Ahsen Okyar Söylenmek yerine söylemek lazım… Şikayet edeceğine sen de alternatifini oluştur.

8Ara/140

Ekonomist, Yazar Bartu Soral: Türkiye ekonomisi tıkanmış durumda

32434  Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı eski Müdürü, ekonomist, yazar Bartu Soral: “Türkiye ekonomisi tıkanmış durumda. Yeni bir kalkınma programına ihtiyaç var. Her bölge hatta her il için farklı avantajları öne çıkartan bir program olmak zorunda” dedi.

28 Kasım Cuma günü Kocaeli Aydınlar Ocağı’nın daveti ile ilimize gelen Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı eski Müdürü, kalkınma ekonomisti-yazar Bartu Soral, başta uluslararası finans piyasalarında Türkiye hakkında çıkan olumsuz yorumları, kriz beklentilerini, Türk ekonomisinin son 10 yılını ve bugün gelinen noktayı anlattı. Bartu Soral, ekonominin dünü, bugünü ve yarını üzerine Kocaeli Aydınlar Ocağı Genel Sekreteri, İnşaat Yük. Mühendisi Mithat Bora Bulut’un sorularını somut veriler ışığında çarpıcı analizlerle birlikte cevapladı.

İşte o söyleşi:

AKP’nin son açıkladığı ekonomide eylem programını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Açıklanan eylem planının ciddiye alınır yanı yok. Başbakan Davutoğlu önce onlarca maden işçisini yerin altına nasıl gömdüklerinin hesabını versin. Üç kuruş için 20 kişilik minibüse 40 kişi binmek zorunda olan, başka çare bırakmadıkları için bile bile ölüme giden mevsimlik işçilerin, madencilerin hesabını versin. Onların öksüz kalan çocuklarının hesabını verirken, henüz bu kaderi paylaşmayan ama ailesine, çocuğuna bir gelecek bile hayal edemeyen anaların babaların çektiği çilelerin hesabını versin. Kendi kurdukları bu sistemden yedikleri, sıfırlamakta zorlandıkları paraların hesabını versin. Vatandaşımız açken 1 milyar liraya yaptırdıkları AKSARAY’ın hesabını versin. Yanına 10 tane bakan alıp basma kalıp laflar etmenin hiç bir anlamı yok. İthalata olan bağımlılık azaltılacak diyor Başbakan. Siz iktidara geldiğinizde, 2003’te ithalat 69 milyar dolardı. 2013’te 251 milyar dolara çıktı. Beş misli büyüyen ithalatı şimdi azaltmaya karar vermişler! Enerjide de dışa bağımlılık azaltılacakmış. Sanki başkası yükseltti enerjide dışa bağımlılığı! Siz iktidara geldiğinizde enerjide dışa bağımlılık yüzde 68’di, 12 yılda yüzde 75’e yükseldi. 12 yıldır iktidardasın aklın neredeydi? AKP hükümeti bu vatanın insanlarıyla alay ediyor.

ÜLKEMİZDE BİR MİLYON SURİYELİ AÇ

Ahmet Davutoğlu Suriye’de iç savaşı körükledi, binlerce insan öldü. Ne evleri kaldı, ne hayatları. Mahvoldular. Neymiş, Esad katilmiş. Suriye halkı yüzde 80 oy oranıyla yine Cumhurbaşkanı seçiyor ama Beşar Esad’ı. Nerede ağızınızdan düşürmediğiniz milli irade? Suriye halkının milli iradesi de bu işte. Ülkemizde bir milyon Suriyeli aç, sefil vaziyette sokaklarda yaşıyor. Dileniyor. Evleri, yurtları, komşuları yok oldu gitti. İyi mi oldu? Türkiye’de Beşar Esad’a hakaret etmek moda. Amerika’nın planlarını koklayan, kendine yer edinmek isteyen ne kadar çapsız, çulsuz adam varsa Suriye Cumhurbaşkanına hakaret ediyor. Mustafa Kemal Atatürk’ün yurtta sulh cihanda sulh sözleriyle şekillendirdiği Türk dış politikasının getirildiği yere bakın.

Başbakan çıkıp, “2008’de dünya küçülürken Türkiye ekonomisi büyümeye başladı” diyor. Halkı aldatıyor. Gerçek tam tersi. Dünya büyürken Türkiye bunun gerisinde kaldı. Ülkemiz gelişmekte olan ülkeler sınıfında yer alıyor. 2009-2013 arası gelişmekte olan ülkeler ortalama yüzde 5,33 büyürken Türkiye yüzde 3,91 ile ortalamanın altında bir büyüme performansı sergiledi.

Sadece büyüme alanında değil, cari açıkta da en kötüyüz. 2009-2013 arasında milli gelirin yüzde 31’i kadar birikimli cari açık verdik. Özel sektörün döviz açığı 180 milyar dolara ulaştı. İMF’nin son açıkladığı raporda özel sektörü kur riskine karşı en hazırlıksız, en riskli ülke olarak Türkiye gösteriliyor. Açsınlar raporları okusunlar.

Türk ekonomisi dış finansman anlamında tıkandı mı?

Türkiye’nin önümüzdeki bir yıl içinde dışarıdan bulması gereken para miktarı 220 milyar dolar civarında. Bunun yaklaşık 55 milyar doları cari açık için, geri kalanı ise dış borcun ödemesi gelen vadesi. Ülke ekonomisi tamamen dışarıdan gelen dövize bağımlı duruma geldi ve tıkandı. Şimdi Amerika Merkez Bankası (FED) ne zaman faiz arttırır ona bakıyoruz. Faiz arttırınca döviz artık bizi değil, kendi ana vatanını tercih edecek. Veya biz dolar bizi tercih etsin diye daha cazip imkanlar sunacağız, faizleri arttıracağız. Zaten cazip olmak için türlü işler yapıyoruz; örneğin yabancı fonların Türkiye’de elde ettiği bütün faiz ve borsa kazançlarından alınan vergi oranı sıfır. Yani diyoruz ki gel, istediğinden kadar faiz ve borsadan kazan, vergi istemeyiz. Elbette onlar da geldi, bol bol kazandı. Her gelişte daha fazlasını istiyorlar. Bu suni durumun yaratacağı deprem çok yıkıcı olacak ve yazık ki mutlaka olacak. Zararı da bu düzeni yüzde 50 oy ile tercih eden vatandaş ile beraber hepimiz ödeyeceğiz.

Peki FED ne zaman bu kararı alır?

Kasım ayı başında FED toplantısı oldu, açıklamalar yapıldı. Faiz artış zamanlaması için “kayda değer süre” tanımını kullandılar. Kayda değer süre ne kadardır? Bu konuda üç temel kriter var. 1) Büyüme verileri. Büyüme son çeyrekte yüzde 3’ün üstünde. Hedefe ulaşıldı. 2) İşsizlik oranı. ABD’de işsizlik oranı kriz öncesi rakam olan yüzde 6’nın altına geriledi, son verilerle işsizlik yüzde 5,9. yani hedef tutturuldu. 3) Enflasyon hedefi. Temel hedef olan yüzde 2’ye yaklaştılar. FED Başkanı “yıl sonu beklenti olan yüzde 1.5-1.7 aralığındayız” diyor. Ama aylık enflasyon oranlarını yıllıklandırarak bulduğumuz çekirdek enflasyonun momentumu son dönemde ivmeli bir seyir izliyor. Yani ekonomi hareketli. Sene sonu enflasyon yüzde 2’ye ulaşacak, göreceğiz. Bu ivme devam ederse enflasyonda hedefin üstüne çıkılır ki bu durumda süratle tedbir alırlar. Bu ivmeyi FED de gözlüyor. Bence 2015 yılının ilk çeyreğinde faiz artışı gelir.

Peki Türkiye ekonomisinin durumu nedir? Bu yeni sürece hazır mıyız?

Dış borcun milli gelire oranı yükseldi, reel kesimin döviz açık pozisyonu ise altı yıl içinde 72 milyar dolardan 166 milyar dolara ulaştı. Ekonomik krizin dip dalgaları uluslararası örgütlerden gelen seslerden anlaşılıyor.

Dış finansmanın sınırlanacağı bu ortamda dış borcumuz ve özellikle özel sektörün döviz açık pozisyonu çok ciddi kırmızı alarm veriyor. Dış sermaye akışında olabilecek bir yavaşlama iflasları ve krizi getirecek. Dış piyasaların bizde risk olarak gördüğü temel veriler var. Türkiye’nin toplam dış borç yükü 2008 yılında milli gelirin (GSYH) yüzde 38’i seviyesindeyken, bu oran 2014 ikinci çeyrek itibariyle yüzde 50,4’e yükseldi. Toplam dış borç 402 milyar dolar. Yani 2011’den itibaren dengeler süratle bozulmuş. Artışta önemli pay özel sektörde. Bu 402 milyar dolar borcun 278 milyar doları özel sektöre ait.

Bir de döviz açık pozisyonu var. 2014 ilk çeyreği itibari ile reel sektörün döviz açık pozisyonu 166 milyar dolara ulaştı. Açık her yıl büyüyor. Örneğin 2008 yılında 72 milyar dolardı.

Döviz kurlarının aşırı değerli olduğu konuşuluyor, reel kuru nasıl hesaplayabiliriz?

Döviz kurlarının olması gereken yeri belli bir hesaplama yöntemi ile bulabiliyoruz. 2002 yılında reel kurun dengede olduğunu kabul edersek, bugün doların fiyatı 3.8 TL’dir. Yani reel kur olması gereken yerden yüzde 80 civarında sapmış durumda. Türkiye bu aşırı değerli kurun ardından gelen patlamaları 1994, 1999 ve 2001’de yaşadı. Büyük devalüasyonlarla reel kur dengeye doğru geldi. Şimdi yurt dışından döviz akışındaki yaşanacak sıkıntıda yine büyük bir düzeltme yaşanacak. İşte bu 166 milyar dolar döviz açığı bu sebeple büyük sıkıntı. Özel şirketlerin bilançosundaki bu yük kur artınca büyük kambiyo zararı yaratıyor. Net kar geriliyor. Bunun sonucu olarak özel yatırım harcamaları 2012’den beri çok gerilemiş durumda. Dikkat ederseniz büyümeye özel harcamalar çok düşük katkı veriyor. 2014 birinci ve ikinci çeyrekte özel yatırımlar yıllık değişimi yüzde 3’e yakın negatifte. Kurda yaşanacak bir düzeltmede neler olabileceğini siz düşünün. Ben bana danışan şirketlere yatırımlarını, hatta ev ve araba yenilemelerini bile ertelemelerini tavsiye ediyorum. Bugün 100 liraya alacağınız malı yarın 70 liraya alıyor olacaksınız. Ekonomik krizin dip dalgaları uluslararası örgütlerin, kredi derecelendirme kuruluşlarının raporlarında görülüyor. Cumhurbaşkanı kusura bakmasın ama yaptıkları analizler ekonomik verilerle örtüşüyor.

Dış borç arttıkça büyümemiz de artıyor mu?

Bakın 2008 yılı sonunda Gayri Safi Yurtiçi Hasılamız 742 milyar dolar, dış borcumuz ise 281 milyar dolarmış. 2014 ikinci çeyreğinde GSYH 797,5 milyar dolara çıkarken dış borç 402 milyar dolara ulaşmış. Yani son altı yıl içinde dış borcumuz 121 milyar dolar artarken, milli gelirimiz sadece 55 milyar dolar artmış. Yani aldığımız 1 dolar borç 0,45 dolarlık büyüme yaratabilmiş. Bunun sebebi alınan borcun ithalatı finanse etmesi ve verimli yatırımlara gitmemesi. İşte Türkiye’yi krize sürükleyecek nedenlerden birisi de bu.

Cari açık ile büyüme arasında nasıl bir ilişki var?

2002 yılından beri uygulanan sistem dışarıdan para girişini desteklemek için kurgulandı. Kurlar olması gerekenin çok altında. Bu sistem para girişini teşvik ediyor ama aynı oranda ithalatı da destekliyor. Bu durum cari açık/büyüme ilişkisinden çok net bir biçimde izlenebiliyor. Türkiye büyüdükçe cari açık veriyor ancak son dönemde bu ilişki bozuldu, Türkiye daha az büyür daha fazla cari açık verir noktaya geldi. Yani biz ülke olarak yüksek büyümeyi yakalamak için artık eskisine göre daha çok cari açık vermek zorundayız. Bu görüşü verilerle ortaya koyayım; Türkiye 2003 yılında yüzde 5.3 büyürken cari açık oranı da GSYH’nin yüzde 2.5’i oranında gerçekleşiyor. 2007 yılında büyüme 4.7, cari açık yüzde 5.8. Ve 2013 büyüme oranı yüzde 4, cari açık ise GSYH’nin yüzde 7.9. Yani hem cari açık yükseliyor, hem de eskisi kadar büyüyemiyoruz. Gerek bu verilerden, gerekse yükselen dış borç stokundan Türkiye’nin dışa bağımlılığının her sene arttığı açıkça görülüyor.

Konut fiyatları ve inşaat sektörü ile ilgili balon oluştuğu iddiaları var?

Elimizde Merkez Bankasının son dört yıllık veri seti var. Buna göre Ocak 2010-Haziran 2014 döneminde İstanbul’da konut fiyatları yüzde 79 oranında artış göstermiş, aynı dönem için enflasyon oranı yüzde 35 civarında. Gerek fiyatlarda, gerek konut kredilerinde yaşanan büyüme ve gerekse konut piyasasının çalışma mekanizması ABD’nin 2008’de yaşadığı konut krizi verilerine çok benziyor. Yeni konut alacaklara ve almış olanlar aman dikkat. Bu yılın başından beri geçen yıla göre konut satışları yüzde 10’un üstünde geriledi. Temmuz 2014 ayında geçen yıl aynı aya göre konut satışlarında düşüş yüzde 20 oranında.

Hane halkı borcu ve tüketici kredilerindeki artış dikkat çekiyor, iç borçlanma tehlikeli sınıra mı dayandı?

Bu olumsuz tabloda beni korkutan diğer iki konu hane halkının harcanabilir geliri içindeki borçluluk oranı ve konut fiyatlarındaki şişkinlik. 2003 yılında hane halkının harcanabilir geliri içindeki borç oranı yüzde 3 civarındaydı. Bugün bu rakam yüzde 57 seviyesinde. Yani halkımız ileride kazanacağı 100 birimin 57’sini şimdiden borçlanmış. Zaten GSYH içinde tüketici kredilerinin payı 2002 yılında sadece yüzde 1’ken 2013 yılı itibari ile bu rakam yüzde 15’e ulaşmış. İç tüketim borçlanma ile arttırılırken, ne yazık ki yerli üretimi değil ithalatı besliyor. Bu trendlerin tamamını 2007 yılında krize girmeden önce İspanya ve Yunanistan ekonomilerinde de izlemiştik

Avrupa’dan bahsedince AB ekonomisinin durumu nedir? Krizden çıkıyorlar mı?

Avrupa’da durum 2012’ye göre çok daha bozuk. Yani ABD’nin tersine işler çok kötü gidiyor. 2011-2012 yılları arasında ortalama yüzde 2.5 olan enflasyon oranı 2014 Temmuz ayı itibari ile yıllık yüzde 0,3 seviyesine geriledi. Yani sıfıra çok yakın ve deflasyon oluşmak üzere. Bu veri durumun ne derece korkutucu olduğunu gösteriyor. Avrupa yaptığı her türlü parasal operasyonlara, varlık alım programlarına rağmen krizi yenemedi. Talep gittikçe düşüyor, durgunluk artıyor. Zaten 2013 gibi 2014 büyümesi de negatifte. Para politikaları yetersiz kaldı. Likidite tuzağına düşüldü; yani artık piyasaya ne kadar para verilirse, insanlar elinde o kadar para tutuyor. Avrupa Birliği kötü bir döneme doğru gidiyor. Maliye politikalarının süratle ve keskin bir biçimde devreye girmesi gerekiyor. Ancak AB’de ortak maliye politikası söz konusu olmadığı için, onun genişletilmesi de tartışma dışı. Avrupa bizim hala en büyük dış ticaret ortağımız, ihracat pazarımız. Onların durgunluğu bütün sorunların üstüne daha da can sıkıcı.

Çözüm süreci Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da yaşayan vatandaşların sorunlarını çözüyor mu?

Önce sorunu doğru tanımlayalım. Sorun 30 yıldır süren PKK terörü değildir. Sanki PKK teröründen önce, 40 yıl önce bölge sanayileşmeyi tamamlamış, feodaliteyi tasfiye etmiş, üreten, satan, refahı artmış bir yer miydi ki? Türkiye’de bu konuda tam bir akıl tutulması, tam bir kakafoni var. Sorun Osmanlı’dan beri var olan feodalitedir. Piyasa için değil, geçinecek kadar üretimdir, yoksulluktur. Sanayinin kurulamamış olmasıdır. İşsizliktir. Sorunun çözümü kapitalist ilişkilerin gelişmesidir. Yani sanayi yatırımlarıdır. Bakın verilerle ortaya koyalım bunu. Coğrafyamızın yüzde 30’unu nüfusun yüzde 20’sini oluşturan Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinin milli gelire katkısı yüzde 9,5’dir. 2011 yılında Güneydoğu Anadolu bölgesinin Gaziantep hariç kişi başı ihracat rakamı 397 dolar, buna karşılık İstanbul ilinin kişi başı ihracatı 5.530 dolardır. İthalatı da Doğu Anadolu ile verelim: Türkiye’de kişi başı yıllık ortalama ithalat 3.128 dolarken Doğu Anadolu bölgesinde kişi başı yıllık ithalat 68 dolardır.

Bakın kişi başı imalat sanayi elektrik kullanım verilerine; Kocaeli’nde kişi başı 5.692 KWsaat buna karşılık Ağrı, Kars, Iğdır, Ardahan ortalaması 73KWsaat, Şırnak 52 KWsaat, Hakkari 11KWsaat.

BÜYÜK KAN KAYBI YAŞANIYOR

Tarım ve hayvancılık merkezi deniyor. Güneydoğu Anadolu’da sulanabilir arazinin sadece yüzde 20’sini sulayabiliyoruz. 1960 yılında sulanabilir arazinin yüzde 4,9’unu sulayabiliyormuşuz. Yine 1965 yılında Türkiye toplam traktör stokunun yüzde 4,11’i Güneydoğu Anadolu bölgesinde bulunuyormuş. 2011 yılında ise bu veride bölge lehine bir gelişme yok, pay yüzde 5’de. Yani sorun 1960’ta üretimsizlik, işsizlik, tarım ve hayvancılıkta var olan potansiyelin kullanılamamasıydı, feodaliteydi, bugün de aynı. Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun sorunları işte bu verilerde yatıyor. Daha toplumsal ve kültürel geri kalmışlığa, töre cinayetlerine, berdellere girmedik. Hayvancılıkta da bırakın gelişmeyi büyük bir kan kaybı yaşanıyor. Şimdi tutturmuşlar Öcalan’a serbest kalsın, anadilde eğitim, özerklik.

Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eşbaşkanı Gülten Kışanak, kamu kaynağını elinde barındıran en büyük şehrin Diyarbakır olduğunu belirterek, “Bu yerel kaynaklara karşı özel bir politika izleniyor. Bu yerel kaynaklardan kazanılan paralar nerelere harcanıyor. Biz sadece siyasi özerklik değil mali özerklik de istiyoruz.” dedi. Ne dersiniz?

Önce verdiği vergiye baksın, bütçeye sağladığı katkıya bir de bütçeden aldığına baksın. 2012 yılında görece kalkınmış Gaziantep-Kilis hariç Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgemizi oluşturan 21 ilden tahsil edilen vergi gelirleri, toplam vergi gelirlerinin yüzde 1,8’ine denk geliyor. Yukarıda anlattım ya, üretim olmayınca, ekonomi çarkları dönmeyince vergi geliri de gelmiyor. Buna karşılık 2012 yılında bu 21 ilimizin bütçeden aldığı pay 27,4 milyar TL ile toplam içinde yüzde 11. Ayrıca merkezden yapılan harcamalara 21 ilin nüfusa göre payı da eklenince bu pay yüzde 16’ya çıkıyor. Yani bütçeye 1 koyup 8 alıyor. Örneğin Hakkari, bütçeden yapılan her 100 TL’lik harcamaya karşın 2,3 TL’lik katkıda bulunurken, Tunceli 10,4 TL, Şırnak 11,8 TL, Bingöl 14,2 TL ve Van 13,2 TL’lik katkıda bulunuyorlar. Bütçeden aldıkları karşısında çok sınırlı katkı koyabilen bu illerimiz terör ile adları en çok anılan iller durumunda. Karşılaştırma açısından bakılınca İstanbul bütçeden yapılan her 100 TL harcamaya karşın 780 TL katkıda bulunurken, İzmir 400 TL, Ankara 130 TL, Bolu-Düzce-Kocaeli-Sakarya-Yalova alt grubu ise 670 TL katkıda bulunuyor. Bütçe harcamaları içinde eğitim var, sağlık var, her türlü alt yapı üst yapı yatırımları, hastane, kanalizasyon, okul inşaatı var. Memur maaşı var. Şimdi PKK AKP ile giriştiği çözüm sürecinde mali özerklik istiyorum diyor. İşte hesaplar ortada. Güneydoğu özerk olsun, devlet bütçesine pay da vermesin, pay da almasın dense bölgede yaşayan vatandaşlar 6 ay içinde açlık sınırının altına düşer. Petrolden pay da başka bir saçmalama. Petrol, madenler vs bütün yer altı ve yer üstü kaynaklarından devletin aldığı pay bütçenin yüzde 1’i bile etmiyor. AKP-PKK ortaklığı açılım adı altında Türkiye’yi büyük bir maceraya sürüklüyor. önce bölgede yaşayan, yaşamak isteyen vatandaşlarımızı.

Peki çözüm nedir?

Temel bir kalkınma stratejisi kapsamında her il için ayrı bir program çizilecek. Kamu ve özel sektör beraber çalışacak. Yoksul, dar gelirli ve iş imkanı olmayan vatandaşlara AKP’nin verdiği yardımlar yetersizdir. İş imkanı yaratılıncaya kadar bu yardımlar arttırılacak.

Bütün bu sorunları çözebiliriz. İmkanlar var. ABD eskisi kadar güçlü değil. Kendi içinde pek çok sıkıntı yaşıyor. Bize manevra alanı doğdu. Derhal Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu ve 1930-1948 arası dış ticaret fazlası vermemizi sağlayan karma ekonomik model ile sanayileşmeye girişeceğiz. Türk ekonomisinin yol haritası belli olacak. Şu anda ne özel sektör ne kamu sektörü nereye gideceğimizi bilmiyor. Dar gelirli olan, eğitimini imkansızlıklardan ötürü bitirememiş veya genç işsizlerimiz için AKP’nin yaptığı yardımlar yetersizdir. Bunları arttıracağız. İnsanımıza iş imkanı sağlayana kadar onları insanca yaşatacağız. Üniversitelere getirilecek özel bir statü ile okuyamamış insanlarımızı 1-2 yıllık kurslarla meslek sahibi yapacağız. O meslekleri icra edebilecekleri işletmeleri açacağız.

HER İL İÇİN AYRI STRATEJİ

Her ilimiz için ayrı bir strateji oluşturulacak. İstanbul ve Ankara’nın avantajları farklı, Nevşehir, Balıkesir, Adana’nın farklı. Türkiye’nin yeni kalkınma programı bir makro strateji çizilmeli ve bu çizilen stratejiye uygun olarak, illerin avantajlarına göre teşvik programı uygulanmalı. Önce özel sektör, yanaşmıyorsa – ki yanaşmayacağı iller bellidir, o zaman kamu eli ile avantajlı olduğumuz alanlarda üretim üsleri geliştireceğiz. Bunlar küçük değil, piyasa yapıcı, yurtdışı ile rekabet edebilecek büyüklükte işletmeler olacak. Sadece üretim artışı değil, bir de bunların satışı ve pazarlanması var. Kuruluş aşamasının iş planlamasında, hangi pazarlara yönleneceği, bunların talep ve ödeme gücü belirlenecek. İşletme ona göre konumlanacak. Makro strateji içinde enerji fiyatlarını ve ithalat bağımlılığını düşürmek için rüzgar enerjisi ve jeotermal enerjiye dönülmesi de var, ulaştırma ağında düşük maliyetli tren yolları taşımacılığına geçiş ve bunların liman bağlantılarının sağlanması da var. Eksiksiz bir program olmalı. Kervan yolda değil, planlama aşamasında düzülecek. Bakın iki üç örnek vereyim:

Bilişim ve teknoloji üssü Ankara

Örneğin Ankara, şu anda Türkiye’nin teknoloji üssü durumunda. Yüksek lisans ve doktoralı çalışan sayısının işgücüne oranı  en yüksek il. Ankara’da faaliyet gösteren firmalar ileri teknoloji üretimde birinci. Türkiye’de faaliyet gösteren 28 teknoparktan 6’sı Ankara’da ve bu alanda da lider. Ankara, mevcut alt yapısıyla Türkiye’nin silikon vadisi olmaya adaydır.

Nevşehir’in Ponza taşı

Örneğin Nevşehir; çok zengin, kaliteli Ponza taşı yataklarına sahip. Ancak şu anda işlenmeden ve borsası oluşturulmadan satılıyor. Hammadde olarak. Dolayısı ile getirisi çok düşük. Çünkü Ponza taşını işleyecek, yeterli donanıma sahip tesis çok sınırlı. Oysa Ponza taşı bir çok sektörde ihtiyaç duyulan bir ürün. Büyük bir ihracat potansiyeli var. Ponza taşını işleyerek satacak, yüksek katma değer yaratacak, Nevşehir’de borsasını oluşturabilecek, yüksek teknolojiye sahip işletmeler kurulacak.

Manisa net ihracatçı durumunda, rüzgar enerjisi konusunda ise büyük avantajı var

2012 sonu itibari ile ihracatı 4,3 milyar dolar, dış ticaret fazlası 600 milyon dolar. Yani cari açığımıza pozitif katkı veriyor. Gelişmeye müsait sektörler içinde Jeotermal ve rüzgar enerjisi var. Rüzgar enerjisi bakımından coğrafi olarak çok avantajlı. Üretim teknoloji düzeyi yüksek. Ar Ge araştırmalarına desteklerin arttırılması var olanın üstüne yarı iletken ve nano teknolojileri geliştirme merkezlerini ortaya çıkartacaktır. Ankara için strateji bu yönde olacaktır. Bu alanda kamu kuruluşlarının ve sivil toplum örgütlerinin bazı çalışmaları var. Bu verilerin tamamı, geniş değerlendirmeler Ocak ayında çıkacak yeni kitabımda yer alıyor.

Bu yazıyı beğendiniz mi?

RSS Kaynağımıza abone olun!

Yorumlar (0) Geri izlemeler (0)

Yorum yapılmadı.


Leave a comment

Geri izleme yok.