Ahsen Okyar Söylenmek yerine söylemek lazım… Şikayet edeceğine sen de alternatifini oluştur.

7Eki/150

ELAZİZ’DE SÜLEYMAN İSTANBUL’DA SERVET – Mehmet Cemal ÇİFTÇİGÜZELİ

mehmetcemal-iftigzeli2ELAZİZ’DE SÜLEYMAN İSTANBUL’DA SERVET - Mehmet Cemal ÇİFTÇİGÜZELİ

Ortamektep talebesi iken Kilis’te Şıhlar Camii civarında mütevazi bir odada arkadaşlarımızla bir “kitap kulübü “kurmuştuk. İstanbul’da Milliyetçiler Derneği, Ankara’da Osman Yüksel’in Serdengeçti ve Salih Özcan’ın Hilal Dergisi ve Yayınlarından ödemeli istiyorduk. İnkılap Kitapevi’nden de Safahat. Kitap Kulübümüze ayrıca her gün iki de gazete alıyorduk; Peyami Safa, Burhan Felek’in yazdığı Milliyet ile, Kadircan Kaflı ve Ahmet Kabaklı’nın yazdığı Tercüman. Haftalık Yeni İstiklal de bunu takip etti. İşte böylece Ahmet Kabaklı’yla fikren tanışmamız 1960’lı yıllara rastladı. Lise eğitimini tamamlamak üzere Vefa’ya kaydolduğum zaman bir sevincim de sürekli yazı ve kitaplarını okuduğum Peyami Safa, Nurettin Topçu, Ali Fuat Başgil, İsmail Hami Danişment, Mümtaz Turhan, Mehmet Çavuşoğlu, Necip Fazıl Kısakürek, Eşref Edip Fergan, Muharrem Ergin, İbrahim Kafesoğlu, Mehmet Kaplan, Faruk Kadri Timurtaş, Tarık Buğra, Ahmet Davutoğlu, Muzaffer Özak, Mahir İz’leri tanımak oldu.

Daha sonra “Şeyhülmuharririn” olacak Ahmet Kabaklı Aydınlar Ocağı, MTTB, Milliyetçiler Derneği, Türkocağı gibi bu yerlere çoğu zaman gelip gidiyordu. Hem öğretmen olarak biliyoruz, hem de Tercüman’da muharrir. Duyduğumuz bir imtihanı kazanarak Tercüman’a köşe yazarı olarak göreve başlamış. Bütün üstadları sadece uzaktan görür, imrenir, yanlarına yaklaşmaya adata “edeb” ederdik. Konuşurken bile yüzümüz kızarırdı.

TÜRK EDEBİYATI DERGİSİ

Kısmete bak, 1970 yılında Kemal Ilıcak’ın sahibi, Saadettin Çulcu’nun genel yayın müdürü, Aydoğdu İlter’in yazıişleri müdürü olduğu bir dönemde Tercüman Gazetesi çarşaf çarşaf ilanlar yayınlayarak “müsahhih” alacağını duyurdu. Tercüman fikirde ve sporda iddialı bir gazete ayrıca. Tirajıda dikkat çekecek kadar fazla. Saadettin Çulcu yazısında müsahhihin ne olduğunu açıklıyor, ünlü müsahhihleri örnek gösteriyor, yayın içindeki sorumluluğunu anlatıyor sütununda. Öyle bir cazip hale getirdi ki bu yazı onlarca kişi önce açılan yazılı imtihana girdi. Sonra mülakata. İki kişi kazandık. Biri ben, diğeri de İstanbul Hukuk Fakültesi’nden mezun bir Saraybosnalı bir arkadaştı. Alacağımız ücret açıklanınca Boşnak arkadaş vazgeçti. Ben “gazeteci olacağım” diyorum içimden, ücret az da olsa kabul ettim ve hemen göreve başladım. Ancak Tercüman toplu sözleşmeli bir gazete olduğundan maaşım neredeyse ikiye, üçe katlanmıştı.

Evinde ördüğü kazaklardan mutlaka bir tane almak veya sipariş etmek durumunda kaldığımız Ahmet Ilıcak şefimiz, Birsen Ermiş yardımcısı, Dr. Fahri Türkbeyler ve ben 4 kişi çalışıyoruz. Sonra Gürbüz Kamburoğlu ve Tarık Tavatoğlu geldi. Her gün Ahmet Kabaklı, Ergun Göze, Tarık Buğra, Prof.Dr. Şükrü Baban, Rauf Tamer, Ali Rıza Alp, Reşat Ekrem Koçu, Mithat Sertoğlu, Şahap Ayhan, Necip Fazıl ve Necmi Tanyolaç’ı görme imkanım var. Düşünenlerin Düşüncesi’nde de akademisyenler görüşlerini açıklıyordu. Yazılarını okuyor ve tashihini yapıyorum. Ancak odamıza tek ve devamlı giren ise sadece Ergun Göze. Zaman zaman oğlu küçük Mehmet’i de getirir odamıza.

Ahmet Kabaklı ayrıca okul defteri boyutunda Türk Edebiyatı Dergisi yayınlıyor ve Sultanahmet’teki Divan Yolu Caddesi üzerinde Türk Edebiyat Vakfı’nın da başkanı. Çarşamba sohbetlerinin müdavimiyim. Bu sohbetlerin başlangıç ve bitiş saati de herkes için uygun. Önemli şeyler öğreniyor ve yeni bir muhit ediniyorum. Ne güzel. Türk Edebiyat Vakfı’na zaman zaman tombik, yuvarlak yüzlü, iri gözlü ve esmer, ele avuca sığmayan, çok hareketli bir genç geliyor ve görünüyor. Akabinde kayboluyor. Üç beş ay sonra yeniden aramızda ve sohbet toplantısında. Üstad Ahmet Kabaklı’nın yeğeni olduğunu çok sonra öğrendik.

HER KESİMİN DOSTU BİR AYDIN

Erzurum Atatürk Üniversitesi’nde öğrenci imiş. Aynı zamanda gazeteci. Tercüman ve Anadolu Ajansı’nın Erzurum muhabiri. Daha önce de memleketi Elaziz’de Tercüman’ın muhabirliğini yapmış; Elazığ, Yeni Harput ve Uluova’da yerel yazılar kaleme almış.

Bir sempozyum için gittiğim Elazığ’da öğrendim. Daha lise öğrencisi iken ele avuca sığmayan haşarı, atak bir civanmert Servet. İdeolojik çatışmaların başladığı dönemlerde ise en önde ve cesur. Tunceli Erkek Öğretmen Okulu’nun anarşik olaylar nedeniyle eğitime son verilmesi neticesinde 470 öğrenciyi Elazığ’da konuk ettirecek kadar mükrim. Anadolu böyledir. Bir yiğit genç çıkar pervasız, neticesine bakmaksızın inancının gereğini yapar. Elazığ’da bugün Türk Dünyası Uluslararası Hazar Şiir Şölenleri ve yazar toplantıları geleneksel hale geldiyse bunda Servet Kabaklı ve arkadaşlarının payı vardır. Bu itirafı bizzat halen Konya, daha önce Elazığ Valisi olan Muammer Erol’dan dinlemiştim. Servet Kabaklı bu konuda Elazığ’a kim vali atanırsa atansın ilk ricası bu etkinliğin devamı oluyor, Türk Dünyası ile ilişkilerin artarak devam etmesini talep ediyor. İşte Elazığ, Türk Dünyası’nda bu nedenle tanınıyor. Taşrada henüz alternatif bir başka şehrimiz de yok maalesef. Elazığ’da ayrıca kim yerel yönetimin başında olursa olsun mutlaka Türk Dünyasının bir saygın insanının ismi bu kentin sokaklarına, caddelerine, bulvarına, meydanına, salonuna, parkına ve anıtına veriliyor. Benim üç defa iştirak ettiğim her etkinlikte de mutlaka Servet Kabaklı vardı ve oradaydı. Elazığlı şair, sanatçı, yazar, müellif, akademisyen, hayırsever aydınlar da bu programlardan nasibini alarak ilçelere kadar taşınıyor. Mutfak ve toprak ürünleri tanıtılıyor.

Elazığ’da sosyal tesislerden ayrılarak İstanbul’a döneceğimiz gündü. Ali Coşkun elinde bir paket ile “Benim odaya yanlışlıkla bir paket bırakılmış, sahibini arıyorum” dediğinde yanıldığını sonra anladı. Aynı hediye paketinden bütün konukların odasına konmuştu. Tulum peyniri başta olmak üzere Gakkoşları hatırlatacak bir paket. Servet Kabaklı’nın hediyesi ve hatırası.

GAZETECİNİN AYDINLIĞI

Servet Kabaklı 1979’dan 1986 yılına kadar İstanbul Tercüman’da çalışmış. Bu yıllarını Tercüman’da birlikte olduğumuz Bekir Aydın’dan dinlemişimdir. Ahmet Hakan ve Vahap Munyar Hürriyet’teki sütunlarına taşıdılar vefat haberini birer anektodla. Servet hep ülkücü, ancak sosyal, medeni ve insani yanı ağır. Pir alevi gibi hemen parlayabilen, ancak hatalıysa karşısındakinin biraz sonra gönlünü alan biri. Vahap Munyar’a “gomünist kardaşım” diyerek sevgisini gösteriyor. Bu yaklaşım iki tarafı da üzmüyor, tam dersi dostluklarını pekiştiriyor. Ahmet Hakan’ı arıyor zaman zaman hal hatır sorabiliyor bir medeni meslektaşı olarak. Yeni Haber yayınlandığında burada yazmaya başlıyor(1986). Sonra Türkiye Gazetesi. Hukukum bu tarihten sonra artarak sürüyor. Ayhan Katırcıkara imzasıyla “Fantezi ve Kulis” yazıyorum. Bir de müphem resmim var. Servet Kabaklı için de o yıllarda böyle bir imkan hazırlanmış, ancak gerçekleşmemiş. Doğu Türkistan hariç bütün Türk Coğrafyasını tek tek dolaşıyor. Yazı hayatına ise daha sonra Yeniçağ ve Tercüman’da devam etti. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin Ödülünü kazandı. Rahmetli Turgut Özal ile birlikte dış dünyaya seyahat etti. Özal’ın son seyahatinde yine yanındaydı. Bütün liderlerle dostluğu vardı, ama Özal ve Türkeş ile daha bir yakındı. Sözkonusu yıllarda ben Türkiye’de Ayhan Katırcıkara imzasıyla “Fantezi ve Kulis” yazıyorum. Birara Servet Kabaklı’nın da Türkiye’de günlük köşe yazıları yazması gündeme gelmişti. Servet Kabaklı imkanı, unvanı, makamı ne olursa olsun herkesle dostluk kurmakta mahir bir aydındı. Recep Tayyip Erdoğan ile ta İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığından itibaren iyi, samimi, çıtası yüksek dostluklar kurmuş ve bugüne kadar da sürdürmüştü. İstanbul’a gelen her vali ve yerel yönetici ile de öyleydi.

DOSTLARIYLA BİRLİKTE OLMANIN AYRICALIĞI

Servet Kabaklı’nın sohbeti keyifli olurdu, muhabbeti koyuydu, konuşmalarını saatlerce dinleseniz bu zaman diliminin bitmesini hiç kimse istemezdi. Evliliklerinin yıldönümünde tevafuk olarak Türkistan Aşevi’ndeydik. Kendi kutlamasını ikinci plana alarak dostları ve konuklarıyla ilgilendi. Ancak öğrenince aynı sofrada Kabaklı Ailesinin evlilik yıldönümleri için de birlikte olduk. İstanbul’daki yabancı misyon temsilcilerinden de dost edinmiş, Türkistan Aşevi’nde onlarla aynı sofrayı paylaşmasını bilmiş, görüşlerini onlara da aktarmıştır. Ramazanda İstanbul Özbekistan Konsolosu ve bir grup dostla birlikte iftar yapmıştık. Sayın Başkonsolos Taşkent kavunları getirmişti ülkesinden, ikram etti. Son ramazanda ise Prof. Dr. Aziz Akgül ve eşi Dr. Almıla Hanım, Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş, Ali Coşkun, Doğu Türkistan’dan Veli Hoşur, bendeniz, eşim, çocuklarım ve torunum Can ile birlikte olduk. Soframıza hem hizmet ettirdi, hem şeref verdi. Esat Kabaklı hem çaldı, hem söyledi.

Servet Kabaklı’nın rahatsızlığını duyuyorduk. Öyle pat diye de söylenemiyordu. Her sorduğumuzda” çok iyiyim” diyordu. Kilo almıştı. Sigara içiyordu, bir türlü bırakamıyordu sanırım. Aralıklarla hepimiz sorduk sağlığını, hep aynı şeyleri anlattı; iyi olduğunu, kadere rıza göstermek gerektiğini, vakti gelmeden yaprağın bile kıpırdayamayacağını hatırlatarak büyük bir teslimiyet içinde bulunduğunu vurguluyordu. İnanmış bir insan, kaderine razı olmuş bir aydın portresi çiziyordu.

KADERİNE İMAN ETMİŞ BİR ENTELEKTÜEL

Bir ay sonra kadardı Nefes almakta güçlük çektiği ve beynine kan pıhtısı sıçradığından Servet Kabaklı’nın Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde olduğunu öğrendim. Öyle anlattılar. Yakınlarına da “Nesi var?” diye de bu duyarlı günde öyle hemen sorulamıyor. Tam ziyarete gidecektik ki daha fazla donanımlı ve bir kalp cerrahı eşliğinde ambülansla Maslak Acıbadem Hospıtal’a kaldırıldığı haberi geldi. Özel odada kimse ile görüştürülmüyormuş. Birkaç gün bekledik dua ederek. Görüşmeye başlandığını öğrenince metro ile Maslak’taki hastaneye gittim. Hastamızı bulamadı yetkililer. Cep telefonundan aradım, eve çıktığını, tedavisinin burada devam edeceğini, daha sonra kontrole gideceğini söyledi. Rahatlamıştım. Ancak Cağaloğlu’nda Şerif Aydemir, Mehmet Nuri Yardım, Mehmet Cangır, Cengizhan Orakçı, Fatih Aydemir başta olmak üzere toplanarak bir grup arkadaşımızla evinde ziyaret etmek ihtiyacı hissettik. Sultanahmet’teki sarı boyalı, iki katlı eski İstanbul evinde görüştük. Hep iyi olduğunu anlattı. Tahlillerin devam ettiğini, neticesine göre tedaviye karar verileceğini bildirdi. Eşi, oğlu, gelini ve torunu da oradaydı. Bize Türkistan’lı bir ailenin yaptığı makarna gibi uzun, tuzsuz kuru un gurabiyelerinden ikram etti. İlk defa yemiştim, bir de örnek aldım. Kalabalıktık, hiç hastalığından bahsetmedi bile, her zamanki davudi sesiyle sohbetini ve muhabbetini sürdürdü.

Bir hafta sonra da vefat ettiğini öğrendik. Cenazesinde her kesimden insan vardı Sultanahmet Camii’nde. Avluya kadar taşmıştı cemaat. Tabutunun başına Doğu Türkistan bayrağı da eklenmişti. Helalleştik. Eyüp’te amcası Ahmet Kabaklı’nın yanına defnettik. Sonra Türkistan Aşevi’nde Kur’an ve dua.

Yeniçağ’daki bir yazısında TRT Genel Müdürü’ne arka çıkıyordu tartışmalar üzerine “Şenol Demiröz’e kefil oluyorum” diye. Arkadaşı Servet’i mahcup etti. Ancak camide bütün cemaat musalladaki Servet Kabaklı’ya sahip çıktı ve öyle bir mesaj verdi ki helalleşirken; onbinlerce gırtlaktan tek ses çıkmıştı arşa ulaşan: Helal olsun!

YILLAR ÖNCE

Ahmet Kabaklı bir gün telefonla beni aradı Ankara’da. Türkiye’de yazıyor Ahmet Kabaklı Günışığı’nı. Ben de Ankara kulislerini aktarıyorum İstanbul’a. O yıllarda TRT Haber Merkezi’nde çalışıyorum. Kabaklı Hoca’mın sesini duyunca sevindim ve heyecanlandım. “Buyurun Hocam” dedim iştiyakla. Ahmet Kabaklı insanlarımızın okumamasından, düşünmemesinden, yayın hayatımızın yaşadığı sıkıntılardan müşteki idi. Dedi ki;

-Mehmetciğim, kardeşim sen bizim Ankara temsilcisisin aynı zamanda.

-Sağolun, onur duyarım aziz Hocam.

-Senden bir ricam var.

-Buyurun efendim. Emrinize amadeyim.

-Dergimiz Türk Edebiyatı fedakarlıklarla yayın hayatını sürdürüyor. Zaten okuyanın az olduğu günümüzde, devlet de dergilere aboneliği askıya alacak diye duydum. Gerekçesi Kültür Bakanlığı’na bu konuda kaynak aktarılmaması.

-Öyle bir husus var hocam. Ankara’da dağa taşa arsaya kaynak aktarmak daha önemli!

-Senden hasseten istirham edeceğim, TBMM Bütçe Komisyonu üyeleri ile bir görüş, mutlaka tanıdığın vardır. Zaten devlet kütüphanelerinin dergilere abone sayısı 200- 300 kadar. Bu abone karşılığı önemli bir paraya tekabül etmez. Ancak dergiler yayınlanmazsa edebiyat ve fikir hayatımız sıkıntıya girebilir.

-Dergiler yazar okulu olarak görev yapıyor sevgili hocam. Dergiler kapanır, yayını aksarsa bu mekteplerin kapısını kilit vurulmuş olur.

-Sağolasın Mehmet Bey, şimdi size İstanbul’dan öğretmen iki hanım arkadaşımız gelecek. Sen onlarla birlikte TBMM’nde ol, bütçe komisyonu ve kültür ile alakalı vekillerimizle bir tanıştır. Komisyon üyelerine benden de selam söyleyin Kültür Bakanlığı Kütüphaneleri için kaynak aktarsınlar. Kesmesinler.

Ahmet Kabaklı Türk Edebiyatı Dergisi üzerine titriyordu. Aşırı duyarlıydı. Çünkü Türk Edebiyatı’nın alternatifi de yoktu. İstanbul’dan iki hanım öğretmen arkadaşımız geldi. Birlikte olduk. Gerekli temasları yaptık. Netice de aldık. Ancak bu iki hanım öğretmenimizin akşam Tandoğan’da kaldıkları arkadaşlarının evine hırsız girince, çantalarını çalmış! Üzüldüler, fakat Türk Edebiyatı için girişimleri olumlu netice verince sevindiler.

EMANET EMİN ELLERDE

Ahmet Kabaklı vefat edince bu emaneti Servet Kabaklı teslim aldı. İstanbul Divanyolu’ndaki vakıf merkezi önce daha bir cazibe merkezi haline geldi. Restorasyon sonrası herkes bu sivil toplum kuruluşunu örnek gösterdi. Taziye için Özbekistan Yazarlar Birliği eski yöneticilerinden, şair, yazar ve mütercim dostum Miraziz Azam ile Türk Edebiyatı Vakfı’nda Cemal Aydın Beyefendiye gittiğimizde; yıllar önce gördüğü bu fiziki mekanı yeniden ve yenilenmiş şekliyle yaşamasını keyifle anlattı.

Türk Edebiyat Vakfı Dergisi ve yayınlarıyla daha da büyüdü Servet Kabaklı ile. 500. Türk Edebiyatı sayısı için ESKADER’deki toplantıdaki tartışmaları hatırlattım kendisine bir vesile ile “Kimse Türk Edebiyatı Dergisi’nden ve Ahmet Kabaklı Hocamızdan daha büyük değildir.” dedi. Tartışmalarda üzüldüğü belliydi. Türk Edebiyatı’nın aksamaması gerekir, benim tedirginliğim ondan. Servet Kabaklı devam etti “Sen merak ettin, derginin yayını aksamasın diye. Türk Edebiyatı Dergimiz, yayınlarımız sürecek. Dergimizin başına genç bir edebiyatçı akademisyenimiz geldi!” Kim?” diye sormama bile vakit bırakmadı ve cevabını verdi: Bahtiyar Aslan. Rahatladım. Kabaklı duyarlılığı böyle bir şey işte. Türk Dünyası ve Edebiyatı onların bir parçası. Daha da büyüyecek bu emanet.

Nurlar içinde yatsın, peygamberimize komşu olsun.

Bu yazıyı beğendiniz mi?

RSS Kaynağımıza abone olun!

Yorumlar (0) Geri izlemeler (0)

Yorum yapılmadı.


Leave a comment

Geri izleme yok.