Ahsen Okyar Söylenmek yerine söylemek lazım…

ahsen okyar
5Şub/210

BOĞAZİÇİ OLDU NAHOŞ – Ruhittin SÖNMEZ

ruhittin s

BOĞAZİÇİ OLDU NAHOŞ - Ruhittin SÖNMEZ

Boğaziçi hep güzel duygular uyandıran bir kelime olmuştur. Boğaziçi’ni hep “şen gönüller yatağı” olarak tasavvur eder, “yamaçlarını sanki cennetin bağına” benzetiriz. Oranın “mehtabı hoş, güneşi hoş, günü hoş”tur. Bu yüzdendir ki, şairin “Boğaziçi herkesi eder sarhoş” demesi tam da duygularımızın yansımasıdır.

Boğaziçi Üniversitesi de güzel duygular uyandıran bir isim olmuştur. Türkiye’nin en zeki gençlerinin okumak için yarıştığı en seçkin üniversitemiz olarak bize hep güzel duygular yaşatmıştır.

“Sanat ve beşerî bilimlerde Türkiye’de ilk sırada yer alan Boğaziçi ayrıca bilgisayar bilimleri- bilgi sistemleri; sosyal bilimler- yönetim; ekonomi ile eğitim alanlarında Türkiye’den en iyi ikinci dereceyi elde etmektedir.”

Ancak son yıllarda üniversitelerimizin genelinde görülen seviye kaybı devam ediyor. Liyakate değil partiye sadakate göre yapılan atamaların sonucu hiç de iyi değil. 2020 yılında sadece bir üniversitemiz dünyada ilk 500’e girebildi.

Boğaziçi dünya üniversiteleri arasında ilk 500’e girebilen nadir üniversitelerimizden biri idi. 2020 yılında dünyanın 20 bin üniversitesinin değerlendirildiği sıralamada ilk 1000 üniversite arasına ise sadece 9 üniversitemiz girebildi. Boğaziçi de ilk 700 arasında yerini aldı.

Buna rağmen Boğaziçi Üniversitesi, sanat ve beşerî bilimlerde dünyada 385’inci, Mühendislik- teknoloji listesinde 308; bilgisayar bilimleri-bilgi sistemleri; ekonomi ve eğitimde 251-300; makine, havacılık-imalat mühendisliği ile kimya mühendisliğindeyse 301-350 sıra bandında yer aldı.

Şimdi Boğaziçi hoş yönleriyle değil nahoş olaylarla gündemimizde.

Olayların nahoş yönü, öğretim üyelerinin de desteklediği, Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin “İstenmeyen Rektör Eylemleri” veya “Kayyum Rektör İstemiyoruz” protestoları değil.

Bu gibi idari kararlara karşı toplum içinden demokratik tepkiler olması sağlıklı bir toplum yapısının göstergesidir. İdarenin yanlış bulunan kararlarına karşı tepkisiz kalan bir toplum asla sağlıklı değildir.

Toplumlar bazen yanlış uygulamalardan ancak bu tepkiler sayesinde kurtulabilir. Bir zamanlar başörtüsü yasağı getiren idari kararlara karşı demokratik tepkiler olmasaydı, muhtemeldir ki bugün hala başörtüsü yasak olacaktı. Aynı Boğaziçi Üniversitesi’nin erkek öğrencileri de başörtüsü takarak yasağın kalkması için eylem yapmıştı.

“Bu tür demokratik tepkilere herkesin, en başta da devletin saygı duyması gerekir.”

2Şub/210

2020’nin Yaprakları Dökülürken – Dr. Halil İbrahim KAHRAMAN

2020’nin Yaprakları Dökülürken – Dr. Halil İbrahim KAHRAMAN (e. İSU Yönetim Kurulu Üyesi – Kocaeli Kent Konseyi Başkanı)

Sonbaharların bir özelliği ilkbaharın yeşillendirdiği bitkilerin sararması, ağaçların yapraklarının sararıp dökülmesidir. Bu, yeşilin tabiata verdiği neşe ve coşkunun yerine hüzne dönüşmesine sebep olur. Şu günlerimizdeki hüznümüzü, bazı dost ve arkadaşlarımızın kaybı ve buna COVID-19 salgınının kısıtlamalarının eklenmesi ayrıca artırmıştır.

Vefatı ile bizleri üzen isimlerden biri Ali Koç'tur. İzmit merkezde ticaretle uğraşan bu hemşerimizi Kocaeli Aydınlar Ocağı faaliyetlerinden tanırım. Beyefendi tavrı, bulunduğu ortamlardaki yapıcı yaklaşımları ile çevresine örnek olan bir insandı. Kendisi 70’li yıllarda Adalet Partisi ve 80’li yıllarda Anavatan Partisi’nde yöneticilik yapmıştır. Şehrimizin sorunlarının çözümünde gerek sivil toplum kuruluşları gerekse siyasi parti çalışmaları ile faydalı olma gayretini hep sürdürmüştür. Ocağımızın faaliyetlerine eşi Nevin hanımla katılırdı. Sohbetlerinde çok iyi yetişmeleri için hiçbir fedakarlıktan kaçınmadığı çocukları makine mühendisi Murat bey, elektronik mühendisi İskender bey ve halen Kocaeli Üniversitesi’nde öğretim üyesi olan Prof.Dr. Nevcihan hanımla gurur duyardı. Kendisini rahmetle anarken geride kalan eşi ve çocuklarına sağlık ve mutluluklar dilerim.

1Şub/210

Binlerce Şükür – Doç.Dr. Süleyman COŞKUNER

süleyman coşkuner

Binlerce Şükür - Doç.Dr. Süleyman COŞKUNER Kaliteli Yaşam Uzmanı

Sabah yürüyüşümü yaparken, uzaktan iki kişinin konuşmalarına şahit oldum.
- Böyle de hayatın hiç tadı tuzu yok ki.
- Her yer kapalı. Çay içecek yer bile yok.
- Bırak çayı, oturacak yer bile yok...
Oturacak yer var kardeşim. Evine dönünce koltuk ve divanlarında istediğin kadar oturabilirsin.
Evinde en güzel yemekleri yapıp, ailenle sosyal mesafeye uyarak yiyebilirsin.
Bulaşıcı hastalıktan hayatını kaybeden canlarımızın sayısı on binlere yürüyor.
Yüzlerce sağlık kahramanımızı şehit verdik.
Yoğun bakımda bizim gördüğümüz güzelliklerin hiç birini göremeyen, nefes alamayan on binlerce hastamıza Rabbim şifalar versin inşallah.
BİNLERCE ŞÜKÜR OLSUN RABBİMİZE
- Toprağın altında olmadığımız için.
- Entübe olmadığımız için.
- Yoğun bakımda olmadığımız için.
- Aşıda tünelin ucu göründüğü için.
- Nefes alıp verebildiğimiz için.
- Canla başla çalışan fedakar - cefakar sağlık kahramanlarımız olduğu için.
- Başımızın üstünde bir çatımız olduğu için.
- Yiyecek ekmeğimiz olduğu için.
- Sokakta yürüyebildiğimiz için.
- Vatanımız - Milletimiz olduğu için.
Lütfen bardağın dolu tarafını görelim.
Olumsuzluklara odaklanarak, onları besleyip semizleştirmeyelim.

29Oca/210

Sürekli Mutsuzluk İnsana Ne Gibi Zararlar Verir? – Dr. Zülfikar ÖZKAN

 

Sürekli Mutsuzluk İnsana Ne Gibi Zararlar Verir? - Dr. Zülfikar ÖZKAN Avukat - Yazar - NLP Trainer

Sürekli mutsuzluk, insanda mutlaka bir iz bırakır. Bunun sonucunda genellikle bedensel rahatsızlıklar gözlenir. Şikayet, korku, yılgınlık, şükretmemek, çok yargılamak ve fazla düşünmek gibi hisler biz farkında olmasak da stres doğurur.

Olumsuz düşünceler stres anlamına gelir. Birçok araştırma, stresin insanı hasta ettiğini göstermiştir. Stres, bağışıklık sistemini zayıflatır, kalp ve dolaşım sistemi rahatsızlıkları riskini yükseltir. Kişiyi hastalıklara karşı açık konuma getirir (Stefan Klein, Mutluluğun Formülü, s. 214).

https://www.akcakocakulturplatformu.org/yazi/2189/surekli-mutsuzluk-insana-ne-gibi-zararlar-verir?fbclid=IwAR0gH1gB64O1i8n_FW7R9I9ri2FRw1Ul3VL7jCd5eAkzSSpBLrbe9wizfSM

26Oca/210

Sportif Erdemlilik – Hakan HACIİBRAHİMOĞLU

hakan hacıibrahimoğlu

Sportif Erdemlilik – Hakan HACIİBRAHİMOĞLU     

Sportif faaliyetler beden ve ruh sağlığını geliştirdiği gibi aynı zamanda bireylerde karakter gelişimi, ahlak, saygı, erdem gibi güzel davranışların oluşmasına da katkı sağlamaktadır. Sporu sadece yapılan bazı fiziksel hareketler ve sportif oyun olarak görmek doğru değildir. Erdemlilik kavramını sporun merkezine almak gerekir. Fair Play yani dürüst oyuna yüklenen anlam sportif erdemlilik kavramını ortaya çıkarır.

Spor insanın fiziksel gelişimi yanında psikolojik gelişimine ve toplumsal gelişime de çok büyük katkılar sağlamaktadır. Özellikle toplumsal karakterin gelişiminde sportif faaliyetler çok önem arz etmektedir. Bu bakımdan spor faaliyetleri içerisinde yapılan etik davranışlar toplumun karakter gelişimi açısından çok büyük önem arz etmektedir.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk; Genç neslin bilimin ışığında ruhen, ahlâken, zihnen ve bedenen çok iyi bir konumda olmasını istemiş, bu uğurda spor faaliyetlerine ve sporculara çok büyük değer vermişti. Atatürk, bir sporcuda yalnızca beden gücü ve yetenek değil, tüm bunların yanı sıra, iyi ahlâk ve zekânın da bulunmasını talep etmiş ve bu düşüncesini de; “Ben sporcunun zeki, çevik ve aynı zamanda ahlâklısını severim.” sözleriyle dile getirmişti.

Sporda erdemlilik kavramı “ Fair Play” ismiyle evrensel bir anlam kazanmıştır. Spor dilinde Fair Play; Sporcuların yarışmalar esnasında, güçleşen şartlar altında dahi kurallara sabırla, tutarlı ve bilinçli olarak riayet etmeleri, fırsat eşitliğini bozmamak amacıyla haksız avantajları kabullenmemeleri, rakibin haksız dezavantajlarından yararlanmaya kalkışmamaları gibi spora erdem katan değerleri içeriyor. Sporda erdemlilik ilkesi rakibi düşman değil, aksine oyunun gerçekleşmesini sağlayan, eşdeğer haklara sahip birey ve partner olarak görmeleri ve değer vermeleri gibi ilkelere dayanıyor.

22Oca/210

TÜRKÇEMİZİ KATLEDENLER – Ruhittin SÖNMEZ

ruhittin sTÜRKÇEMİZİ KATLEDENLER - Ruhittin SÖNMEZ

Uzunca bir zamandır TV’lerde haber sunanlar, yorum yapanlar ve bu mecralarda konuşan birçok ünlünün konuşmasında bir ahenksizlik ve insanı rahatsız eden bir tuhaflık hissediyoruz.

Türkçemizde konuşma ve okuma esnasında bir şiiriyet, bir iç musiki ve ahenk katan uzatma, inceltmeve düzeltme işâreti olan (^), şapka Türk Dil Kurumu tavsiyesiyle yazı dilinde kullanılmıyor. Bu biraz da önce daktilo, sonra da ilk bilgisayarlarda bu işaretleri koymanın zorluğu sebebiyle mecburen uygulanıyordu.

Fakat bu işaretler olmasa da konuşurken mesela “işaret” yazılsa da “şa” hecesi; “musiki” yazılsa da “mu” ve “ki”heceleri; dünya yazılsa da “ya” hecesi uzatılarak telaffuz ediliyordu.

Bu yapılmadığında dilin ahengi bozulmakla kalmıyor, bazı kelimelerin anlamları da tamamen değişiyordu.

“Adet – âdet, ala – âlâ, alem – âlem, Ali – âli (yüksek), ama (fakat) – âmâ (kör), dâhi – dahi, haya – hayâ, kar – kâr, nar – nâr, vakıf – vâkıf, yar – yâr… kelimelerinde olduğu gibi…”

Oğuz Çetinoğlu Üstadımızın verdiği bu örneklerden sonra şu açıklaması konunun daha iyi anlaşılmasını sağlayacaktır:

“Bâzı yazarlar ‘^’ işâretinin yalnızca yazılışı aynı olmakla birlikte mânâları farklı kelimeleri birbirinden ayırt etmek için kullanılabileceğini, başka bir grup da buna gerek olmadığını, cümlenin gelişinden anlaşılabileceğini iddia ediyordu.

Fakat onlar, ‘Fatma hala gelmedi’ cümlesinden, ‘Fatma isimli, bilinen kişinin henüz gelmediğini mi, yoksa babamızın kardeşi olan Fatma’nın gelmediğini mi anlamalıyız’ sorusunu cevaplandıramamışlardı.”

Böyle durumlar hariç, en azından cümlenin gelişinden anlaşılarak,“şapka işareti” olmasa da uzatma, inceltme ve düzeltme için kullanılması gereken şapka işareti varmış gibi telaffuz etmek gerekiyordu. (Ben genellikle bu yöntemi kullanıyorum.)

Bu “suretle” (“u” şapkasız yazılsa bile şapkalı imiş gibi uzatılmalı) evlât, gâvur, hilâl, ilâç, kâfir, kâğıt, Kâmil, kâr, mahkûm, mekân, rüzgâr, tezgâh gibi kelimelerin ahengi korunabiliyor, “Kar” ile “kâr”, “hala” ile “hâlâ” ayırt edilebiliyordu.

Böylece kelimelerin ahengi, cümlelerin iç musikisi muhafaza edilerek estetik ve zarif bir dili konuşmanın ve dinlemenin lezzetini hissediyorduk.

Ancak resmi bir talimat mı geldi bilmiyorum, son yıllarda Türkçemizi en iyi konuşan sunucular/ spikerler dahil olmak üzere, Türkçe konusunda hassas olması gerekenlerin çoğu,Türkçemizi katleden bir yanlışlık içindeler. ‘^’ işâretinin uzatma, inceltme ve düzeltme etkilerini tamamen ortadan kaldıran telâffuz yaygın bir uygulama oldu.

TV’lerde dinlediğimiz Türkçe takır tukur, yanlış anlamalara yol açan, kaba bir kabile dili haline geldi.

Hadi sıradan insanlarda kabul edelim ama mesela ben Sağlık Bakanını, kelimeleri yanlış ve kötü telaffuzu yüzünden, dinleyemiyorum.

Bu Türkçe ile yetişen gençlerimizin “kendi dilinde okuduğunu anlamak ve meramını ana dilinde ifade etmek” konusunda dünyadaki yaşıtlarına göre en sonlarda yer alması tesadüf değil.

20Oca/210

VE NİHAYET AŞI… / Dr.H.İbrahim KAHRAMAN

h i kahramanVE NİHAYET AŞI...  / Dr.H.İbrahim KAHRAMAN

2020 yılının en önemli olayı Covid 19 büyük salgınıdır. Çin’de başlayıp Mart 2020’de Dünya Sağlık Örgütü’nün büyük salgın (pandemi) olarak ilan ettiği bu olay insanlarımızın her türlü davranışında yeni mecburiyetler ve alışkanlıklar edinmesine sebep olmuştur. Devlet yöneticilerine, iş insanlarına yeni yükümlülükler, yeni sorunlar getirerek maddi-manevi bir yığın yeni çözümler aramaları mecburiyetini getirmiştir. Covid- 19 virüsü, coronavirüsler grubunun hayvanlarda bulunan bir türünün mutasyon geçirerek insanlarda bulaşıcı hastalık yapma özelliği kazanmış olan bir tipidir. Bu virüsün sebep olduğu hastalık, insan coronavirüslerinin yaptığı basit sonum yolu enfeksiyonunun aksine ölümlere yol açan ağır akciğer enfeksiyonuna yol açması sebebiyle önemlidir. Şöyle ki enfluenza ( grip) virüsünün yaptığı enfeksiyon %0.1 öldürücü iken covit-19 %1,5-%2 oranında ölümle sonuçlanmaktadır. Bu durum ise ciddi sağlık sorunları yaşanmasına sebep olmuştur. Sağlık yöneticileri zaman zaman hastalara yeterli hizmet sunmakta zorlanmıştır. Bulaşıcılığı sebebiyle sağlık ordumuzun çalışanları olan hekim, hemşire ve yardımcı hizmetlileri içinden de hastalığa yakalanan olmuş, ölümler üzüntüleri artırmıştır. Bazı ülkelerde cenaze definlerinde bile ciddi sorunlar yaşandığı haberleri toplumda ciddi bir endişe ve korku artışına sebep olmuştur.

19Oca/210

DEVLET BAŞKANINI KİM VE NEDEN DİNLEMİYOR? – Ruhittin SÖNMEZ

ruhittin sDEVLET BAŞKANINI KİM VE NEDEN DİNLEMİYOR? - Ruhittin SÖNMEZ

Cumhurbaşkanı Erdoğan dünyada en yüksek faiz oranlarının uygulandığı ülkelerden biri olan Türkiye’nin devlet başkanı. Bakın kendisi bu gerçekten nasıl yakınıyor:

“-Birçok yatırımcı, girişimci faiz yükü altında eziliyor. Bu bankaların sizi nasıl sömürdüğünü biliyorum.”

“-Şu anda dünyaya bakalım. ABD'de faiz oranı ne. Japonya'da ne? Avrupa'da eksi, İsrail'de eksi. Bütün bunlar ortadayken biz yüksek faizlerle övünüyoruz. Birçok şirketimizi adeta batırmakla övünüyoruz.”

“-Beni dinlerler dinlemezler... Ama ben yüksek faize karşıyım.”

“-Faizi ne kadar aşağı çekerseniz enflasyon o kadar düşer.”

Bu yakınmanın sahibi, şikayetçi olduğu yüksek faiz oranlarını belirleyen kurumların başındaki görevlilerin tamamını atayan kişi.

Bundan önceki Ekonomi Bakanı ile Merkez Bankası Başkanını alıp yerine, faizleri yükseltmek üzere, yenilerini getiren O.

Biz Recep Tayyip Erdoğan’ı çok partili dönemin en güçlü Cumhurbaşkanı olarak biliyoruz. Acaba yanlış mı biliyoruz?

Peki, kudretli Cumhurbaşkanımızın sözünü dinlemeyen kişi veya kurumlar kim?

Erdoğan kudret ve gücünün büyüklüğünün farkında olunmasından hoşnut olan bir siyasetçidir. Nasıl olur da “beni dinlemezler ama” diye bir cümle kurabilir?

Devlet kadroları içinde de özel şirketlerde de O’nun sözünü dinlemeyen birilerinin olacağı kanaatinde değilim. 

Ama emin olduğum bir şey var ki, Cumhurbaşkanı dövize, faize ve enflasyona söz geçiremiyor.

Çünkü hiçbir ekonomistin kabul etmediği “Faizi ne kadar aşağı çekerseniz, enflasyon o kadar düşer” şeklinde bir itikadî teori temelinde ekonomiyi yönetmeye çalışıyor.

Ekonomiyi bilimden, dünya tecrübesinden uzak, “şahsi inancı” ekseninde aldığı kararlarla yönetmeye çalışınca da sonuçlara sözünü geçiremiyor.

Çok haklı olarak “Bana yatırım, istihdam, üretim, ihracat lazım” diyor. Ama yatırımlar durdu, istihdam alanı yaratılamıyor, üretim geriledi.

Milli geliri büyütemediği gibi küçültüyor, işsizliğin ve yoksulluğun artmasına çare bulamıyor.

Dünya sıralamasında ülkemizin geri sıralara düşmesini önleyemiyor.

16Oca/210

KİTAP ÖNEMLİ DİYORUZ DA NEDEN OKUMA ÖZÜRLÜYÜZ? – Cafer GENÇ

KİTAP ÖNEMLİ DİYORUZ DA NEDEN OKUMA ÖZÜRLÜYÜZ? – Cafer GENÇ

2020 yılını korona salgını sebebiyle hapsolduğumuz evimizde geçirdik. Bu durum, 2021 yılında da devam etmektedir. Temennimiz, en kısa sürede normal hayata geçmemizdir.

Malumunuz, zaten çok vahim durumda olan, yerlerde sürünen eğitimimiz, bu süreçte derin darbe aldı. M. E. Bakanlığı, öğrencilere not vermek için sınav yapılacağını duyurduğunda çok şaşırmıştım. Olağanüstü bir durumda, yapılacak sınav için “neyi, nasıl, neden?” diye sorgulama ihtiyacı duymuştum. Bu konuda, ne yapılması gerektiği konusunu bir sonraki köşe yazımda ele alacağım için, çok eksikliğini hissettiğimiz kitap okuma konusunda etkinlikler, projeler düzenlenerek not verilmesinin isabetli olacağını düşündüm. Çünkü ortam, imkan ve şartlar çok elverişli olduğu için ücretsiz dağıtılan ders kitapları yerine, Türk ve Dünya klasikleri başta olmak üzere kitap teminine destek sağlanmasıyla “kitap okuma alışkanlığımın kazandırılması” gerçekleştirilebilirdi. Not vermek gerekecekse, kitap okumak yıl boyunca takip edilmek suretiyle bir seçenek olarak değerlendirilmeliydi. Böylece, kitap okuma eksikliğimizin giderilmesi için alt yapı oluşturulmuş ve alışkanlık kazandırmış olmakla da eğitim adına faydalı bir adım atılmış olunurdu.

14Oca/210

TÜRKÇÜLÜK ve TURANCILIĞIN FİKRİ TEMELLERİ – Doç.Dr. Kazım YILDIRIM

unnamed (2)

TÜRKÇÜLÜK ve TURANCILIĞIN FİKRİ TEMELLERİ - Doç.Dr. Kazım YILDIRIM 13.01.2021 (SUBÜ Hendek Meslek Yüksekokulu Yönetim ve Organizasyon Bölümü Öğretim Üyesi)

Osmanlı İmparatorluğunun bunalımlı dönemlerinde farklı siyasi akımların tartışması yapılmıştır. O dönemde Türk ve Türklük kavramlarının telaffuzu dahi zordu. Türk kimdi, millet ne demekti, Türk Milleti ne demekti bunlar içi doldurulması gereken kavramlardı. Türk Dünyası, Turan kavramları ise boş bir hayalden ötesi değildi. Mehmet Emin Yurdakul (1869-1944) “CENGE GİDERKEN” şiirinin ilk kıtasında:
“Ben bir Türk'üm dinim, cinsim uludur
Sinem, özüm ateş ile doludur
İnsan olan vatanının kuludur
Türk evlâdı evde durmaz, giderim” şeklinde haykırmış ve Türklüğüne vurgu yapmıştır.

13Oca/210

Mustafa Kandıralı Gırnata Okulu – M. Tanzer ÜNAL

mustafa-kandirali

Mustafa Kandıralı Gırnata Okulu - M. Tanzer ÜNAL

Böyle bir okul yok.

Böyle bir okulun açılması, benim hayalim ve dileğim.

Daha önce yazdım çizdim, kimse oralı olmadı.

Yılmıyorum, yazmaya devam ediyorum.

Taa ki, görmeyen gözler görene, duymayan kulaklar duyana, algılamayan kafalar algılayana kadar.

Önce sizinle 4 Temmuz 2009 tarihinde, yani 11 yıl önce konuyla ilgili yazdığım yazıyı paylaşmak istiyorum:                

“Yıllardır Kandıra’ya gelip giderken hep hayal kurdum.

11Oca/210

BAYRAK SEVGİSİ (Arif Nihat Asya Anısına) – Cafer GENÇ

BAYRAK SEVGİSİ (Arif Nihat Asya Anısına) – Cafer GENÇ

1975 yılında Yozgat Lisesi’nden mezun oldum. “BAYRAK” şairimiz Arif Nihat Asya, 5 Ocak 1975 tarihinde (46 yıl önce bugün) vefat etti.
Şiirlerinden çok etkilendiğim birkaç şairimizden biri olan A.N. Asya’yı, 1974 yılında tanıma imkanım olmuştu. Yozgat Lisesinin daveti üzerine, okulumuzun pansiyonunda seminer vermişti. Hastaydı, halsizdi. Yanına gittim, elini öptüm, şiir yazdığımı ve kendisi gibi bir şair olmak istediğimi söyledim. Gençlik duygularımla milliyetçi, ülkücü olduğumu, ben de “BAYRAK” şiiri yazacağımı söyledim. Gösterdiğim birkaç şiirime baktıktan sonra, “yazmalısın” diyerek takdir ve teşvik etti. 20 yıl sonra “BAYRAĞIM” şiirimi yazdım. Sözünde durdum. Şiir kitabım 10 bin adet basıldı.

Şairimize rahmet diliyorum. Mekanı cennet olsun, ruhu şad olsun inşallah. Haykırdığı milli duygu ve manevi ruh ile millete ve memlekete çok hizmeti oldu, hakkını helal etsin...

Bir milletin bağımsızlığı bayrağının, istiklal marşının ve meclisinin olması ile mümkündür. Konumuz “bayrak” olduğuna göre;

Bayrak, bir milletin bağımsızlığının sembolüdür.

Bayrak, milli birlik ve beraberliğin ifadesidir.
Bayrak, vatanın varlığı için CAN, milletin yaşaması için KAN demektir.
Bayrak, namustur, şereftir, onurdur, gururdur...

Bayrak, istiklal ve istikbal demektir.

Bayrak, bayrak ve bayrak demek...

Arif Nihat Asya’ın "BAYRAK” şiirinde, İstiklal Marşı’mızda ve adına yazılmış yüzlerce şiirde övgü, sevgi, ruh ve duydu ile sahiplenme demektir...

8Oca/210

Ruhittin Sönmez başkanımızın 19 Mayıs 2009 tarihli yazısı

z

8Oca/210

Bir Dostu Kaybetmek – Fazlı KÖKSAL

41882148_10215840670504912_2918296025544261632_n

Bir Dostu Kaybetmek – Fazlı KÖKSAL

Sosyal medyada 2020 yılında yaptığım son paylaşımda “2021 acıları çok daha az yaşadığımız bir yıl olsun.” demiştim… Ama anlaşılan o ki; Korona yüzünden 2021’de de çok acı yaşayacağız.  1 Ocak günü sabahı kötü bir haberle sarsıldım: “Alaaddin Korkmaz da Uçmağa vardı...”

Türk Milliyetçiliği ve Türk Dünyası, sayısı gittikçe azalan "Düşünen Adam"larından birisini, bir vefa timsalini kaybetti... Vefatını “Uçmağa varmak” olarak ifade etmem de, “vefa timsali” olarak tanımlamam da laf olsun diye değil…

6Oca/210

BİR HEKİMİN ÖLÜMÜ; BALIKESİRLİ DR. MEHMET AKAY – Mehmet Cemal ÇİFTÇİGÜZELİ

mehmetcemal-iftigzeli2BİR HEKİMİN ÖLÜMÜ; BALIKESİRLİ DR. MEHMET AKAY - Mehmet Cemal ÇİFTÇİGÜZELİ

27 Mayıs 1960 Askeri Darbesi tamı tamına bir canavarlıktı. Hukuk devletinin, insan haklarının ve bütün özgürlüklerin ayaklar altında süründüğü bir zaman dilimi idi. Mesela kitap okumak, hele hele Risale-i Nur gibi bu dini bir kitap ise önce gözaltına alınmanız, sonra tutuklanmanız mükedderdi. Aylarca cezaevinde yattıktan sonra da berat ediyordunuz. Bu ne menem şeyse. Milli Eğitim Bakanlığının bu konudaki acımasız tamimleri talebeleri mutazarrır ediyordu. Kilis Lisesi’nden 7 talebenin bu yüzden okullarıyla ilişkileri kesildi. Bir kısmı okulu bıraktı, bir kısmı Adıyaman, Gaziantep, Malatya’ya gitti eğitimleri için. Ben önce Çorlu, sonra İstanbul’da Lise okumak için kayıt yaptırdım.

YARIM ASIR ÖNCE

Şehzadebaşı’ndaki Vefa Lisesi’ne son sınıfta öğrenci oldum. Önce velim Tıp Fakültesi stajyeri Mehmet Akay’dı. Sonra Asistan Oktay Demirsöz üslendi. İstanbul’da üniversitelilerin ve yurtsever aydınların uğradığı Kirazlı Mescit Sokağı 46 nolu mekanda Zübeyr Gündüzalp tanıştırmıştı beni yeni velimle. Stajyer Dr. Mehmet Akay kibar, şefkat ve sevgi dolu, mütebessim, medeni, birikimli,hoşgörülü tam bir İstanbul Beyefendisi entelektüel idi. Giyimi şık ve temiz, Türkçesi mükemmeldi. Önceleri Çemberlitaş Piyerloti Caddesi girişinde, Belediye Konservatuvarının tam karşısındaki Balıkesir Öğrenci Yurdunda hemşerileriyle birlikte kalıyordu. Ben bir üst sokaktaki Klodfarer Caddesi üzerinde amcamlarda misafirdim. Birbirimize çok yakındık. Sürekli buluşuyorduk. Yağmur Yayınevi Sahibi İsmail Dayı Beyi de böylece tanımıştım. Zaman zaman da Süleymaniye Kirazlı Mescit’ten yanımızda Zübeyr Gündüzalp olduğu halde Fatih Camii’ne giderdik. Yolda çok istifade ettiğim sohbetlerimiz olurdu (Tut Elimi Killize romanımda detaylı olarak anlatılır).

Dr. Mehmet Akay daha sonra Aksaray’da Muratpaşa Camii’ne yakın Hasaki Hastanesinin tam karşısında bir daire kiraladı. Burada cumartesi günleri Risale-i Nurdan dersler yapılıyordu. Epeyi bir müddet devam etti. Ancak bir gün burası “gizli toplantı yapılıyor, kitap okunuyor” diye şikayet üzerine baskına uğradı. Kitap okuyanlar karakollara götürüldü. Göz altına alındılar. Bir ay’a yakın süre bu gözetim devam etti, sonra gözaltındakiler bırakıldılar(1963). Dr. Mehmet Akay Memleketi Balıkesir’de daha Lise talebesi iken bile dini kitap okuduğu için tutuklanmış. Ağır cezada yargılanmış ve daha sonra beraat etmişti (21.Nisan.1961). Adliye ve hukuk tecrübesi donanımına katlanmış oldu. Artık böylesi kitap okumaktan dolayı tutuklanmalar çok komik geliyordu. Demek hala askeri vesayetin ve darbenin etkisi sürüyor, kadrosu iş başında idi.

5Oca/210

Milli Müfreze’nin Kurucusu Beş Divanlı Rıza Bey’in Konağına Misafir Olduk – Bihter GÖRDÜ

riza-bey-konagi

Milli Müfreze’nin Kurucusu Beş Divanlı Rıza Bey’in Konağına Misafir Olduk – Bihter GÖRDÜ

Milli Müfreze’nin Kurucusu Beş Divanlı Rıza Bey’in Konağına Misafir Olduk

Kocaeli’nin Derince ilçesinde, milli mücadele yıllarında askeri karargah olarak kullanılan Beş Divanlı Rıza Bey Konağı’nın Kocaeli Büyükşehir Belediyesi’nce restore edilerek turizme kazandırıldı. İzmit’in işgal döneminde Taşköprü yöresi ve çevresinde faaliyet gösteren milli müfrezenin kurucusu olan Beşdivanlı Rıza Bey’e ait konak, tarihi dokusu bozulmadan aslına uygun olarak restore edildi. Gelin 2021’in ilk gününde birlikte 130 yıllık geçmişe sahip Beş Divanli Rıza Bey Konağı’nı gezelim. Hem de tarihe bir yolculuk yapalım:

4Oca/210

MERKEL, İNÖNÜ, DEMİREL, ERDOĞAN – Ruhittin SÖNMEZ

image

MERKEL, İNÖNÜ, DEMİREL, ERDOĞAN – Ruhittin SÖNMEZ

Almanya Başbakanı Angela Merkel’in ev alışverişini kendisinin yaptığına, görevli olarak diğer ülkelere giderken tarifeli uçak kullanmasına dair haberleri gıptayla okuyoruz.

Bir çok defa süpermarkette alışveriş yaparken cep telefonu kameralarına takılan Merkel’in aldıklarını, özel korumasına veya şoförüne taşıtmadığını, arabasına kendi yerleştirdiğini görüyoruz.

Merkel2005 yılından bu yana dünyanın en büyük 4. Ekonomisi olan Almanya’yı yönetiyor ve “dünyanın en güçlü kadını” unvanını taşıyor.

Time dergisinin verdiği bilgiye göre, bu dünya liderinin birsarayı veya köşkübile yok. 120 metrekarelik bir evdekocasıyla birlikte yaşıyor. Kapı zilinde de kocasının adı yazılı.

Merkel ailesini, arkadaşlarını, hatta çalışanlarını titizlikle gözlerden uzak tutuyor.

“Almanların ona başta taktığı Mutti (anne) lakabını aşarak güvenilir bir kişi imajı yarattı. Mert, dürüst, dikkatli...”

“Avrupa Birliği’nin fiili lideri” Merkel’iseven de çok sevmeyen de. Ancak O’nun hakkında “yalancı” diyen, yolsuzluk iddiasında bulunan olmadı.

Ülkesinin menfaati için gereken her türlü kararı alırken, “sakin güç” olma özelliğini korudu. Hiçbir ülke liderine ayar vermeye kalkmadı. Ama çok lideri hizaya soktu. Kimseye bağırıp çağırmadı. Trump gibi sürekli tweet atmadı ama çok kararlı ve etkili bir diplomasi yürüttü.

“İsmi istikrar ile özdeşleşti. Merkel adı çokları için öngörülebilirlik, sağduyu, uzlaşma, soğukkanlılık, ciddiyet ve tevazu anlamına geliyor.”

Almanlar böyle bir liderleri olduğu için şanslı bir dönem yaşadılar. Bakalım bu sene görevden ayrılacak olan Merkel’in yerini doldurabilecek bir lider bulabilecekler mi?

31Ara/200

YENİ YILA DEĞİL PARALEL EVRENE GEÇMEK – Ruhittin SÖNMEZ

ruhittin sYENİ YILA DEĞİL PARALEL EVRENE GEÇMEK - Ruhittin SÖNMEZ

Bazı bilim kurgu filmlerinde gördüğümüz gibi gerçekten paralel evrenler var mı?

NASA destekli bazı araştırmalarda,bizimkiyle aynı büyük patlamada yaratılmış ve paralel olarak var olan karmaşık ve başka bir evrenin varlığına dair ipuçları bulunmuş.

Araştırmacılara göre, “bahsi geçen bu paralel dünyada, her şey ters bir şekilde pozitif-negatif olarak, sol-sağ olarak işliyor ve zaman geriye doğru gidiyor.”

Film senaryolarını yazanların hayal gücüne inanırsak, paralel evrende bizler yine yaşıyoruz. Fakat hem bizim ve hem de çevremizde bulunan herkesin sosyal, psikolojik ve ekonomik statüleri çok farklı oluyor. Bu dünyada mutlu olanlar paralel evrende de mutlu olabildiği gibi tersi de olabiliyor.

Her yeni yıla geçişte insanlar tarafından belirlenmiş takvimin son günlerinde, yeni takvim yılına geçiş esnasında yepyeni umutlar beslemek bize iyi geliyor.

Sanki kurgu filmlerdeki gibi görünmez bir kapı açılıp paralel evrene geçeceğiz ve bu evrende daha mutlu olacakmışız gibi geliyor.

Ancak bu defa yeni yıla girerken, ülkemin ve milletimin tamamına yakınının yaşama sevincinin adeta kaybolduğunu görüyorum.

Toplum olarak yaşama sevincimizi yeniden kazanabilmemiz için, 2021 yılını sanki bir paralel evrene geçiyormuşuz umuduyla karşılamak istiyorum.

29Ara/200

Kandıralı – Yılmaz ÖZDİL

indir

Kandıralı - Yılmaz ÖZDİL

İncecik iplikle bileğime bağlanmış kırmızı balonu, sanki dünya avucumdan kayıp gidiyormuş gibi elimden kaçırdığım, kısa pantolonlu yıllarımdı…

İzmir Fuarı'nın püfür püfür imbat esen yaz gecelerinde Cem Karaca'nın lacivert gökyüzüne işçisin sen işçi kal diye haykırdığı, Barış Manço'nun lambaya püfff dediği, Devekuşu Kabare'nin gülmekten kırıp geçirdiği, muavinli dolmuşçuların Orhancı-Ferdici diye birbirini solladığı, çamaşır makinelerinin merdaneli olduğu yıllardı.

Sabahın ilk ışıklarıyla, annem ve bütün komşu teyzelerle beraber kadınlar matinesine gitmiştik iyi mi…

7-8 yaşlarındaydım, annem beni evde tek başıma bırakmak istemiyordu, en son bıraktığında sokağa çıkmış ve kibritle oynarken depo olarak kullanılan bir barakada yangın çıkarmıştım, itfaiye yetişmeseydi mahalle komple gidiyordu, rahmetli babam bir hafta kadar dinlene dinlene dövmüş, gene de öfkesini yatıştıramamıştı.

İşte bu yüzden mecburen kadınlar matinesindeydim. Oturunca sahneyi görmeye boyum yetmediği için tahta sandalyede ayağa kalkarak sanatçıları seyrediyor, o harala gürele içinde ağzıma tıkıştırılan zeytinyağlı dolmaları yiyordum.

26Ara/200

17/25 Haftası veya Köşe dönmenin şifreleri – İdris TÜRKTEN

17/25 Haftası veya Köşe dönmenin şifreleri – İdris TÜRKTEN

Nedense milletçe geçmişi çabuk unutuyoruz. Balık hafızalıyız desem aziz milletimize hakaret mi sayılır bilemiyorum ama gerçekleri de dile getirmemiz gerekiyor. Son yirmi senede olup bitenleri sandık başına her gittiğimizde hatırlayıversek, inanın mevcut iktidarın yerine şimdi çoktan bir başkası gelmişti.

Bugünlerde 17/25 Yolsuzluk ve Rüşvet olaylarının 7. Yılındayız ama bu utanç verici yolsuzluk olaylarından bahseden bir Allah’ın kulu yok.