekonomik sorunlar, adalet mekanizmasına güvensizlik, gençlerin işsizliği ve eğitimsizliği gibi güncel olaylar hakkında yazmak içimden gelmedi.
Güncel politik gerilimlerin dışına çıkarak, insanın iç dünyasını, huzur ve mutluluğunu merkeze alan, sanat, müzik, seyahat ve kültürel faaliyetlerin ruhumuza katkılarını hatırlatmak istiyorum. Hem kendime
ve hem de siz okurlarıma…
Bu yazı çölleşmekte olan ruhlarımıza bir can suyu hatırlatması olsun istiyorum.

27Haz/25Kapalı

FATİH ALTAYLI’NIN TUTUKLANMASI – Ruhittin SÖNMEZ

ruhittin s

FATİH ALTAYLI’NIN TUTUKLANMASI - Ruhittin SÖNMEZ
Siyasetin Gölgesinde Yargı ve İfade Özgürlüğü
Son yıllarda Türkiye’de “yargı bağımsızlığı” kavramı sadece hukukçuların değil, artık sokaktaki
vatandaşın da günlük siyasal tartışmalarında kullandığı bir terim haline geldi. Çünkü yargının verdiği kararlar artık sadece mahkeme salonlarını değil, sandık sonuçlarını, kamuoyunu ve hatta sosyal medyanın nabzını da belirliyor.
Geçtiğimiz günlerde gazeteci Fatih Altaylı’nın tutuklanması, bu bağlamda yalnızca bireysel bir yargı süreci değil, aynı zamanda Türkiye’de ifade özgürlüğünün, medya bağımsızlığının ve yargı
güvencesinin ne durumda olduğunu gösteren kritik bir gösterge oldu.
Fatih Altaylı, gazetecilik kariyerinde birçok dönemden geçmiş, iktidarlara zaman zaman yakın durmuş, zaman zaman mesafesini korumuş bir figür. Ancak son dönemde özellikle YouTube üzerinden yaptığı yayınlar, onu geleneksel medya sınırlarının çok ötesine taşıdı.
Her gün yüz binlerce kişinin izlediği Altaylı, özellikle son videolarında Cumhurbaşkanlığı sisteminin
keyfiliğe yol açabileceğine dair açık ve sert uyarılarda bulunuyordu. Anket sonuçlarına dayanarak halkın ömür boyu yetkiye karşı olduğunu dile getiriyor, tarihsel örneklerle halk iradesinin gücünü vurguluyordu.
Yargının Altaylı hakkında “Cumhurbaşkanına tehdit” suçlamasıyla başlattığı soruşturma, tam da bu  sözlerin ardından geldi. Gerekçede özellikle videonun bir bölümünde padişahların halk tarafından alaşağı edildiği yönündeki tarihsel anlatı, bir tür dolaylı tehdit olarak yorumlandı. Oysa Altaylı’nın ifadesine bakıldığında, bu sözlerin şiddet çağrısı değil, halk iradesine yapılan bir tarihsel
göndermeden ibaret olduğu açıkça görülüyor.

24Haz/25Kapalı

İRAN’A DİZ ÇÖKTÜRMEK – Ruhittin SÖNMEZ

ruhittin s

İRAN’A DİZ ÇÖKTÜRMEK - Ruhittin SÖNMEZ
İran’a 13 Haziran 2025’te ilk saldırıyı başlatan İsrail’in yanında hep ABD vardı. Başlangıçta bunu itiraf etmek istemiyordu. Fakat Savaşın 10. Gününde ABD Başkanı Trump talimatı verdi ve ABD uçakları İran’ın nükleer tesislerini bombalayarak savaşa doğrudan dahil oldu.

ABD’nin savaşa girmesi, İsrail’e fazla zarar vermeden İran’a diz çöktürmek yani yenilgiyi kabul
etmesini sağlamak için olabilir.

İsrail’in 7 Ekim 2023’ten bu yana bombalayıp yer ile yeksan ettiği avuç içi kadar Gazze’de bile
bombalamalar Hamas’ın teslim olmasına yetmedi.
İran büyük bir ülke. Bir kara savaşı olmadan, bombalamaların İran’ın diz çökmesini sağlayabileceğini sanmıyorum. (Coğrafi ve siyasi şartlar bir kara savaşının olmasını adeta imkansız kılıyor.) Ama İsrail’in en az zararı görmesi için İran’ı ateşkese zorlamak ve müzakere sürecini başlatmak için ABD bombalamaları etkili olabilir.

Bu savaşın gerçek sebebinin İran rejiminin değiştirilmesi ve İran’ın bölünmesi olduğu kanaatimi daha önce yazdım. Ancak bu kısa zaman içinde gerçekleşebilecek gibi görünmüyor.

Bu yüzden ABD / İsrail tarafının ilk hedefi, savaş sürecinde İran askeri gücünün büyük kısmını tahrip
etmek. Daha sonra içeride rejime muhalif grupları kullanarak ve ayrılıkçı etnik güçlere destek vererek
hedeflerine ulaşmak istiyor olabilirler.

Ayrılıkçılık talebi olan etnik gruplar, çoğu Sünni olan Kürtler (PKK’nın İran uzantısı PJAK) ve (Sünni)
Beluçlar.

En büyük etnik grup olan (Şii) Güney Azerbaycan Türkleri ve (Sünni) Türkmenler ayrılık taraftarı değiller.

ABD ve İsrail’in İran’ı zayıflatma stratejisinde etnik kartın ve mezhep farkının bir araç olarak
kullanılabileceği açıktır.

Ancak bu stratejinin hayata geçirilmesi için İran rejiminin ciddi biçimde zayıflaması veya değişmesi ya da iç savaş ortamı oluşması gerekli.

20Haz/25Kapalı

İSRAİL’İN SALDIRDIĞI İRAN… – Ruhittin SÖNMEZ

ruhittin s

İSRAİL’İN SALDIRDIĞI İRAN… - Ruhittin SÖNMEZ
İsrail’in İran’a saldırısıyla başlayan savaş bölgede önemli değişmelere yol açacak. Ben, başından beri
ABD / İsrail’in asıl hedefinin, İran’ın nükleer silah edinmesini önlemek bahanesiyle, İran’ı bölmek
olduğunu düşünüyorum.
Bu savaş öncelikle, Suriye’den sonra İran içinde bir Kürt devleti yapılandırmak için başlatıldı. Bu hemen
olacak bir şey değil. Çünkü İran’daki Kürt nüfusu (yaklaşık %8-10) dağınık, Şii-Sünni ayrımıyla
bölünmüş ve bir kısmı rejime entegredir. Ayrıca Irak ve Suriye’ye kıyasla İran Kürtleri arasında
ayrılıkçılık daha zayıf destek buluyor.
Bu yüzden ABD/ İsrail’in ilk aşamada İran askeri gücünü imha etmek ve rejimin değişmesini sağlamak isteyeceklerini düşünüyorum. İran içindeki rejim savaş sürecinde zayıflayacak mı, değişecek mi yoksa gücünü pekiştirecek mi şimdiden öngörmek kolay değil.
Savaşın ne kadar süreceği ve başarıya ulaşıp ulaşmayacağını da tahmin etmek kolay değil. Çünkü süre ve sonucu belirleyecek çok faktör var. Mesela savaşın başka devletlerin katılımıyla genişleyip genişlemeyeceğini henüz bilmiyoruz.

17Haz/25Kapalı

İSPANYA PENCERESİNDEN TÜRKİYE-2 – Ruhittin SÖNMEZ

ruhittin s

İSPANYA PENCERESİNDEN TÜRKİYE-2 - Ruhittin SÖNMEZ
İSPANYA DEMOKRASİYE 1982’DE GEÇTİ.

İspanya 1936-1939 İç Savaşı’nın ardından Franco yönetimi otoriter ve baskıcı bir rejim kurdu. Franco Dönemi (1939–1975) içinde siyasi partiler yasaklandı, basın özgürlüğü kısıtlandı, bölgesel kimlikler (örneğin Katalan ve Bask) bastırıldı. Ekonomik olarak otarşik, dışa kapalı ve devletçi bir model benimsendi.
Franco’nun 1975’te ölümünden sonra yaşanan geçiş döneminde 1978 Anayasası kabul edildi: Demokratik parlamenter sistem, siyasi partilerin serbestliği, yerinden yönetim (özerk bölgeler) gibi ilkeler getirildi.1981’de başarısız bir darbe girişimi yaşandı, ama 1982’de demokrasiye geçiş gerçekleşti.
Bu kadar taze bir demokrasisi olan ülke, demokrasi ile geçen 43 yıl içinde çok önemli değişimler yaşadı:
Piyasa ekonomisine geçildi. Özelleştirmeler yapıldı. 1986’da Avrupa Ekonomik Topluluğu’na (AET, şimdiki AB) tam üye olunması, yatırımları ve dış ticareti artırdı. AB fonları altyapı, tarım ve bölgesel kalkınmada büyük rol oynadı. 1990’lar ve 2000’lerde hızlı büyüme ve finansal liberalleşme görüldü.
Franco döneminde otoriter tek parti ile yönetilen İspanya’da şimdi parlamenter demokrasi var. Ancak krallık sınırlı yetkilerle devam ediyor. Yani “anayasal monarşi” veya “meşrutiyet” denilen rejim geçerli.
Devletçi içe kapalı ekonomiden piyasa temelli dışa açık ekonomiye geçildi. 1986’dan beri AB üyesi olan İspanya’da artık eğitime erişim sınırlı değil, yaygın ve evrensel. Baskıcı rejimden sonra gelen demokrasi döneminde vatandaşlara geniş kapsamlı haklar verildi.
Demokrasi döneminde İspanya’da siyasal ve ekonomik istikrar sağlandı, enflasyon 1990’lardan itibaren düşük seviyelerde.

13Haz/25Kapalı

İSPANYA PENCERESİNDEN TÜRKİYE-1 – Ruhittin SÖNMEZ

ruhittin s

İSPANYA PENCERESİNDEN TÜRKİYE-1 - Ruhittin SÖNMEZ
Kurban Bayramı öncesinde eşimle birlikte 8 günlük İspanya turuna katıldık. İspanya’da gördüklerim ve
orada edindiğim bilgilere ilaveten biraz da araştırma yaptım. Ve İspanya Penceresinden Türkiye’ye
bakmanın gerekli ve faydalı olacağı kanaatine vardım.
İspanya’nın yüzölçümü Türkiye’nin yaklaşık üçte ikisi kadar. Nüfusu ise yaklaşık 47 milyon olup, Türkiye
nüfusunun yaklaşık yarısı kadar.
Buna karşılık İspanya bizden ekonomik olarak (GSYİH) yaklaşık %50 daha büyük ve halkı bizden 2 - 2,5 kat daha zengin. (Kişi başına milli gelir İspanya’da 35.100 USD , Türkiye’de ise yaklaşık 15.000 USD)
İspanya dünyanın en büyük ekonomileri sıralamasında 14-15. Sıralarda iken Türkiye 16-19. Sıralarda geziniyor. Fakat aramızdaki fark büyük, İspanya 2024 itibarıyla GSYH büyüklüğü itibarıyla Türkiye’yi yaklaşık %50 farkla geride bırakıyor.
Gezdiğimiz şehirlerde bu zenginliğin yansımasını gözlemledik. Gördüğümüz bütün şehirlerde düzen,
geniş caddeler, büyük parklar, temizlik dikkat çekiciydi. Nadiren trafiğin sıkıştığı, her tarafında sanat eserleriyle karşılaşılan İspanya şehirlerinde gecekondu benzeri yapılaşma hiç yok. Tabii ki insanların bizden daha mutlu olduğu hemen belli oluyor.
Ekonomide hemen göze çarpan iki alan turizm ve tarım. İspanya yıllık 100 milyona yaklaşan turist
sayısıyla ve 120 Milyar Euro turizm geliriyle bu alanda dünyada ilk 5 içinde. (Türkiye’de ise 2024’te
~52,6 milyon ziyaretçi, ~61,1 milyar USD gelir gerçekleşti.) İspanya’da vatandaş başına yılda 2 turist
gelirken, Türkiye’de her vatandaşa 0,6 turist düşmekte.
Fakat turistlerin bol olduğu yerlerde rehberimiz sürekli hırsızlık ve kapkaç vakaları için uyarılar yaptı.
İspanya’da fiyatlar Batı Avrupa’nın diğer ülkelerinden daha ucuz. Yeme içme konusunda Türkiye
fiyatlarına yakın bedeller ödeyerek, daha bol porsiyon ve hilesiz yemekler yemek mümkün.
Tarım alanında İspanya’nın çok başarılı ve planlı uygulamaları olduğunu söyleyebilirim. Ekili, dikili ve
bakımlı olmayan tarım arazisi bırakmamışlar. Özellikle ülkenin güneyine doğru indikçe dağ taş binlerce km2’lik arazilere son derece düzenli bir şekilde zeytin ağaçları dikilmiş. Yüksekliği 2-2,5 metreyi geçmeyen zeytin ağaçlarının dikili olduğu arazi parçaları arasında bir metrelik boşluk dahi bırakmamışlar. Toprağın kıymetini biliyorlar. Her 30-40 km de bir zeytinyağı fabrikaları kurmuşlar ve zeytinlerin uzak mesafelere taşınmadan işlenmesini sağlamışlar.
Türkiye’de boşalan köyleri, işlenmeyen tarım arazilerinin büyüklüğünü görünce “neden biz başaramıyoruz?” diye üzüldük.