Ahsen Okyar Söylenmek yerine söylemek lazım… Şikayet edeceğine sen de alternatifini oluştur.

19Oca/150

Sarı Saltuk’un Osman Bey’e Nasihatı / Prof. Dr. Hasan ONAT

indirSarı Saltuk'un Osman Bey'e Nasihatı / Prof. Dr. Hasan ONAT

Osmanlı coğrafyası 13-14 milyon kilometrekarelik bir alan. Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulurken 780.000 kilometrekareye bu coğrafyanın bütün tarihsel sorunlarını da taşımış gibi. Yaşadığımız ufuk daralmasının, akıl tutulmasının sebeplerinden biri mağlup medeniyet travması olmalı. Niçin uzlaşı kültürü yaratamıyoruz? Niçin en küçük bir meselede kolayca kutuplaşıyoruz? Ailede bile huzursuzluk derinleşince, herkes birbirini suçlamayı çözüm sanmaya başlar… Tarih bilinci kaybolunca, kökleri derinde olan sorunlar, çözümsüz gibi görünür. Niçin bazılarımız geçmişi kutsallaştırırken, bazılarımız da onu yok farz ediyor? Her iki yaklaşım da, tarihi insanın anlama menzilinin dışına taşımıyor mu? Dinle ilgili sorunlarımızın çoğu tarih bilgi ve bilincindeki noksanlıkla ilgili değil mi? Müslümanlar niçin bu kadar kolayca birbirlerini öldürebiliyorlar?

Sorular… Sorular… Bu soruları Köstence’de, Süt Gölü’nün kıyısında, gecenin serinliği ile, güneşin ilk ışıklarının kesiştiği bir noktada kendi kendime soruyorum. Soruların ve cevapların ağırlığı gölün dinginliğinde kaybolup gidiyor…

Göl sahile çok yakın. Muhtemelen denizden kopartılmış, ya da kopmuş olmalı… Böyle düşünürken, adeta tarihe yolculuk için bir kapı aralanmış oldu… Bir ara, Köstence’de Osmanlı gemilerini gözüm aradı. Akıncıların nal seslerini duyar gibi oldum. Yeni tanıştığım Sarı Saltuk, Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman beye şöyle sesleniyordu: “Ey Oğul! Tanrı; sana ve nesline saadet, devlet ve izzet nasip etmiştir. Asla gazayı elden bırakmayın. Adalet ve doğruluktan ayrılmayın. Fakirlerin bedduasından kaçının. Halkı incitmeyin, Hakk’ın yolundan çıkmayın. Ahlaklı olun. Hazret-i Peygamber’in dediklerinden sapmayın. Doğru yolu gözetin. Bağışlarda bulunun. Garibi hoş tutun. Zulüm ve haksızlık yapmayın. Bir kulağınız halkta olsun, halkın durumundan her zaman haberiniz olsun. Gafil olmayın. Sana vasiyetim bu ola ki özellikle kadıları, valileri ve boy beylerini sürekli teftiş edin. Adil olsunlar. Mülk sahibi ol, halk sana tabi olsun. Rüşvet alana, cezasını mutlaka ver. Kafire itibar etme, onları hakim eyleme. İslam dininde ihtiyaç gibi gösterip onlara güvenme. Meşru olmayan iş yapma!”

Osmanlı’yı anlamak için bir tür anahtar niteliği taşıyan Saltukname’de Sarı Saltuk Osman beye “adalet ve doğruluktan ayrılma” diye nasihat ediyor. Osmanlı’nın çöküş sürecini anlamaya çalışırken, adalet noktasından da bakmakta fayda var. Gittikçe “adalet”in anlam ve önemini daha iyi kavradığımı fark ediyorum. Adalet; tanrısal açıdan varoluşun temel yasası; insan açısından evrensele açılan en önemli kapı ve insanı insan yapan kök değer. Adalet, gerçekten de mülkün temelidir. Eğer insanın esas aldığı kurucu ilke adalet ise, eğer içselleştirilmiş ve davranışlara yön vermeye başlamış ise, insanın diğer bütün kusurları kendiliğinden adaletin gölgesinde erimeye başlar… Bunun tersi de doğru; adaletsizlik belirleyici olunca, bütün güzellikler bir bir gözden kaybolur. İnsani olan her şeyin anlamlı olabilmesi adaletin varlığına ve etkinlik derecesine bağlıdır…

Tuhaf bir şey; Süt Gölü’nün çevresinde dolaşırken de, zihnimin arka planında tarihle ilgili bir programın kendi kendine çalıştığını fark ettim. Adeta Sarı Saltuk yeniden dirilip karşıma çıkmış gibiydi. Babadağ’ın zirvesinden hüzün dolu gözlerle Balkanları, balkanlaşan Ortadoğu’yu, Tuna’yla, Vardar’la rekabet edercesine akan Müslüman kanını, kanı donarak izliyordu… Müslümanların yaşananlardan bir türlü ders çıkartmamalarının cehaletten ve hamakatten başka izahı var mıydı acaba?

Anladım ki, “güç” sahibi olmak isteyenler de, “güç”ü meşruiyet aramaksızın kullananlar da, kendi amaçları doğrultusunda bir “tarih” inşa edebilmek için bütün imkanları seferber ediyorlar. “Güç” savaşları, her zaman din ve tarih üzerinden yapılıyor. “İnsan” kimsenin umurunda değil… Oysa İslam insanı insanlığın zirvesine taşımak için gelmiş bir din. Müslümanlar geçmişi kutsallaştırmaktan hoşlanıyorlar. Kutsallaşan geçmiş, geleceğin tasarlanmasına imkan vermez. Geçmişi anlayamayanlar, ölülerin egemenliğinde yaşamaya mahkum olurlar.

Bu yazıyı beğendiniz mi?

RSS Kaynağımıza abone olun!

Yorumlar (0) Geri izlemeler (0)

Yorum yapılmadı.


Leave a comment

Geri izleme yok.